Bir milyona yakın Türk insanının yaşadığı NRW eyaletinde yeni eğitim dönemi başladı. Yeni eğitim dönemiyle birlikte sorunlarımızın bilincine varmak ve ona göre hareket etmek zorunda olduğumuzu buradan tekrar tüm vatandaşlarımıza, Türk Sivil Kurumları’na ve Türkiye Cumhuriyeti temsilcilerine hatırlatmak istiyoruz. Malum 10 mayıs 2008 tarihindeki kuruluşundan bu yana Ruhr Veliler Birliği genel olarak Türk çocuklarının eğitim durumlarıyla, özel olarak da türkçe derslerinin konumuyla bizzat ilgilenmektedir.
Bu bağlamda ‘Türkçe Gönüllüleri’ adı altında toplanan bir grup duyarlı insanlarla ilk etapta NRW bazında 2008 yılının mart ayında başlattığımız türkçe kampanyası çerçevesinde bir çok olumlu gelişmelere vesile olduğumuzu gururla söyleyebiliriz. İkinci aşamada ise bu çalışmalar Almanya geneline de yayılarak sürdürülmekte. NRW eyaletinde türkçe anadili derslerini ilkokullarda verilmesinin devamı; yeniden türkçe anadili öğretmenlerinin atanması; Almanya’da ilkokullar için türkçe öğretmeninin yetiştirilmesi; Almanya Duisburg kentinde türkçe dili için C1 sertifikası verebilecek bir kurumun açılması; Türkiye’den gelecek öğretmenler için sözleşmenin uzatılması. Bunların yanı sıra olumsuz yaklaşım ve gelişmeler de olsa, genel olarak türkçe konusunda bir canlılığın mevcudiyeti tartışılmaz bir şekilde kendini göstermektedir. Elbette bu konuda elde edilen başarılar yeterli değil. Yapmamız gereken daha çok iş var. Bu konuda bilhassa velilerimizin desteğine ihtiyacımız var. Özellikle türkçe verilmeyen okullarda gerek anadili dersi olarak, gerekse seçmeli yabancı dil dersi olarak verilebilmesi için mutlaka velilerimizin harekete geçmesi gerekiyor.
Peki türkçe dersi için NRW de prosedür nasıl işliyor?
Yukarıda da belirttiğimiz gibi herşey velilerin isteğine bağlı. Veliler bireysel bazda veyahut da birleşerek okul idaresinden çocuğu için türkçe dersi talebinde bulunması gerekiyor. Okul idaresin tutumuna göre, örneğin ‘yeteri kadar talep yok’ dediği, veya velilerin isteğini ciddiye almadığı durumlarda, ki genelde öyle oluyor, veliler birleşerek imza topluyorlar (grup oluşturulabilmesi için anadili dersleri için en az 15 öğrenci, yabancı dil olarak en az 18 öğrenci gerekiyor). Bunlar tabiiki asgari grup sayıları. Zira sayı ne kadar çok olursa etkisi de o kadar çok oluyor. Toplanan imzalarla talep tekrarlanıyor. Okul idaresi karşı çıkarsa konu bir üst merciye, eğitim müdürlüğüne (Schulamt) gidiyor. Buradan da olumlu yanıt alınmayınca ilgili valiliğe (Bezirksregierung) veya okul bakanlığına gidiliyor. Prosedür bu şekilde işlemektedir. Bize ulaşan dilekçeler genelde ya okul idaresini aşamamış veya vatandaş prosedürü bilmediği için konu eğitim ataşelerine (bulunursa tabii), ilgili belediye başkanına, uyum meclisine, çevredeki cami dernekleri veya başka derneklere ve saire gidiyor. Genelde de konuyla ciddi şekilde ilgilenen olmadığı için dilekçeler bu süreçte kayıp olup gidiyor.
Başarı için ne yapılması ve talebi nasıl formüle etmek gerekiyor?
Bir şekilde bizim çalışmalarımızdan haberdar olan vatandaş konuyu bize de açıyor. Fakat genelde ellerinde, diğer kurumlara yolladıkları için, imza listeleri kalmıyor ve tekrar imza toplama zahmetine katlanmaları gerekiyor. Bu durumdalarda bakanlık hariç hic bir makama orijinal listenin yollanmaması gerekiyor (elbette kopyaları kendilerinde kalmak suretiyle).
Bize ulaşan basvuruları biz genelde “üçlü dilekçeyle” okul idaresine, eğitim müdürlüğüne ve bakanlığa (gerekirse de valiliğe) yolluyoruz. Başarılı olabilmek için tabii imza listesinin yanı sıra yazılan dilekçenin içeriği çok önemli. Neden anadili dersi veya ikinci yabancı dil dersi istiyoruz? Cocuklar açısından, toplum açısından faydaları nedir? Yani sadece anadili dersi istiyoruz çünkü bu bir hakdır, vatanına bağlılığından filan bahsedersek baştan kayıp etmiş oluruz. Isteğinizi bilimsel, toplumsal ve çocukların kişisel başarısı açısından ele alarak dile getirmelisiniz. Elbette her olay kendi içinde değerlendilmesi gerekiyor ve o nedenle de her olayda bu tür geniş kapsamlı dilekçe yazılmasına gerek kalmıyor. Okul idaresi ve eğitim müdürlükleri karşı gelmiyorlarsa genelde bakanlık da olaya olumlu yaklaşıyor. Bakanlık siyasi bir kurum olduğu için biraz da velilerin sayısına bakıyor tabii ki. Fakat başarmak için önce başarıyı istemeniz ve inanmanız gerekiyor. Konuyu ciddiye almanız ve doğru bir şekilde gerekçelendirmeniz gerekiyor. Bu şekilde sistemli bir çalışma içerisine girerek son dönemde NRW genelinde bir çok şehirde anadili derslerinin açılmasına ve kadro sağlanmasına vesile olduk.
Türkçe derslerinin geleceği varmı?
Uzun vadeli olarak düşünürsek Almanya’da türkçe dersinin konumu giderek güçlenmesi kaçınılmazdır. Bunun için bizler önümüze uzun vadeli ve istikrarlı bir çalışma programı koymalıyız. Bugün NRW de olaya çok daha olumlu yaklaşan bir bakanlık var ve şu an iyi bir konjüktür yakalamış durumundayız. Bu nedenle iyi gerekçelendirildiği durumda ve velilerin de talebi şartıyla, ki bu en önemli faktör, başarmamak için hiç bir neden yok. Bu konjüktürden iyi faydalanmak gerekiyor. Fakat Türk toplumunun başarısı için bir takım kişisel çıkar veya siyasi takıntılar uğruna, birilerine hoş görüneyim takdiğini uygular ve birbirimizin önünü kesmeye çalışırsak, bu konjüktürden de faydalanamadan geçiririz. Zira çok daha kötü dönemlerin de geleceğini hesaba katmalıyız (bakınız Sarrazin olayında olduğu gibi).
Peki Türkiye Cumhuriyeti konuya nasıl yaklaşıyor?
Türkiye Cumhuriyeti temsilcilerinin konuya yaklaşımı, istisnalar hariç hiç de olumlu değil. Örneğin NRW’de dört tane konsoloslukta (Düsseldorf, Köln, Essen ve Münster) şu an itibariyle hiç bir tane eğitim ataşesi yok. İlginçtir, hiç bir tane boş din ataşesi kadrosu da yok. Zihniyet ve yaklaşım farkı bariz bir şekilde görülmekte. Hatta Almanya genelinde bakarsak durum hiç de daha olumlu değil. Berlin büyükelçiliğinde eğitim müşavirliği boş olduğu gibi konsoloslukların yaklaşık tümünde eğitim ataşelikleri de boş durumda. Boş olması hükümetin genel olarak eğitime ve özel olarak da türkçe derslerine yaklaşımını bariz bir şekilde göstermekte. Belki Hürriyet gazetesinin 4 eylül 2010 tarihli nüshasında NRW’deki son eğitim ataşesi sayın Ali Çevik beyin görev süresi dolması nedeniyle Türkiye’ye geri dönüş esnasında vermiş olduğu demeci okumuşsunuzdur. Adeta Sarrazin’in Türk versiyonu gibi gider ayak Türk velilerine vermiş veriştirmiş. Eğitime önem vermediklerini, 50 yıldır uyuma katkıları olmadıklarını söylüyor. Yarım bir dille de olsa Alman makamlarını da suçuluyor. Fakat mensubu olduğu Türk hükümetinin eksikliklerine hiç ama hiç, bir cümleyle de olsa değinmiyor. Neden NRW’de tüm eğitim ataşeliklerinin boş kaldığını, neden Türk hükümetinin konsolosluklar aracılığıyla türkçe derslerinin konumunun düzeltilemediğini, neden Türkiye Cumhuriyetinin türkçe konusunda ne Türkiye’de ne de Avrupa’da C1 sertifikası (Avrupa standartlarında dil öğretebilme sertifikası) verebilecek bir kurumunun olmadığını ve saire hiç dile getirmiyor. Sormak gerekiyor sayın ataşeye, davet edilen toplantılarda boy göstermeden öte konu hakkında eğitim ataşeleri hangi insiyatifi almışlardır? Neden iki sene önce türkçemize sahip çıkalım kampanyasına Türk makamları (Köln konsolosluğunun manevi desteği hariç) destek olmamıştır?
Konuyla ilgili bir örnek vererek bağlamak istiyorum. Bir kaç gün önce bize ulaşan bir serzenişi sizin de ilginize sunuyorum. NRW’nin Münster bölgesinde görev yapan bir öğretmen arkadaşımız ilgili konsolosluğun eğitim ataşesine bir sorunu için başvuruyor fakat olumlu veya olumsuz hiç bir yanıt alamıyor. Ve neden sonra tesadüfen bizden haberdar oluyor ve bize ulaşmayı başarıyor.
İlgili velinin bize hitaben yazmış olduğu mektup: [Sayin Ali bey, ben bu emaili (ilgili ataşeye durumu izah eden uzun bir mektup dan bahsediyor) aslında eğitim ataşesi A. Ç. beye gönderdim. Şu ana kadar bir cevap alamadığım için, bu emailin kopisini size de gönderdim. Görev gördüğüm okulun müdüresi ve veliler gereken bütün desteği vermeye hazırlar. Hatta bu cuma veli temsilcileri, müdüre ve ben bir araya gelip yapmamız gerekenleri konuşacağız. Sayin S.A.F. ve benim calıştığım okullarda öğretmen bulunana kadar türkçe dersi olmayacak. Bu uygulama konsunda sizin duyarlı davranacağınızı ümit ediyorum. Saygılarımla K. M.]
Görüldüğü gibi vatandaş Türkiye Cumhuriyeti makamlarında muhatap bulamıyor veyahut ciddiye alınmıyor. Biz ise bu işi tamamen gönüllü yapıyoruz. Sanki eğitim ataşesiymiş gibi ve hatta daha da ötesinde bir çalışma temposundayız. Bunu hiç bir karşılık almadan yapıyoruz. Zira sadece bir teşekkür yetiyor bize.
Dr. Ali Sak
Ruhr Veliler Birliği Yönetim Kurulu adına