Başbakan Erdoğan ile Leyla Zana’nın 1,5 saat görüşmesi, görüşmede Açılım Koordinatörü Beşir Atalay’ın bulunması, Erdoğan’ın Zana’ya fular hediye etmesi, Oslovari bir sürece girildiğine işaret ediyordu.
Nitekim Başbakan Erdoğan, gazetecilere “görüşme gayet iyi geçti” müjdesi veriyor ancak ayrıntıdan kaçıyordu. Erdoğan, görüşmeye dair açıklamanın Zana tarafından bir gün sonra TBMM’de yapılacağını söylüyordu. Demek ki, Zana ya “Açılım sözcüsü” ya da “Açılım Koordinatörü yardımcısı” olmuştu.
Öcalan’a ev hapsi masada!
Zana ertesi gün basının karşısına çıktı ve masaya hangi konuların geldiğini, Erdoğan’dan neler istediğini tek tek sıraladı. “Oslo süreci yeniden başlamalı“ talepli Erdoğan-Zana görüşmesinde, masaya “Öcalan’ın ev hapsi“ konusunun gelmesi, Aydınlık’ın “Öcalan nerede?“ haberleriyle 12’den vurduğunu gösteriyordu.
Zaten 2. Açılım süreci başlamıştı: Y-CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a “Öcalan’ın önerilerini“ götürmesi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Öcalan’a ev hapsi konuşulabilir“ demesi, BDP’nin 14 Temmuz’da Diyarbakır’da “Öcalan’a özgürlük“ mitingine hazırlanması, Barzani’nin Kemal Burkay’la görüşmesi sürecin aşamalarıydı…
ABD cephesi!
Aydınlık’ın patlattığı “Öcalan nerede” bombası, ilginçtir AKP ve PKK’de aynı oranda rahatsızlık yarattı.
Örneğin ATV, 30 Haziran akşamı ana haber bültenine bu haberle başlıyor ancak Aydınlık’ın haberini değil de Bahçeli’nin 3 hafta önceki “Öcalan İmralı’da değil mi?“ sorusunu gündeme getiriyordu. Sanırsın Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Aydınlık’a değil de Bahçeli’ye gecikmeli yanıt veriyordu!
PKK’ye yakın yayın organları da Aydınlık’ın haberinden rahatsız olmuştu. Örneğin Fırat Haber Ajansı ANF, Mehdi Atay imzalı yorumanalizinde şu dikkat çeken ifadeyi kullanıyordu: “Kontrolsüz bir biçimde neye hizmet ettiği anlaşılamayan bu gündemleştirme…“
Ve tıpkı ATV gibi ANF de Aydınlık’ın adını söylemekten kaçınıyordu. Demek Oslo’da AKP’yle PKK’nin yüzde 95 anlaşmış olması, ortak bakış açısı yaratıyordu!
Aslında Aydınlık’ın haberi karşı cephenin kimlerden oluştuğunu da bir kez daha ortaya koymuş oluyordu: ABD AKP’yle, ABD CHP’yle, ABD Barzani’yle, AKP CHP’yle, AKP Barzani’yle, Burkay Barzani’yle, Burkay CHP’yle, MİT (AKP) Öcalan’la, ABD Öcalan’la görüşüyordu! ABD, hepsini “Büyük Kürdistan” cephesinde toplamış durumdaydı.
AKP ve PKK Esad’ın karşısında!
Haliyle soruyorsunuzdur: Madem hepsi aynı cephede, o zaman AKP’nin yüzde 95 mutabakata vardığı PKK, nasıl oluyor da Suriye’de Erdoğan’ın düşman ilan ettiği Esad’dan yana tutum alıyor?
PKK’nin 1999’dan beri Suriye’nin değil ABD’nin denetiminde olduğu, bu nedenle özellikle yandaş basında çıkan Esad-PKK ittifakı türünden haberlerin yalan olduğunu birkaç kez yazdık.
PKK dün bir basın açıklaması yaparak gerçekte nerede durduğunu ortaya koydu: “Basında yer alan iddialar yalana dayalıdır. Nasıl ki baştan beri biz bu rejimin (Esad rejimi) yanlısı değildiysek, bundan böyle de yanlısı olmayacağız. Birincil derecedeki amacımız Batı Kürdistan’da (Kuzey Suriye) Kürt halkının haklarını savunmak, Suriye’de Kürt ve Arap halklarının geleceğini garanti altına almaktır.”
PKK, basında çıkan bu haberlerle, Suriye’deki partileri PYD’nin, “Suriye rejiminin yıkılarak demokratik toplumun inşa edilmesini hedefleyen barışçıl mücadeledeki öncülük rolünün engellenmek istendiğine” dikkat çekti!
Mehmet Ali GÜLLER
Şahin Alpay | |||
Leyla Zana haklıdır |
Kürt kimliğini savunduğu için on yıl hapis yatan, bu nedenle Avrupa Parlamentosu’nun Saharov ifade özgürlüğü ödülünü kazanan Diyarbakır bağımsız milletvekili Leyla Zana, Hürriyet gazetesinde 14 Haziran günü yayımlanan mülakatta, “Başbakan Erdoğan’ın sorunu çözeceğine inanıyorum. Umudumu da, inancımı da asla yitirmedim…” dedi.
Başbakan Erdoğan ve Zana 30 Haziran günü bir araya geldiler. Zana görüşme öncesinde, DEP eski milletvekili Orhan Doğan’ın mezarını ziyaretinde, Erdoğan’a umut bağladığı için kendisini eleştirenlere cevaben şunları söylüyordu: “Ne derlerse desinler, ne olursa olsun, bizim ruhumuz birlik ve beraberlikten yanadır. Bütün hizmetlerimiz halkımız içindir. Dost ve düşman herkes bilsin ki, bu birliktelik bu topraklara mutlaka barışı getirecektir, barış bu topraklarda mutlaka yeşerecektir…”
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın da katıldığı Erdoğan – Zana görüşmesi bir buçuk saat sürdü. Atalay’ın ifadesiyle görüşme “çok samimi bir hava içinde” gerçekleşti. Başbakan, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, “Gayet iyi geçti. Gayet verimli olduğuna inanıyorum…” dedi. Başbakan görüşmede Zana’ya bir fular hediye etti. Zana’nın hediyeye yanıtı, “Beni tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu ettiniz…” oldu.
Zana, 1 Temmuz günü TBMM’de yaptığı basın toplantısında Erdoğan’a şunları söylediğini anlattı: Çözüm için küçük adımlara değil, ileri ve samimi adımlara ihtiyaç var. Bu adımlar tüm tarafların katılımıyla atılabilir. “Roboski katliamı, cezaevinde yaşananlar ve polis şiddeti” hepsi açık yaraları kanatıyor. Yaşananların tüm çıplaklığıyla ortaya konması gerekir. Onyıllardır denenen “güvenlikçi politikalar”ın sonuç vermediği görülmüştür. Oslo görüşmeleri yeniden başlamalıdır. İdam gibi bir tabuyu yıkan bu ülke Abdullah Öcalan’ı ev hapsine alabilir. Öcalan’ın katkısının çözüm açısından hayati önemi vardır. Seçmeli ders olarak Kürtçe olumlu bir adımdır, ama Kürtlerin anadilde eğitim talebini karşılamaz. Silahları bırakın operasyonlar durur söylemi gerçekçi değildir. “Bu görüşmenin kesintiye uğrayan sürecin açılmasına katkı sağlayacağına, halklar için umutlu bir sürecin yaratılmasına ve barışın gelmesine olumlu etki yapacağına inanıyorum. Sayın Başbakan diyalog sürecini açık tutma konusunda samimi tavrını göstermiştir. Bunun için teşekkür ediyorum…” Ve Zana sözlerini şöyle bitirdi: “Sormak isterim, tıkanan bu sürecin önünü açmak için kaç kuşak, kaç ölüm daha bekleyeceğiz?!..” Evet, Zana’ya tümüyle hak veriyorum ve ben de soruyorum: Çözüm için daha kaç kuşak, kaç ölüm bekleyeceğiz?!..
Benim ısrarla tekrarlanan görüşüm açık: Kürt sorununun çözümü için Türkiye milletini oluşturan iki halktan biri olan Kürtlerin kimliklerini özgürce ifade etmelerini kısıtlayan bütün engellerin kalkması, Türkiye’nin yerinden yönetim reformuyla yeniden yapılandırılması kaçınılmazdır. Kürt sorununun bir ürünü olan silahlı isyanın son bulması için de Oslo sürecinin devamı ve anlaşmaya varılan konuların hayata geçirilmesi şarttır.
Son zamanlarda yapılan bütün araştırmalar gösteriyor ki, yıllardır yaşanan büyük acılara, Uludere gibi büyük bir faciaya rağmen Kürt yurttaşların ezici çoğunluğu Türkiye’yi ortak vatan olarak görmeye devam ediyor ve (kimi iddiaların aksine) Türklerle “duygusal kopuş” yaşamıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye milletinin devleti olarak yeniden kurabiliriz. Bu umut olanca gücüyle yaşıyor. Türk ve Kürt siyasilere düşen, bu umudu hayata geçirmek… Zana’nın dile getirdiği de tam olarak bu. Bu umudu söndürmeye çalışan, her anlamda şiddetten beslenen Kürtler ve Türkler var ve olacaktır. Onların beslendiği haksızlıklara son vermeliyiz.
Şunu da bilmeliyiz: Türkiye, Kürt kimliğini bütün gerekleriyle tanımadan, Kürt yurttaşlarına eşit haklar tanımadan, Irak’ta, İran’da, Suriye’de, Avrupa’da, her yerde yaşayan Kürtlerin saygısını kazanmadan, ne demokrasisini tam olarak yerleştirebilir ne de kalkınmasını arzu edilen düzeye getirebilir.
s.alpay@zaman.com.tr
03 Temmuz 2012, Salı
__.,.___
Bir yanıt yazın