MÜSLÜMAN GENÇLERE DİN BİLGİSİ


T.C. BAŞBAKANLIK DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
WEB KÜTÜPHANESİ

MÜSLÜMAN GENÇLERE DİN BİLGİSİ

[ UKÛBÂT ]

UKUBAT= CEZA HUKUKU

İslâm Hukukunda cezalar başlıca üç nev’e ayrılır:

1? Hadler, 2? Kısas ve diyet, 3? Ta’zir cezaları.

Had cezaları (Hudud): Bunların çoğu Kur’ân-ı Kerim’de gösterilmiştir. Zinâ, kazf, sirkat, yol kesicilik. Bunlar âyetle bildirilmiştir. Şurb-i Hamr: Sarhoşluk cezası Sünnetle ve kıyas yoluyla tesbit edilmiştir.

Bunlara had cezaları denir. Çünkü Kur’an’la tayin edilmiş birer cezadır. Bunlar kamuyu ilgilendiren ve hakku’llaha taallûk eden suçların cezasıdırlar. Onun için amme hukukuna dahildirler. Bununla beraber kazf ve sirkat suçlarında ceza için şikayet şarttır. Bu suçların isbatı sırasında ve verilen ceza infaz edilirken şikâyetçinin hazır bulunması lâzım gelir. Zinâda şâhidler hazır değilse ceza infaz edilmez. Hattâ recimde şâhidler taşlamaya kendileri başlamazsa ceza düşer. Çünkü bunda bir şüphe uyanır. Hadler ise şüphe ile düşer.

Hudud denilen cezalar Allah’ın hakkıdırlar. (Hukuku’llah). Hırsızlıkta ihbardan önce çalınan şeyi iade etmek, cezadan kurtarır. Yol kesicilikte yakalanmadan önce nedâmet ve tövbe, haddi düşürür. Bu hallerde bu fiiller, âdi suçlardan sayılır. Ve cezayı affetmek mümkün olur.

Kesin hadlerde sulh ve af yoluna gitmek olmamakla beraber yine de bir tahfif temâyülü vardır. Had cezaları şüphe ile sakıt olur. “İdrau’l-hudûde bi’ş-şubehât” (Hadis-i Şerif). Fi’lin, câiz bir fi’le benzerliği, fâilin niyeti, cebir ve ikrah bulunması cezayı düşürür. Zaman aşımı kısadır, umumiyetle bir ay kabûl edilmiştir. Sarhoşluk haddinde ise, sarhoşluğun ve şarab kokusunun devamı müddetidir. Gizli yerde vuku’bulan zinâ fiilinin dört görgü şahidiyle isbâtı çok güçtür. Hatta böyle bir suçu ikrar edene, bu ikrarından dönmesini telkin etmek mendûbtur, bunlar af tarafını tutmak içindir. Hz. Peygamber böyle yapmıştır. Hâmile ve hasta olana recim cezası tatbik edilemez. Zina haddi çok ağır olduğundan kimse zinâya yaklaşmasın diye böyle konmuştur. Hukuk-ı ibâdda şahidlik farz olduğu, şahidliğin saklanması Kur’an’da yasaklandığı hald, hukuku’llâh nev’inden olan had cezalarını mucıb hallerde, fâil bunları itiyad etmemiş, adı çıkmamış ise onu setredip örtbas etmek evlâdır. Ancak haya damarı patlamış hayasızlardan ise, şehadet edilir. Zinâda şehâdet pek sıkı şartlara bağlanmıştır, dört şahidden birinin köle olduğu anlaşılırsa dava düşer. Dâvanın düşmesi ise şahidler için kötü olur. Çünkü kazf talebinde bulunmağa yol açar. Zina dâvası açan, dâvasını geri alırsa, şahidler hakkında yine dâva açılabilir. Şahidlerden birini ölmesi halinde diğerlerinin şehadeti, mûteber olmaz.

Katl ve cerh (yaralama) ın, eşyaya yapılan zararların hükümleri başkadır. Katlin cezası kısas, yaralamanın ise diyettir. Bunlarda af, sulh mümkündür. Yalnız nedâmet ve tevbenin, iyi niyetin bunlarda bir tesiri yoktur.

Katl nefse karşı cinayettir, cana kıymaktır. Cerh ise, bedenin uzuvlarına yapılan cinayettir. Buna cinâyet fimâ dûnennefs denir. Eşyaya yapılan zararlarla hayvanların yaptıkları zararlar Mecelle’de gasb ve itlâf bahsinde yer almıştır (Md. 887 ve sonrası)

 

 

Zinâ Haddi:

Zinâ, mülk ve mülk şüphesi olmaksızın yapılan cinsî münâsebettir. Buradaki mülk, mut’a olan nikâh ile mülk’i rakabe demek olan kölelik mülkiyetini ifâde eder. Milk şüphesi ise tam olmayan evlenmelerdir, nikâh-ı fâsid gibi. Zina haddi şahısların durumuna göre değişiktir. muhsan ve gayr-i muhsan: Evli olmak veya olmamak arasında fark yapılmıştır.

Nûr Sûresinin ikinci Âyetinde:

“Zinâ yapan kadın ve erkekten her birine 100 değnek vurun!” buyurulmuştur.

Bu âyete göre zinâ yapan kadın ve erkeğe yüz değnek had vurulur. Bunların rızâlarıyla bu işi yapmış olmaları cezayı hak etmek için şarttır. Zorla ırzına geçilen kadına bu ceza verilmez. Ayette (mezniye) değil de (zâniye) denilmesinin sebebi budur.

Bu âyetten önce, Nisâ Sûresinin 15 inci Ayetine göre zinâ eden kadınlar, ıslâh-ı hal edinceye kadar, evlerinde hapsedilirdi. Nur Sûresi ile değnek cezası verildi. Buna celde denir… Çünkü deriye, cilde vurulur. Bu bir işkence, eti çürütmek için değil de te’dib için vurmaktır. Onun için değnek vururken dikkat edilecek hususlar şöyle tesbit edilmiştir:

1? Değnek parmak kalınlığında olacak, düz ve budaksız bulunacak.

2? Vuran kimse elini omuz hizasına kadar kaldıracak, fazla kaldırıp şiddetle vurmayacak,

3? Çıplak bedene vurmayacak,

4? Yüz, karın başluğu, tenasül yerleri gibi nazik yerlere vurmayacak,

5? Değneklerin hepsi bir yere vurulmayıp vücûdun muhtelif yerlerine dağıtılacak,

6? Erkeğe ayakta, kadına oturduğu halde vurulacak.

Zinâ haddi vurulmak için fâilin: Akil, bâliğ, Müslüman, hür ve gayr-i muhsan yâni evlenmemiş olması şarttır. Evli olanlar için recim cezası kabûl edilmiştir. Recim hakkında Kur’ân-ı Kerim’de bir âyet yoktur. Buna dâir olan âyetin tilavetinin neshedilip hükmünün baki olduğu rivâyet edilir ki o da şudur: “Eş-şeyhu ve’şşeyhatu izâzeneyâ fercumû huma…” Bâzı ulemâ, böyle bir metnin âyet olduğunu kabûl etmezler. Recim hadisesi çok nadir olmuştur. Naîma Tarihi 1091’de İstanbul’da bir recimden bahseder (C. VI, S. 173).

 

Kazf Haddi:

İslâm, namusa çok önem verir. Bir insana iffetsizlik isnadı en büyük günahdır ve ağır cezayı müstelzimdir. Zina isnadı kolay birşey değildir, İslam bu isnâdın isbatını çok güçleştirmiştir. Dört görgü şahidi bunu gözleriyle tam gördüklerini söylemek şarttır. İkrarda ise dört defa ikrar etmesi, hakim reddettikçe ikrarını tekrarlaması lazımdır. Aksi halde zina sabit olup recme gidilemez.

Zinâ isnad edip de isbat edemeyenler müfteri durumuna düşerler ve bu iftiraları cezasız kalmaz. Nûr Sûrsinin 4. Ayeti, muhsan olanlara zinâ isnad edip isbat edemeyenlere 80 değnek vurulmasını amirdir. Bu ceza, evlenmiş veya evlenmemiş olan namuslu kadına, iffetli yetişkin kızlara yapılan zina iftirasına şamildir. Akil, baliğ olan hür, namuslu Müslüman kadını muhsandır. Ona iftira cezayı müstelzimdir. Erkeklere iftira da aynı şart ve hükümlere bağlıdır. Köleler hakkında kazf haddi 40 değnektir. Köleye yapılan zinâ iftirası ise hadd-i kazfi değil, ta’ziri mûcibdir. Kocası kendi karısına zinâ isnad ederse o zaman liân yapılır ki, bu, âile hukuku bahsinde geçti (Nûr Sûresi, Ayet: 6-9).

 

Sirkat Haddi:

Cahiliyet zamanında araplarda mal emniyeti yoktu. Mahmud Es’ad, İslâm’dan önce arabların, hırsızlık edenin sağ elini kestiklerini söylüyor.(1)

(1) M. Es’ad, İslâm Târihi, Medhâl, S. 563.

 

Kur’ân-ı Kerim, kadın olsun, erkek olsun hırsızlık yapanın elini kesmeği emreder (Maide Sûresi, âet: 38).

Hırsızlık: Birinin mahfuz olan malını gizli olarak almaktır. Rızası olmadan malı gözü önünde, âşikâre alırsa bu hırsızlık değil, gasbtır. Çalınan mal, 10 dirhem gümüşten aşağı kıymette olmamak şarttır. Zahireye mezhebine göre çalınan malın az veya çok, muhrez ve mahfuz olmasının önemi yoktur. Tarar (yankesici) hırsızdan daha ileri gidip el çabukluğuyla aldığından eli kesilir. Nebhâş (kefen soyucu) muhrez olmayan kefeni aldığından hırsızlık hükmü uygulanmaz.

Mülk ve mülk şüphesi bulunduğu takdirde hırsızlık haddi de, zina haddi gibi, sakıt olur. Ortak maldan birşey almak hırsızlık sayılmaz. İhraz ve hıfz şartının bulunmasından dolayı, akrabanın, girip çıkmağa mezun olduğu yerden birşey alması da hırsızlık sayılmaz. Fâil, alınan şeyin muhrez olduğu yerde onu götürmeden yakalanırsa hadde tabi’ olmaz, ta’zir edilir.

Şarap gibi şer’an mal-ı mütekavvim olmayan şeyler hırsızlık mefhumuna girmez. Hür bir adam da çalınamaz. Kudsiliğinden dolayı ticarete konu olmayan Mushaf ve dini kitaplar da hırsızlığa girmez.

Hırsızlık edenin ilk defa sağ eli kesilir. İkinci defa hırsızlık ederse bu defa sol ayağı kesilir. İki elini de kesip hayati ihtiyaçlarını görmekten büsbütün mahrum bırakılmaz. Yine hırsızlık ederse artık kesilecek bir şey yoktur. Tevbe edinceye kadar hapsedilir. Çaldığı mal elinde mevcut ise sahibine iade edilir. Telef oldu ise tazmin lazım gelmez. Had vurmak cezası, tazmini bertaraf eder. İki ceza bir arada toplanamaz.

Hırsız, haddin tatbikinden önce tevbe ederse, Hanefi mezhebine göre mal sahibi affetmedikçe had düşmez. Şafiilere göre düşer.

Yol Kesme: Yol kesenlere Kuttâ-ı tarîk denir. Bunlar dağ başında ve kırlarda silahlı olarak gezip rastgeldikleri yolcuları tutup soyan eşkıyadır. Bunun cezası Maide Suresinin 33 üncü Âyetinde gösterilmiştir.

Kat-ı tarik yapan eşkıya iki türlüdür. Bir kısmı yalnız soygunrculuk yapar; mala dokunur, cana dokunmaz, bazısı ise hem malını alır, hem de canını yakar. Hem malını alıp hem de öldürse bu iki suç birleşince bunun cezası ağırdır.

Yalnız mal alırsa bunların sağ eli ve sol ayağı kesilir. Hem mal alıp hem de öldürürse diri olarak asılıp süngü ile öldürülür veya öldürüldükten sonra asılarak ölüsü teşhir edilir. Bu şekilde cezâ, kısâs olmayıp had olduğundan varislerin affetme salahiyeti de yoktur. Yalnız ulûl-emr bu cezalardan asmak yerine katl, katl yerine el ayak kesmeyi tercih etmek yetkisini haizdir. Eşkıya soygunculuk yapmaz, ırza geçmez, adam öldürmezse yalnız yolu tehdit ederse o zaman hapsolunur, başka bir yere sürülür. Bunlar adam yaralar veya öldürür de soygunculuk yapmazlarsa o zaman bu kısâsa girer. Veli-i kısâs isterse kısâs ister, isterse diyet alır. Mal almışlar da tevbe etmişlerse mal sahipleri mallarını istemekte muhayyerdirler.

 

Hadd-i Hamr (Sarhoşluk Cezası):

Kur’ân-ı Kerim’de şarap içme yasak edilmiş, fakat içenlere muayyen bir ceza gösterilmemiştir. Sahabe-i Kiram zamanında sarhoşluk haddi 40 değnek iken sonraları sarhoşluk arttığında, Hz. Ali’nin: Sarhoş hezeyan eder, hezeyan etmek kazfe benzer, buna da kazf cezası tatbik edilsin, yolundaki teklifi kabul edilerek Hz. Osman’ın zamanında sarhoşluk cezası (Hadd-i Hamr) 80 değnek olmuştur. Köle için bunun yarısı tatbik edilir. Sarhoşun ağzının koksu geçtikten sonra had vurulmaz.

Kısas: Bir kimseyi amden öldüren kimsenin öldürülmesidir. Kısas özel bir haktır. Bunun için af ve sulh cereyan eder. Diyeti mûcib katilde bir erkek, iki kadının şehâdeti kabûl edilirse de kısasta, hududda olduğu gibi, kadınların şahidliği kabul edilmemiştir.

Kısas cezası infaz edilirken veli-i kısâs’ın hazır bulunması lazımdır.

Cerh cezalarında telef edilen uzva bedel yaralayanın aynı uzvu itlâf edilir, göz yerine göz çıkarılır, bu da kısâstır. Kısâs: Kılıç gibi keskin bir âletle boynu kesmek sûretiyle yapılır. Kısâs vârislerin hakkıdır. Bunu vel-i kısâs ya kendi yapar, yahut başkasına yaptırır. Vârisler, kısâs yerine diyet almak selâhiyetini haizdirler. Cinayetlerde af ve sulh caiz olduğundan, varisler affederlerse kısas hakkı meccanen sakıt olur, mirascılardan bazısı affetmezse veya deli, sabiy gibi affa ehil değilseler, o zaman onlara diyet verilir. Kısâs bölünmez bir haktır. Tecezzi kabul etmez. Kısasta bir bedel üzerine sulh olmak da caizdir. Ancak kısâsta hakem usûlü cari değildir. Bu hususta ancak hakimin hükmü muteberdir. Bundan başka hükümden sonra kısasın icrası için bir emrin istihsâli, ötedenberi devletçe usûl ittihaz olunmuştur.

Kısas hakkındaki emir şöyledir:

“Ey mü’minler, öldürülenler hakkında kısas yapmak size farz kılındı.” (Bakara: 178).

Kısasta can ve nefs müsâvatı aranır. Hayat hakkı herkes için müsâvidir, her can muhteremdir. Onun için mâktûl kim olursa olsun, kâtilin kıydığı bir can olduğundan, ondan kısas yapılır. İslam ülkesinde sakin olan Müslümanlar gib izimmilerin de hayatları tecavüzden masundur. Onun için bir zimmiyi, bir köleyi amden öldüren kimse de kısâsen öldürülür. Bu Hanefî mezhebinde böyledir. Şâfiî ve Mâlikiler ise kölenin ve zimmînin, Müslüman hür katilinden kısâsı câiz görmüyorlar. Arada müsâvât yok diyorlar. Fakat burada müsâvat can sahibi olmaktır. Burada da hayata kasıt vardır. Her hayat muhteremdir.(*)

(*) Bağdat’ta bir Müslüman bir zimmîyi öldürür. Başkâdı olan imam Ebû Yûsuf, mezhebe göre kısasla hükmeder. Bunun üzerine biri Ebû Yûsuf’a şu beyitleri gönderir:

“Ey kâfirden ötürü Müslümanı öldüren, cevr ediyorsun. Cevr eden adâlet yapan gibi olmaz.

Ey bağdat ve etrafında olan halkın ulemâsı ve şâirleri, (innâ ileyhi râciun) okuyun ve dîninize yas tutun. Cevre de sabır edin. Çünkü sabredenlere ecir var. Kâfire kısâsen Müslümanı öldürmekle Ebû Yûsuf dîne cevr etmiştir.”

Ebû Yûsuf durumu Halîfeye arzetti. Reşid, fitneden korktu ve buna bir çare bul, dedi, Ebû Yûsuf kan dâvasında bulunanlardan zimmîliğin sübut ve sıhhatına dâir beyyine istedi. Bunu gösteremediler. Kısâs da sâkıt oldu (Mâverdi, Ahkâmü’s Sultâniye. s. 219).

 

Kısasta esas can mümaseleti olduğu âyet-i kerimede açıktır. (Bakara: 178).

Katl beş nevi’dir. Âmden katl, şihb-i amd, hatâ ile, hatâya benzer katl, bir de katle sebep olmak.

1? Amden katl: Kısâsta amden katl şarttır. Bu da ancak katlin, öldürmeye yarayan kesici ve sivri bir aletle yapılmasiyle tahakkuk eder: kılıç, bıçak, ok, mızrak, keskin taş, sivri ağaç gibi şeyler katl aleti sayılır. Baston, sopa, tokat ile vurarak öldürmek kısası mucib olmaz. Bunlar şibh-i amd nev’inden katle girer.

2? Şibh-i amd: Ateşe atmak, boğazına kızgın demir, zincir geçirmek sûretiyle öldürmek şibh-i amd sayılmıştır. Halbuki bunlarda feci bir işkence vardır. Şüphe ile hudut sakit olur kâidesine dayanarak evlãdını öldüren ana ve babanın, kölesini öldüren hürrün kısâsına gidilmemiştir: Evlât kâtili olmak fena bir şey olduğundan katli kasdetmez farzediliyor. Yine bu kaideye göre ehliyeti kâsır olan deli, küçük ile katılde müşterek olan kimse kısâsen öldürülmez, diyet verir. Çünkü ihtimal ki maktûl, tasarrufa ehil olmayan fi’liyle ölmüştür. Büyük bir taş veya büyük bir odunla öldürmek, İmâm-ı A’zam’a göre amden katle girmez, İmâmeyn’e göre girer. Denize atmak da böyledir. Bir kimseyi bir evde hapsedip kapısını kilitlese, o kimse de orada açlıktan, susuzluktan ölse, İmâm-ı A’zam’a göre hapsedene birşey lâzımgelmez, açlıktan ve susuzluktan öldü, açlıkta ve susuzlukta kimsenin medhali yoktur, diyor. İmâm Ebû Yûsuf’la İmâm Muhammed’e göre hapsetmek, helâke sebep olmaktır. Onun için diyet lâzımdır. Ma’kûl olan da budur.

Bir kimseyi zehirlemek için zehir verse, o kimse bilmeyerek zehiri yese de ölse, verene dâman lâzım gelmez. Tekdîr edilir, zîrâ, kendi ihtiyârı ile yedi. Eğer zehiri veren yedirir ise o zaman. Hanefî imamlarına göre diyet lâzımdır. Şâfiî’ye göre kısas vâcib olur. Bu katletmek gibidir. Denize atmak da Şafiî katında âmden katıldir. Hattâ birinin yüzüne ansızın bağırmakla korkudan ölse, Haneffiyeye göre diyet, Şâfiî’ye göre kısas lâzımgelir. Şâfiî’ye göre katle sebep olmak mubaşereten katl gibidir. Hanefîlerce katle sebep olmak, mânen katidir, sûreta katl değildir.

3? Katlin üçüncü nev’i hat’â yoluyla öldürmektir. Bunda kast yoktur, âlet, katl âleti dahi olsa kısas lâzımgelmez. Ava atıp da insan öldürmek gibi. Bunda diyet lâzımdır.

4? Bir de hatâ mecrasına câri katl vardır. Bu da ihtiyârı dışında olan bir fiille katlidir. Yüksek bir yerden bir adamın üzerine düşerek gibi. Bu hatâya benzer.

5? Son bir bir nev’i de katle sebep olmaktır, bir kimsenin kamuya âit olan bir yolda haksız yere kuyu kazarak birinin düşmesiyle ölümüne sebep olması bu nevi’dendir.

Anlaşıldığı üzere ancak birinci nevi’de yâni âmden katlde kısâs lâzım gelir. Şibh-i amd’de, hatâda, hatâ mecrasına câri olan katllerde, katle sebepte diyet lâzımgelir, kısâs yapılmaz.

 

Diyet:

Diyet para cezasıdır. Bunda kefâlet câizdir. Üç yılda üç taksit olarak ödenir. Miktarı adam için 100 devedir. İslâm’dan önce câhiliyet devrinde Arablarda bir adamın diyeti 10 deve idi. Peygamberimiz’in ceddi Abdulmuttalib zamanında 100 deveye çıkarıldı. Diyet para olarak 1.000 dinar altın veya 10.000 dirhem gümüştür.

Kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır.

Uzuvlara Karşı İşlenen Cinâyetler (Cerihler):

Bunlar da beş nevi’dir:

Âmden cerh hâlinde kısâs lâzımdır. Yâni o uzvun karşılığı olarak fâilin aynı uzvu kısâs yapılır. Ancak bunda mümâselet, denk olmak şarttır. Onun için kadınla erkek, büyük ile küçük sağlam ile sakat arasında mümâselet olmadığından, bunlardan biri diğerinin kolunun kestiği zaman kısâs yapılmaz diyet alınır. Bir kimse, bir adamın kolunu tam dirseğinden kesmişse kesilecek miktarı tâyin mümkün olduğundan, fâilin kolu tam dirseğinden kesilir, fakat tam dirseğinden kesmemişse, kesilen miktarı noksansız ve ziyâdesiz tâyin mümkün olmadığındın, mümâselet bulunmadığına göre, bunda diyet lâzımgelir.

Diyet hakkında Tevrat’ta hükümler vardır.

Uzuvlar hakkındaki kısâs da af ve sulh ile düşer. Ve af meccanen yapılmadığı takdirde diyet alınır.

Âmden olmayan cerhlerde diyet lâzımgelir. Bu diyete Erş denir. Erşler, kesilen uzva ve zarara göre muhtelif miktarda olur.

Şec denilen yaralamalar 10 nev’e ayrılmış olup bunların bâzılarında diyetin onda biri, bâzılarında yirmide biri, bâzılarında her ikisi, bir kısımda da hükümet-i adl denen diyetin alınacağı bildirilmiştir.

Amden bir uzva yapılan cinayette o uzuv bedenden ayrılmadığı, olduğu yerde kaldığı halde, ondan beklenen menfaat tamamiyle zâil olmayıp da o uzuv zayıf kalsa, bir ayıp ârız olsa o zaman hükûmet-i adl lâzımgelir.

Hükûmet-i adl: Bilirkişiler tarafından tâyin edilen diyettir. Ve bunda şöyle bir yol tutulur: Yaralanmış kimse köle farzedilir. Yarasız iken bir kıymet biçilir, bir de yaralı, ayıblı halinde kıymet biçilir. İki kıymet arasındaki fark sağlam haldeki kıymetin kaçta biri ise diyetin o miktarı hükûmet-i adl olur.

Gurre: Bir de gurre denilen diyet vardır ki, bu ana karnındaki çocuğun ölü olarak düşmesine sebep olandan alınan diyettir. Bu, çocukların sayısına göre alınır. Bir çocuğun diyeti 500 dirhem gümüştür. Bu miktar tam diyetin 1/20’idir. (Tam diyet 10.000 dirhem gümüştür.) Kadın, kocasının emriyle ilâç içerek çocuğunu düşürse, kadına gurre lâzım gelmez.

Kasâme: Kâatil belli olmadığı takdirde, ölünün bulunduğu toprak sâhipleri, kasâmeye tabi’ tutulurlar. Veli-i kısâs, bunlardan elli kişi seçer, Onlar: Maktûlü öldürmediklerine ve öldüreni de bilmediklerine yemin ederlerse o zaman onlardan diyet alınır. İçlerinden biri yemin etmezse, veli-i kısâsın isteğiyle, ikrar veya yemin edinceye kadar hapsedilir. Veyâhut diyet isterse, bütün diyeti onun ödemesine hükmolunur.

 

Ta’zir Cezaları:

Ta’zir cezalarının muayyen bir miktarı yoktur. Bunlar ulû’l-emrin takdirine bırakılmış cezalardır. Bunlar siyâset-i şer’iye nev’indendir. Hükümdâr veya håkim gerekli gördüğü şekilde tatbik eder veya etmez. Siyâsetten verilen cezalar bu kabîldendir.

Ahkâm-ı Sultaniye sâhibi Mâverdî’nin dediğine göre, ta’zir hadleri, beyan edilmemiş olan suçlar için, bir ceza ve te’dibdir. bunlar, had cezalarında aşağı ? Mâdûne’l-had cezalardır, takdîrî bir şeydir. Ancak bu ulû’l-emre mutlak olarak bırakılmamıştır, iki şartla mukayyeddir: 1? Verilecek cezada âmme menfaatı gözetilmeli, 2? Ta’zir edilecek kimsenin suç işlediğine kanaat verecek delil bulunmalı. Hudûd şüphe ile sâkıt olduğu halde ta’zîrde şüphenin rolü yoktur.

Ta’zîri îcâbettiren suçlar muayyen değildir. Kadına lâf atmak, taarruz etmek, döğmek, sövmek, kalpazanlık, tartıda hîle, halkı rahatsız etmek ve sâire gibi had ve kısâs suçlarının dışında kalan fiilllerdir.

Ta’zîrler, had’den aşağı olduğuna göre, 80 değnekten az olacaktır. 1267 tarihli Ceza Kanununa göre ta’zîr cezası 3 değnekten 79 değneğe kadar olarak gösterilmiştir. Fakat bâzılarınca ta’zîr, malı müsâdereden ölüme kadar her türlü cezalara şâmildir. Sürgün, meydan dayağı, teşhir, hep ta’zîre girer.

MÜSLÜMAN GENÇLERE DİN BİLGİSİ - nisa suresi ayet138 munafiklara haber ver azap mujde

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir