Kürtler dört ulusun toprak ihlali ve bu ihlali meşru sayan siyasi,sosyo-ekonomik uygulamalarıyla yok edilmek istendikleri savunusuyla, eşgüdümde -fakat, kendi şartlarının gerektirdiği yönde başkaldırıdadır.
PKK iki haftayı aşkın süredir Devrimci Halk Savaşı Stratejisi ile Hakkari Şemdinli’de alan hakimiyeti kurmuştur-yarın,nerede-ne yapacakları bilinmiyor.
Önceden öngörülmesi gerekirken beklenmedik bir şekilde gelişen Kuzey Suriye Kürtleri şaşkınlığı sürmektedir,sınır boyunca askeri varlığın takviye edilmesiyle daha fazla militarize olmak muğlaklığından ileri gidilmiyor.
Irak’ta Kürtler uluslararası petrol şirketleriyle anlaşmalar yapmakta küresel ekonomiye doğrudan ortaklık avantajını bağımsız devlet olmak gayretine katmaktadır
-fakat,Irak Parlamentosunun Türkmenlere ülkenin üçüncü etnik unsuru olduklarını teyidle bir çok haklar veren kararı çerçevesinde -yarın,Türkiye’yi hangi sorunlara muhatap edecekleri endişe veriyor.
İran Kürtleri ise Ortadoğu düğümünün ülkelerinde çözüleceği o güne hazırlanıyor.
*
Başbakan Erdoğan kaza- kader icabı lâik ulusal yönetimlere tabi olmuş ümmet parçaları arasında din kardeşliği temelinde birliği korumak,dayanışmak,çatışmamak,
parçalanmamak-teminen, ümmete din kardeşliği şuuru,imanı ve hayatını güçlendirmek ve giderek ümmetin birliğini kurma ütopyasını,
Neoliberalizmin bilginin iktidar ve gücü,iktidar ve gücün de bilgiyi ürettiği teorisine ya da dünyanın her yerinden insanların faydaları ve mutlulukları için bilgi teknolojilerini talep etmeleri gerçeğine karşı,bilgi teknolojilerini elinde bulunduran gücün veya iktidarın da baskı kurma,kontrol etme ve sömürme karşılığında arz etme niteliğine bağlamıştır.
Üstelik Türkiye Cumhuriyetinin icra,yürütme,yargı erklerini,tüm merkezi-yerel-özerk idareleri,TSK’yı bu düşünceye kayıtsız-şartsız ilişiklemiş bulunuyor.
*
Bu suretle Büyük Atatürk’ün,”Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir” ifadesini hiçe sayıyor.
Çünkü kurgusu yüzlerce yılın emperyalist birikimden gelişen neoliberal felsefe ile din temelinde bir ütopyanın kombinasyonu sömürgeciliğini, insandan geliştirip tüm dünyada felsefelere ve ütopyalara işleyip onları tüketmenin çabasıdır,yeni hayat tarzını modern zamanın ulus devletleri ötesinde dizayn ediyor,karşıtlar ise eşitliğin ve bağımsızlığın mücadelesini veriyor…
*
Esad,”Suriye lâik olan tek Müslüman Arap devletidir. Lâik ülkede mezheple uğraşılmaz.Suriye’yi karıştırmak için olayı mezhep boyutuna indiriyorlar.Her adımı atarım ama din eksenli şeriat partilerine izin vermem. Laikliğe zarar verecek örgütlenmeye izin vermem”diyor ve ülkesine uygulanmak istenen modele direniyor.
Irak’ta ABD’nin oluşturduğu yapıda etnik-mezhepsel ayrımlar federal yapının en zayıf yanıdır,Irak’ın tek bir kimlik etrafında bütünleşmesini zorluyor.
Osmanlı’dan beri ülkenin yönetiminde olan ve ABD işgali sırasında El Kaide etkisiyle radikalleşen Sünni azınlık ile işgal sırasında kazanımlarını korumanın peşinde gerekirse ülkenin üçe bölünmesini dahi kabul eden Kürt gruplar,ülkeyi bütün halde toplamak isteyen Başbakan Nuri El Maliki şahsında Şiilerden giderek ayrışıyor.
Irak’ı bir arada tutan iç dinamikler bir-bir tükenirken her bir grup Irak’ın geleceğini dış dinamiklerde arıyor.
İran barışçıl amaçlarla olduğunu savunduğu nükleer altyapısının kilit önemdeki bileşenlerini yoketmek çabasında bulunan güçlere karşı giderek nükleer gelişimi konusunda batı ile diplomatik yollarla görüşmelerde bulunmaya aldırmıyor,kendine uygulanan tecrite karşı ayakta kalabilme güdüsüyle iç anlaşmazlıklarına rağmen birleşiyor,tecrit baskısı altında hızla “nükleer milliyetçiliğe” yöneliyor.
Kürtler ise bu süreçte yok edilmemek için yerleşik konuma oturtmak üzere Kürt kimliği ile uluslaşma hedefindedir.
*
Halbuki Türkiye Suriye’yi,Irak’ı ve İran’ı da birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlıkta çevreye yayılabilir çatışma riski ve Kürtlerin konumuyla en büyük riski yükümlenmektedir.
Türkiye ve bölge ülkeleri mezhepler ve etnik kimlikleri aralarında kanlı ayrışmalara giderken,bölünmeye neden olan başlıca etmenin -bizzat, Başbakan Erdoğan’ın ütopik dünyasını Neoliberalizme bağlayan siyaseti olduğu görülüyor.
Çünkü Erdoğan dünyaya lâik,ulusal ya da milliyetçi -isterse,nükleer milliyetçi felsefede herhangi bir ülkenin ümmeti bölen ve belli bir kavmiyeti herkese dayatan siyasetine karşı mücadele etmenin de müslüman ümmetin vazifesidir çerçevesinden bakıyor.
İslam Birliğini, vatandaşlık yerine din’i,eşitlikler yerine din birliğini,adalet yerine insan olma düşünü siyaset sanıyor.
*
O noktadan hareketle Erdoğan Hakkari’de yaşanan terör saldırıları sonrası CHP’nin TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmasını,”AKP, bölücü terör örgütünün CHP gibi kuyruğuna takılacak bir parti değildir. Buyurun, Meclis orada, sen gidersin oturur, orada ne yapacaksan yaparsın.AKP böyle bir genel görüşme gündemiyle Parlamento’ya gelmeyecektir” ifadesiyle reddediyor.
Türkiye ve Suriye,Irak,İran’ıda birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlık ve çatışma riski giderek büyürken,durumun milletin iradesini temsil eden TBMM’de görüşülmesinden kaçırıyor.
Ulusal siyaseti dışlarken ulusal birliği,bütünlüğü,ulusun bölünmezliğini tekeline alıyor-doğrusu,cesareti titretiyor!
*
Ya da Suriye’de kan dökülmesinden Türkiye’yi sorumlu tutan İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi’nin “Türkiye’nin ABD savaş planlarına yardımcı olması bir komşu ülke için doğru bir temel değildir.Eğer Türkiye bu temelde hareket ediyorsa o zaman şunu bilmelidir ki,bir sonraki seferde sıra o’na ve diğer ülkelere gelecektir”açıklamasına
sert karşılık veriyor,İran’ın önce kendini hesaba çekmesi gerektiğini söylüyor!
Ne alâka? Halbuki akıl,-mesela,Türkiye’nin kabusu Kürt Sorununu ancak aynı sorunu yaşayan Suriye,Irak ve İran ile müştereken çözebilecekleri yönündedir.
Erdoğan’ın yanıtı Türkiye’nin en can alıcı sorununda -aslında, hemderd olan İran’ın, Suriye ve Irak’ın dışlandığı -yani,ulusal bir çözüm yöntemine sahip olunmadığını gösteriyor.
*
Ya da Rusya,Dışişleri Bakanlığı Enformasyon ve Basın Departmanı yoluyla hem Suriye’de barışın tesis edilebilmesi hemde Suriye’yi,Irak’ı ve İran’ı da birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlığa Kürtlerin dahliyle çevreye yayılabilir çatışma riskinin bölgeye sirayetini önleyebilir yeni bir öneride bulunuyor.
Suriye’de barışın sağlanabilmesi için uluslararası ve yerli insani yardım kuruluşları ve BM Gözlem Misyonunun çabalarına,Türkiye’nin askeri manevralar gerekçesi ile sınıra sevk ettiği askeri birliklerinin çatışan taraflara silah sevkiyatını durdurması görevinde kullanılmasını-ayrıca, Türkiye’nin Suriye barışı için İran’ı da çözüm sürecine katan bir siyaset izlemesi öneriliyor- bu yolla,Türkiye’nin bütünlüğünü teminen İran-Suriye-Irak’la ortaklaşması gereğine işaret ediliyor.
Halbuki Türkiye hâlâ Adana’da,Hatay’daki karargahında Suriye muhaliflerine gerilla eğitimi ve her türlü lojistiği vermekte,istihbaratı ve paralı katilleri de yönlendirmektedir.
İşte Türkiye’den İnsan Hukukunu Koruma Derneği kurucusu,El Kaideci avukat Osman Karahan Halep’te Suriye ordusu ile girdiği çatışmada öldürülmüştür!
*
Ütopyasıyla neoliberalizmin kullandığı Başbakan Erdoğan Türkiye’nin istikrarsızlığa savrulması, çatışmaya girmesi,bölünmesi,yaşanan acılar,kan,gözyaşı,kaybedilen ulusal birlik ve beraberlik benzeri sorunlarının çözümünde yalnızca ABD’den eşgüdüm arıyor.
İç dinamikler gerginleştiğinde -işte,en nihayetinde,”gelişmelere seyirci kalmayız, gerekirse müdahale ederiz”diyor,askerler bir oraya-bir buraya mütemadiyen kaydırılıyor-ne ki,muğlaklıktan bir adım öteye gidilmiyor.
*
Ancak Suriye’de gelişmelerin çok kritikleştiği bu sırada Türkiye’nin verdiği muğlak resim tam da Başkanlık seçimi öncesinde ABD’nin neşesini kaçırmaya yetiyor gibidir.
Başkan Obama’nın elinde beyzbol sopası Erdoğan ile telefon görüşmesi fotoğrafıyla müttefiklerine verdiği mesajın ütopyaperest Erdoğan’ı kesmediği anlaşılıyor.
Rusya ve İran’dan gelen önerilerinde çerçevesinde Dışişleri Bakanı Hilary Clinton Türkiye’ye geliyor.
*
Kemal Kılıçdaroğlu,”Her şeyin Başbakan Erdoğan’ın kontrolü altında olduğuna inanmıyorum. Gelişmeler bunu açıkça gösteriyor”derken, doğru söylemektedir.
Neoliberalizm Türkiye Başbakanı Erdoğan’ı köşeye sıkışmış boksör etmiştir-iyi ama,Türkiye’nin dayak yemesinin ne gereği var -derken,imdat ring dışından da geliyor…
9.8.2012
Bir yanıt yazın