Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı
Son dönemde Suriye’deki krizin çatışan tarafları ve buna sahne olan yerleşim yerleriyle ilgili verilen bilgiler ve yapılan bir takım benzetmeler oldukça çarpıcı. Çarpıcı olduğu kadar, bir o kadar da dehşet verici. Bunlar içerisinde ülkedeki bazı şehirlerin kent savaşları bağlamında Stalingrad ve Leningrad’a benzetilmesi ve El Kaide tarzı güçlerin bu savaşta yer almaya başlaması bir çok yönüyle düşündürücü.
“Arap Baharı” adı verilen bölgeyi dönüştürme projesinin bir anlamda duvara tosladığı ve bundan dolayı da sürecin iyiden iyiye sulanmaya ve tüm bölgeyi içine çekme sinyalleri verdiği Suriye krizinde Halep, bu bağlamda ön plana çıkan bir kaç şehirden birisi.
Bu noktada, Halep sonrası Şam’ın, akabinde ise Beyrut, Bağdat, Tahran ve Moskova’nın ciddi anlamda etkilenmesinin tahmin edildiği bu mücadelenin esas hedefinin Pekin olduğu konusunda açıkçası hiç kimsenin tereddüdü yok. Bir diğer ifadeyle Suriye’nin ticari başkenti olan Halep, Esad rejiminin bekası kadar, ona destek veren otoriter bloğun geleceği açısından da büyük bir stratejik öneme sahip.
Tarafların ne pahasına olursa olsun burada bir ölüm-kalım savaşı vermelerinin ve virane bir kent görüntüsünün altında da işte bu neden yatıyor. Bundan dolayı da Halep, Suriye özelinde bölgesel-küresel çapta yürütülen küresel güç hesaplaşmasındaki kirli savaşın kritik adresi, sürecin belirleyici cephelerinden birisi. İran’ın doğrudan, Rusya ve Çin’in dolaylı kırmızı çizgisi…
Basına düşen bir çok haber, bu tespitimizi fazlasıyla teyit ediyor. Örneğin, İran’ın Halep’in savunması için gönderdiği 4 bin silahlı güçten, Rusya’nın gönderdiği yeni savaş gemilerine ve askeri danışmanlar üzerinden Çeçen savaşındaki yöntemlerinin-deneyimlerinin burada da kullanılmaya başlandığına kadar bir çok haber, Suriye’de ciddi anlamda ilan edilmemiş bir savaşın varlığına işaret ediyor.
Nitekim genel anlamda bölgede, ağırlıklı olarak da Suriye özelinde her türlü güç unsurunun devreye sokulduğu ve yoğun bir istihbaratçılar savaşının yaşandığı bu ülkede, “profesyonel muhalif güçler” ya da “direnişçiler” olarak da adlandırabileceğimiz, Afganistan, Irak ve Libya uygulamalarından da aşina olduğumuz bir takım radikal örgütlerin artan sayıları, eylemleri de dikkatlerden kaçmıyor.
Şimdilik daha çok muhalifler için geçerli olan bu hususun, önümüzdeki süreçte Esad ve destekçilerinin gayr-i nizami harp yöntemini daha geniş bir şekilde alana tatbik etmesiyle birlikte yoğunluk kazanabileceğini söyleyebiliriz.
Bu kapsamda Esad’a bağlı güçler olarak da bilinen Şebbihalar’ın yanında devreye sokulacak bu rejim yanlısı “milis” kuvvetlerin, Suriye’deki şiddet ortamını yakın çevre ağırlıklı olarak yayması ve sınır ötesi bir takım operasyonlara girişmesi de öngörülmekte…
Irak’ta Amerikan güçlerine, Lübnan’da İsrail askerlerine kök söktüren ve kent savaşlarında oldukça başarılı olan bu unsurların varlığının-etkisinin Suriye bazındaki “profesyonel muhalif güçler” ve BM’de Esad rejimi ve onun destekçilerine yönelik baskıların yoğunlaştığı, diplomasinin süreçte havlu atmaya başladığı bir döneme denk gelmiş olması da, açıkçası dikkatlerden kaçmıyor.
Bu da, Irak ve Lübnan deneyimine sahip daha farklı unsurların vekaleten yürütülen bu savaşta yer alacağı anlamına gelmektedir ki, bu da bölgede daha fazla şiddet ve sivillere yönelik katliam demektir. (Diğer taraftan, bunlar içerisinde düne kadar Batı-Amerikan emperyalizmine ve Siyonizm’e karşı savaştığını ilan eden El Kaide vb. unsurların, şimdilerde İslam dünyasında diktatörlere yönelik gerçekleştirildiği söylenen bir kavganın içinde yer alması da, açıkçası oldukça düşündürücü ve dikkat çekici.)
Nitekim, Kofi Annan’ın Suriye krizinde üstlendiği arabuluculuk görevinden ani istifasının hemen sonrasında BM Genel Kurulu’nda kabul edilen Suriye karar tasarısının oylanması öncesinde üye ülkelere hitaben bir konuşma yapan BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon da bu hususun altını çiziyor. Suriye’deki durumun, uluslararası ve bölgesel aktörlerce silahlandırılan unsurlarca “örtülü bir savaşa” dönüşebileceği uyarısında bulunan Moon, Srebrenica ve Ruanda’daki soykırımları hatırlatıyor.
Evet, bu uyarıdan da bir kez daha anlaşılabileceği üzere Halep, tüm dünyanın gözü önünde Leningrad-Stalingrad benzetmeleriyle bir katliama sürükleniyor.
Bizim basının da sıkça kullanmaya başladığı bu tür benzetmeler, ne yazık ki “Büyük Oyun”da, oyuncuların değiştirilmeye çalışıldığı üçüncü kırılma noktasında, daha büyük çaplı katliamları kamufle etmeye, kabul ettirmeye, sıradanlaştırmaya ve uyutmaya yönelik psikolojik operasyonun birer parçası olarak ön plana çıkıyorlar.
Açıkçası “adamları” tebrik etmek lazım, şu ana kadar İslam dünyasını bir güzel uyutmayı başlardılar. Bakalım İslam dünyası ne zaman uyanacak!
Bir yanıt yazın