Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) dönem başkanı Fransa tarafından organize edilen ve Suriye’deki insani durumu-mülteciler sorununu ele almak üzere gerçekleştirilen toplantı, çok büyük bir olasılıkla tarihe bir yalnız adamın “beyhude çırpınışları” olarak geçecek.
Yalnız adam, sonucu en başından belli olan bu “göstermelik” toplantıda nerdeyse kendi çaldı, kendi söyledi ve kendi dinledi.
Açıkçası, o an bu zat-ı muhteremin yerinde kimse olmak istemezdi. Kim mi o zat-ı muhterem? Elbette Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu. Nam-ı diğer “Türk Kissenger”i…
Tek kelimeyle “süreç” ve “sonuç” bir fiyasko. Hem insanlık onuru, hem dünya hem de Suriye konusunda “öncü ülke” olarak sahaya tüm hatlarıyla, tam gaz sürülmeye (itilmeye) çalışılan Türkiye açısından. Artık önemli olan da zaten bu husus!
***
Tablo aynen şöyle…
BM Güvenlik Konseyi’nin daimi ve geçici üyelerinin bulunduğu kısımda 15 koltuk var, fakat ne hikmetse bunun 10’u boş.
Gelenler arasında toplantıyı organize eden Fransa var. Dönem başkanı olmasa ve söz konusu toplantıyı organize etmese, büyük bir ihtimalle ABD gibi “buradan bir nane çıkmaz, en iyisi gelmemek” deyip o da koltuğu boş bırakacak…
Biz de o zaman haliyle 5 yerine 4 diyecektik. Gerçi bir eksik bir fazla, ne fark eder böylesi bir rezalet ortamında?
***
Dolayısıyla, şimdi moraliniz bozulmasın da ne olsun? Siz geceli gündüzlü koşturun, “beyefendiler-hanımefendiler” sizi dinleme lütuf’unda bile bulunmasınlar, olacak iş mi Allah aşkına. Hem de bu kaçaklar arasında sizin “çak ortağınız” Hillary Clinton hanımefendi de var!
Çin’i, Rusya’yı anladık; peki ABD’ye ne oluyor? Niçin bizi son dakikada ekiyor (ya da satıyor)? Yoksa, biz de onlar gibi; “salla gitsin” deyip, çifte telli mi oynasaydık?
Acaba böyle bir şey mümkün olabilir miydi bizim açımızdan? Bence asıl sorgulanması gereken de bu husus! Çünkü “Model Ortak” arazi ve Türkiye, Suriye krizinde “günah keçisi” olmaya doğru it(tir)iliyor.
Ve sanki, söz konusu süreçte Ankara açısından bazı “u dönüşler” için manevra alanı artık oldukça dar. Bir takım kazalar, çarpmalar, çarpışmalar, kayıplar olmadan bu krizi atlatmak o kadar kolay olmayacak gibi…
***
Nitekim Bakan Davutoğlu’nun da canı çok sıkkındı o an. Yüz ifadeleri, bir hayal kırıklığından öte bir isyanı resmediyordu. Adeta çaresizliğe teslim olmuş bir isyan hali söz konusu idi. Öyle ki, “BM kurumlarının Suriye konusunda beklentilerimizin gerisinde hareket ettiğine şahit olmaktan üzüntü duyuyorum” diyen Bakan Davutoğlu, BM için acilen reform çağrısında bulunuyordu.
Ne yazık ki bir kez daha hissiyatı, gerçeklerin önünde koşturuyordu. Oysa, o da gayet iyi biliyor ki dış politika “beklentiler” üzerine inşa edilmez! Zaten bizim “Yerli Kissinger” ile orijinali arasındaki fark da burada yatıyor…
Amerikan derin devletinin değişmez, güçlü isimlerinden Henry Kissinger tam bir “realist” iken, bizimkisi fazlasıyla “idealist”. Yani, biri ne kadar “gerçekçi” ise, diğeri o kadar “hayalci”! Oysa, Sayın Bakan yine gayet iyi biliyor ki, uluslararası ilişkiler en temelde güç ve çıkar çatışmasıdır. Hele hele, “5’li Çete”nin tahakkümü altında bulunduğu bir Örgüt’ten bahsediyor ve orada dans etmeye çalışıyor isek…
İşte, adamı böyle bir anda “damsız” bırakıverirler!
***
Dolayısıyla, BM’nin söz konusu toplantısında sadece bu Örgüt’ün iflas ettiği bir kez daha görülmedi. Aynı zamanda Türkiye’nin Suriye politikasının çöktüğü ve yalnız adamları oynadığı da tarihe not düşüldü…
Fakat işin ilginç yanı, biz yine bir takım öneriler, yol haritaları sunmaktan geri kalmadık bu toplantıda da. Ya kuyruğu dik tutmak istedik ya da “ev ödevimizi” yapmak…
Nitekim Bakan Davutoğlu 5 maddede özetleyiverdi yeni yol haritasını 15 koltuktan 5’ine… (Arzu ya da merak edenler arama motorlarından birine girip bu 5 maddenin ne olduğuna bakabilirler.) Öyle bir yol haritası ki, bile bile lades, yine çıkmaz bir sokak tarifi!
Şimdi çok net bir şekilde bir kez daha soralım; Allah aşkına, hiç aklınız alıyor mu dünyanın ve haliyle BMGK’nin Suriye üzerinden bu kadar derin bir şekilde bölündüğü bir ortamda bu yol haritasına “evet” denilebileceğini?
Bırakın “evet” demeyi, adamlar dinleme tenezzülünde bile bulunmadılar! Yazık değil mi Türkiye’ye?
Bir yanıt yazın