Doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, USGAM Başkanı
Ortadoğu’da Barzani liderliğinde ön plana çıkmaya başlayan ve “kriz içinde kriz” olarak da adlandırılan “Büyük Kürdistan Projesi (BKP)” ve bunun batı ayağı “Kuzey Suriye” gündemdeki yerini karşılıklı tehditler, provokasyonlar ve gövde gösterileri ile korumaya devam ediyor. Hatta bu gidişle, Maliki-Barzani arasında başlayan yeni bir gerginlik unsuru olarak Suriye krizinin de bir adım önüne geçebileceğinin güçlü sinyallerini veriyor.
Bu noktada Maliki yönetiminin atacağı bir ileri adım, bölgedeki krizi gerek mahiyeti gerekse de aktörleri ve etki alanı itibarıyla çok farklı noktalara çekecektir, ki bu olasılık hiç de zayıf değildir. Özellikle de Esad rejimini bölgesel çapta başlatılacak yeni bir kriz ile rahatlatmayı hedefleyenler açısından…
Dolayısıyla Esad ve destekçilerinin iyice köşeye sıkıştığı bir ortamda çıkan bu “ani kriz” ile gerçekte Barzani ve yandaşlarının aslında kime ve neye hizmet ettikleri oldukça tartışmalıdır. Doğrudan Şam üzerine odaklanması gereken Ankara’nın önüne Erbil merkezli yeni bir sorun alanının çıkartılması, kuşkusuz Türkiye’nin menfaatlerine çok da uygun düşmemektedir.
Kriz fırsatçılığı olarak da adlandırılabilecek böylesi bir ortamda, Barzani tarafından atılan ve bir takım oldu-bittilere dayanan adımlar, beraberinde kirli-kaypak ittifak ilişkilerini de akıllara getirmektedir. Dolayısıyla, BOP’un bir parçası olarak BKP’nin daha özelde kimlere, ne şekilde hizmet ettiğine, nasıl kullanıldığına, kullanılabileceğine göz atmakta fayda bulunmaktadır.
“Yeni Türkiye’ye Kürt Seddi mi?” başlıklı yazımızda da ortaya konulduğu üzere dört deniz havzasını (Karadeniz, Akdeniz, Hazar, Basra-Arap Denizi) içerisinde barındıran, toplamda 30 milyon civarında bir nüfusa sahip BKP, her şeyden önce Ankara’yı “hizaya getirme”, “ikna etme”, “çevreleme” ve Türk-İslam dünyasından “izole etme” projesinin bir “aracı” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’yi aşamalı olarak önce tamamlanmamış Misak-ı Milli sınırları içine, ardından da gelişmelere bağlı olarak Sevr haritası ile büyük paralellik arz eden BOP’da uygun görülen bir alana hapsetmek isteyen güçler açısından BKP, alanda kendisinden beklenen agresif, militarist rolü oynamakta zorlanan “Yeni Türkiye Projesi”nin; dinamik, hırslı, saldırgan ve kullanıma açık bir alternatifi olarak gündemdeki yerini almaya başlamıştır.
Bir diğer ifadeyle, emperyalist projelerin lejyoner kuvveti olmayı reddeden “Büyük Türkiye”yi ikna noktasında BKP, bir şantaj aracı olarak ön plana çıkmaktadır.
Son dönemde, “Ilımlı İslam Modeli” rolünü Müslüman Kardeşler Örgütü üzerinden Mısır’a kaptırmaya başlayan “Yeni Türkiye” ve onun “dış politika mimarları”, “yeni yetme yazar-çizerleri” açısından bu son gelişme, haliyle derin bir hayal kırıklığı yaratmışa benzemektedir. Bunu Başbakan Erdoğan’ın üst üste gelen iki açıklamasından anlamaktayız: Birincisi “Şanghay Beşlisi” olarak ortaya koyduğu ve “eksen kayması” olarak ifade edilebilecek latifesi, diğeri ise Suriye Türkleri kartının oynanabileceği mesajı…
Nitekim, bu açıklamalar sonrası ABD cenahından yapılan bir takım bilinçli sızıntılar ve beyzbol sopalı Obama görüntüsü, bu yeni yaklaşımın okyanus ötesinde yarattığı tepkiyi ve dolayısıyla da Ankara’nın duyduğu rahatsızlığı teyit açısından dikkat çekici olmuştur.
Diğer taraftan, BKP’nin sadece Türkiye açısından bir tehdit “unsur”u şeklinde algılanmadığı, bölgenin ortak bir sorunu olarak bundan sonraki süreçte farklı oluşum ve radikal tedbirlerin alınmasına yol açacağı da şimdiden öngörülmektedir.
Burada “Arap Baharı” ile paralel bir “Kürt Baharı” sürecinin başlatılmış olması, önemli bir kırılma noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda Maliki ile başlayan operasyon sürecinin, İran’ın da gündemine girmesi ve Rusya’nın PKK’nın kara kutusu ve İran sorumlusu Mecit Gümüş’ü Türkiye’ye 22 Temmuz’da teslim etmesi, bölgesel bir ortak duruş arayışı şeklinde değerlendirilmektedir.
Buna karşılık Türkiye de, her ne kadar son dönemde ABD ile fazla içli dışlı bir görüntü sunsa da, bu birlikteliğin yaratmaya başladığı krizlerden fazlasıyla bunalmaya, bundan dolayı da dengeye dayalı çok yönlü dış politikaya dönebileceğinin sinyallerini eş zamanlı olarak vermeye başlamıştır.
Yeni süreç, hiç kuşkusuz, ABD-İsrail ikilisinin BKP bağlamında atacağı adımlara ve Türkiye içindeki sorunun seyrine bağlıdır.
Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin sahip olduğu kilit pozisyon, her zaman için yeni ittifaklara ve işbirliklerine gebedir. Dolayısıyla, suyun bu kadar bulanık olduğu, elma ile armudun fazlasıyla birbirine karıştırıldığı ortamda Türkiye açısından “Direnç Cephesi” ile yeni bir işbirliği süreci, hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Şartlar, bölge ve Türkiye’yi her şeye rağmen ortak bir noktada buluşturabilir. Böylesi bir gelişme ise tüm bölgenin geleceği ve küresel güç mücadelesi açısından oldukça önemli olacaktır, aynen 2003-2009’da olduğu üzere…
Bunun için, bir takım “dostların” ve gaza getirilmiş “bölgesel unsurların”, Türk stratejik aklı ve engin sabrı ile daha fazla dalga geçmemesinde fayda mülahaza edilmektedir.