ABD dış politikası, Başkanlık seçimlerinde Obama ile rakibi Cumhuriyet Parti adayı Mitt Romney’in kampanyalarının ana unsurudur.
İkisi de,”ABD güçlü olduğu zaman dünya daha güvenlidir.Ancak uluslararası gücüyle ABD, dostlarının güvenliğini garanti edebilir” söyleminde hemfikirdir.
Bu söylemle birlikte her ikisi de ABD dış politikasında birincil ağırlığı küçük nüanslarıyla İsrail’in güvenliğine ve çıkarlarının gözetilmesine veriyor.
*
ABD’nin gücü küresel olaylarda nerede,ne zaman ve nasıl olursa olsun düşmana karşılık verme yeteneğine ya da düşmanlarla savaşıp savaşmamaya değil bunun nasıl yapılacağına dair strateji üretme gücüne dayanıyor.
Nitekim -işte,İsrail çevresinde Türkiye ve hilafetin temsilcisi Osmanlı’nın ardından oluşan devletler, sosyal yapıları ve sorunları aşma kapasiteleri doğrultusunda ekonomik değişkenleri ile sosyo-politik değişkenlerinin birbiriyle etkileştirilmesiyle zayıflatılmış ve İsrail’in güvenliği sağlama alınmaya çalışılmıştır.
Şimdi bu yapılarda tarikatlar,cemaatler ve dini sivil örgütler vasıtasıyla İslam Birliğinin Vatikan benzeri ekonomik güç olması ve küresel ekonomiye ilişiklenmesi -bu suretle,İsrail’den hareketle ABD çıkarlarının gözetilmesi süreci yaşanıyor.
*
İsrail’in güvenliği ve çıkarlarının korunmasıyla ABD’nin küresel gücünü teminen iki Başkan adayı da Suriye’de Beşir El Esad rejimini ve İran’ın nükleer silah edinmesini en büyük tehdit olarak görmektedir.
Her ikisi de hem Suriye hem İran’ın tecrit edilmesini,uluslararası baskının arttırılması ya da bir şekilde mutlaka rejimlerinin değiştirilmesini istiyor.
Türkiye ve Suudi Arabistan’ın vereceği destekle muhaliflerin artan baskısının Suriye krizini, diplomatik görüşmeler yerine daha çok uluslararası baskıyla da İran krizinin aşılacağı öngörülüyor.
*
Bu esnada Suriye’nin Türkiye’ye ait bir keşif uçağını düşürmesine rağmen ABD/NATO güçleri Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyinde veto etme gücünü by-pass edip, BM Güvenlik konseyi dışında Suriye’ye askeri müdahale yönünde meşru yetkiye sahip gönüllü ülkeler koalisyonu oluşturamamıştır!
Şimdi Suriye için yeni bir senaryo geliştiriliyor.
Önce Türkiye’de medyanın “Suriye düğümünü Moskova’da çözecek” diye lanse ettiği Başbakan Erdoğan ani ve sürpriz bir kararla temasta bulunmak üzere 18 Temmuz’da Rusya’ya ziyarete hazırlanıyor.
Sonra ABD,İngiltere,Fransa ve Almanya BM Güvenlik Konseyine BM Anlaşmasının 7.maddesini işletmeye yönelik yeni bir karar tasarısı sunuyor.
Buna göre Beşar Esad’a 22 Temmuz’a kadar ateşkes süresi tanınıyor,bu sürede BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın barış planına uymaması halinde ise silahlı müdahaleye izin veren 7.maddenin işletilmesi isteniyor.
Ne ki Rusya, Suriye’ye ilişkin her hangi bir kararın alınmasını kabul etmeyeceğini Güvenlik Konseyine bildirmiş bulunuyor!
*
ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Susan Rice, BM Suriye Misyonunun bugüne kadar etkili olmadığını, gelecekte de etkili olmayacağını ifadeyle,Suriye planının 7’inci madde bağlamında değerlendirilmemesi durumunda ABD’nin BM Misyonu süresinin uzatılacağını garanti olmadığını açıklıyor!
Teklif edilen karar tasarısı Suriye rejiminin askeri birliklerini önce yerleşim yerlerinden çekmesini ve ağır silahlar kullanmasına son vermesi isteyen bir ültimatomun verilmesini,
Bu suretle,muhaliflerin giderek sınırlardan içeriye doğru yerleşim bölgelerinde tampon bölgeler kurmasını ve kurulan hakimiyetle Beşar Esad’ın teslim alınmasını amaçlıyor.
Aksi taktirde Suriye’ye 7.madde çerçevesinde başta askeri olmak üzere her türlü baskı ve yaptırım öngörülüyor.
*
Paris’te Suriye Dostları toplantısında ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’ın,”Esad rejimini desteklediği için Rusya ve Çin bedel ödemelidir”açıklaması ve toplantıya katılan tüm ülkelerden Rusya ve Çin’in Suriye’ye desteklerini kesmeleri için baskı yapmalarını istemesi ardından,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun,”Artık Suriye rejimine destek olan rejimleri de izole etmeliyiz” çağrısı devreye mi giriyor?
Bu çerçevede Suriye düğümünü Moskova’da çözmesi beklenen Başbakan Erdoğan’ın kozlarının neler olduğunun -şöyle bir üstünden geçilmesi gerekiyor.
*
Bunların ilki,iki Başkan adayının kampanyasından yansıyor. Adaylar önümüzdeki dönemde ABD’nin Rusya’nın Avrupa üzerindeki enerji tekelini azaltabilmek için Nabucco Projesine destek vereceği vaad ediyor.
O halde Nabucco doğalgaz boru hattına alternatif kabul edilen ve Karadeniz altından geçerek Bulgaristan-Macaristan-Sırbistan-Slovakya’dan Batı Avrupa’ya doğalgaz taşıyacak Rusya’nın Güney Akım boru hattına,
Erdoğan’ın Türkiye’nin karasularında inşasına izin vermemesi gerekiyor.
*
Ya da,Erdoğan bu yılın başlarında Türkiye’nin Batı Hattı kontratının bitmesini de fırsat bilerek Rusya’dan yılda 6 milyar metreküp doğal gaz alımını tamamen kesmek mi istiyor?
Ya da Erdoğan Türkiye’nin 4 milyar dolarlık uzun menzilli füze alım ihalesinde Rusya’nın önerisi S-400 modelini safdışı mı bırakacaktır -yoksa, uzun vadesi nedeniyle maliyeti 100 milyar dolara çıkacağı hesaplanan Akkuyu Nükleer Güç Santralinin inşasında Rus projesi iptal mi edilecektir ?
*
Ya da Erdoğan,Rusya’nın Avrupa’da ki enerji tekelini azaltabilmek için zengin hidrokarbon rezervleriyle,enerji transit koridoru ve İran’a komşu olmak gibi benzersiz nitelikleriyle Kafkasya’da,
Bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün,”Kafkaslarda kalıcı barış inşallah gelecek.Bunun için çok uğraşıyoruz.Bunun bir kısmını biliyorsunuz,bir kısmını bilmiyorsunuz”ifadesiyle işaret ettiği -mesela, dinci sivil toplum örgütleri vasıtasıyla bölgenin demokrasi ve insan hakları tartışmalarında dozu arttırmak, giderek bölgeyi askeri müdahalelere açık hale getirmek gücünü mü kullanacaktır?
*
Ya da Erdoğan en fazla mümine sahip,en eski, özgür karakteri iddiasında ve Soğuk Savaş sonrasında Rusya’nın yeniden güçlenmesine büyük sinerji verdiği kabul edilen Moskova Rus Patrikhanesinin itirazına rağmen,Türkiye esiri kabul edilen Fener Rum Patriği’nin ekümenikliğinin önünü mü açacaktır?
*
Yine de dikkat edilmesi gerekiyor.
Çünkü 2011’de Türkiye ve Rusya arasında ticaret hacmı 30 milyar dolardır,Rusya Türkiye’ye 24 milyar dolarlık başta enerji ihracaatı yaparken,Türkiye hafif sanayi mamülleri ve gıda ürünleri olmak üzere 6 milyar dolarlık ihracaatta bulunabiliyor.
Bu çerçevede Rusya Türkiye’nin ticaret hacmında olsun denge oluşturabilmesi için kendi statüsünü jeostratejik düzeye yükseltmesi gerektiğine işaret ediyor!
14.7.2012