Ahmet Kayır -Milli Gazete- 10 Ekim 2011
http://
Türkiye bir haftadır, Alman vakıfları ile partilerin ve terör örgütünün ilişkilerini tartışıyor. Başbakan Erdoğan’ın bölücü teröre destek verdiği imasında bulunduğu Alman vakıflarıyla CHP ve BDP’li belediyelerin de parasal ilişki içerisinde olduğu iddiası üzerine başlayan tartışma sürüyor. Hükümete yakın medya, Frederich Ebert Vakfı ile BDP ve CHP’nin ilişkileri üzerine giderken, hükümete muhalif medya organları ise Konrad Adenauer Vakfı ile AK Partili belediyeler arasındaki sıcak diyaloğa dikkat çekiyor. Başbakanın açıklamasında geçen Alman Kalkınma Bankası KFW’den en fazla kredi alan belediyeler arasında AK Partili belediyelerin bulunması da tartışmayı giderek büyütüyor.
Ebert Vakfı’nın ilgi alanında CHP ve BDP’nin, Adenauer Vakfı’nın ilgi alanında ise AK Parti’nin olması gayet doğal. Çünkü Ebert, Alman sosyal demokratlara, Adenauer ise Alman Hristiyan demokratlara yakın vakıflar. Daha önce merkez sağın en büyük partisi ANAP’la ortak toplantılar düzenleyen Adenauer, şimdi de merkez sağ olarak gördüğü AK Parti’ye yönelmiş durumda. Zaten faaliyetlerine baktığınızda, birçok AK Partilinin bu vakfın toplantısına katıldığını görürsünüz. AB Bakanı Egemen Bağış, 4 Şubat 2008’de bu vakıf tarafından düzenlenen bir toplantıya konuşmacı olarak katılmıştı, 21 Kasım’da yine aynı vakıfta, başkanlığını İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yaptığı Türk Belediyeler Birliği’nin işbirliğiyle Kentsel Yapılanmada Uzlaşma ve Katılım konulu bir toplantı gerçekleştirilecek.
Aslında Alman vakıfları tartışması gündemimize ilk kez giriyor da değil. Hablemitoğlu suiskasti üzerine alevlenen casusluk tartışmaları sonrası 2002 yılında Alman vakıfları ve bunlarla birlikte etkinlik gerçekleştiren kuruluşların yöneticileri hakkında Ankara 1 No.lu DGM’de dava açıldı. Konrad Adenauer Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Frederich Ebert Vakfı, Şarkiyat Enstitüsü, FİAN (Foodfirst Information Action Network-Önce Gıda Bilgi ve Eylem Ağı) ve Frederich Neumann Vakfı yöneticileri hakkında açılan dava, beraatla sonuçlandı. Ancak kamuoyunun kafasında Alman vakıflarına yönelik soru işaretleri hâlâ duruyor.
Başbakan Erdoğan’ın Alman vakıfları çıkışı tam hedefine ulaşmış görünmese de, bölücü terör örgütünün dış bağlantılarına yeniden dikkatleri çekmesi açısından, önemli bir tartışmayı başlatmış oldu. Türkiye’nin yeni bir anayasanın yapılması, füze kalkanına izin verilmesi ve İsrail gerilimi gibi son derece kritik bir süreçten geçtiği dönemde eylemlerini yeniden arttıran terör örgütünün dış bağlantılarının araştırılması, “PKK kimin taşeronu?” sorusuna cevap bulunması açısından büyük önem taşıyor.
Terör örgütünün şimdilik sadece Avrupa ülkeleri ile olan bağlantıları ve para akışı üzerine yoğunlaşılmış gibi görünse de, bölgemize dönük planları olan birçok ülkenin bu işin içinde olup olmadığının mutlaka araştırılması gerekiyor.
Son zamanlarda güneydoğu illerini gezen gazetecilerin, çok sayıda yabancı uyruklu insanın çeşitli nedenlerle bölgede dolaştıklarına şahit olduklarını okuyoruz. Turistik olmayan yerlerde Amerikalı, Alman, İngiliz, Fransız, İsrailli ve İtalyanlar dolaşıyor. Sokaklarda insanlarla konuşup, evleri ziyaret ediyor. Türk gazeteciler yanlarına gittiğinde koşarak uzaklaşıyor. Parti mitinglerine katılan, olaylarda yaralananları ziyaret eden yabancılar medyamıza yansıyor.
Bu konuda dikkat çeken bir çalışmayı 2005 yılında TBMM Şemdinli Komisyonu yapmıştı. Komisyon tarafından hazırlanan ve bugün Meclis’in tozlu raflarında bekleyen raporda, gizli servis ajanlarının bölgede istedikleri gibi hareket ettikleri belirtilerek, şunlar kaydediliyor:
“Hakkari bölgesinin geçmişteki konumu, tarihsel geçmişi, sınır olduğu devletlerin niteliği gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, bazı ülkelerin gizli servislerinin henüz bu yöremizden elini tam olarak çekmediği, ülkemizin Avrupa Birliği sürecinde kat ettiği süreç ve uygulamaların izlenmesi adı altında bölgeye asıl amaçları PKK terör örgütü ve/veya bu örgüte müzahir kuruluşlara ilişki kurmak suretiyle bölgedeki huzur ve güven ortamının bozulmasına sebebiyet vermek olan bazı kişilerin turist olarak geldiği veya gönderildiği değerlendirilmektedir. Bölgeye tamamen gezme-öğrenme amaçlı gelen yabancı turistlerle, niyetleri ülkenin birlik ve bütünlüğü ve kamu düzeninin bozulmasını hedefleyen turistler arasında özenle ayrım yapılmalı, yörede bulunmaları sakıncalı bulunanlar hakkında tüm idari tedbirlerin eksiksiz alınmasına dikkat çekilmesi gerekmektedir”
Şubat 2011’de açıklanan Genelkurmay, MİT ve Emniyet’in, ‘yabancı ajanlar’ konulu raporu ise olayın vahametini ortaya koyuyor:
“Yabancı istihbarat servislerine çalışan 3 bin ajan Doğu ve Güneydoğu’da faaliyette. 13 ajanın son üç ayda sınırdışı edildiği belirtilen rapora göre, aralarında ABD, Rusya, İngiltere, Almanya, Yunanistan, İsrail, Belçika, İsveç ve Ermenistan’ın da bulunduğu 40 civarında ülkenin istihbarat servisleri adına çalışan 3 bin ajan Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde faaliyet gösteriyor. Bu kişilerin bir bölümü Kürt ırkçılığını körüklemek için çalışıyor, Kürtçülük ve ayrılıkçılık niyetiyle kurulan dernekler ve sivil toplum kuruluşlarına maddi ve manevi destekte bulunuyor. Genellikle arkeolog, sivil toplum kuruluşu temsilcisi, gazeteci, sosyolog, diplomat, yazar gibi kimlikler taşıyor. Ajanların en çok olduğu iller ise sırasıyla Diyarbakır ve Mardin. Dosyadaki ilgi çekici bilgilerden biri de her iki Körfez savaşıyla birlikte Türkiye’deki yabancı ajan sayısının artması.
Kazım Karabekir’in anılarında “Yabancı Kurul Elemanları” diye isimlendirdiği yabancı istihbaratçıların, İstiklal Savaşı yıllarında bile bölgede faaliyet içerisinde olması, sorunun çok uzun zaman öncesine dayandığını ve etkisini daha arttırdığını gösteriyor.
Binlerce insanımızın hayatına mal olan bölücü terörün tamamen ortadan kaldırılması için ekonomik, sosyal ve askeri alanda atılması gereken birçok adım var elbette. Ama Alman vakıfları tartışması ile yeniden alevlenen “teröre dış destek” konusunun üzerine kararlılıkla gidilmediği sürece, meselenin kangren haline gelmesi engellenemez gibi görünüyor.
Üniversite mi, Yüksek Lise mi?
Dünyanın en iyi 200 üniversitesi arasına bu yıl Türkiye’den hiçbir üniversite giremedi. İngiliz Times Higher Education (THE) kurumu tarafından açıklanan listeye geçen yıl 112’nci olarak giren Bilkent ve 183’üncü olarak girmeyi başaran ODTÜ’nün bu yıl listede yer bulamaması moralleri bozmuş olacak ki, birkaç gün sonra ikinci bir haber daha servis edildi medyamız tarafından: “Dünyanın En İyi 400 Üniversitesi 2011-2012 sıralamasında, Türkiye’den 4 üniversite yer alıyor.”
İlk 200’e giremeyince teselliyi ilk 400’de bulduk. Yine THE tarafından açıklanan listeye göre, Bilkent 221, ODTÜ 279, İTÜ 298 ve Boğaziçi Üniversitesi ise 310’uncu sırada yer aldı.
Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Atalar, bu yıl yaptıkları araştırmanın geçen yıla göre çok daha fazla olmasına rağmen, puanlarının düşük olduğunu söyledi. ABD’li ve Avrupalı üniversitelerin Türk üniversitelerinin ilk 200 içinde olmasından rahatsız olduğunu savunan Atalar, bu nedenle “kriterlerin değiştirildiğini” belirtti.
Geçen yıl 183’üncü sırada olmalarına karşın 276-300 aralığında olmalarını değerlendiren ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar ise “Kriterler değişti. Bu da böyle yansıdı. Özellikle sanayi gelirlerinin hesaplanmasında yapılan değişiklik nedeniyle sıralamanın etkilendiğini düşünüyorum. Artık mutlak değer alınıyor. Dünya üniversiteleriyle bu konuda yarışmamız zor” dedi.
Biliyorsunuz AK Parti’nin en çok önem verdiği konulardan biri yeni üniversiteler açılması. Neredeyse her ile bir üniversite açıldı. Ancak gerek fiziki yetersizlikler, gerekse yetişmiş akademik personel yetersizliği nedeniyle bu yeni üniversitelerin yüksek öğretim konusunda ihtiyaca ne kadar cevap verebildiği ortada. Yeni açılan üniversitelerle birlikte, eğitimde kalitenin de düştüğü iddiası da bir başka tartışma konusuydu. “Yüksek liseler açılıyor” eleştirisinde bulunanlar da olmadı değil. Times Higher Education’ın açıkladığı liste, bu eleştirilerin çok da haksız olmadığını ortaya koyuyor galiba. Türkiye’de daha çok üniversite olması, daha çok insanımızın yüksek eğitim alması hepimizin arzusu elbette. Ancak sayısal büyüklüğü arttırmaya çalışırken, kaliteli eğitime de önem verilmesinin bir zorunluluk olduğunu unutmamak gerekiyor.
Sürvahşet!
Eşi tarafından bıçaklanarak öldürülen bir kadının yarı çıplak fotoğrafını sürmanşetten sansürsüz bir şekilde yayınlayan Habertürk, haklı olarak her kesimden büyük tepki çekti. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, haber merkezindeki herkesin karşı çıkmasına rağmen, fotoğrafın basılmasına tek başına karar verdiğini açıkladı. Altaylı, birilerinin annesi, birilerin kardeşi, birilerinin komşusu, birilerinin teyzesi, halası olan ölmüş bir bayanın cesedinin yer aldığı fotoğrafı neden bastığını da, “O kadına yapılanı herkes görsün istedim” diye savundu.
Kadına şiddetin sona ermesi için bu fotoğrafı bastığını söyleyen Altaylı, Bakan Fatma Şahin’in de tepkisini çekti. Şahin: “Bugün bir gazetede sürmanşette yer verilen fotoğrafın, şiddete karşı duyarlılık yaratmanın ötesinde, eşi tarafından öldürülen bir kadının ölü bedenini sergileyerek, hayatını kaybetmiş de olsa en başta bir kadının kişilik haklarını zedelediğini düşünüyorum. Fotoğrafın bu biçimde kullanılmasının, maalesef basınımızda zaman zaman gördüğümüz etik ihlaller açısından da önemli bir sorun oluşturduğunu düşünüyorum. Yaşamını yitirenin çocuklarının durumunu göz önünde bulundurmadan, bu fotoğrafı sergileyen profesyonellik anlayışının, bugün hazırladıkları gazeteyi evlerine götürüp, çocuklarına gösterip gösteremeyecekleri konusunu da değerlendirmelerini diliyorum.”
Bakan Şahin, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda hazırladıkları kanun tasarısının, medyanın bu haberleri veriş biçimiyle ilgili konuları da kapsayacağını açıkladı.
Sözkonusu yasa çıkmasa bile, her gazeteci tarafından ezbere bilinen Basın Meslek İlkeleri’ni bir kez daha hatırlatıverelim:
* Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz.
* Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez.
* Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.
* Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz.
* Gazeteci görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla yapmaktan sakınır.
* Şiddet ve zorbalığı özendirici, insani değerleri incitici yayın yapmaktan kaçınılır.
1 milyar aç, 1 milyar obez
Küresel beslenme verilerini ortaya koyan bir rapor, dünya üzerinde bir milyar insan yetersiz beslenirken, bir milyardan fazla kişinin ise aşırı kilolu olduğunu ortaya koydu. Uluslararası Kızıl Haç ve Kızıl Aylar Federasyonu’nun yayınladığı raporda dünya nüfusunun yaklaşık yüzde on beşinin açlıkla karşı karşıya oldukları belirtildi. Dünya Felaketler Raporu isimli çalışmada bu durumu oluşturan sebeplerin yükselen gıda fiyatları, israf ve dağıtım problemleri olduğu belirtildi.
Rapora göre, obezite pek çok gelişmiş ülke için de sağlık sistemleri üzerinde ciddi bir yük oluşturuyor. İngiltere’de yetişkinlerin dörtte biri, çocukların ise onda biri obez. Araştırmalar, 2030’da Amerikalıların yaklaşık yarısının, İngilizlerin ise yüzde 40’ının obez olacağını ortaya koyuyor.
AFET ILGAZ: “HİLLARY NEDEN DANS EDİYOR?”
Yeni Çağ 13 Ağustos 2012
http://
Hillary Clinton; geçen akşam haberlerde gördüm, dans ediyordu. Ne yazık ki sonunu yakalamışım. Sadece Afrikalılarla dans ettiğini görebildim ama haberde onun bu becerisi övülüyordu, dinçliği ve neşesi de. Hillary neden dans ediyor diye düşündüm. Ortada neşelenecek ne var? Yoksa efkardan mı! (Buna şimdi kafayı dağıtmak diyorlar.) Mısır’ın, Libya’nın, Tunus’un sadece başkanlarını veya düzenlerini değiştirdiler. Suriye’ye saldırmalarıyla karşılarında dev gibi bir Avrasya müttefiki buldular. Yani, Nil’den Fırat’a kadar olan kapılar açılmadı. Esad da direncini sürdürüyor, Halep’i isyancılardan temizlemiş.
Bu becerikli(!) dışişleri bakanlarının neden hep kadın olduğunu merak ederim. Bu siyasi bir temele mi dayanıyor yoksa sosyo-antropolojik bir inceleme konusu mu? Amerikalı Albright’tan tutun da İngiliz Teatcher, bir zamanlar İsrail Dışişleri Bakanı olan Livni ve bizde bir ara Tansu Çiller…
Karşısında bir de Türk dünyası var
Hillary, karşısında Avrasya duvarını bulmakla kalmadı. Şimdi bir de Turan Kurultayı başladı. Macaristan’ın Bugac kasabasında 12 Ağustos’ta gerçekleştirilen İkinci Dünya Kurultayı ,Türkiye dahil 21 ülkenin katılımıyla 3 gün sürecek. Macaristan Turan Derneği’nce düzenlenen organizasyonun başkanı Türkolog ve Antropolog Andras Biro, eski Macar-Hun Türk kültürlerinin ayrıca doğudaki bozkır atlı göçebe kültürlerinin en büyük tanıtım gösterilerinin bu organizasyonda sunulduğunu söylüyor. Orta Asya Türk kökenli 200 otağ çadırının kurulduğu kurultayda, 350 süvari akıllara durgunluk veren savaş sanatlarını sergiledi. Türk kavimlerinin geleneksel özelliklerinin tanıtımının yapıldığı etkinliği yaklaşık 300.000 kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
Bir yanda Avrasya bir yanda güçlü bir Türk dünyası Hillary’nin işi zor.
Hillary, Türkiye’de sanırım dans edemeyecek. Öyle bir karşılandı ki; zavallının dans edecek hali kalmadı. İstanbul’da ve başka yerlerdeki protestolar yeteri kadar anlamlı bir karşılama oldu. Bu sefer dans ederse bilin ki efkardan ediyor.
Kadın bizi aptal mı sanıyor nedir? O itici Amerikan İngilizcesiyle bizi her türlü terörden, özellikle Suriye’deki terörden koruyacaklarını söyledi.
Peki neden Irak’taki terörden korumuyorlar? Neden PKK’nın yuvalandığı Kandil’e girmemizi önlüyorlar. Bu durumu özel bir yazı konusu yapmak istiyorum.
Başbakan bir muhalefet lideri gibi “terör yayılıyor” dedikten sonra Osman Pamukoğlu’na da ağır sözler söyledi. En dikkat çekici olan da şuydu:
“Generalmiş! General olsan ne yazar!”
Bunun üzerine ister istemez ben de “sen hiç general oldun mu” diye düşündüm.
Not:Fotoğraf için Kaya AYDOĞAN’a teşekkür ederim.
Bir yanıt yazın