Güneydoğu’da Federasyon Çare midir?

Federasyon Çare midir?
Vatan sathından kara haberler arka arkaya geldikçe bazı kalemler daha iştahlıca “biz dememiş miydik?” edasıyla federasyon çözümünü tedavüle sokuyorlar. İnsan hayatı sözkonusu ise hele hele bu can birisinin yavrusu, bir başkasının nişanlısı yahut birkaç aylık eşi, henüz baba diyememiş bebelerin herşeyi ise çözüm çok daha aciliyet kazanmaktadır. 40 yıla yaklaşan Türkiye’nin terör sorununu bir şekilde çözüp, anaların, eşlerin, yavruların gözyaşlarını durdurmak için ne gerekiyorsa yapılmalı diyenlerin sayısı hızla artıyor. Çözüm yolunda birçok şey denendi, bir netice çıkmadı, şimdi ise sadece federasyon mu kaldı?
Öncelikle insan topluluğunun yaşadığı yerde sürekli barış veya mükemmel asayişin cari olduğu bir dönem yaşanmamıştır. TC’nin de hemen her döneminde isyan hareketleri görülmüştür. 1920’lerden itibaren Doğu ve Güneydoğu’daki başkaldırılar Anakara’nın başını ağrıtmış, buna karşı nice darağaçları kurulmuştur. 1970’lerde ASALA’nın sinmesinden hemen sonra ortaya çıkan ve birçok evrim geçiren bölücü terör hareketi ise bölgeyle ilgili hesabı olan hemen her ülkenin bir şekilde bulaştığı uluslararası sektör haline gelmiştir. Türkiye’nin Osmanlı’dan günümüze dış politikasından zarar görenler bir şekilde etnik hassasiyeti kurcalar olmuştur. Esasen etnik alerjiyi her ülke çıkarları gerektikçe kaşıyabilmektedir. Türkiye’nin benzersiz jeopolitik önemi, aynı zamanda benzersiz hassasiyetleri demek olup, yöneticileri daima suyu üfleyerek içmek zorunda bırakmıştır.
Birçok meslektaşımın bu aylarda samimiyetle belirtme ihtiyacı duyduğu gibi “akan kanın nasıl durdurulacağını ben de bilmiyorum!” Bunu tam olarak bilen birisi olduğunu da bilmiyorum. Çünkü sorun zannedilenden çok daha girift. Ve meselenin temelinde üç hassas bölgenin düğümü durumundaki coğrafya var. Bu süreçte büyük yanlışları, “ben biliyorum” diyenler yaptı. Buna karşın bu kan akışının nasıl durdurulamayacağı konusunda söylenecek çok şey var.
Osmanlı’nın son dönemleri etnik isyanlar, federasyon ve bağımsızlık hareketleriyle geçmiştir. Balkanlarda başlayan etnik kıpırdanmalar, genellikle bir dış gücün yardımıyla bağımsızlık savaşı haline gelmiştir. Çoğu örnekte önce federasyon kurulmuş, bir müddet sonra tam bağımsız olmuştur. İsyanlar sürerken, çoğu fikir sahibi “şu halka bir federasyon verelim, yine Osmanlı bünyesinde kalalım, herşey düzelecek” türünden tekliflerle gelip gitmiştir. Her federal düzenlemeden sonra yeni bir aşamayla, bağımsızlık mücadelesi ilerlemiştir.
Günümüzde birçok ülkede federal yapılar sağlıklı bir şekilde işleyebilmektedir. Almanya, İsviçre gibi ülkelerde federal veya konfederal sistemler sorunsuz tarzda yürürken Liechtenstain, Andorra, San Marino gibi devletçikler varlıklarını sürdürmektedir. Asırlara dayanan etnik gerçekler ve hukuk belgeleriyle bölge yönetimlerinin iradeleri çözüm yönünde uzlaşınca bu sistemler ortaya çıkmıştır. Birçok batı ülkesinde farklı boyutlarla varlığını sürdüren federasyon türevleri, Orta Çağ Arvrupasının teknolojik ve siyasi gelişmeleri birlikte değerlendirerek ulaşılan merhalelerdir. Belki çok kan dökülmüştür, ancak her aşamada siyasi aktörler kendi geleceklerini kendi belirlemeye çalışmış, bir dış aktörün senaryosu temel etken olmamıştır. Bu yüzden ulaşılan sonuç kıymetli bir varlık olarak muhafaza edilmiştir. Barışın bedeli ağır bir şekilde ödendiğinden buna karşı hareketler şiddetle püskürtülmüştür.
Birçok batı ülkesinde imparatorluktan derebeyliğe ve feoadaliteden ulus devlet ve federasyonlara yaşanan süreçte temel belirleyici bundan etkilenenler olmuştur. Osmanlı Balkanlardan ayrılırken, çoğu Balkan kavmi aslında bu devlette barışı ve huzuru yaşamaktaydı. Genellikle bir büyük gücün oyununa gelerek isyan etmişlerdi. Bu devletlerin hemen hiçbirinde huzur, sükun, bölgesel barış halen kurulmuş değildir. Barış ve huzur içinde yaşayan ve Osmanlı’ya karşı çeteleri desteklemek istemeyen Ermeni vatandaşlarımızın da birçoğu sonuna kadar direndi. Bugün için benzer süreci Kürt vatandaşlarımız yaşamaktadır. Terör örgütü veya örgütün arkasındaki siyasi partinin talepleri ile milyonlarca vatandaşımın arzu ve istekleri arasında ilişki yoktur. Vatandaşlarımız aş, iş, eğitim, altyapı isterken federasyoncu tarafta yer alanlar bunları engellemeye çalışmaktadır. Halkımızın temel insan hakları konusundaki sıkıntıları, yönetimin kusurları her dönemde, herkese karşı sözkonusu olup, bu alanda daha çok fırın ekmek yememiz gerekmektedir. Buna karşın akan kanın gerçek sebebi ülkemizin insan hakları konusundaki sabıkası değildir.
Son çare olarak federasyon tercihi sunulduğunda terör bitecek midir? Bunu savunanlar ya zerre kadar tarih, siyaset bilmiyorlar ya da asıl niyetlerini gizliyorlar. Başarılı bir federasyon ancak diğer tarihi, kültürel, etnik gerçeklerle birlikte yürür. Halkın dışından dayatılan çözümler, sadece yeni dayatmalara mesnet teşkil eder. 2012 yılı itibariyle Türkiye, ilan edilmemiş bir savaşla karşı karşıya olup, bunun da üstesinden gelecektir. Topyekün bir savaşta öncelikle ne yapılması gerekirse Türkiye de bugün onu yapmak durumundadır ve bu yönde akl-ı selim galip gelmektedir. Siviller bundan zarar görmemeli deniliyorsa bu durum zaten bütün savaşlar için geçerlidir ve bizim tarihimiz bu konuda en güzel örneklerle doludur. Bu aşamaya gelinceye kadar yapılan politik hatalar veya yanlışlar, düşmana teslim olmayı meşru kılmaz. Böyle bir saldırıyla ilk karşılaşan ülke Türkiye olmadığı gibi, ülkemiz ve halkımız da ilk defa bu tür bir felaketle yüzleşmiş değildir.
Ülkede bir Türk-Kürt çatışması olmadığı hergün daha iyi anlaşılmakta, İstanbul’un en büyük Kürt şehri olduğu gerçeği zihinleri daha derinden meşgul etmekte, böyle bir çatışmanın varlığını kimsenin iddia edemeyeceği ayan beyan ortadadır. Bütün bu yaşananlar da acı hatıralar olarak tarihteki yerini alacaktır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
www.usgam.com
10.09.2012

<p>Federasyon Çare midir?
Vatan sathından kara haberler arka arkaya geldikçe bazı kalemler daha iştahlıca “biz dememiş miydik?” edasıyla federasyon çözümünü tedavüle sokuyorlar. İnsan hayatı sözkonusu ise hele hele bu can birisinin yavrusu, bir başkasının nişanlısı yahut birkaç aylık eşi, henüz baba diyememiş bebelerin herşeyi ise çözüm çok daha aciliyet kazanmaktadır. 40 yıla yaklaşan Türkiye’nin terör sorununu bir şekilde çözüp, anaların, eşlerin, yavruların gözyaşlarını durdurmak için ne gerekiyorsa yapılmalı diyenlerin sayısı hızla artıyor. Çözüm yolunda birçok şey denendi, bir netice çıkmadı, şimdi ise sadece federasyon mu kaldı?
Öncelikle insan topluluğunun yaşadığı yerde sürekli barış veya mükemmel asayişin cari olduğu bir dönem yaşanmamıştır. TC’nin de hemen her döneminde isyan hareketleri görülmüştür. 1920’lerden itibaren Doğu ve Güneydoğu’daki başkaldırılar Anakara’nın başını ağrıtmış, buna karşı nice darağaçları kurulmuştur. 1970’lerde ASALA’nın sinmesinden hemen sonra ortaya çıkan ve birçok evrim geçiren bölücü terör hareketi ise bölgeyle ilgili hesabı olan hemen her ülkenin bir şekilde bulaştığı uluslararası sektör haline gelmiştir. Türkiye’nin Osmanlı’dan günümüze dış politikasından zarar görenler bir şekilde etnik hassasiyeti kurcalar olmuştur. Esasen etnik alerjiyi her ülke çıkarları gerektikçe kaşıyabilmektedir. Türkiye’nin benzersiz jeopolitik önemi, aynı zamanda benzersiz hassasiyetleri demek olup, yöneticileri daima suyu üfleyerek içmek zorunda bırakmıştır.
Birçok meslektaşımın bu aylarda samimiyetle belirtme ihtiyacı duyduğu gibi “akan kanın nasıl durdurulacağını ben de bilmiyorum!” Bunu tam olarak bilen birisi olduğunu da bilmiyorum. Çünkü sorun zannedilenden çok daha girift. Ve meselenin temelinde üç hassas bölgenin düğümü durumundaki coğrafya var. Bu süreçte büyük yanlışları, “ben biliyorum” diyenler yaptı. Buna karşın bu kan akışının nasıl durdurulamayacağı konusunda söylenecek çok şey var.
Osmanlı’nın son dönemleri etnik isyanlar, federasyon ve bağımsızlık hareketleriyle geçmiştir. Balkanlarda başlayan etnik kıpırdanmalar, genellikle bir dış gücün yardımıyla bağımsızlık savaşı haline gelmiştir. Çoğu örnekte önce federasyon kurulmuş, bir müddet sonra tam bağımsız olmuştur. İsyanlar sürerken, çoğu fikir sahibi “şu halka bir federasyon verelim, yine Osmanlı bünyesinde kalalım, herşey düzelecek” türünden tekliflerle gelip gitmiştir. Her federal düzenlemeden sonra yeni bir aşamayla, bağımsızlık mücadelesi ilerlemiştir.
Günümüzde birçok ülkede federal yapılar sağlıklı bir şekilde işleyebilmektedir. Almanya, İsviçre gibi ülkelerde federal veya konfederal sistemler sorunsuz tarzda yürürken Liechtenstain, Andorra, San Marino gibi devletçikler varlıklarını sürdürmektedir. Asırlara dayanan etnik gerçekler ve hukuk belgeleriyle bölge yönetimlerinin iradeleri çözüm yönünde uzlaşınca bu sistemler ortaya çıkmıştır. Birçok batı ülkesinde farklı boyutlarla varlığını sürdüren federasyon türevleri, Orta Çağ Arvrupasının teknolojik ve siyasi gelişmeleri birlikte değerlendirerek ulaşılan merhalelerdir. Belki çok kan dökülmüştür, ancak her aşamada siyasi aktörler kendi geleceklerini kendi belirlemeye çalışmış, bir dış aktörün senaryosu temel etken olmamıştır. Bu yüzden ulaşılan sonuç kıymetli bir varlık olarak muhafaza edilmiştir. Barışın bedeli ağır bir şekilde ödendiğinden buna karşı hareketler şiddetle püskürtülmüştür.
Birçok batı ülkesinde imparatorluktan derebeyliğe ve feoadaliteden ulus devlet ve federasyonlara yaşanan süreçte temel belirleyici bundan etkilenenler olmuştur. Osmanlı Balkanlardan ayrılırken, çoğu Balkan kavmi aslında bu devlette barışı ve huzuru yaşamaktaydı. Genellikle bir büyük gücün oyununa gelerek isyan etmişlerdi. Bu devletlerin hemen hiçbirinde huzur, sükun, bölgesel barış halen kurulmuş değildir. Barış ve huzur içinde yaşayan ve Osmanlı’ya karşı çeteleri desteklemek istemeyen Ermeni vatandaşlarımızın da birçoğu sonuna kadar direndi. Bugün için benzer süreci Kürt vatandaşlarımız yaşamaktadır. Terör örgütü veya örgütün arkasındaki siyasi partinin talepleri ile milyonlarca vatandaşımın arzu ve istekleri arasında ilişki yoktur. Vatandaşlarımız aş, iş, eğitim, altyapı isterken federasyoncu tarafta yer alanlar bunları engellemeye çalışmaktadır. Halkımızın temel insan hakları konusundaki sıkıntıları, yönetimin kusurları her dönemde, herkese karşı sözkonusu olup, bu alanda daha çok fırın ekmek yememiz gerekmektedir. Buna karşın akan kanın gerçek sebebi ülkemizin insan hakları konusundaki sabıkası değildir.
Son çare olarak federasyon tercihi sunulduğunda terör bitecek midir? Bunu savunanlar ya zerre kadar tarih, siyaset bilmiyorlar ya da asıl niyetlerini gizliyorlar. Başarılı bir federasyon ancak diğer tarihi, kültürel, etnik gerçeklerle birlikte yürür. Halkın dışından dayatılan çözümler, sadece yeni dayatmalara mesnet teşkil eder. 2012 yılı itibariyle Türkiye, ilan edilmemiş bir savaşla karşı karşıya olup, bunun da üstesinden gelecektir. Topyekün bir savaşta öncelikle ne yapılması gerekirse Türkiye de bugün onu yapmak durumundadır ve bu yönde akl-ı selim galip gelmektedir. Siviller bundan zarar görmemeli deniliyorsa bu durum zaten bütün savaşlar için geçerlidir ve bizim tarihimiz bu konuda en güzel örneklerle doludur. Bu aşamaya gelinceye kadar yapılan politik hatalar veya yanlışlar, düşmana teslim olmayı meşru kılmaz. Böyle bir saldırıyla ilk karşılaşan ülke Türkiye olmadığı gibi, ülkemiz ve halkımız da ilk defa bu tür bir felaketle yüzleşmiş değildir.
Ülkede bir Türk-Kürt çatışması olmadığı hergün daha iyi anlaşılmakta, İstanbul’un en büyük Kürt şehri olduğu gerçeği zihinleri daha derinden meşgul etmekte, böyle bir çatışmanın varlığını kimsenin iddia edemeyeceği ayan beyan ortadadır. Bütün bu yaşananlar da acı hatıralar olarak tarihteki yerini alacaktır.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
www.usgam.com
10.09.2012</p> - images

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir