“Tıkandı Baba” efsanesini, sanırım bilmeyeniniz yoktur. Ancak imamların “Bayram Namazı” tarifi sadedinden olmak üzere; isterseniz bir kez de biz anlatalım bu efsaneyi.
Osmanlı Padişahlarının, tebdili kıyafet yaparak halkın sosyal, ekonomik ve kültürel yaşantısını yerinde görmeleri, önemli bir yönetim ilkesiydi. Sultanlar, bu yolla problemleri yerinde görür ve anında tedbir alırlardı. Bu sultanlardan birisi de Sultan II. Mahmut idi. Yine böyle bir denetim ve teftiş günlerinden birisinde Sultan İkinci Mahmut’un yolu, Eminönü civarındaki bir kahvehaneye düşmüş. Kendisi gibi tebdili kıyafet eden adamlarıyla birlikte kahvehaneye girip içeceklerini söyledikten sonra başlamışlar etrafı kolaçan etmeye. Kahve çalışanlarından hırpani kılıklı yaşlı bir garson dikkatini çekmiş Zatı Devletleri’nin.
Müşteriler;
-“Tıkandı Baba, çay getir!..”
-“Tıkandı Baba, kahve getir!..”
-“Tıkandı baba, limonata getir.” diye peş peşe bu yaşlı garsondan bir şeyler istiyor, o da müşterilerin isteklerini yerine getirmek için koşturup duruyormuş, eteklerini savura savura…
Sultan Mahmut daha fazla dayanamamış ve merakına yenik düşerek yaşlı adamı yanına çağırmış ve,
–”Gel hele baba, otur şu tabureye de anlat şu ‘Tıkandı Baba’ meselesini. Neden sana ‘Tıkandı Baba’ diyor bu insanlar? Doğrusu pek merak ettik arkadaşlarla” deyince yaşlı adam bir külçe gibi gösterilen tabureye yığıldıktan ve içini çektikten sonra;
-“Bu çok uzun bir mesele evlat. Ancak madem merak ettiniz, bir kere de size anlatayım” demiş ve başlamış anlatmaya;
-“Bir gece rüyamda birçok insan gördüm. Her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de şarıl şarıl akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. ‘Benimki de onlarınki kadar aksın’ diyerek bir çomak yardımıyla gözeyi açmaya çalıştım. Ancak elimdeki çomak kırıldı ve az da olsa akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden ‘onlarınki kadar akmasa bile en azından eskisi kadar aksın’ dedim ve uğraşırken göze tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben gözeyi açmak için uğraşırken önümde ak sakallı bir zat belirdi ve dedi ki; ‘Tıkandı baba, tıkandı. Boşuna uğraşma artık’. Ben bu hikâyeyi anlattıktan sonra adım ‘Tıkandı Baba’ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Gördüğünüz gibi şimdi de burada çaycılık yaparak ailemi geçindirmeye çalışıyorum.”
Adamın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra “Eyvallah Tıkandı baba” deyip dışarı çıkmış ve adamlarına;
-“Saray mutfağından her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altına da bir altın lira koyacaksınız ve bir ay boyunca bu işe devam edeceksiniz” demiş.
Sultan Mahmut’un adamları, aldıkları emir üzerine başlamışlar bir ay boyunca her gün bir tepsi baklavayı getirip kahvehanede Tıkandı Baba’ya teslim etmeye. Tıkandı Baba ilk gün baklava tepsisiyle evine tam girecekken uyanıklığıyla maruf Yahudi komşusu Solomon merakla sormuş;
-“Hayırdır komşu, o elindeki tepside ne var?”
Tıkandı Baba bütün saflığı ile cevap vermiş;
-“Devletli Padişahımız Saray’dan baklava göndermiş. Onu götürüyorum eve” demiş.
Solomon uyanık ya;
-“Ulan bunda bir bit yeniği var. Koskoca Padişah, sadece bir tepsi baklava ile yetinecek değil ya. Bunu öğrenmenin yolu, şu tepsiyi yaşlı bunağın elinden almaktır” deyip, Tıkandı Baba’ya; “Baklavayı kendisine satıp satamayacağını” sormuş. Tıkandı Baba, düşünüp taşınmış, evde hiçbir şey yok, sadece baklava ile de karın doymaz. Baklava tepsisini Solomon’a satmaya karar vermiş. Üç aşağı, beş yukarı pazarlıkta anlaşmışlar ve Solomon, baklava tepsisiyle evinin, Tıkandı Baba’da Solomon’un verdiği birkaç akçe ile bakliyatçının yolunu tutmuş. Solomon yanılmamıştır. Evde her baklava diliminin altından çıkan çil çil altınları görünce gözleri fal taşı gibi açılmış. Bir ay boyunca da bu alışveriş devam etmiş. Tıkandı Baba, saraydan gelen bütün tepsileri satmış Solomon’a.
Bir ay sonra Sultan Mahmut, yine böyle bir denetim ve kontrol gününde Tıkandı Baba’nın çalıştığı kahvehaneye yol uğratmış. Ancak gördüğü manzara karşısında şok olmuş. Çünkü bizim Tıkandı Baba’nın durumunda hiçbir değişiklik yok. Aksine, eskisinden de beter durumda çay, kahve dağıtmak için oradan oraya koşturup duruyormuş. Adamı çağırmış ve yanındaki tabureye oturttuktan ve kendisini tanıttıktan sonra kendisine sormuş;
-“Baba sana bir ay boyunca her gün baklava tepsisi gelmedi mi?”
Tıkandı Baba,
-“Geldi Sultanım! Allah ömrünüzü uzun etsin. Bir aydır çoluk çocuk o baklavaları satarak geçiniyoruz…” demiş.
Sultan Mahmut durumu anlamış ve açıktan yardım ederek yaşlı adamın onurunu daha fazla kırmamak düşüncesiyle adamlarına şu emri vermiş:
-“Bu adamı takip edin. Geçeceği yol üzerine bir kese altın bırakın. Geçerken görüp alsın..”
Verilen emir üzerine adamlar, Tıkandı Baba’yı akşam takip ederek Karaköy taraflarında bir yerlerde oturduğunu öğrenmişler. Ertesi sabah onun işe giderken tek geçiş yolu olan Galata Köprüsü’nün tam ortasına ağzına kadar altınla dolu büyükçe bir kese bırakmışlar ve başlamışlar adamı takip etmeye. Tıkandı Baba Galata Köprüsü’nün Karaköy girişine gelince kendi kendisine ve yüksek sesle şöyle seslenmiş;
-“Eyyy Galata Köprüsü! Yıllardır senin üzerinden gözlerim açık geçerim. Ancak hayatımda değişen hiçbir şey olmadı. Bugün de gözlerimi kapatarak geçeceğim, bakalım hayatımda bir değişiklik olacak mı?” demiş ve altın dolu keseyi görmeden, köprüden geçip gitmiş!
Adamları dönüp durumu Sultan’a aktarmışlar. Sultan “Anlaşıldı” demiş, “Bu adama gizliden yapılan yardımlar bir şekilde eline geçmiyor ve hiç bir işe yaramıyor. Bu sefer açıktan yardım yapalım” diye düşünmüş ve adamlarına şu emri vermiş:
-“Bu ihtiyarı alın, doğruca hazine dairesine götürün. Eline bir kürek verin. Küreği altın yığınlarına daldırıp çıkarsın. Kürekteki altınların tamamını ona verin…”
Adamları denileni yapmışlar. Tıkandı Baba’yı alıp sarayın hazine dairesine götürmüşler ve kendisine;
-“Baba bak orada kürek var. Küreği eline al, şu altın yığınına daldır. Küreğin alabildiği bütün altınlar senindir…” demişler.
Tıkandı Baba gözlerine inanamamış. Altınları, mücevherleri görünce sanki aklı başından uçmuş. O heyecan ve duygu yoğunluğu içinde küreği alıp altın yığınına daldırmış. Ancak sadece tek bir altın durmuş küreğin üstünde. O da ha düştü ha düşecek! Meğer bizimki, heyecandan küreğin tersini daldırmış altın yığınına.
Adamları durumu tekrar arz edince Padişah’a, “La havle” çekmiş önce koca padişah arkasından da şu emri vermiş adamlarına:
-“Bu adamı Üsküdar çayırına götürün ve eline bir taş verin. Adam taşı fırlatsın. Taşın düştüğü mesafeye kadar olan araziyi kendisine verin, hiç olmazsa bu araziyi ekip biçerek ailesinin maişetini sağlasın” demiş.
Adamları denileni yapmışlar. Kayıklarla karşı kıyıya geçmişler ve Tıkandı Baba’ya Padişahın emrini söylemişler. Tıkandı Baba, başlamış fırlatacağı uygun bir taş aramaya. “Şu taş yassı, şu taş yumru, şu taş büyük, şu taş küçük” derken yerden hiç de uzaklara fırlatamayacağı büyüklükte bir taşı almış, tam fırlatmak için kaldırdığında taş elinden kaymış ve kafasına düşmüş. Garibim Tıkandı Baba, hemen oracıkta beyin kanamasından vermiş. Adamlarından Tıkandı Baba’nın durumunu öğrenen Sultan II. Mahmut, işte o ünlü sözünü söylemiş:
-“Vermeyince Mabut, neylesin Sultan Mahmut”
…
Peki, bu hikâyeyi neden anlattım? Şunun için. Malum; geçtiğimiz günlerde Londra’da 2012 olimpiyat oyunları yapıldı. En azından seyirci olarak sporu sevdiğim için yarışmaları izlemeye çalıştım. Oruçlu olan emekli bir adam için bulunmaz bir fırsattı olimpiyatları izlemek. Ancak olimpiyatlar benim için tam bir züldü. Bu yüzden kahrola kahrola izledim oyunları. Gözüm TV ekranlarında, Tıkandı Baba hikâyesi aklımda mel mel baktım durdum yarışmalara! ABD, Çin, Büyük Britanya, Fransa ve Güney Kore gibi ülkeler, tıpkı Tıkandı Baba’nın rüyasında çeşmeleri şarıl şarıl akarken gördüğü adamlar gibi madalyaları toplarken, Türkiye’nin durumu tam da Tıkandı Baba’ya benziyordu.
27 Temmuz’da başlayan oyunlarda tam 10 gün süreyle inanın öldüm öldüm dirildim TV karşısında. 7 Ağustos günü Grekoremen daldaki güreşçimiz Rıza Kayaalp güç bela bronz madalya alınca, Tıkandı Baba’nın sarayın hazine dairesindeki görüntüsü geldi gözlerimin önüne. Ağır sıklet güreşçimiz, Kübalı Nunes’e çırpılınca ben de üzüntüden yerle bir oldum! Neyse ki Rıza Kayaalp, Gürcü rakibini ite kaka, tıpkı iki boğanın boynuzlaşması gibi çemberin dışına taşıyarak saçma bir şekilde yendi de üzüntüm biraz olsun hafifledi. Almış olduğu bronz madalya, tam da Osmanlı hazine dairesindeki Tıkandı Baba’nın küreğinin tersinde duran ve düşmekle düşmemek arasında gidip gelen tek altın liraya benziyordu. Gürcü rakibi galip ilan edilse diyeceğimiz hiçbir şey olmazdı. Çünkü eze eze değil, tamamen hakemlerin onun son “Dünya Şampiyonu” apoletine duydukları saygıdan dolayı ve verdikleri duygusal kararla galip sayılmıştır Rıza Kayaalp.
Hele hele Çekiççimiz Eşref Apak’ın, çekiç atması, tam da Tıkandı Baba’nın Üsküdar çayırında taş atmasına benziyordu. Eşref Apak, ilk iki hakkında çekici ileri fırlatmak yerine kenardaki tellere taktı! Düşündüm bizim Tıkandı Baba, Eşref’ten çok daha onurluydu! Hiç olmazsa, taşı beynine düşürüp ölmüştü. Eşref’se ömür boyu bu utançla yaşamak durumundadır. Çünkü o, bu milletin madalya umutlarından birisiydi. O sebeple yaşatmış olduğu hayal kırıklığı ,çok fazla oldu. Tıpkı boksörlerimiz ve güreşçilerimiz gibi.
Ben oldum olası yüzme sporlarını sevmem. Esasen yüzme de bilmem. Ancak Derya Büyükuncu gibi yaşı kırka dayanmış ve hiçbir uluslararası başarısı olmayan bir sporcunun hem de altıncı kez olimpiyatlara katılıp, tüm yüzücüler içinde sonuncu olması beni ziyadesiyle yaralamıştır. “Yok Böyle Dans” ve “Survivor” gibi düşük seviyeli yarışmaların müdavimi olan Derya Büyükuncu’nun, sırf “En çok olimpiyatlara katılan sporcu” unvanını kazanmak için olimpiyat kafilesine alınması, bizim aslında olimpiyatlara hangi gözle baktığımızı da gözler önüne sermektedir.
Mehmet Akif Pirim ve Yakup Topuz Kimdir?
Kimdir Mehmet Akif Pirim? Eski Grekoremen Güreşçimiz. 1992 yılında Barcelona Olimpiyatlarında şampiyon olmuş birisi. Başbakanın hemşerisi. 2011 genel seçimlerinde AKP’den Milletvekili aday adayı olmuş, ancak listelere girememiş. Şu anda ASKİ Spor Kulübü Grekoremen Güreş Antrenörü. Olimpiyatlarda Grekoremen Güreş Milli Takımı’nın başında o vardı. Güreşçilerin çoğu da zaten ASKİ Spor Kulübü güreşçisiydi. Tek bronz madalya ile yetindik.
Yakup Topuz ise senelerdir Serbest Güreş’in başındadır. Yakup Topuz’un güreş başarısı ve güreş bilgisi nedir, ben bilmiyorum. Onun için çalıştırmış olduğu güreşçiler, Londra’da tıpkı fukara sümüğü gibi mindere yapışıp kaldılar.
Anlaşılıyor ki; uluslararası spor müsabakalarında yüz akımız olan ata sporu güreşe bile gerekli önemi vermiyoruz biz. Örneğin, Melih Gökçek’in propaganda ve gövde gösterisi aracı yaptığı ASKİ Spor Kulübü güreşçileri iyi çalıştırılmamışlar. İyi hazırlanmamışlar olimpiyatlara. Bu sebeple Mehmet Akif Pirim ve Serbest Güreş Milli Takımı’nın başındaki antrenör Yakup Topuz, derhal görevden alınmalıdır ve kendilerinden hesap sorulmalıdır. Hatırlıyorum ben, Gennady Sapunov ve Şahmuradov gibi yabancı teknik adamların çalıştırdığı dönemde çok daha başarılıydı güreşçilerimiz.
Kızlarımızla Gurur Duyduk
Olimpiyat denilince bana göre de akla gelen spor dalı kesinlikle atletizmdir. Bu sebeple kadınlar 1500 metrede kazanılan birincilik ve ikincilik herkes gibi beni de mutlu etmiştir. Hele hele Gamze Bulut’un, atağa geçerek, birinci gelen Aslı Çakır Alptekin’in arkasından ikinci geldiği sahne, gözlerimizi yaşartmıştır. Bu iki kızımızla bir kere daha gurur duyduk ve “İşte Türk Kadını” dedik milletçe. Taekwondo’da altın madalya kazanan Servet Tazegül ve aynı sporda ikinci olan Nur Tatar da gurur kaynaklarımızdan oldular. Madalya kazanamasalar da Nevin Yanıt’ın ve Bayan Basketbol Takımımızın vermiş olduğu mücadeleler ve göstermiş oldukları performanslar da bizleri gururlandırmıştır.
Suat Kılıç Görevden Alınmalıdır
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 21 Temmuz günü Dolmabahçe Sarayı’nda Olimpiyat kafilesine vermiş olduğu iftarda şöyle diyordu;
“Gençlik ve spor faaliyetlerine bütçeden ayrılan payı 9.5 yıl içinde % 7010 arttırdık. Bu denli buna önem veriyoruz ve sporcu sayısını 10 kat arttırdık. Spor kulübü sayısını 6 binden 11.077’ye çıkardık, 28 ilimizde yüzme havuzu yaptık. 152 yeni spor tesisi inşa ettik.18 şehre şimdi stadyum kazandırıyoruz. Türkiye olarak olimpiyat oyunlarına tarihi nitelikte bir çıkarma yapıyoruz. Sporun alt yapısı ve spora yaptığımız bir yatırımın sonucu olarak bu yıl olimpiyatlara 181 sporcu ile tarihimizin en yüksek sporcu sayısı ile katılıyoruz 1936 dana beri ulaşılan en yüksek rakam. En fazla spor branşında, 16 farklı branşta en fazla kadın sporcu ile katılıyoruz…”
Sonuç mu? Bu kadar debdebeye, bu kadar tantanaya ve bu kadar propagandaya karşın sonuç ortada. Türkiye, toplam beş madalya ile kesinlikle Londra 2012’ni “TIKANDI BABASI” olmuştur. Bu konuda en azından Spor Bakanı Suat Kılıç hakkında verilecek bir “GEN SORU” ile konu gündeme taşınmalı ve hükümetten hesap sorulmalıdır. Bunca para nereye gitti, kimin cebine aktı. Mehmet Akif Pirim örneğinde olduğu gibi spor yatırımları ile sporcu ve teknik adam tercihlerinde partizanlık yapıldı mı? Bunlar, mutlaka gündeme getirilmelidir. Bu yapılmasa bile Sayın Başbakan, Spor Bakanı’ndan başlayarak başta Güreş ve Boks federasyonları olmak üzere; olimpiyatlarda başarısız olan federasyon başkanlarını ve teknik adamları mutlaka görevden el çektirmelidir.
Hükümet şimdi de, 114 sporcu ile katıldığımız Paralimpik oyunlarının propagandasını yapmaktadır. Umarız, paralimpik sporcularımız, olimpik sporcularımızın yaşatmış oldukları hüsranı yaşatmazlar bu millete. Kendilerini üstün başarılar diliyorum…