Öncelikle teknolojik gelişme herhalde beni şok ederdi.
Uçaklar, yeni model arabalar, hızlı trenler, yolda yürürken dünyanın öbür ucunda bile olsa birileri ile konuşma ve görsel iletişim sağlayan telefonlar, küresel bilgi veren medya ile bu medyayı takip eden cepte taşınabilir elektronik aygıtlar, benzeri gelişmiş teknoloji…
Ergonomik süreç yani “fiziksel çevrenin insana uyumlaştırılması süreci“ veya bunun tersi “insanın fiziksel çevreye uyum süreci” ile sibernetik uyum (Canlılarda ve makinelerde kontrol, iletişim ve işleyiş uyumu) birkaç aylık bir süre alırdı ama biz buna bir yıl aldı diyelim.
Bu bir yılın içine kıyafete alışma, adına “fast food” denen yeni yemek çeşitlerine uyum ve konuştuğum Türkçeye aradan geçen zaman içinde giren yeni kelimeleri öğrenmekte girerdi.
Herhalde, zaman aşımının getirdiği farklılıklara uyumunu tamamlayıp etrafa bakmaya sıra geldiğinde, uykuya yattığım zamanın politik durumu ve koşulları ile uyandığım zamanın politik durumu ve koşulları arasında çokta dramatik değişiklikler olmadığını görürdüm.
Niye mi; Avrupa’da, Orta Doğu’da, Asya’da ve Akdeniz’de birbirlerininkinden çok farklı değer ve çıkarlar peşinde koşan büyük güçler gene sahnede. Asırlık oyunlar aynen devam etmekte ama 2012’de yüz yıl evvelsinin büyük güçleri biraz küçülmüş görünümde.
Küçülmüşler ama modernize olmuşlar. Güçleri gene aynı güç, varlıkları ve etkinlikleri gene aynı.
Rusya’da 1917’de yapılan bir devrimle asırların Rus İmparatorluğunun kapısına kilit vurulmuş, Çar II. Nikola idam edilmiş ve yerine önce Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği sonra da Rusya Federasyonu kurulmuş, başına da Vladimir Putin seçilmiş ama Rusya gene aynı Rusya, yerli yerinde ve başındaki de aynen bir Çar gücünde.
Amerika Birleşik Devletleri gene aynı konum ve güçte. Hiç değişmemiş.
İngiltere’de erkek olan Kral V. George gitmiş yerine kadın kraliçe Elizabeth gelmiş. Güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu, üzerinde akşamların da yaşandığı bir imparatorluğa dönüşmüş ama Majeste Kraliçe, pembe yanaklı Birinci Bakanı ile dünyanın politik kaderinde gene söz sahibi.
Osmanlı Devleti ve Padişah Sultan V. Mehmed Reşad Han gitmiş, yerine boyutları daha küçük Türkiye Cumhuriyeti adlı bir devlet gelmiş ama yöneticisi, Osmanlı dönemindeki Padişah konumuna eşdeğer gözüken Recep Tayyip Erdoğan ile gene bölgede söz ve kudret sahibi olmuş. Türkler haşmetinden bir şey kaybetmemiş, Türk coğrafyasında hiçbir şey değişmemiş sanki.
Çin/Mançukua İmparatorluğu ve Puyi olarak bilinen Çin imparatoru / Mançukuo imparatoru Aisin-Gioro Puyi ortadan kaldırılmış ve yerine Çin Halk cumhuriyeti adı altında yeni bir devlet kurulmuş. Şimdi bu devletin başında da Hu Jinatoa adlı birisi var ama bu devlet sanki yüzyıl evvelki Çin imparatorluğu ve başındaki de bir imparator. Sadece devletin ve oturduğu koltuğunun adı farklı. Bölgedeki ve dünyadaki etkisi hiç değişmemiş, aynen 1912’de olduğu gibi.
Avrupa’da son bin yıldır bir oluşan, bir çatlayan “Haçlı Ruhu” ve “Haçlı Birliği” doktrini şekil değiştirmiş ve “Avrupa Birliği” halini almış.
Almaya almış, bir araya gelmişler ama birlikteliği gene sağlayamamışlar. İngiltere ben bu “Avrupa Birliği”ne varım dese de çaktırmadan aradan sıyrılmış. Hem var, hem yok konumunda bu Birliğin içinde. İşine gelince var, işine gelince yok.
Almanya ise Prusya krallığını özendirir bir şekilde gene Avrupa’nın lideri olma yolunda yoğun bir çaba sarf ediyor.
Komşumuz Yunanistan’a gelince; Yunanistan gene aynı Yunanistan. Meyvesi olduğu ağacın altına düşmüş. Geçen zaman içinde ne Yunanistan Krallığı kalmış ne de Kral fakat hep Avrupa’nın büyük devletlerinin himayesi altında vur patlasın, çal oynasın yaşam sürdürmeyi ilke edinmiş. (Yirminci yüzyılın başında sürünüyorlardı, şimdi de iflas etmiş durumdalar.)
Belli ki değişen hiçbir şey olmamış aradan geçen yüz yıllık kocaman zaman dilimine rağmen. İnsanoğluna çok uzun bir zaman dilimi gibi gelen bir asırlık bir süre, ülkelerin yaşam sürecinde, insan yaşamındaki beş dakikalık bir zaman dilimine eşdeğer gözüküyor. Bu beş dakika da insan hayatında neler değişebilirse, devletlerin yaşam süreçlerinde de aynı değişiklikler bir asır içinde veya daha da uzun bir zaman dilimi içinde gerçekleşiyor.
Tarihin ne kadar önemli olduğunu politikaya girince anlıyor insan. Geçmişi bilmiyorsan, gününü programlayamıyorsun ve geleceğini de asla kestiremiyorsun.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
6 Ağustos 2012