Dr. Ali Sak
Türkiye Cumhuriyti eğitim bakanı Ömer Çelik: “Velilerden itiraz gelmezse okul idaresi okulun statüsünü değiştirebilmeli” derken adres belli. Ve adresin sahipleri talimatı yerine getirmek için harekete geçiyorlar.
Denizli’de Merkez İlköğretim Okulu’nun idaresi ek binalardan birisine imam hatip ortaokulu açmak istiyor. Veliler ve öğrenciler idarenin bu girişimine karşı “biz bu arsayı çağdaş bir ortaokul açılsın diye bağışladık, imam hatip olsun diye değil” diyerek tepki gösteriyor ve olayı protesto ediyorlar (Aydınlık, 27 Haziran 2012).
İstanbul Kartal’da İlköğretim okulunun yarısı imam hatip ortaokulu yapılmak isteniyor. Okul idaresinin bu girişimine karşı “istemiyoruz” diye 7 bin imza toplanıp kaymakama veriliyor; veliler kaymakamdan azar işitince 1500 kişi sokağa dökülüyor (Aydınlık, 29 Haziran 2012). Bunlar basına yansıyan ve benim takip edebildiğim örnekler. Eminim ki basına yanısımayan veya hazırlık aşamasında olan daha yüzlerce örnek vardır.
Gidişat belii: toplum din ağırlıklı bir eğitim sisteminin eleğinden geçirilmek isteniyor. Sayın başbakan da “Dindar ve muhafazakâr bir gençlik yetiştireceğiz” diye toplumsal hedefi belirlemişti zaten. Din ağırlıklı eğitim sistemine yöneliş, özellikle İslam dinine mensup topluluklarda, günümüzde yaygın bir eğilimdir. Nedeni, hiristiyan aleminin 18. yüzyılda geride bıraktığı aydınlanma içgüdüsünden kaçış mı, yoksa nostaljik bir hayal mi, pek anlamış değilim doğrusu.
Şimdi bırakalım Türkiye’yi de başka ülkelerden, örneğin İngiltere’den, örnek vererek gidişatı sadece şekil olarak değil içerik olarak da değerlendirelim isterseniz. İngiltere’nin Leicester kentinde İslam dinine mensup olanların gittiği ve devlet sistemi içinde onbir İslam dini okulundan birisindeyiz; daha doğrusu ünlü aktör, komedyen ve gösteri sanatçısı Richard Dawkins bir belgesel çekiminde oradaki gözlemlerini anlatıyor. Üstelik, sadece kızların gittiği ve çekim yapılmasına izin verecek kadar da kendinden emin bir okul. Din ile bilim eğitiminin biraraya gelip gelemiyeceğini gözlemlemek için ideal bir yer yani. Ve burada eğitim gören kızlar geleceğin avukatları, doktorları, öğretmenleri, mühendisleri olacaklar; kısaca toplumun geleceğini belirleyecekler.
Din okulları, genelde tek bir inancın gerçek diye dayatılan, çocukların zihninin kısıtlandığı ve dünyaya açık fikirlerle bakmaktansa, gerçekleri kutsal kitaplardan almakla suçlanırlar. „Acaba“ diyor Dawkins, „böyle düşünceler yanlış anlamadan mı kaynaklanıyor?“ Bu ve benzeri okulların derslerine bakacak olursak eğer tüm okullar gibi bu okullarda da fen derslerinde İngiltere’nin eğitim müfredatı izleniyor. Yani, muassır medeniyetler sınıfında olan bir ülkenin müfredatının okutulduğu bu okullarda okuyan öğrencilerin değişik düşünce, eleştirsel ve açık fikirli olmalarını bekleriz öyle değil mi? Fakat, birçok din okulunda olduğu gibi müfredat dışında kalan ve kendi kontrollerinde gelişen din derslerinde, veya ek olarak ahlak derslerini koyarak, devletin denetimi dışında eklemeler yapıyorlar. Bazen de derslerin içine gayri resmi bir şekilde mutlaka dini formatı da ekliyorlar…
Leicester’deki okula giden ve geleceğin mühendisi, dokturu, avukatı, hakimi olacak genç kızlar da, tüm din ağırlıklı okullara gidenler gibi, açık görüşlü olduklarından ve tek taraflı yönlendirilmediklerinden eminler: „Bizim okullarda öğretmenlerimiz inanca bağlı türden şeyler anlattıklarında fikrimize saygısızlık etmezler. Ders sonunda herkesin kendi kararını verme hakkı vardır.“ Evet, burada fikre saygısızlık edilmiyor elbette. Zira fikre her zaman „saygı duyulmuştur“ bu kesimlerde. Tabii özgür ve tarafsız fikir edinme olanakları elinizden alınmamışsa eğer.
Dawkins bu okuldaki fen dersine katılarak bir örnekle konuya giriyor ve kızlara soruyor: „Şempanzelerle kuzen olduğunuz gerçeğini de aldığınızı farz edin. Şempanzelerle kuzen olduğunuza inanıyormusunuz?“ Cevap hazırdır: „Hayır inanmıyoruz.“ Dawkins bu sefer fen öğretmene yöneliyor ve soruyor: „Bu konuda ne öğretiyorsunuz?“ Öğretmen kendinden emin bir şekilde: „İzlediğimiz müfredata göre evrim teorisini öğretiyoruz. Daha sonra İslam’a göre kendi düşüncelerimizi söylüyoruz. Onların da fikirleri oluyor ve sorular soruyor, fikirlerini söylüyorlar. „Gerçekten şempanzelerden mi geliyoruz?“ diyorlar. Bu konuda kendi fikirlerini ediniyorlar ve her birinin kararı bunun böyle olmadığı yönünde oluyor. Çünkü farklı bir şekilde düşünüyoruz.“
Dawkins ısrarlı bir şekilde soruyor: „Her birinin vardığı sonuç evrimleşmediğimiz mi oluyor?“ Öğretmen çocuklara vermiş olduğu özgür düşünceden emin bir şekilde cevap veriyor: „Evet, 60 öğrenciden 60’ı evrimi kabul etmiyor. Evrim, insanların insansı maymunlardan evrimleşmesidir. İnsanlar nasıl insansı maymunlardan evrimleşti? Bu bana en çok yöneltilen sorulardan birisidir. Biz de tam olarak insanların insansı maymunlardan evrimleştiğini ve doğal seçimler yoluyla insana dönüştüğümüzü öğretyoruz.“
Dikkat ederseniz fen dersindeyiz, din dersinde değil, evrim teorisini işleyen öğretmen de fen dersi öğretmeni, din dersi değil. Örneğin, fizik dersindesiniz ve konu dünyanın evrendeki konumu olduğunu varsayın. Siz müfredata göre Gallilei’nin gözlemleri ve teorilerini öğretiyorsunuz ve sonunda çocuklara şu soruyu soruyorsunuz: „Dünya mı güneşin etrafında, yoksa güneş mi dünyanın etrafında dönüyor?“ Bu soruyu siz aydınlanma döneminden önce, yani dinin hakim olduğu bir zamanda (18. yüzyılda) sormuş olsaydınız çocukların cevabı „İnsanoğlu evrenin merkezidir ve bu nedenle de güneş dünyanın etrafında döner“ olacaktı. Çocuklar sorulan sorulara kendilerince mantıksal bir yaklaşımla cevap vereceklerdir; din merkezli düşündükleri için, evrim konusunda verecekleri cevaplar da din eksenli olacaktır.
Elbette burada evrimden çok daha önemli bir mesele vardır. Aydınlanma, yani kişinin özgür düşünceye sahip olup olmaması durumu. Bu tür topluluklarda veya okullarda bir tarafta öğrencilerin açık fikirli olmaları istendiğini söylerken, dini eğitime ağırlık verilerek, çocuklar ister istemez bilimsel temelde ve rasyonel düşünceye dayanan olgusal kanıtları reddetmeye yönlendiriliyor. Peki bu nereye götürür? Kuşkusuz ki, bilimsel bilgi olgusal içerikle başlar, mantıksal ve akli yöntemlerle de açıklanması gerekir. Din ise olgusal ve rasyonel değildir.
Hristiyan alemi aydınlanma dönemine 18. yüzyılda giriş yapmıştır, İslam alemi ise hala o dönemi yakalayamamış, tam 300 yıl geridedir. Peki aydınlanma nedir ve toplum veya kişiler için neden önemlidir? Emmanual Kant’a göre: „Aydınlanma, insanın kendi gücüyle ergin veya olgun olmama durumundan çıkışıdır“. Aydınlanma çağını yakalayamamış toplumlar hiç bir zaman erginliğe eremeyecekler, haklarını da kendileri değil daima başkaları kullanacaktır.
Neye inanıp, neye inanmıyacağı elbette kişinin kendisine ve kişisel seçimlere bağlıdır. Bulunduğumuz konuma göre önceliklerimiz ve seçimlerimiz önem taşımaktadır. Her ne kadar Leicester’deki öğretmenin dediği gibi „evrim gençlerin hayatında çok ufak bir yeri kapsayan, çok önemsiz bir şey“ olsa da, bir fen öğretmenin hayatında ufak bir yeri kapsamıyor. Eğer bir fen öğretmeni bütün bir bilim topluluğuna tamamen ters düşen fikirleri çocuklara öğretiyorsa, bu ufak bir şey değil; esasında oldukça büyük bir şey. Bir fen öğretmeni olarak bilim böyle, Kuran tersini söylerse hangisini tercih edeceksiniz? Kuran’ı bilimsel bir kanıt olarak mı sunacaksınız?
Bu arada bir anekdot aklıma geldi: Felsefe dersinde öğretmen tek soruluk bir yazılı sınav yapar. Soru şudur: „Bana bu sandalyenin var olup olmadığını kanıtlayın.“ Öğretmen sınav kağıtlarını okurken öğrencisinin defterinde ilginç bir kanıtlama sistemiyle karşılaşır. „Allah belamı versink i, Kuran musap çarpsın ki, yok öyle bir sandalye hocam…..Büyük yemin ettim bak, gerçi siz felsefeciler ateist olyorsunuz. Nietzsche falan hep ataist. Evrime inanıyor onlar, Allah’a inanmıyor. Ama siz bana inanın hocam. Anam avradım olsun ki orada sandalye falan yok. Getirin Kuran’ı el basacağım, yok yani.“
Evet bilimsel olguları kanıtlamak için bu şekilde dini ve Kuran’ı kanıt olarak kullanan bir toplum yetişiyor. Bilimsel alanda Kuran’ın bir kanıt olduğu sonucuna varıyoruz. Söylenenler bellidir: “Bilim Kuran’ın 1400 yıl önce kanıtladıklarını henüz keşfediyor.“ Yani İslam aleminde Kuran fen bilimleri için bir bilimsel kaynak olduğu düşünülüyor. Biyoloji, fizik, kimya tüm bilimlerin ana kaynak kitabı Kuran’ı Kerim mi? Bilimin 21. yüzyılda mensubu olduğum İslam aleminde bu şekilde dışlanmasına Dawkins gibi ben de çok şaşırıyor ve üzülüyorum.
Oysa ben, bilim ve Kuran’ın sonuç itibariyle aynı „yaratıcı“ tarafından geldiğine inanıyorum. Evet bu bir inanç meselesidir ve ben de kişisel seçimimi bu yönde kullanıyorum. Fakat çatışma bu yönde ve dışlamayla olmaz ki. Asıl çatışma bu olguları algılama ve anlama şeklimizde doğuyor. Evrim bir inanç meselesi değil; evrime inanılmaz. Evrim, aksi ispat edilemediği sürece bilimsel bir gerçektir. Aksini ispat ise Kuran’ı kaynak göstererek olmaz, yine bilimsel metodlarla, bilim yaparak olur. Zira aynı Kuran’ı ben size kaynak göstererek evrim gerçeğini ispat ederim fakat yapmam, çünkü bu bilimsel bir yaklaşım olmaz. Bu şekilde bilime karşı durmamız mümkün değildir. Yapılması gereken İslam dininin evrimle uzlaşarak, ki evrim bilimle dinin arasında kırılma noktasıdır, aydınlanma dönemine girmesidir.
Dedim ya, bilim ve Kuran’ın kaynağı aynı „yaratıcıdır“.