Yaşam süresinde insanın, toplumun bir bireyi olarak, toplumsal gelişmelerin neresinde olduğunu görebilmesi ve değerlendirebilmesi hiçbir zaman kolay olmamıştır. Özellikle tarihe mal olmuş olaylarda bireyin kendi akıl, mantık ve vicdan sınırlarının içinde kendi adımını belirlemesi hep zor olagelmiştir.
Günümüz dünyasının insani değerleri, dünya tarihinin birçok aşamasından geçip günümüzün artık yalnızca evrensel değil, aynı zamanda yaptırımcı değerleri olmuşlardır. Bu değerlerin altında toplumun bireylere olduğu kadar, bireyin topluma ve dünyaya karşı sorumluluklarını yerine getirme zorunluluğu da vardır. Böylesi bir zorunluluktan kaçmanın özrünün hiçbir cümle içinde dahi dile getirileceği düşünülemez.
Çağdaş hayatın acele alınması gereken kararları, gün içerisinden başlayarak bütün insan ömrünü esir alır. İnsan ise bu esaret altında zihnini, hafızasını kaybetmeyi daha kolay bulur. Söz hokkabazlarının, kurumlaşmış güçlerin peşinde benliğini yitirerek gitmeyi, en akıllıca ve en cazip vasıf olarak düşünür. Varoluşunun çıkış noktası olarak benliğini yitirmeyi seçen insan ise kendini teslim edeceği her insanın –sorgulamadan- elini öpmeyi bir görev bilir. Zorlama politikaların peşinde cadde ve sokakları dolduran da hep bu hafızasızlık ve kendini kaybediştir.
Yaşam gerçekleri hümanist bakış doğrultusunda kabul edilen kişilerden ibaret değildir. İnsanların kendi adlarına oluşturdukları, daha sonra bilimsel sözcüklerle süsledikleri ve en sonunda evrensel doğruluk olarak kabul ettikleri cümlelere baktığımızda bunların uygulamaya konulduğu vakit ne kadar öznel ve kimi zaman kendilerinden başkalarına ne kadar zarar verebildiğini görebilmekteyiz.
Tüm bunlara rağmen etrafımıza baktığımızda ise her insanın kendini “iyi” olarak tanımladığını görmekteyiz. Ancak bu insanların ne kadar “iyi” oldukları tartışılır. İyiler, içine düştükleri her duruma birer kılıf uydurarak, hatta bilimsel kılıflar uydurarak, sözde kendilerini rahatlatarak, işbirlik içinde olarak bizlere “kötü” bir dünya hazırlamadılar mı? Bu işbirlikler karşısında çocuklarımıza işbirliği yapmaktan başka seçenek bıraktılar mı? Onursuzluğu miras bırakan “iyi”lerle dolu etrafımız. Bu durum, çağımıza hafızasız bir kuşağı taşıdı ne yazık ki.
Ve insanlar tüm bunlara rağmen kendileri dışındaki her insanı-bizler de dahil- “kötü” diye niteler. Artık gözlerimizin önünde değil, gözlerimizin her yönünde insanlar öldürülürken ve hatta medya büyük bir zevkle bunları ayağımıza getirirken biz, bir kez daha tarihi, bir kez daha bütün orduların zaten kendi üstlerine yürüdüğünü hatırlarız.
Peki ya içimizdeki ordular? Hani şu masum çıkarlarımız? –Her defasında öyle gerektiğinden- “Seni seviyorum” sözcüğünün ardındaki terk edişler? Pusuya düşürülüşlerimiz? Kendimiz değil de ailemiz için yaşadıklarımız? “Elimden ne gelir” sözcüğü? Rahatlık duygumuz? Kıskançlığımız? Toplum psikolojimiz? Koyun bacaklı mantığımız? Hep beraber diktiğimiz minare kılıfları? Özeleştirimizi özelleştirmeye çalıştığımız şu dünya, yani biz, yani kendimiz, yani şimdiki zamanımız, hangi tarihi bekler acaba hatırlanmak için?
Tarih bitti. Zaman çoktan ayırdı evrensel olanı. Bir tek insan kaldı geriye. Kendimiz… O nedenledir ki insan önce kendine bakmalı…..
Arzu Kök