Gaziantep’teki korkunç katliamın ardından gelişen olaylar karşısında Türk toplumunun göstermiş olduğu tepkiyi iyi değerlendirebilmek amacıyla kendi kendime şu soruyu sordum.
Acaba mankurtlaşıyor muyuz?
Mankurt sözünü dünya edebiyatına kazındıran Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’tur.
Aytmatov, bir toplumun en büyük yıkımının mankurtlaşması olduğunu 1980 yılında yayınlanan Gün Uzar Yüzyıl Olur (Gün Olur Asra Bedel) adlı eserinde Nayman Ana söylencesinde yazmıştır.
Mankurt, efendisine sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen biridir.
Günümüzde sosyal kimlik değiştirme ve köküne yabancılaşma temalarını karşılayan bir terim olarak sosyal psikolojide yer almıştır.
Savaşta esir düşen ve köle olan tutsakların, zamanla kendilerinden intikam alabilir düşüncesiyle bu kişiler hakkında önlem almak gereği ortaya çıkmıştır. Bunun için, tutsağın ilk olarak saçları kazınır ve yeni kesilen devenin derisi başına kaplanır.
Buna “şire” denir.
Kayıştan bir bağ ile deve derisi tutsağın başına sıkıca bağlanır. Tutsağın ayakları ve kolları da kazıklara bağladıktan sonra güneşin altında bırakılır.
Taze deri kurudukça kafatasını kıracakmış gibi sıkar. İnsana dayanılmaz acı verir. Büyüyen saç kuruyan deriyi geçemez, geri dönerek baş derisini iğneyle sokar gibi deler, tüm sinir sistemini öldürür, hafızayı tamamen yok eder.
Bu işkenceden bir hafta veya on gün sonra tutsak ölür.
Sağ kalırsa adını, bütün geçmişini unutur. Bundan böyle, sahibinin dediğini yapan, şuurlu hareket edemeyen, düşüncesiz, duygusuz, ama güç ve kuvvet sahibi bir mankurta dönüşür.
Toplumu mankurtlaştırmanın yöntemlerinden biri, toplumun önüne gerçek dışı sorunlar koyarak onu oyalamak ve kendine dönüp bakmasını engellemektir.
Bu işi dışarıdan düşmanlar, içerden onların işbirlikçileri yapar.
Böylece toplum hayali sorunları tartışırken bir türlü kendi gündemine gelemez ve kendi sorunlarını göz aradı eder. Bunun sonucunda da türlü tehlikelerle karşı karşıya kalır.
Türkiye’de son iki haftadır cereyan eden olaylar bir mankurtlaşma değil de nedir?
İşler Nasıl Gidiyor?
Kafese beş maymun koymuşlar. Ortaya da bir merdiven. Kafesin tepesine iple muzlar asılmış.
Bu durumu gören maymunlar, şüphesiz asılı muzları yemek isteyeceklerdir.
Herhangi bir maymun muzlara ulaşmak istediğinde, dışarıdan üzerine soğuk su sıkılır.
Sadece merdiveni çıkmaya çalışan maymun değil, diğerleri de soğuk sudan nasibini alır.
Bütün maymunlar denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara doğru hareket eden maymun diğerleri tarafından engellenmeye başlar.
Sonra maymunlardan biri dışarı alınıp, yerine yeni bir maymun (M1) konulur.
M1’in ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler.
Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymun (M2) ile değiştirilir.
M2 de merdivene yaptığı ilk atakta dayak yer. M2yi en şiddetli döven ise kafese giren M1’dir.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. M3, ilk atağında cezalandırılır.
M1 ve M2’nin M3’ü neden dövdükleri hakkında hiçbir fikirleri olmamasına rağmen en hırsla dövenler de onlardır.
Son olarak en başta ıslanan dördüncü ve beşinci maymun da yenileriyle (M4 ve M5) ile değiştirilir.
Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık merdivene hiç biri yaklaşmaz.
Çünkü burada işler böyle gelmiştir ve böyle gitmektedir.
Bir grup bu çaresizliği aşmak adına mücadele verirken diğer gruplar “Bu bizim kaderimiz. Yapacak hiçbir şey yok. Elimizden ne gelir” mantığıyla hareket ederler.
Aslında onlar da bu durumu istememelerine rağmen, bir şeyler yapmak adına çaba gösterenlere imrenerek bakarlar ama destek veremezler. Çünkü böyle öğretilmiştir onlara.
İçten içe karşı olmalarına rağmen, çaresizlikten tepki veremezler.
Fatih Altaylı 22 Ağustos tarihli yazısında “Biz gerçekten millet miyiz?” diye sormaktadır.
Toplumumuzda son zamanlarda “Biz gerçekten millet miyiz?” soruları artmaya başlamıştır.
Böyle toplumlar zamanla Aytmatov’un ifadesiyle mankurtlaşır.
Mankurtlaşmamak için korksak bile tepki verelim.