Suriye’de rejimin zoraki ayakta kalma çabaları sürse de ülkenin büyük kısmının kontrolü hükümetin elinden çıkmış durumda.
Kırsal kesimdeki hakimiyeti zayıflamakla kalmayan Esad’ın Tartus dışında büyük şehirlerin hiçbirini tümüyle kontrol edemeyecek duruma geldiği anlaşılıyor. Suriye İnsan Hakları İzleme Grubu, Türkiye sınırına paralel uzanan bölgedeki köy ve kasabaların yüzde 80’inin ÖSO kontrolünde olduğunu, ülkede ayaklanmaların başladığı 2011 yılı Mart ayından bu yana toplam 29 bin kişinin öldüğünü açıklaması durumun ne kadar ağır sonuçları ile karşı karşıya kalındığını ortaya koymaktadir.
Şüphesiz bu ağır sonuçlardan en fazla zarar gören ülke, Türkiye. 17 aydır süren çatışmalar, Türkiye’ye 83 bin bazı rakamlara göre 100 bin mültecinin gelmesine sebep oldu. Türkiye’nin BM’de Rusya ve Çin tarafından reddedilen sivilleri koruma bölgesi oluşturabilmek için bir karar alabilmek uğruna müzakereleri de sonuç vermedi. Son gelinen noktada Türkiye, BM olmadan Kuzey Suriye’de güvenli bölge oluşturmayı tercih edemeyeceğinden, ABD’nin seçim telaşı nedeniyle içe kapanma politikasına yönelmesi gibi nedenlerle önümüzdeki günlerde ne olabileceğini net görebilmek mümkün olamamaktadır.
Geçtiğimiz günlerde CNN’in sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin tampon bölge mi, güvenli bölge mi istediği yolundaki soru üzerine, uçuşa yasak bölge olmaksızın aşağıda kurulacak böyle bir bölgenin yeni bir Srebrenitsa Katliamı gibi bir katliama vesile olabileceği uyarısını yaparak, ikisinin birarada olması gerektiğine dikkat çekmişti. Başbakan, şu anda Rusya, İran ve Çin’in bu gelişmeleri açıkça görmesine rağmen adım atmadıklarını ve BM’in etkin olamayışından şikayetçi olarak Türkiye’nin teklif ettiği tampon bölge, güvenli bölgeler, insani yardım koridorları, Özgür Suriye Ordusunun desteklenmesi, vb. her şeyin ABD tarafından geri çevrilmesini de ABD seçimlerine bağlıyordu. Erdoğan; “Putin ve Çin liderinden naçizane arzum, ayağa kalkıp birşeyler yapmaları, Suriye’deki olaylara destek vermediklerini söylemelerine rağmen, Güvenlik Konseyi’nde Dışişleri Bakanıma hiç destek vermediler.” diyerek durumu özetliyordu. Nitekim Washington Post gazetesinde yayınlanan bir söyleşide, Beşar Esad’ın siyasi açıdan öldüğünü ve rejiminin gideceğini, Rusya ve Çin’in de Esad’ın gideceği görüşünde olduklarını belirten Erdoğan, Suriye için Esad sonrası adil bir anayasaya dayanan, halkın liderlerini özgürce seçeceği bir düzen getirecek geçici bir yönetim öngördüğünü vurguluyordu.
Suriye için dörtlü girişim neyi değiştirebilir?
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ortaya attığı bir fikir olan ancak sonrasında Mısır’ın somutlaştırdığı ‘Suriye için dörtlü girişim’ Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan’ın dahil olduğu toplantı bu hafta yapıldı ve sadece Suudi Arabistan toplantıya katılmadı.
Bu toplantıda temelde İran’ın tavrı kritik önem taşıyordu. Toplantının asıl amacı aslında İran’ı ikna etmekti. Beşşar Esed rejimine destek veren İran, eğer girişimin bir parçası olmayı kabul edip adım atma yoluna giderse, Batı müdahalesine gerek kalmadan Suriye krizi çözülebilileceği düşünülüyor.
Bu amaç için, İran, Mısır ve Türkiye Dışişleri Bakanları Kahire’de üçlü toplantıda biraraya geldiler ve ardından Suriye krizi konusunda müzakerelerin ve istişarelerin devam edeceğini açıkladılar. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ve Mısır Dışişleri Bakanı Muhammed Kamil, gerçekleşen ortak toplantının ardından yaptıkları basın toplantısında, Suriye’deki krizin bir an önce çözüme kavuşması için müzakerelerin devamının gerekli olduğunu belirtirken, Salihi, bu görüşmelerin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle New York’ta devam edeceğini de söylüyordu.
BM’nin Suriye Özel Temsilcisi El Ahdar el İbrahimi ile de toplantı yapacaklarını belirtilerek, tarafların mutabakatına dayalı bir çözüm yolu bulmaya çalışılacağı yolundaki açıklamalar umut verici bir gelişmeydi. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da basın toplantısında ”Bölgesel bir girişim başlattık ancak bu iki toplantıda bir sonuca ulaşmamız beklenmesin. New York’ta 25 ve 26 Eylül tarihlerinde müzakerelerimize devam edeceğiz.” diyerek sürecin zorluğuna işaret ediyordu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye krizini yabancı müdahaleden uzakta, bölge ülkeleri tarafından çözmenin önemine vurgu yaptı ve Mısır ile Türkiye’nin bakış açılarında bir mutabakat yakaladığını, İran-Suriye ilişkilerinin akan kanı durdurmaya ikna etmek için kullanılacağını ve İran’ın söz konusu krizin çözümünde rol alabileceğini düşündüğünü söyledi.
Diğer yandan bu toplantıda ilk işaretlerini verdiği üzere, Mursi liderliğindeki Mısır’ın bölgede kendisine bulacağı en yakın ortağın Türkiye olacağı görülüyor. Her iki ülke de bölgenin demokratikleşmesi konusunda aynı görüşleri taşıyorlar. Türkiye stratejik, Mısır ise dil ve ideolojik yakınlığı nedeniyle Suriye’de Esad-sonrası siyasi yapıların belirlenmesi konusunda ortak hareket etme yeteneğine sahipler. Şüphesiz Mısır’ın yeniden bölgesel siyasette sahneye çıkması ve Suriye konusunda Türkiye’yle yakın bir işbirliği fırsatı yakalanması bölgede bazı değişikliklere yol açacaktır. Mursi’ye örneğindeki gibi Suriye’de de işbaşına gelecek yeni kişinin Türkiye – Mısır arasında 3. ülke olmasına ancak İran’ın kontrolünde olmak kaydıyla mümkün olabileceği düşünülebilir.
Bu toplantı ile başlayan süreçte İran’a, Beşşar Esed’in yerine geçecek başka bir isimle de Suriye’deki ve bölgedeki çıkarlarını korumaya devam edebilirsin mesajı verilecek ve böyle bir isim konusunda uzlaşma sağlanmaya çalışılacak. Bu tavır bu anlamda İran’a karşı ilk kez açıkça ortaya konmuş olacak. Nitekim Bakan Davutoğlu Kahire’ye gitmeden önce Ankara’da İran’ın Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili ile biraraya gelmişti. Görüşmede nükleer konuların görüşüldüğü belirtilse de esasında Suriye ve Kahire toplantısına dair mesajlar verildiği de tahmin ediliyor.
Kahire’de toplantı sonrası taraflar New York’ta görüşmelerin devamına hazırlanıyorken, bugün Ulusal Koordinasyon Kurulu başkent Şam’da Muhalefet Konferansı düzenledi. 16 muhalefet partisinin katıldığı bu konferansta, iç savaştan kurtulmanın ve birbirinden ayrılan muhalif grupların toplanması için barışçı yollar tartışılıyor. Konferansa Rusya ve İran büyükelçileri de katılmış olması dikkat çekiyor. ÖSO dün itibariyle komuta merkezini Suriye’ye taşıdığını açıklamış ve bir sonraki adımın başkent Şam’ı özgürleştirmek olduğunu duyurmuştu.
The National Coordination Body and Syrian opposition parties hold conference. 23 Sep 2012, Credit: APTN
Suriye krizinin aşılması bütün bu gelişmelere rağmen, ABD’nin seçimler sonrası çekimser tavrından vazgeçmesi, İran, Rusya ve Çin’in yapıcı rol oynamasına ikna edilmelerinden başka çıkar yol da bulunmamaktadır. Bu durum Türkiye’nin daha uzun süre bu sorunla başbaşa kalacağına işaret etmektedir.
Activists take photos of demonstrators protesting against Syria’s President Bashar al-Assad in Erbeen near Damascus. Credit: Reuters
Sonuç olarak Suriye krizi konusunda Türkiye’nin istedikleri ve istemedikleri şu noktalar üzerinde yoğunlaşmaktadır ;
*Türkiye hızla Amerikalıların Suriye konusunda netleşmesini istese de, uluslararası dünyanın mülteci krizine tampon bölge ya da güvenli bölge çerçevesinde bir çözüm bulmasını ve Esad rejiminin düşmesini istiyor. Fakat bu konuda istediği desteği bulamıyor.
*Türk ordusunun Suriye’ye askeri müdahalesi düşünülmüyor. Fakat Beşar Esad’ın tamamen muhaliflerin kontrolüne geçen Halep’e kadar uzanan kurtarılmış bölgeyi geri almayı hedeflemesi nedeniyle, Türkiye’nin sınır bölgesini korumasına dönük askeri açıdan test edildiği de görülmektedir. Azaz gibi Türkiye sınırına yakın bölgeler, halihazırda Suriye muhalefetinin lojistik üssünü oluşturmaktadır. ÖSO Suriye’nin farklı bölgelerine dağılmış otonom yerel gruplardan oluşsa da, hareketin en önemli komuta merkezinin Türkiye sınırına yakın bu bölgede olması hareketliliğin de bu bölgeye kaymasına neden olmaktadır. Suriye’ye giren cephane ve silah sevkiyatının öncelikle bu bölgeye gelmesi, Azaz’ı Esad rejimi açısından bir numaralı hedef haline getirmektedir.
Bu durum Türkiye’yi çatışmalara yakın bölge durumuna getirmektedir.
*Türkiye’nin daha fazla göçmeni kabul edemeyeceğini ve bunun ülkeye getirdiği yükü, hatta Türk toplumunun buna tepkisi göz önünde bulundurularak (Türk halkının yalnızca % 18’inin Suriye muhalefetine destek konusunda hükümetle aynı görüşte olduğu, Amerikan Alman Marshall Fonu tarafından yürütülen ve Türk kamuoyunun da görüşlerinin alındığı Transatlantik Eğilimler adlı raporda verilmiştir. Rapora göre, Suriye’deki iç savaş Türkiye için birinci derece güvenlik riski teşkil ediyor. Araştırmanın gerçekleştirildiği Haziran 2012’de üç Türk’ten sadece biri (% 32) ülkelerinin Suriye’ye müdahale etmesi gerektiğini düşünürken, % 57’si Türkiye’nin bu işin tamamen dışında kalmasını istemektedir. Bu oran Hükümetin Suriye politikasına yönelik kamuoyu desteğinin düştüğünü göstermektedir.) Göçmenler konusuna ise çözüm bulunması istenilmektedir. Artan mülteci kitlesiyle başa çıkabilmek için Hükümetin BM’den yeterli yardım alamamış olması, Suriyeli Sünni isyancıların Hatay gibi Alevi nüfusun yoğun olduğu bir bölgeye yerleştirilmesi de, kamuoyu görüşünü etkilemiş durumdadır. Türk Hükümeti tarafından Suriyeli göçmenler için kendi ülkelerinde barınabilecekleri bir sistemin oluşturulması isteniyor. Bu noktada göçmenlerin kendi ülkelerinde yerleştirilmeleri ve korunmaları uluslararası bir karar ve uygulamayı gerektirecektir. Türkiye bu sorumluluğun paylaşılmasını istemektedir.
*Türkiye’nin en uzun sınırını Suriye ile paylaşması, Ankara açısından durumu daha da zorlaştırmaktadir. Aynı zamanda muhalif güçler arasında bir düzen kurulamamış olması ve Suriyelilerde radikalleşme tehlikesi artması da Türkiye için risk oluşturmaktadır.
Türkiye bu riski görmekte ve kontrol altına alınmasını istemektedir.