Irak’ın Toprak Bütünlüğüne Türkiye’nin de İhtiyacı Var
Suriye sorununda yeni yeni heyecanlar yaşanırken Irak konusunda bazı gelişmeler gözden kaçıyor. Aslında Irak da Suriye meselesinde Türkiye’nin tam karşısında taraf durumuna geldi. Aynı süreçte Şam ve Bağdat, terör örgütüyle yeni kanallar ihdas etti. Bu faaliyetlerin bir kısmı adeta Türkiye’ye nispet derecesine yükselmiş durumda. Elbette bunlar da aşılacaktır.
Devr-i Saddam’dan beri Türkiye ile Irak arasında bir mutabakat var. Buna göre teröre karşı etkin mücadele çerçevesinde Irak’ın bazı kentlerinde belirli miktarda Türk askeri ve savaş araçları bulundurulmaktaydı. Bunlar daha çok Irak’ın kuzey bölgesinde özerk Kürt yönetimi ile Türkiye sınırına yakın alanlarda Batufa, Bamerni, Begova ve Kanimasi gibi yerlerde olup belirli sayıda asker ile tank ve diğer savaş gereçlerine sahip bir bakıma Türk üsleri idi. 1995’ten beri yapılan sözleşmelerle bu üslerde askeri varlık korunmakta, daha ziyade bu merkezlerden teröre karşı istihbarat faaliyetleri yürütülmektedir.
Akçakale’ye top mermisi düşmesi ve vatandaşlarımızın ölümü üzerine gündeme gelen tezkere ile Türk askeri gönderme anlamı geniş tutulmuş ve Irak’a girilmesine de işaret olduğu kabul edilmiştir. Esasen Irak’ta bulunan askerimiz Uluslararası Sözleşmeler’e dayandığı halde, son tezkere bir yıl süre ile hükümete askeri birlik sevketme yetkisi vermektedir. Tezkere Akçakale olaylarına karşı tedbir mahiyetinde olduğu halde fırsat kollayan Bağdat yönetimi buradan kendisine pay çıkararak önceki sözleşmeleri feshettiğini duyurmuştur.
Irak hükümet sözcüsü tarafından Bakanlar Kurulu kararnamesi olarak duyurulan hususlar arasında daha önce Irak ile bir başka ülke arasında imzalanış olup yabancı devlete askeri kuvvet bulundurma hakkı sağlayan sözleşmelerin feshedilmesi ile süreye bağlı sözleşelerin süresinin uzatılmaması istikametinde parlamentoya tavsiyede bulunulması vardır. Buna göre nihai kararı Irak Parlamentosu verecek olup, Bakanlar Kurulu’nun bu yöndeki tavsiyesi bir bakıma Türkiye için ikaz mahiyetindedir.
Bağdat yönetimi ile ipler, Irak cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye gelmesi aşamasında koptu. Ve her geçen gün Türkiye’ye karşı yeni kozlar ileri sürülmeye başlandı. Irak’ta gıyabında yargılanan Haşimi Eylül’de idama mahkum edildi ve Ankara’dan Haşimi’nin iadesi istendi. Türkiye’de Haşimi’ye her türlü imkan sağlanarak daimi bir statü verildi. Öte yandan Dışişleri Bakanımızın Bağdat ile diplomatik prosedür uygulanmadan (Irak’ın iddiası) Kerkük ziyareti de ilişkilerin gerginleşmesine sebep olmuş, bunun arkasından Türk muhalefet liderinin Kerkük ziyaretine vize verilmemişti.
Bağdat ile ilişkiler kopma noktasına gelirken Barzani yönetimindeki özerk bölge doğrudan muhatap alınır hale gelmiştir. Kürt liderler nihai hedefin Bağdat’tan bağımsızlık olduğunu her fırsatta beyan etmelerine karşın, Türkiye yakın zamana kadar böyle bir bağımsızlığın kesinlikle kabul edilmeyeceği yönünde resmi politikasında kararlılık göstermiştir. Bunun temelinde ise Musul ve Kerkük’ün Irak’a bırakıldığı Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler bulunmaktadır.
Türkiye’nin gittikçe daha çok Barzani yönetimini muhatap alması, Bağdat’a karşı bunu adeta bir koz olarak kullanması, aynı zamanda Irak’ın parçalanma sürecine destek olması demektir. Bugünkü Irak’tan asgari üç devleti çıkacağın bu gelişmeler Suriye’nin parçalanmasını da kolaylaştıracaktır. On yıllar sürecek iç veya sınır savaşları da demek olan böyle bir bölünmenin Türkiye’yi içine alacak domino etkisi bütün bölge ülkelerinde görülecektir. “Bırakalım bu insanlar da kendi devletini kursunlar” demek öncelikle Kürdü, Arabı ve Türkmeniyle bölge halkını ateşe atmaktır. Tıpkı bugün Suriye’de kısmen yaşandığı gibi.
Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Özbekistan’da Erk Partisi kuruldu ve Muhammed Salih genel başkan oldu. Bağımsızlık aşamasında yapılan seçimlerde önemli başarı gösterdiği halde tartışmalı sonuçlarla iktidara gelemedi. Yapılan baskılar sonucu M.Salih Özbekistan’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bu arada Türkiye’ye geldi. Kerimov yönetiminin Türkiye ile ilişkileri tehdit etmesi sebebiyle Türkiye’den de sınırdışı edildi. Zaman zaman giriş çıkışlar yaptı. Ailesi Türkiye’de olduğu halde kendisi Avrupa’dadır. O dönemde M. Salih’in Türkiye’den sınırdışı edilmesi eleştirildi. Ancak Türkiye-Özbekistan ilişkileri dikkate alındığında bu doğru politikaydı. Türkiye Cumhuriyeti, bu önemli devlet ve siyaset adamına yurt dışında da sahip çıkıp ihtiyaçlarını karşılama yollarını bulabilir. Ancak geçmiş ve gelecek kapsamıyla milyonları ilgilendiren iki ülke ilişkilerini feda edemez.
Benzer durum bugün Bağdat yönetimi ile Türkiye arasında yaşanmaktadır. Tarık Haşimi’yi Türkiye’nin Irak’a teslim etmesi iç hukuk açısından da sorunludur. Çünkü Türkiye’de idam cezası yasal olmayıp, Irak’a teslim edildiğinde idam edilecektir. Bu durumda ihtiyaçlarını karşılayacak şartlarda bir Avrupa ülkesine gönderir ve Bağdat ile ilişkilerin bu derece kötüleşmesine fırsat vermez. Bağdat’ın Haşimi’ye karşı Türkiye’ye elinden gelen bütün kozları kullanması üzerine bizim de onun karşısına Barzani’yi çıkarmamız ise pireye kızıp yorganı yakmaktır. Halbuki bu yorgana şiddetle ihtiyacımız olup, pireden temizlemenin birçok yolları bulunmaktadır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın