İdam Cezasına karşı olmama rağmen bazen “Acaba ?” diyorum
Ozan CEYHUN
Değerli okurlarım ilk önce hepimizin Ramazan Bayramını kutlar ve her bayram dediğimiz gibi “bu bayramımızın da hayırlara vesile olmasını” dilerim.
Ancak bir “Bayram Günü” istemeden de olsa dünyamızın “iğrençlikleri ve temizleyemediğimiz pislikleri” üzerine yazmadan edemeyeceğim.
Ufacık oğlunu, ona defalarca tecavüz ettikten sonra vahşice katleden bir yaratık son günlerde gazeteleri “nefretle” okumamıza neden oldu. Gazeteciler haklı olarak medyanın “bu yaratığın yaptıkları” hakkında detaylı habercilik yapıp, yapmaması konusunu etik açısından değerlendirdiler.
Bir grup “öz çocuğuna dünyanın en büyük kötülüğünü yapacak kadar “alçak bir babanın yaptıklarının” yazılmamasını etik açıdan doğru bulup ona göre tavır aldılar.
Diğerleri de “ibret olsun” diyerek tersini yaptı. Bu tartışmaya karışmak istemiyorum. Her iki tarafı da anlıyabiliyorum.
Medyanın tavrından bağımsız olarak bir gerçek varki, o da “iğrenç bir yaratığın” hepimiz “kahreden” suçu işlemesi ve daha da vahimi bu suçu işlerken eşi ve kardeşinin de bir şekilde suç ortağı olmaları.
Biz bayramdan, bayrama istediğimiz kadar “dostluktan, kardeşlikten” bahsedelim işte “vicdanın bu derece” kaybolduğu insanlık müsveddelerini mahkeme nedeniyle “lanetleyerek” izlemekteyiz.
Bir sosyaldemokrat politikacı olarak hep “idam cezasına” karşı oldum.
Türkiye’de “idam cezasının kaldırılmasına” en çok sevinenlerden biriydim. Hatta o günlerde “rahmetli babam Demirtaş Ceyhun” ile de bu konuyu çok tartıştık. Türkiye’nin aydınlarından biri olan babam “ölüm cezasının Türkiye’de uygulanması gerektiği” görüşündeydi Ona göre “toplumumuzda gündeme gelen töre ve namus cinayetleri” ile başka türlü başa çıkma şansımız yoktu.
Elbette ben babamın bu görüşüne karşıydım. O haklı olsa bile Türkiye’de ölüm cezası politik amaçlar için istismar edilmiş ve politikacılar katledilmişti.
Adnan Menderes ve kavga arkadaşları asılmamalıydı.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları asılmamalıydı.
12 Eylül döneminde bir çok genç insan idam sehpalarında katledildi.
Tüm bu yaşananlar “idam cezasının kaldırılması” için yeterliydi.
Ancak itiraf ediyorum bu konuda bazen bocalıyorum. “Asılacak adamlar” gündeme geldiğinde “doğruyu savunan bizler” sayesinde “yaşamaya devam ediyorlar”.
Yedi yaşındaki Mustafa Diker’e “dünyanın en vahşi işkencesini” yaptıktan sonra onu katleden “yaratığın” günün birinde cezaevinden çıktığını düşündüğümde “acaba” demeden edemiyorum.
“Saddam” idam edildiğinde “üzüldüm” dersem yalan olur.
Suriye’de de o gün gelip de halkını katleden diktatör “Saddam” ya da “Kaddafi” ile aynı sonu paylaştığında üzüleceğimi sanmıyorum.
Biliyorum bir politikacı için “idam cezası” konusunda yüksek sesle düşünmek tabudur. Ancak dürüst olmak arzusundayım.
Hem de bir bayram günü paylaşmak istedim düşündüklerimi.
Çünkü “küçük Mustafa” biz her yıl bayram mesajları kaleme alırken kısacık ömründe hep “cehennemi” yaşadı.
Ona bu “cehennemi yaşatan” o “iğrenç yaratığı” kısacası Mustafa’nın “şeytanının” mahkeme haberlerini gördüğümde de “acaba” diyorum “idam cezası konusunda genelleme yaparken hata mı” yaptık.
Biliyorum böyle düşünmemem gerekiyor ama o ufacık “çaresiz Mustafa” ve daha “nice Mustafalar” aklıma geldiğinde ıtiraf ediyorum bu konuda bocalıyorum.
Bir yanıt yazın