KIBRIS PAZARI YAZILARI (AZİZ’İN TÜRKÜSÜ)
HÜSEYİN MÜMTAZ
Denktaş’ın çeşitli vesilelerle, üzerine basa basa ısrarla söylemeye, anlatmaya çabaladığı fakat buna karşılık Türkiye’de iktidar sahiplerinin de yine ısrarla gözlerden kulaklardan kaçırmaya uğraştığı bir şey var. Rumlar silahlanıyorlar… Türk tarafını görüşme masasına oturmaya mecbur etmek için başka çare kalmadığına inandıkları ve milletlerarası şartları da müsait hissettikleri bir zamanda mahdut hedefli bir taarruza geçebilirler. Önceden hazırlanan senaryoya göre de Rumların plânlanan hedeflerine ulaştığı dolayısı ile Türk kuvvetlerinin harekete geçmeye başladığı an Birleşmiş Milletler, NATO, AET hemen araya girerek bir ateşkesi zorla Türk tarafına dikte ederler. Böylece Rum’un ateş-kes masasına elinde kuvvetli bir kozla ve 1974’ün mağlubiyet ezikliğinden kurtarılmış olarak oturması temin edilmiş olur.(1)
İşin bu raddeye varmasına mâni olmanın tek yolu, Türk tarafının durum üstünlüğü varken; siyasî sahada stratejik, askerî sahada taktik avantajlara sahip olduğu bu anlarda insiyatifi elden kaçırmamasıdır.
Rumlar, “uzlaşmaz” taraf görüntüsü vermemek için toplumlararası müzakerelere “kerhen” katılmakta fakat akıl almaz manevra tertip ve tekliflerle bir netice alınmasına mâni olmaktadırlar. Zira onlar için kabul edilebilir bir anlaşma ancak Ada’nın tamamının kendilerine ait olması ile temin edilmiş olacaktır. Üstelik müzakereleri kestikleri anda Türk tarafının “tanınmak” için çalışacağını da bilmektedirler. Türklerin bu konuda yaptığı bir siyasî taktik hatası onlara büyük avantaj temin etmiştir. Türk’ler tanınmak için görüşmelerin kesilmesini bekledikleri hissini vermişlerdir. Hâlbuki evvelâ tanınmak için çaba gösterip bunu temin etseler idi, bu sefer Rum, “birleşmek için” görüşmeye çalışacak, her milletlerarası forumda Türklerin peşinde koşacaktı.
Dünya siyasî sahnesinde; Rum’un üzerinde bir de “legal devlet” olmanın zırhı vardır. Türk tarafı ise halâ “mazlûm” hüviyetine bürünememiştir, halâ ve her şeye rağmen “”asi”dir. Türk ordusu da “işgalci”dir.
Denktaş’a göre yapılacak tek şey, “görüşmelerin kesilmesidir.” Müteâkip strateji buna göre, tesbit edilmelidir. Bir taraftan görüşmeler kesilirken, aynı anda da bütün dostlara “KKTC’yi tanıyın” mesajı verilmelidir. Gayretler bu istikamete tevcih edilmelidir.
Denktaş meseleyi çözmüştür.
Ancak Denktaş’ın işi, esas bu noktadan itibaren zordur.
a) Zira Denktaş Rum’u “tanımakta”dır. Onların bütün Ada’yı ele geçirmeden rahat etmeyeceklerini bilmektedir. (RMM Komutanı Korgeneral Yorgo Markopulos; “Ordumuz modern silâhlar ve çok iyi eğitilmiş personel ile Girne’ye Yunan bayrağı dikmeye hazırdır.” Günaydın, 23 Şubat 1989)
b) Denktaş, Özal’ı, dolayısı ile TC Hükümetinin dış politikasını da bilmektedir. Özal’ın önünde zor bir yıl vardır. NATO’da Batı Avrupa Birliği ve Kanat Ülkeler teorisi ile tecrit edilmekte, böylece neredeyse sadece ABD ile ikili savunma antlaşmaları yapmaya kanalize edilmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde dış politikada, içerde de kullanabileceği ışıltılı bir demarş yapmak istemesi göz ardı edilemez. Özal; neredeyse politik ideali haline gelmiş olan AT’a girmek için önüne hep ısıtılarak sürülen Yunanistan engelini aşmanın tek yolunun Kıbrıs’ta taviz vermek olduğu zehabına kapılabilir.
Denktaş buna karşı da “Kıbrıs’ta tâviz, Türkiye’nin AT’a kabulü neticesini doğurmaz. Batılılar, Yunanistan’ın arkasına sığınmaktadırlar. Esas engel, Almanya’daki işçiler, göçmenler ve Türkiye’nin Müslümanlığıdır”(3) demektedir.
Anavatan hükümetini Denktaş’ın kesesinden hovardalık etmeye iten bir başka sebep de “doğudan Türkiye ile ilgili konularda (Ege ve Mersin) devamlı uğranılan istiskal; dolaylı olarak Türkiye’yi ilgilendiren konularda tâviz vermeye itebilir” şeklinde yanlış akıl yürütme olabilir. Burada da yine Özal’ın bir hesap hâtâsı mevcuttur. Zira Kıbrıs meselesi artık ahdî ve tarihî olarak Türk kamuoyu gözünde en az Ege ve Mersin kadar Türkiye’yi ilgilendiren bir “iç” meseledir.
İşte tam bu noktada Denktaş’ın milletlerarası karizmatik hüviyeti, komitacı liderliği, gözü kara milliyetçiliğinden doğan niyet ve hedefleri ile Özal’ın milletlerarası arenada yeni bir yer kapmaya çalışan makyavelist düşünce tarzından doğan ve çeşitli enflasyonist sıkıntılar içinde olan şahsiyetinin niyet ve hedefleri çakışmakta hâttâ çatışmaktadır.
Herkesin rahat etmesi için, Denktaş’ın ortadan çekilmesi, aradan çıkması, emekli bir politikacı olarak hatıralarını yazmaya başlaması icabetmektedir.
Yunanistan’ı, Rum’ları, NATO’yu, AT’ı, BM’i ve Özal’ı, KKTC’deki bütün muhalifleri rahatlatacak, “oh” dedirtecek en iyi çözüm budur.
Özal’ın Vasilu’ya karşı bir türlü kapıyı kapatmayarak aralık tutmasının, Japonya’da bile karşılaşıp el sıkıştıklarında kesin tavır almayarak “Sizin muhatabınız Denktaş’dır. O’nunla halledin” dememesinin; batılı çevrelerde de Kıbrıs’lı çok ünlü ve iş âlemi ile yakın münasebetleri olan bir iş adamının Denktaş’a alternatif olarak önü sürülmesinin altında yatan esas sebep, acaba Denktaş’ın yavaş yavaş pasifize edilmek istenmesi midir?
Cevabı gene Denktaş veriyor: “Sanıyorsunuz ki ben kendi siyasetimi güdüyorum, yanılıyorsunuz. Bu toplumun ne istediğini bilen bir kişi olarak onlar adına konuşuyorum. Siyasetim, halkın siyasetidir. Ben gitmişim, Hasan gelmiş, Hüseyin gelmiş, bu toplumu Rum’a teslim etmeye gücü yetmez. Bir toplum Rum’a gitmez. Mümkün değil. Bunu Türk halkı da kabul etmez, Türkiye de kabul etmez.”(4)
Kıbrıs’ta çok popüler olan eski bir halk türküsü vardır. “Aziz’in Türküsü”, İngiliz Sömürge İdaresi zamanında idareye karşı çıktığı için İngiliz tarafından asılarak idam edilen bir Türk’ün başına gelenleri terennüm eder, “Fidan boylu Aziz’i, / İngiliz ipte astı, / … / Bugün ayın sekizi / Geçemedik denizi / İngiliz’in elinden / Alamadık Aziz’i”… diye devam edip gider.
Bir takım felâket tellalları aynı besteye şimdilerde “Denktaş’ın Türküsü” adıyla yeni güfte uydurma işgüzarlığı içindedirler.
Ancak bu yeni güfte yazma macerası büyük bir ihtimalle, yazarlarının siyasî intiharları olacaktır.
TÜRK KÜLTÜRÜ – Eylül 1991, Sayı: 341
_________________
(1) Günaydın Gazetesi, 20 Şubat 1989.
(2) Günaydın Gazetesi, 20 Şubat 1989.
(3) Günaydın Gazetesi, 20 Şubat 1989.
(4) Günaydın Gazetesi, 20 Şubat 1989.
Bir yanıt yazın