Başbakan Erdoğan’ın kimliği ve misyonunu, ulusalcı ya da lâik felsefede herhangi bir ülkenin ümmeti bölen ve belli bir kavmiyeti herkese dayatan siyasetine karşı mücadele etmenin müslüman bireyin ve ümmetin vazifesi olduğu hoşluğu belirliyor.
Bu çerçevede belirlenen Türkiye dış politikasını da Ahmet Davutoğlu ümmetin birliği, vatandaşlık yerine din’i,eşitlikler yerine din birliğini,adalet yerine insan olma laklakasıyla yürütüyor.
Çünkü bu bileşkeden çağdaş düzeyi sorgulama, yakalama ve aşma anlayışı,insan hakları,düşünce, inanç ve girişim özgürlükleri,laik hukuk devleti, katılımcı demokrasi, liberal ekonominin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına katkı koyma iddiası asla çıkmıyor…
*
Nitekim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dönem başkanı Fransa’nın daveti üzerine Suriyeli mülteciler ile ilgili toplantıda konuşmaktadır.
Elbette Türkiye’yi ABD eteğinde 18 aydan bu yana biricik lâik Arap devleti Suriye’de rejimi düşürmek üzere iş başında tuttuklarından,
Türkiye’yi bir süredir BM Güvenlik Konseyinde Rusya ve Çin’in vetolarını aşmak üzere Güvenlik Konseyi ve uluslararası hukuka aldırmaksızın rejim muhalifleriyle birlik olma ve geçiş planını tamamlama yönünde operasyonel ve türlü lojistik verdiği paralı askerler,El Kaide dahil bilumum teröristler ve muhalif güçlerle Suriye’de kontrol kurmak, Esad’ı devirmek,geçiş planını tamamlamaya feda ettiklerinden bahis etmiyor.
*
Ya?
Konu Suriyeli mültecilerdir,Davutoğlu,”Suriye’deki trajedinin boyutu Türkiye’nin tek başına aşamayacağı hâle ulaşmıştır.İnsani yardımlarımızı sınırda sıfır noktasında vermeye başladık.Bu felaketin bir tek sorumlusu var. Bu insanlar Suriye’deki rejimin kurbanıdır.BM vakit kaybetmeden Suriye içerisinde insani kamplar kurmak zorundadır”diyor.
Dilinin altındaki acilen Suriye’de uçuşa yasak bölge ilanı ve insani yardım yapılacağı bahanesiyle bir tampon bölgenin kurulması gerekliliğidir.
Güvenlik Konseyi Dönem Başkanı Fransa Dışişleri Bakanı Suriye’ye insani yardım için bazı gelişmelerin sağlanacağı umudunu taşıdığını -fakat,Rusya ve Çin’in vetosuna dikkat çekerek siyasi açıdan ortak karar vermenin zorluğuna işaret ediyor…
*
Çünkü,ABD’nin ne Suriye krizinin olası komplikasyonlarına engel olabilme ne de İran’daki nükleer tesislere ciddi bir zarar vermek yeteneğinde olmadığı anlaşılmıştır.
Yerine hem Suriye hem de İran’da ekonomi ve finans sektöründe oldukça ağır durum oluştuğu, ne pahasına olursa olsun Suriye ve İran ile anlaşmaya varmak için hem Suriye’nin hem İran’ın belirli ödünlerde bulunabileceği düşüncesi gelişmiş bulunuyor;diplomasi ağırlık kazanmıştır-böyleyse, bu gelişmenin en zararlısı Türkiye çıkıyor.
*
Birincisi Büyük Ortadoğu Projesinde Türkiye ve Osmanlı’nın ardından oluşan devletlerde İslam Birliğinin ekonomik güç olması tasarısı tutmamıştır.
İyi -ama, değişim sürecinde ülkelerin ekonomik ve sosyo-politik değişkenlerinin etkileştirilmesi ve zayıflatılmalarıyla bir yanda Siyonist planın işlemesine destek verilmiş,İslam coğrafyasının tam beşiğinde İsrail’in güvenliği sağlanmıştır.
Öte yanda mazlum İslam ülkeleri kaynaklarından maksimum kârın sağlanarak Batı’ya ilişiklenmesi önünde İslami engeller kaldırılmıştır.
Antiemperyalist ve halkının çoğu müslüman olan Türkiye’nin bu sürece bu uğurda verdiği katkıdan siyaseten ve ahlaken utanmak gerekiyor.
*
İkincisi ABD liderliğini esas alan Türkiye Dış Politikasının dayandırıldığı;özgürlükler ile güvenlik arasında denge yaratılması,bütün bölgesel devletlerin barış sürecine yönlendirilmesi,komşu bölgelerle verimli siyaset yürütülmesi,BM’nin rolünün arttırılması,uluslararası kurumların etkinleştirilmesi ve yeni Türkiye görüntüsünün yaratılması stratejisi çökmüştür.
Çünkü ABD’nin tek taraflı ve sınırsız bir şekilde savunma sistemleri ile ilgili çalışmaları ve uzayı silahlandırması önünde Afrika,Ortadoğu,Balkanlar,Kafkasya,Ortaasya ve Pasifik’i olabildiğince askeri yöntemler kullanmaksızın yeniden yapılandırmalar ve demokrasi ile kontrol etmek,baskılamak ve sömürüye açmak amacı ve süreci-giderek,
konvansiyonel silahlar açısından küresel dengenin bozulmasına neden oluyor.
Dengenin bozulması ile Çin,Rusya,Almanya’nın öne çıkması dünyayı çok kutupluluğa dönüştürüyor; ABD kutbuna bağımlı Türkiye, bulunduğu coğrafya itibariyle diğer kutuplara karşı giderek düşman cephe ediliyor.
*
Üçüncüsü uluslararası hukuka aldırmaksızın Suriye muhalifleriyle birlik olma ve Suriye’de kontrol kurmak politikası yeni küresel dengelerin oluştuğu şu süreçte karşı cephe ülkelerine kimi siyasi,hukuki avantajlar sağlamaktadır.
Türkiye’ninde 1947’de kabul edilen BM Anlaşmasına göre diğer devletlerin iç işlerine müdahale etmeme,başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmama,insan hakları saygılı olma,barışı tehdit edici davranışlardan uzak durma,sorunları barışçı yollardan çözme ve savaş yöntemine başvurmama,hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmama,zorla işgali tanımama,anlaşmaları iyi niyetle uygulama yükümlülüğü bulunuyor.
Rusya’nın Birleşmiş Milletler Teşkilatından Suriye Krizi ve akıtılan kanın amillerinin soruşturulmasını istemesi,soykırımcı olduğu suçlamalarına muhatap Türkiye’nin sıkıştırılmasını mı öngörüyor?
*
Dördüncüsü Türkiye’nin hammadde fiyatlarının yüksekliği ve Avrupa krizinden etkilenen ihracaat odaklı ekonomisinde büyümesinin düşmeğe başladığı bu süreçte,Suriye krizine dahil olmakla alınan ekonomik zararın kalıcılığıyla daha da büyüyecek olmasıdır.
Gümrük kapılarının kapatIlmasıyla Suriye ve üzerinden 11 Ortadoğu ülkesine yapılanı ihracaat durma noktasındadır.
Muhaliflere yapılan operatif ve lojistik giderler, binlerce mültecinin iaşe bedelleri kaldırılamaz boyuta gelmiş,turizm gelirleri de düşmektedir.
Üstelik Türkiye’nin ekonomik ve sosyo-politik değişkenlerinin etkileştirilmesi ile güçsüzleşmesi, istikrarsızlaşmasının yolu açılmış- mesela,Suriye etnik çatışmalarının bir kıvılcımla Türkiye’ye yansımasının riski alınmıştır.
*
Beşincisi Türkiye,Irak,İran,Suriye coğrafyasında Kürtlerin uluslararası-bölgesel güçler ve konjonktürel-stratejik şartlar etkisiyle bir parti gibi hareket etme zorluklarına rağmen,bu süreçte yok edilmemek için Kürt kimliği ile muhayyel Kürdistan’da uluslaşma hedefini gerçekleştirmeye yönelmelerine neden olunmuştur.
Irak Kürt Bölgesi yönetimi merkezi hükümetinin itirazlarına rağmen uluslararası petrol şirketleriyle anlaşmalarla küresel enerji piyasalarına doğrudan entegre oluyor.
Kürt Yüksek Konseyi Suriye’nin Kürt halklarının Yeni Osmanlıların boyunduruğuna bir kere daha düşmemek kararıyla demokrasinin gelişmesi sürecinde ulusal haklarına kavuşma hedefini ilan etmiştir.
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Şemdinli-Hakkari arasındaki kilometrekarelerce bir bölgenin PKK kontrolünde olduğuna ilişkin iddiasına,Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın yanıtı düşündürüyor,”Türkiye Cumhuriyeti devletinin, ülkenin her yerinde egemenliği tamdır”diyor!
*
Altıncısı “Komşularla sıfır sorun” laklakası,”komşularla sırf sorun”gerçeğine dönüşmüştür,halkın yüzde 72’si dış politikanın kötü yönetildiğine inanıyor.
Bu hükümet ve uğrunda ulusal bütünlük başta olmak üzere kişisel yarınlara olan güvenin ve ulusal gönencin kaybedildiği anlaşılıyor.
*
Yedincisi Erdoğan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Rusya,Çin,İran,Irak ve Suriye’nin desteklediği Cenevre’de düzenlenen Suriye konulu konferansta alınan krizin çözümüne yönelik şiddetin durdurulması ve siyasi diyalogun başlatılması için ulaşılan ilkelere benzer Barış Planı’nı da reddetmektedir.
Halbuki öneri Türkiye’yi Suriye,Irak ve İran’ı birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlıkta çevreye yayılabilir çatışma riskinden,Kürtlerin yaşadığı Suriye,Irak ve İran’la geliştirilen düşmanlık ilişkileri sonucu Kürtlerle bir iç savaş riskini önlemeye yöneliktir,Türkiye’ye,Ortadoğu’ya barış için mükemmel fırsatlar sunmaktadır.
Erdoğan sanki ironi yapmaktadır, “Zalim ile mazlum, katil ile maktul, haklı ile haksız arasında ayrım yapmayan siyasi bir tutum insani ve ahlaki değildir. CHP yönetimi bu insani ve ahlaki zaaf ile maluldür. Bu tutumun, Suriye krizine çözüm üretmesi mümkün değildir”diyor!
*
Bunca yanlışa bir ülkenin dayanması mümkün değildir.
Bakan Davutoğlu BM Güvenlik Konseyinde hâlâ Türkiye’nin Suriye ile ilgili doğrularını sonuna kadar anlatmaya devam edeceğini söylerken,Suriye BM Daimi Temsilcisi Beşar Cafer, Türkiye’deki kamplarda teröristlere eğitim verildiğini, savaş taktikleri öğretildiğini ve bu teröristlerin Suriye hükümeti, ordusu, polisi ve halkına karşı silah kullandığını söylüyor,Türkiye’yi “Suriye’nin Celladı” olarak tanımlıyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir kaç gün önce benzer ifadeyi kullanıyor,”Eğer topraklarınızda silahlı adamlar eğitiyorsanız, El Kaide mensuplarını alıp orada yetiştiriyorsanız, eğitiyorsanız bunun hesabını bu iktidarın millete vermesi lazım. Suriye’de dökülen Müslüman kanından bu hükümet sorumludur, bunu tarih yazacaktır” diyor.
*
Eh! Vatandaşa da bunları elinin tersiyle süpürmesi ve bölgenin güçlüsü Türkiye’de tansiyonu düşürmesi kalıyor.
Bakınız -son dakikada, Rusya ve Çin Suriye’de Beşar Esad rejimine karşı uygulanan ekonomik yaptırımların insani durumu olumsuz etkilediği,şiddetin derhal sona ermesi ve siyasi sürecin hükümet ve muhalefetin katılımıyla başlatılması çağrısı yapıyor-ki,bu çağrı ABD’nin Ortadoğu sorunlarında diplomasiye ağırlık verilmesi yönündeki siyasetine destektir.
Çaresi yok ABD diplomasiye ağırlık vermek istiyorsa önce Türk vatandaşa çare olmak zorundadır,… Esad sonraki iştir!
Zaman tik,tak,tik,tak,tik,tak akıyor.
1.10.2012