Yönetmen Sinan Çetin’in “Propaganda” isimli filmini mutlaka izlemişsinizdir. Çünkü televizyonlarda defalarca gösterildi bu güzel film. Hatta geçenlerde bir kez daha gösterildi bir TV kanalında.
Filmi izlemeyenler ve unutanlar için aklımızda kalanı kadar kısaca hatırlatmak gerekirse; film Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi ile birbirinden kopan ve sınır hattında yaşayan insanların tirajı-komik hikayelerini konu almaktadır. Mehdi (Kemal Sunal) ile Rahim (Metin Akpınar), tıpkı bizim Cumhurbaşkanı ile Başbakan gibi kardeşlik hukukundan da öte yakın ilişkileri olan iki arkadaştırlar. Her ikisi de Milli Mücadele’ye katılmışlar ve gazi olmuşlardır. Bu yüzden her ikisinin de kırmızı şeritli İstiklal Madalyaları vardır. Mehdi’nin oğlu(Rafet Elroman) ile Rahim’in kızı (Meltem Cumbul) birbirini deli gibi sevmektedirler. Hatta Rahim’in kızı, Mehdi’nin oğlundan hamiledir. Türkiye-Suriye sınırı tespit edilip araya tel örgüler çekilince sorunlar başlar. Çünkü Gümrük Müdürü Mehdi Türkiye tarafında, elinden her iş gelen ve on parmağında on marifet olan Rahim ise Suriye tarafında kalmıştır. Yani aileler ve akrabalar parçalanmıştır.
Sınıra dikenli teller çekilip gümrük teşkilatı kurulunca artık sınırdan pasaportsuz geçiş yapma ve Ankara’dan izin almadan karşılıklı iş yapma tarihe karışmıştır. Sorunlar birbirini izler. Filmin ana mesajı sonunda saklıdır ve gerçekten de iç parçalayıcıdır.
Suriye tarafında kalan İstiklal Savaşı Gazisi Rahim ile Türkiye tarafında kalan aynı durumdaki Mehdi arasındaki konuşmalar enteresandır. Rahim Gümrük teşkilatına ve sınır boyunca çekilen dikenli tellere karşı çıkar ve her iki tarafın akraba olduğunu, her iki tarafta yaşayanların vatanı birlikte savunduklarını, birlikte gazi olduklarını filan anlatır ama son derece ceberrut bir Gümrük Müdürü olan Mehdi, ısrarla Gümrük teşkilatının öneminden bahseder. Hatta onun sınır kapısında yapmış olduğu başarılı çalışmalar Ankara tarafından taltif edilir. Suriye tarafında kalan Rahim’in, gümrük kurallarını tavizsiz uygulayan Gümrük Müdürü Mehdi’ye söylediği şu söz ise her şeyi anlatır aslında;
-“Senin oğlunun tohumları, benim kızın sınırını aşmış, ne haber?!”
Bu arada Mehdi’nin ailesi de Mehdi’ye başkaldırmış ve sınırın karşı tarafındaki yakın dostları Rahim’in yanına gitmişlerdir. Vermiş olduğu her türlü mücadeleye karşın Gümrük Müdürü Mehdi’nin tavrında ve Gümrük kurallarında hiçbir yumuşama sağlayamayan Rahim, kahreder ve sınır boyundaki bölünmüş köylerinden taşınmaya karar verir. Eşyalarını külüstür kamyonuna yükler, göğsüne de kırmızı şeritli İstiklal Madalyası’nı takar, yanına hem kendi ailesini, hem de Mehdi’nin ailesini alarak Suriye içlerine doğru yola çıkar. Durumu fark eden Mehdi, yanında bulunan karakol komutanını (Ali Sunal) bir odaya kilitler, üzerindeki resmi elbiseyi çıkarır, sadece atlet-don kalır. Atletinin yakasına kırmızı şeritli İstiklal Madalyası’nı takar ve sınırdan geçerek kamyona yetişir. Rahim’in sürdüğü kamyonun önüne geçer ve ona yalvarmaya başlar;
-“Rahim, ne olur beni bırakma. Beni de götür. Sen on parmağında on marifet olan bir adamsın. nerede olsa karnını doyurursun. Bense hiç bir şeyden anlamam. Senin gibi çocukları sünnet bile edemem. Elimden hiçbir şey gelmediği için gittim memur oldum….”
Mehdi’nin bu yalvarmaları karşısında Rahim kamyondan iner ve iki İstiklal Savaşı gazisi iki dağın birbiriyle kucaklaşması gibi kucaklaşırlar. Bu durumda iki İstiklal Madalyası da birbiriyle kucaklaşır. Arkasından Rahim’in bulunduğu tarafta don-fanila durumunda kamyonun kapısına tutunan Mehdi Türk Bayrağı açar ve o vaziyette kamyon hızla Gümrük kapısına doğru yönelir. Maksatları vurup kapıyı yıkmaktır. O sırada kilitli bulunduğu odadan dışarı çıkan karakol komutanı, gümrük kapısına doğru gelmekte olan kamyona ateş etmeleri için askerlerine emir verir;
-“Asker nişan aaal, ateeeş!”
Ancak askerler bu emre uymazlar. Komutan birkaç kere daha tekrarlar emrini. Ancak askerlerde tık yoktur. Bunun üzerine komutan belindeki tabancayı çıkarır ve kamyona doğrultur. Kamyon ise hiç umursamadan ve hız kesmeden yaklaşmaktadır kapıya doğru. Bunu gören askerlerden birisi silahını komutanın beynine dayar ve silahını derhal indirmesini söyleyerek şöyle der;
– “Biz kendi vatandaşlarımıza silah çekemeyiz. Biz Türk bayrağına kurşun atamayız.”
…
Hülasa; yönetmen Sinan Çetin, “Propaganda” filminde, Türkiye-Suriye sınırının (ve elbette Irak sınırımızın da), bizim dışımızdaki emperyalist güçlerce yapay şekilde çizildiğini, bu sebeple de kasabaların, köylerin ve hatta ailelerin parçalandığını ve sınırımızın öbür tarafında bizim soydaşlarımızın bulunduğunu anlatmak ister. Yani bir anlamda Osmanlı’ya atıfta bulunarak Suriye’nin de aslında Türk toprağı olduğu söyler.
Tarih, Coğrafya ve Etnografya Bilmeyen Dış İşleri Bakanı
Geçenlerde Gazeteci Fikret Bila’ya vermiş olduğu mülakatta şöyle diyor bizim Dış İşleri Bakanı:
“Sınırları Propaganda filmine benzetiyorum. (Sinan Çetin’in yapımcısı olduğu Kemal Sunal ve Metin Akpınar’ı başrolleri paylaştığı film) Kamışlı ile Musul birbirinden ayrı düşer. Yanlış örülmüş duvarlar o sınırları belirlemiş. Saygı duyalım. Ama Avrupa’daki sınırlar gibi önemsiz kılalım. Ekonomik ve kültürel sınırlar doğallaşmalı…”(1)
Bu durum, Dış İşleri Bakanı adına tam bir çelişki, Türkiye adına ise tam bir talihsizliktir. Çünkü Dış İşleri Bakanı, yapay bir şekilde ve bölgedeki ülkelerin iradeleri dışında çizilmiş sınırlara saygı duyulması gerektiğini söylüyor iyi mi? Oysa neden saygı duyalım? Uyalım ama saygı da duymayalım.
Ahmet Davutoğlu’nun Fikret Bila’ya söylediği şu sözler ise tam bir aymazlık örneğidir. Bu sözler, Ahmet Davutoğlu’nun tarih ve coğrafyayı bile gereği gibi bilmediğini, hatta Ahmet Davutoğlu, yönetmen Sinan Çetin kadar bile öngörü sahibi olmadığını, yazmış olduğu 584 sayfalık “Stratejik Derinlik” isimli kitabın ise büyük ölçüde gerçeklerden uzak ve fasafiso bilgilerle dolu olduğunu gözler önüne sermektedir. Kuzey Suriye konusundaki görüşlerini açıklarken şöyle diyor Sayın Bakan:
“…Bütün bilgiler bizde mahfuz. Ne oluyorsa her sabah bizim önümüze geliyor. Kamışlı’dan başlayalım Nusaybin’in karşısına kadar gelen bölgede Kürt nüfusu var. Oradan Suruç’un karşısına kadar Araplar, Kobani’de Kürtler, sonra Araplar ve Türkmenler başlar. Afrin’de bir paket daha Kürt düşünün. Oradan güneye iniyorsunuz Hatay’a doğru sadece Sünni Araplar var. İdlib’in güney batısında biraz daha Kürt var. Sonra da Bayır Bucak Türkmenlerinin yeri başlar. Yani, ‘900 km’lik bir blok’ yok. Bütün bu coğrafyanın arkasındaki beyin şehir Halep. Nüfusun yüzde 80’i Sünni Arap, yüzde 10’u Kürt, kalanı Hıristiyan vb. unsurlar. Dümdüz bir coğrafya. Halep’teki düzen o yüzden önem kazanıyor. Merkezi hükümet gücünü kaybedince de facto alanlar ortaya çıktı. Kuzey Suriye kavramını da eleştiriyorum. Biraz coğrafya bilen bilir ki, Kamışlı’dan Lazkiye’ye kadar olan kuşak tek bir etnisiteden oluşmaz. Etnik haritaları çıkardık. Dışişleri’nden Genelkurmay’dan, Harita Müdürlüğü’nden tüm haritaları getirttim. Bizdeki verilerle basına yansıyanlar farklı. Kim getiriyor o haritaları anlamak mümkün değil. İki tane kasabadan büyük şehirde Öcalan posterleri açıldı diye baştanbaşa her yeri kırmızıya boyuyorlar…”(2)
Özetle Sayın Davutoğlu diyor ki; Suriye’de kayda değer bir Türk nüfusu Türk yoktur! Olanlarsa orada burada kalmış insanlardır. Peki gerçek öyle mi? Hayır elbette gerçek öyle değil. İsterseniz gerçeğin böyle olmadığını bize bölge üzerine incelemeleri bulunan Prof. Dr. Ümit Özdağ söylesin. Şöyle diyor Ümit Özdağ yazısında:
“…Suriye nüfusunun yüzde 8-10’nunu oluşturan Suriye Türkleri’nin sayısı 1.5-2 milyon arasındadır. Suriye Türklerinin belkemiğini Halep Türkleri oluşturur. Dış İşleri Bakanlığı ile yakın temas içinde olan Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) tarafından hazırlanan ‘Suriye’de Değişimin Ortaya Çıkardığı Toplum:Suriye Türkmenleri’ başlıklı raporda ‘Halep’de Şehir merkezinde Hüllük, Kadı Asker, Hayderiyye ve Eşrefiyye önemli Türkmen mahalleleridir. Şehir merkezinde bulunan mahallelere ilaveten; Kurdağı, Azez, Bab, Münbiç, Carablus Kazalarında olmak üzere Halep Bölgesinde toplam 145 Türkmen köyü mevcuttur’ denmektedir. Rapora göre Halep’de Türk sayısı 975.000’dir.”(3).
Taraf Yazarı Emre Uslu diyor ki;
“Davudoğlu Kamışlının yerini bile bilmiyor. Davutoğlu tıpkı gazetelerin Ankara temsilcilerine söylediği gibi Kanal 7 de katıldığı programda da Kamışlı’yı Suriye’nin en doğusu olarak tanımlıyor. Oysa bu doğru değil. Kamışlı’dan sonra Suriye’nin en doğusuna 100 km’lik bir mesafe var. Suriye sınırının en doğusu Cizre’nin karşısına düşer. Suriye’nin en doğusundaki yerleşim yeri de Kamışlı değil El Malikiye şehridir. Ayrıca o bölgede onlarca köy ve yerleşim yerleri var. Davutoğlu hep haritalar üstünde çalışıyoruz diyor ama bu nasıl bir çalışma anlamış değilim. İnanmayan bir Google haritası açıp baksın.
Davutoğlu dil sürçmesi ya da yanlışlıkla Kamışlı’nın yerini karıştırmış değil. Yukarıda anlattığı türden bilgileri defalarca farklı yerlerde anlattı kendisi. Hatta Bakanlar kurulunda da anlattığını ifade ediyor. Bakan, Kamışlı’nın yerini bilmek zorunda değil. Yanlış da bilebilir. Ancak ”haritalar üzerinde çalışıyoruz orayı köy köy biliyoruz” iddiasındaki bir yetkili Kamışlı’yı Suriye’nin en doğusunda sanıyorsa ve Nusaybin’in karşısında olduğundan habersiz gazetelere beyanat veriyorsa ’siz hangi harita üzerinde çalıştınız beyim’ diye sorarlar adama.”(4)
…
Uyan Türk Milleti!
Vatanına, bayrağına ve devletine sahip çık.
5 Ağustos 2012
________________
1-Fikret Bila, “Bölgede yüzyılın tasfiyesi yaşanıyor” başlıklı yazısı, Milliyet, 31.07.2012,
2-Aynı yazı,
3-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haber59590-Halepde_Turk_Yok_diyen_Disisleri_Bakani_Davutogluna_Umit_Ozdagdan_Cevap.html,
4-http://www.antigazete.com/davutoglu-kamisli-nin-yerini-bile-bilmiyor_haberi_7797.html,
Bir yanıt yazın