“FEDERASYON” VE “TARİHLE YÜZLEŞMEK”
HÜSEYİN MÜMTAZ
Zannetmiyorum, artık kesinlikle eminim ki; millî refleksleri oyalamak için her gün yeniden ve yenisinin yaratılmaya çalışıldığı “sade suya tirit” toplumsal bir takım travmaları sakin kafayla bir ayıklayabilsek, suyun altından aslında iki koca saman balyasının “binbir ihtimamla” yüzdürülmeye çalışıldığını göreceğiz; “Federasyon” tartışmaları ve “Tarihimizle yüzleşmek”..
İstanbul’u nasıl “biz” fethettiysek, Sakarya’yı da “biz” yaptık, Yunan’ı İzmir’de “biz” denize döktük.
1402’de Ankara’da yenen de “biz”dik, yenilen de..
Viyana’yı iki denemeye rağmen alamayan “biz”dik.
1571 ve 1974’de Kıbrıs’a çıkan “biz”dik, Kocatepe’yi batıran da “biz”.
Düşünsenize madem 1571’de “tamamını” fethettiydiniz; ne oldu da 1974’de tekrar fetih zorunda kaldınız ve bu sefer “üçte biri” ile yetindiniz?
İlk fetheden Hürrem’in oğlu Sarı Selim/Sarhoş Selim’di ama 1877’de “kiralayan” da “Ulu Hakan” Abdülhamit idi.
Tamam, tarihi galipler yazar fakat; “Tarih” sadece galibiyetlerin benimsenip, mağlubiyetlerin unutulduğu veya bir dönemin baş tacı edilip diğerinin yerin dibine sokulduğu bir öğreti değildir.
İyi de bunu (Saltanat ile Cumhuriyet’in bütünlüğü bağlamında) bize “Sabiha Sultan”ın söylemesi, İlber Ortaylı’nın da hatırlatması mı lâzımdı?
“O Türklerin İmparatorluğu idi, bu da Türklerin Cumhuriyet’i” (“YAKIN TARİHİN GERÇEKLERİ”. İlber Ortaylı. Timaş. İstanbul. Nisan 2012. Sayfa 96)
Ortaylı diyor ki; “Tarihin yakasına yapışıp hesap soran uluslar pek sıhhatli sayılmazlar. Zira böyle toplumlar aslında tarihi incelemek ve anlamak konusunda fevkalâde ilgisiz ve bilgisizdirler. Yaptıkları sadece az bilgiyle çok gürültü çıkarmaktır”. (S.67)
Son günlerde aynı şekilde “federasyon” konusunda da “çok gürültü” çıkarılmaktadır.
BDP’lileri anladık da, “Cumhuriyet’çi”lere ne oluyor?
“O halde bu kakofoni nasıl aşılacaktır? Doğru formülasyonu aslında Kürt siyaseti üretti, ama hazmetmiş, içselleştirmiş, paylaşmış değil. Nedir o? Yeni bir demokratik Türkiye reformu ve bunun için 20 dolayında demokratik özerk bölge yapılanması. Bu yapılanma ‘etnik’ temelde değil. O zaman da adına Kürt bölgesi denecek bir kümelenme söz konusu olmayacak. İstanbul Demokratik Özerk Bölgesi de Çukurova DÖB de, Doğu Karadeniz DÖB de, anayasal statüye sahip olacak. Yerel meclisleri, yerel hükümetleri olacak. Merkezin otoriterliğini, tekelciliğini kıran ve yetkiyi yerele, yerelde halk sınıflarına aktaracak bir reform, Kürtlerin kültürel, anadilinde eğitim, kendi kendini yönetme taleplerine de cevap verir. Sadece Kürtlerin değil, Türkiye’nin diğer bölgelerindeki halk sınıflarının da her tür ekonomik, kültürel, politik mağduriyet ve mahrumiyetlerine çözüm üretici bir iklim yaratır. Bu da Kürt siyasetinin, dolayısıyla BDP’nin biraz daha Türkiye partisi olmasını, Kürt sorunu odaklı düşünme, davranma paradigmasından biraz daha sıyrılarak Türkiye solu ile daha çok politik pratik içine girmesini gerekli kılar”. (Mustafa Sönmez. 6 Temmuz 2012 – Cumhuriyet)
Sönmez, Kadri Gürsel’in 2 Temmuz 2012 (Milliyet) tarihli yazısını çıkış noktası yaparak yukarıdaki çözümü öneriyordu.
Ne diyordu Kadri Gürsel o yazısında;
“Kürt siyasetçiler, … yaklaşık beş saat süren sohbet sırasında, Kürt sorununa siyasi çözümden ne anladıklarını açıkladılar. Çözümün ‘barış’, ‘adalet’ ve ‘eşitlik’ olmak üzere üç başlıkta, eş zamanlı olarak ele alınmak suretiyle sağlanabileceği mesajını verdiler. Kısaca, Kürt sorununun çözülmüş varsayılması için PKK’nın silah bırakmasını yeterli gören anlayışın yanlışlığını vurguluyorlar ve ‘Barış konusunda mesafe kat etmek için adalet ve eşitlik konularında da aynı anda mesafe kat etmek gerekiyor, yoksa barış olmaz’ diyorlar. Kürt siyasetçiler, barış görüşmelerine paralel olarak, ‘eşitlik’ konusunun ele alınacağı bir ‘anayasa komisyonu’ kurulmasını, oradan çıkacak anayasada ise Kürt bölgesine adem-i merkeziyetçi yapıda bir ‘statü’ tanınmasını istiyorlar. Özerklik anlayışlarını, ‘ekonomik, kültürel ve sosyal alanlardaki yerel ihtiyaçları tespit etme yetkisine sahip yerel meclislerin kurulması’ olarak özetliyorlar. ‘Anadilde eğitim hakkında ısrarlılar. Türk etnisitesine dayalı ulus devletin yerini alacak bir Türkiyeliliğin bile kendilerini kucaklayabileceğini söylüyorlar”.
“Demokratik Özerklik Projesi”ni Sönmez’den önce ve ilk önce Baydemir’den dinlememiş miydik?
“Bir tane milli birlik ve beraberlik projesi de bizden. Demokratik özerklik, birlik ve beraberlik projesidir. Bölünmenin de gözyaşının da kavganın da 21’inci yüzyıldaki panzehiri demokratik özerkliktir. Savunduğumuz demokratik özerklik. Benim okuduğum ve algıladığım şudur: Demokratik Türkiye bütün etnik kimliklerin, emekçilerin, inançların hiç bir tanesinin kendisini dışarıda görmediği, baskılanmadığı, kendini özgürce ifade ettiği ve aynı zamanda gelir dağılımında da adaletin sağlandığı demokratik müreffeh bir Türkiye yaratma projesidir.”
Baydemir bu söylediklerinin nasıl gerçekleşeceğiniyse şöyle anlattı: ‘Peki demokratik müreffeh bir Türkiye nasıl olacak? Özerk Doğu Karadeniz olacak, Özerk Orta Karadeniz olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak. Biri çıkıp sen yanlış anlamışsın diyebilir ama ben böyle anladım. Ben böyle yorumluyorum. Demokratik özerklik projesinde TBMM var. Asla buna bir itiraz yok. İstiklal Marşı okunmaya devam edecek. Türk bayrağı Türkiye’de dalgalanmaya devam edecek buna da hiçbir itirazımız yok. Ama bununla birlikte her bölgede, bölgesel parlamento olacaktır. Bu bölgesel parlamentolardan bir tanesi de, Kürdistan Bölgesel Parlamentosu olacak. Türk bayrağının yanında, Türkiye bayrağının yanında benim dedelerimin hepinizin dedelerinin de katkısı ile ödemiş olduğu bedelle elde edilen ve şu an asılan bayrağın yanında elbette ki Kürt halkının da yerel renkleri bayrağı da gökyüzünde olacaktır. Belediye binamızın önünde ay yıldızlı Türk bayrağımızla, sarı kırmızı yeşil bayrağımız dalgalansa ne olur’.“ (Radikal. 1 Ağustos 2010)
Baydemir Karadeniz’e de “özerklik” lütfediyor.
Baydemir’e ne oluyor?
Üstelik ben memleketin, “güneydoğu dâhil” hiçbir bölgesinin “özerklik” istediğini düşünmüyorum.
Böyle değişik ve farklı çevrelerde dillendirilen “demokratik özerklik/federasyon projeleri”nin tarifi için “kitaba” bakalım.
“-Demokratik açılım- denen süreçte ‘üniter devlet’ kavramıyla ilgili çeşitli şeyler söyleniyor. Burada bunların bir listesi yapılmayacaktır. Ancak söylenen bu şeylerin özü, ‘demokratik açılım’ın üniter devlet ile çelişmediği noktasındadır. Hatta bu bağlamda, söz konusu açılımı destekler nitelikte pek çok şeyler söyleyen kişiler, aynı zamanda ülkenin, vatanın parçalanmaz bir bütün olduğunu, bayrağın tek olduğunu vurgulamayı da ihmal etmiyorlar. Bu şekilde bir nevi devletin ülke ve egemenlik unsurlarında tekliğin korunduğu hususunun altı çizilip, üniter devlet ilkesinden ödün verilmediği iddia ediliyor. Aslında bu tutum, DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın 5 Aralık 2007 tarihinde TBMM Genel Kurulunda söylediği şu sözlerden çok farklı değil: ‘Evet, vatanın bütünlüğüne, bayrağın tekliğine, üniter yapıya saygılıyız ve sahip çıkıyoruz. Ama, tek millet olgusuna, asla, asla!’.
Üniter devlet, devletin, ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet şeklidir. O halde, üniter devleti, devletin unsurlarında ve organlarında teklik özelliğiyle tanımlayabiliriz.
Devlet, ülke, millet ve egemenlik unsurlarından oluştuğuna göre, üniter devlette, tek ülke, tek millet ve tek egemenlik vardır. Diğer bir ifadeyle üniter devlet, tek bir ülke üzerinde, tek bir milletin, tek bir egemenliğe tâbi olduğu devlet şeklidir. Bu nedenle, üniter devlette, devleti oluşturan unsurlar tek ve bölünmez bir bütündür.
a) Üniter devlette, devletin ülkesi tek ve bölünmez bir bütündür. Buna -ülkenin bölünmezliği- veya -ülkenin bütünlüğü ilkesi- denir. Bu şu anlama gelir ki, ülkenin bir kısmına, ülkeden ayrılma hakkı tanınamaz. b) Diğer yandan üniter devlette, millet unsuru da tek ve bölünmez bir bütündür. Buna -milletin bölünmezliği- ilkesi denir. Milleti teşkil eden insanlar arasında din, dil, etnik grup vb. bakımlardan ayrım yapılamaz. c) Nihayet üniter devlette egemenlik de tek ve bölünmez bir bütündür. Buna -egemenliğin bölünmezliği ilkesi- denir. Tek olan egemenliğin sahası bütün ülkedir. Bu egemenliğe tâbi olan da bütün millettir. Egemenliğin kaynağı bakımından da ayrım yapılamaz. Üniter devlette yasama, yürütme ve yargı yetkileri bu tek ve bölünemez olan egemenliğin sahibi adına kullanılır. Anayasamız -federal devlet- şeklini değil, -üniter devlet- şeklini benimsemiştir. Anayasamızın 3’üncü maddesine göre, -Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür-. Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlükten yukarıda açıklandığı gibi -üniter devlet- anlaşılır. Dolayısıyla Türkiye’de federal devlet şeklinin kurulması Anayasaya aykırı olur. Anayasamızın 3’üncü maddesine göre devlet, hem ülkesi, hem de milletiyle bölünmez bir bütündür.
Demokratik açılım sürecinin devletin millet unsuruyla alakalı olduğu anlaşılıyor. Eğer bu açılım devletin millet unsuruyla değil de, ülke unsuruyla ilgili olsaydı; yani devletin millet unsurunda değil de, ülke unsurunda bir takım ayrışmalar düşünülüyor olsaydı, bu devletin varlığı açısından daha tehlikesiz olurdu. Zira bu durumda belki Türkiye federalizme doğru kayardı; ama devlet baki kalırdı. Oysa millet unsurundaki bir ayrışma, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sadece üniter şekline karşı değil, bizatihi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına karşı bir tehdittir. Devletin millet unsuru kaybolmadıkça, ülke parçalansa veya geçici olarak ortadan kalksa da devletin kendisi uzun vadede yok olmaz. Türk tarihi bu hususu ispatlar niteliktedir. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı Devleti ülkesi parçalanmış, işgale uğramış, ama Türk milleti varlığını ve bütünlüğünü sürdürdüğü için kısa bir süre sonra işgal sona erdirilerek Türk Devleti tekrar ve yeniden kurulmuştur. Eğer bahsettiğimiz dönemde, devletin ülke unsurunun parçalanması yerine millet unsuru parçalansa idi, devleti tekrar kurmanın imkân ve ihtimali olmazdı. Bu husus da devletin unsurları arasında millet unsurunun ne kadar önemli bir unsur olduğunu göstermektedir.
Üniter devlet ilkesi ve keza bizatihi devletin varlığı açısından, -demokratik açılım- denen süreçte endişe edilecek noktalar vardır. Bu süreci destekleyen kişilerin, söz konusu sürecin üniter devlet ilkesine ve ülkenin (vatanın) bölünmezliği ilkesine aykırılık teşkil etmediği yolundaki beyanları, bizzat üniter devlet ilkesiyle çelişki halindedir; devletin millet unsurundaki ayrışma, devletin üniter yapısı için de, devletin varlığı için de tehlike teşkil eder”. (Prof.Dr. Kemal Gözler, “Üniter Devlet ve Demokratik Açılım”, Türkiye Günlüğü, Sayı 99, Güz 2009, s. 81-89. )
“Kitap” ve “hoca” böyle diyor.
Peki, “tarih” ne diyor?
Burada da yine “ezber bozan” Prof.Dr. Ortaylı’ya atıfta bulunacağız;
“Federalizm: Ulusalcı programlarda ‘Federalist’ tutum ilk safhadır. Rhigas Velestinis beri Osmanlı İmparatorluğun’da ulusalcı ihtilalci unsurların önerdiği yeni rejim, yani anayasa projeleri federalisttir”. (a.g.e Sayfa 32-33)
Demek ki geçmişte “İmparatorluğu” “federalizm-demokratik özerklik” diye parçalamışlardı, şimdi “Cumhuriyeti” parçalamaya çalışıyorlar..
“Cumhuriyet’çi”lere ne oluyor?
“Yeni Anayasa” çalışmaları bağlamında “ilk üç madde”nin değiştirilmesinin yolu mu yapılıyor?
Ne diyordu Prof.Dr. Gözler?
“Bu süreci destekleyen kişilerin, söz konusu sürecin üniter devlet ilkesine ve ülkenin (vatanın) bölünmezliği ilkesine aykırılık teşkil etmediği yolundaki beyanları, bizzat üniter devlet ilkesiyle çelişki halindedir”.
Tarihinizle yüzleşerek “hâl”i ve geleceği şekillendirmek, olaylara hangi gözlükle baktığınıza bağlıdır.
13 Temmuz 2012
57′NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ