Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı
Düne kadar daha çok “Batı Kürdistan” olarak adlandırılan ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerin aşamalı bir şekilde bağımsızlığını ve nihai aşamada “Büyük Kürdistan” ile birleşmesini esas alan projede yeni bir safhaya girilmiş vaziyette. Bir diğer ifadeyle Ankara, artık nur topu gibi yeni bir mesele ile karşı karşıya…
Yeni sorunun adı, sizlerin de rahatlıkla tahmin edebileceği üzere “Kuzey Suriye”…
Nitekim, etnik ve mezhepsel bazlı “ayrıştırma-çatıştırma-yönetme” prensibinden hareketle bölgede uygulamaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin uzunca bir süre kuluçka makinesinde bekletilen “ham meyvelerinden” biri olarak karşımıza çıkan “Kuzey Suriye”; “Kuzey Irak”ın ikizi olarak bölge siyasetinde-haritasında şimdiden yerini almaya ve fazlasıyla ses getirmeye başlamış durumda.
Öyle ki, Esad’ın bir son dakika hamlesi olarak adlandırılan bu gelişme (ki halen büyük resmi göremediğimizin bir diğer kanıtıdır) şimdiden üç başkenti harekete geçirmiş vaziyette: Ankara, Bağdat ve Erbil…
Ankara-Erbil hattında bir “güven” sorunu olarak ortaya çıkmaya başlayan bu son gelişme, Davutuğlu ile Kak Mesud arasında “Çak Ortak”ın girişimleriyle “sazlı-sofralı-türkülü” yeni bir kamu diplomasisi girişimine zemin hazırlarken, Bağdat-Erbil arasında tanklı-toplu-tüfekli bir mevzi alış ve hatta çatışma şeklinde kendisini gösteriyor.
Bağdat’ın burada ortaya koyduğu tavır, açıkçası yeniden inşa halinde olan Irak’taki Maliki yönetiminin ülke çıkarlarını koruma refleksinden başka bir şey değil. Maliki yönetimi, mevcut sürecin beraberinde önce Irak ardından da bölgesel çapta bir bölünmeyi getireceğini çok net görüyor. İki kuzeyin birleşmesiyle ortaya çıkacak yeni yapının, orta-uzun vadede bölgede Türk-Arap-Fars unsurlar arasında bir operasyon merkezi olarak yer alacağını ve emperyalizme diyet borcunu İran ve Türkiye’den katılacak parçalar ile “İkinci bir İsrail” şeklinde ödeyeceğini kendi (Irak ve diğer Ortadoğulu Churchill mamulü devletler itibarıyla) geçmiş tarihinden ve deneyimlerinden gayet net bir şekilde biliyor.
Bildiği bir diğer husus da, Irak Kürtlerinin baba Mustafa Barzani’den başlamak üzere, emperyalist devletler ile olan işbirliğinin boyutları ve son olarak da oğul Barzani’nin BOP içerisinde üstlendiği rolle ilgili (ki bu da bizi BOP’un bölgedeki bir diğer eşbaşkanına götürüyor)… Bu kapsamda Irak’ın işgali sürecinde ülkenin kuzeyinde yer alan bazı Kürt unsurların (burada tüm bölge Kürtlüğünü esas almak haliyle çok doğru olmayacaktır) ABD ile olan işbirliği ve bunun başta meşrulaştırıcı zemin katkısı olmak üzere bölge siyasetinde yol açtığı bir takım sebep-sonuçlar ilişkisi…
Kuşkusuz, bu husus Ankara tarafından da çok net biliniyor. Özellikle de son yüzyıllık dönem içerisinde Musul Vilayeti’nin kaybında önemli bir rol oynayan Şeyh Said isyanı ile Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgesel-küresel açılımlarının önündeki en büyük engellerden biri olarak karşısına çıkartılan PKK deneyimine sahip Türkiye açısından…
Diğer taraftan, bu deneyime sahip olan Ankara’nın “stratejik körlük” olarak adlandırılmaya başlanan bu ruh halini anlamak da açıkçası oldukça zor.
Oysa “Yeni Ortadoğu”nun hamisi, sahibi olduğunu iddia eden ve bu kapsamda “Model Ortak”lıklar üzerinden bölgede “oyun kurucu” olarak ön plana çıkartılan, pohpohlanan Türkiye, sessiz ve derinden işleyen, sinsi bir çevreleme politikası ile karşı karşıya. “Kuzey Suriye”, bu bağlamda ucu Akdeniz’e kadar uzanan “Büyük Kürdistan Projesi”nin ikinci adımı olarak karşımıza çıkıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında temelde Rusya’nın güneye inmesini ve daha özelde dönemin şartları-gereği icabı Türkiye-Rusya arasındaki karayolu bağlantısını kesmeyi hedefleyen “Kafkas Seddi”nin bir benzeri, bugün bölge Kürtlüğü üzerinden tarihsel misyonuna dönüş aşamasında olan Yeni Türkiye’nin Türk-İslam dünyası ile olan irtibatını kesme ve kendi içine hapsetme projesi olarak karşımıza çıkıyor.
Burada, Türkiye’nin İran sınırlarından başlamak üzere, Akdeniz’e kadar uzanan bir hatta Ortadoğu’ya doğrudan çıkışını; yine İran sınırlarından yukarı, kuzeye doğru uzanan ve Kafkaslar-Karadeniz-Hazar havzası boyutuyla da Türk dünyası ile irtibatını kesmeyi hedefleyen bu planın aynı zamanda ABD açısından bir endişe kanyağı olarak kabul edilen Avrasya Birliği projesini kökten halletme potansiyelini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Hiç kuşkusuz, “Büyük Kürdistan” ile hedeflenenler sadece bunlarla sınırlı değil…
“Kürt Seddi” projesinin daha özeldeki hedeflerini ve bundan sonraki süreçte Türkiye’yi bekleyen risk-tehditler bağlamındaki bir takım sürpriz gelişmeleri bir sonraki yazımızda ele almaya çalışacak ve izlenebilecek bir takım önerilerimizi ortaya koymaya çalışacağız…
Yazıları posta kutunda oku