Başbakan Erdoğan,Suriye’nin düşürdüğü uçağa ilişkin yaptığı açıklamada “Türkiye’nin dostluğu ne kadar değerliyse, herkes bilsin ki Türkiye’nin gazabı da o kadar şiddetlidir”tehditinde bulunuyor.
Sonra misyonu nedeniyle millî misaktan bî-haber ,”Bugün bize Suriye’yi gösterip sıfır sorun politikamızı sorgulayanlar, işte bugün nasıl sıfır sorunu anlayamadılarsa geçmişte de Gazi Mustafa Kemal’in ‘yurtta sulh cihanda sulh’ politikasını anlayamadılar, anlamadılar. Bunlar ‘yurtta sulh cihanda sulh’ politikasını yan gelip yatmak olarak anladılar”diyor.
Tarih Türk milleti için Başbakan Erdoğan’ın ifadesinde ki maksudu dışında seyretmektedir-o yüzden,yine bir şaşkınlık oluşuyor!
*
Papa 16.Benedict 17 Nisan 2008’de Washington Kültür Merkezindeki konuşmasında,”Birleşik Devletler’deki Musevi topluluğuna özel barış dileklerimi sunuyorum.İsa şöyle der,’Kurtuluş Musevilerdedir‘(John 4:22) Ortak ruhani mirasımızdan hareket ederek,Mutlak Yaratıcı ve onun merhametini temel alan umudumuza tanık olması için size bu mesajı emanet etmekten memnunum” diyor.
Nedir,umud? İşte,”Dünyadaki barışa dair ortak umutlarımız özelde Ortadoğu’yu ve kutsal toprakları kapsamaktadır“diye yanıtlıyor.
Üstelik “Derin ve köklü ilişkileriyle Hristiyan ve Museviler bu umudu paylaşıyorlar,bizler bu umudun mahkûmlarıyız!” ifadesiyle de misyon yüklüyor…
*
Bu misyonun askeri garanti iddiasını,ABD Savunma Bakanı Leon Panetta,”Gerçek ulusal güvenlik,güçlü bir ordu olmaksızın başarılamaz”ifadesiyle vermektedir.
ABD Ulusal Güvenlik anlayışını 4 ulusal çıkar;Güvenlik,Refah,Değerler ve Uluslararası Düzen belirliyor ve-bakınız, Dışişleri Bakanı Hilary Clinton onu şöyle açıklıyor:
“ABD vatandaşlarının güvenlikleri noksanlıkları olan uluslararası sisteme rağmen küresel işbirliği sayesinde yaratılacak barışçıl ve istikrarlı dünya ile sağlanacaktır!”
Ortak umud ya da itikadı teminen barışçıl ve istikrarlı dünyanın nasıl sağlanacağını da Genelkurmay Başkanı Org. M.Dempsey, askeri stratejinin felsefesi ile açıklıyor,”Nerede ve ne zaman olursa olsun küresel olaylara karşılık verme yeteneği düşmanlarla savaşıp savaşmamaya değil,bunun nasıl yapılacağı ile ilgilidir“diyor.
NATO Genel Sekreteri A.F. Rasmussen’de,ABD’nin Askeri Stratejisinin NATO’nun Stratejik Konsepti prensiplerine, makul savunma sistemine,güne özgün niteliklere, esnekliğe ve etkili partnerliğe uygun olduğu görüşünü bildiriyor.
*
Rusya ise Papa’nın yanılmazlığı ve evrensel yetkisini kabul etmeyen,vahiy inancında ve gelenekçi Ortadoks düşüncesini tarihi egemen devlet idealiyle pekiştirmiştir.
Askeri Doktrininde,”Tek egemenliğin,tek efendinin olduğu bir dünyanın onu elinde bulunduranlar içinde ölümcül olduğu,tek kutuplu dünyanın kabul edilemezliği yanısıra modern uygarlık için ahlâkî bir temel olmadığı” fikrinden gelişiyor.
*
Derin ve köklü ilişkileriyle Hristiyan-Musevilerin ve Ortadoksların ortasında Türkiye Cumhuriyeti’nin de umudu millî misak sınırlarından genişleyen barışçıl ve istikrarlı bir dünyadır.
Türkiye bu niteliklerinde dünyayı Mustafa Kemal’in”Ben batı milletlerini,bütün dünyanın milletlerini tanırım.Fransızları tanırım,Almanları,Rusları ve bütün dünya milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışmam da harb sahalarında olmuştur,ateş hattında oluşmuştur.Ölüm karşısında oluşmuştur.Yemin ederek sizi temin ederim ki,bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir”deyişi istikametinde asla maneviyatında bir zarara rıza göstermemek kaydıyla katkı veriyor.
*
Halbuki aklı, merkezinde Hristiyan ve Musevinin itikadi ve maddi çıkarlarının bulunduğu ve çevresi bu çıkarları paylaşan ülkeleri kurgulayan Büyük Ortadoğu ve Medeniyetler İttifakı projelerine destek vermeye iliştirilmiş,
Başbakanı izinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da,”Zayıf ve dağınık bir muhalefet sadece Beşar Esad rejiminin işine yarar” uyarısıyla,Suriye muhalefetini demokratik ve özgür bir ülke kurma hedefi doğrultusunda birleşmeye çağırıyor.
*
Hepsinin aklının eseri -olursa da, bir “Dünya İmamı”nın o coğrafyanın ülkelerinde insanlara kendi algısındaki Allah’ın birliğine inanmalarını,tüm yaşamda Allah’ın hükmünden başka hüküm tanımamalarını bildireceği kurgusundadır!
Bu suretle o’nun yönlendirmesiyle toplumların iyilik,güzellik ve mutluluğa ulaştırılmasında “Vah’yin” yegane yol gösterici,”Hakimiyet”in bütün varlıkları külli hakimiyetinde tutan Allah’ın olduğu ve bu hakimiyeti bir ferdin,sınıfın ,zümrenin tabii ve ilahi hakkı olmaksızın kullanılacağı yeniOsmanlı düşleniyor.
*
Hükümet harikulâde bir düşte bu güne kadar başarıdadır da!
Şimdi yeni Osmanlı’nın alanında Tunus’tan-Libya’ya,Mısır’dan Ürdün’e şiddetin sona erdirilmesinin, yeni yöneticilerin toplumlarına ekonomik ve siyasi reformlarla ulaşmasının,rejimleri değiştirilen ülkelerde -ne demekse, pan-islamist demokrasinin kurumsallaştırılmasının,eski rejim kalıntılarının kaldırılmasının,sivil toplumun geliştirilmesi,yeniden yapılandırılan siyasetle uluslararası her düzeyde diyalog kurulmasının,İslam İşbirliği Örgütünün bu sürece daha ziyadesiyle katılmasının yol göstericiliği yapıyor.
Bu uğurda ne pahasına olursa olsun Suriye’de de rejimin düşmesine omuz veriyor.
*
Kurulan düş’ün etkisinden sıyırılıp gerçekle karşılaşıldığında ise -belki de,herşey için çok gecikildiğini görmekr şok olacaktır!
Ne yapılıyor?Arap coğrafyası ekonomisinin pazar ekonomisine çekilmesine yönelik yeni bir sermaye birikim modeli işletiliyor.
Bu noktadan hareketle yeni Arap devletlerinin yeni sınırlarının oluşturulmasında-işte, doğrudan müdahale yerine islamcıların önderliğinde sınırlı sayıda egemende biriken ve halkın lehinde kullanılmayan, Batı’da değerlendirilen sermayenin milli gelir ve reel hayat arasında oluşturduğu uçurumun yansıdığı halk tepkisinden yararlanılıyor.
Tıpkı Türkiye’deki gibi yeni değer yargıları üzerinden yeni islamcı burjuvazi oluşturulmaya,buna denk devlet yapılanması ve rejimin sağlanacağı,kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları,medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla;Fas,Tunus,Libya,Mısır,Ürdün,Somali,Sudan yeniden biçimlendirilmeye çalışılıyor.
*
Ne ki bir yanda ulusal,etnik,mezhepsel farklılıklar bulundukları ülkeleri “kan gölüne” çevirmektedir,radikal ayrışmalar yaşanıyor.
Öte yanda Hristiyan-Museviler -belki,Ortadokslar lehinde İslam ülkeleri birer-birer sosyo-politik istikrarsızlıklarla yükleniyor.
Yeni Osmanlı hedefiyle iğfal edilen İslami Hareketler şahsında ülkeler ayrışıyor ve siyasi- ekonomik bağımlılıklarla giderek Hristiyan ve Musevilerin -belki,Ortadoksların kolay avı haline gelmiş bulunuyor.
*
Davutoğlu,”Uçağın düşürülmesi cezasız kalmayacak bir suçtur.Türkiye sınırına yönelik bir saldırı NATO’ya saldırıdır”derken tatlı düşünde şeytani vesvesesinden ayılamıyor.
NATO kılını kıpırdatmıyor!
YeniOsmanlı’nın hayalî alanında tertiplenen bu av’da her bir İslam ülkesi diğerine hem avcı, hem av haline gelmiştir,göremiyor!
Hristiyan’ın,musevinin,ortadoksun da bunları bir güzel sindirmeye hazırlandığını…
4.7.2012
Bir yanıt yazın