Ünlü hikâyecimiz Ömer Seyfettin’in “Diyet” isimli hikayesini sanırım çoğunuz bilir. Hikâye, Koca Ali lakaplı bir kılıç ustasının, işlemediği bir hırsızlık suçundan dolayı başına gelenleri konu alır. Namlı kılıç ustası Koca Ali’ye kolunun kesilmesi cezası verilir ancak Hacı Kasap isimli zengin bir kasap esnafı, Koca Ali’nin diyet borcunu ödemek suretiyle kolunun kesilmesini önler önlemesine de yapmış olduğu bu iyiliği fırsatını her bulduğunda Koca Ali’nin başına kakar ve Koca Ali’yi adeta kendisine kul köle yapar. Koca Ali, ancak kolunu satırla kesip “Al diyetini” diyerek Hacı Kasap’ın önüne atarak kurtulur adamın manevi baskısından ve minnetinden!
Masala göre; Keloğlan zengin bir ağaya altından kalkamayacağı derecede bir iyilik yapar. Ağa da onu yanında hizmetkâr olarak işe başlatır. İşe başlatırken de; “Keloğlan, yapmış olduğun bu büyük iyilik karşısında ne yaparsan yap, hangi suçu işlersen işle sana asla kızmayacağım, asla darılmayacağım. Eğer kızarsam şu bacağımın etini satırla kesip atacağım…” şeklinde ağır bir söz vermiş.
Keloğlan bu, hiç rahat durur mu? Ağanın vermiş olduğu büyük sözü de duydu ya, her gün bir suç işler, ağaya her gün yeni bir zarar verir. Ağa bu davranışının sebebini sorunca da;
-“Yoksa bana kızdın mı ağa?” diye sorar.
Ağa ise ne kadar darılıp kızsa da, öfkesi tavan yapıp burnundan solusa da sesini çıkaramaz ve keloğlanın bu tür sinir bozucu soruları karşısında her defasında
-“Yok Keloğlan, ne darılması? senin canın sağ olsun!” diye geçiştirir. Çünkü “darıldım” dese, “kızdım” dese bacak gidecek!
Ancak Keloğlanın hoyratça davranışlarının ve ağanın malına vermiş olduğu zararın sonu gelecek gibi değildir. En sonunda ağanın çok sevdiği atını sakatlar Keloğlan.
Ağanın;
-“Bunu neden yaptın Keloğlan?” sorusuna Keloğlan yine alışılagelmiş davranışını sergiler ve yine;
-“Yoksa kızdın mı ağam?” der.
Ağanın sabrı taşmıştır artık;
-“Kızdım lan” der ve belinden hançerini çıkardığı gibi vurur kendi bacağına. Bacağının kaba etini koparıp Keloğlan’ın önüne fırlattıktan sonra “Seni bilmem ne yaptığımın keli, seni bana parayla mı verdiler lan…” diyerek olanca öfkesiyle ve haşmetiyle Keloğlanın üzerine yürür. Keloğlan bu, hiç durabilir mi ağanın önünde. Tabanları yağladığı gibi atar kendisini çiftlikten dışarı…
“Türkiye bölgenin ağasıdır” dedik bir kere!
Kıssadan hisse; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hükümet şu anda tam da Ömer Seyfettin’in hikâyesindeki kılıç ustası Koca Ali’nin ve Keloğlan masalındaki Ağa’nın durumundadır dostlar. Türkiye söz verdi bir kere “Komşularla sıfır sorun” diye. Artık komşular ne yaparsa yapsın, her şeyi sineye çekmek zorundadır. Ağalık da böyle olur zaten! Ağalık almakla değil vermekle olur efendim! Ağa sürekli fedakârlık edecek ki; görenler ağa desinler…
İran Devrim Muhafızları komutanı her gün “Türkiye’yi vurmakla” tehdit eder, Nuri El-Maliki yönetimindeki kıytırık Irak ha bire Türkiye’ye terör ihraç eder, Suriye Kilis’te sınırlarımızın içindeki kamplara ateş eder, Kıbrıs Rum kesimi yanına İsrail’i de alır Kıbrıs açıklarında petrol ve doğalgaz aramaya başlar, İsrail gemimizi basar vatandaşlarımızı katleder ve en sonunda Suriye hiç sebepsiz ateş eder uçağımızı Akdeniz’e gömer ve pilotlarımızı şehit eder, Türkiye ise masaldaki ağa gibi sadece dişini gıcırdatmakla yetinir. Neden? E bir kere söz verdi Türkiye “Ben bölgenin ağasıyım” diye. Ağalar öyle kolay kolay kızamazlar. Kızınca gereğini yapmak gerekir çünkü.
Asıl suçlu 1300 metre derinlikte yan gelip yatan pilotlardır!
Gazetelere yansıyan haberlerden öğreniyoruz ki; Suriye tarafından düşürülen savaş uçağımız saat 10.30’da Malatya’daki üssünden havalanıp yarım saat sonra İskenderun körfezinin üzerine geliyor. Bu esnada uçak 6300 m. yüksekliktedir. Arkasından alçalarak saat 11.37’de 900 m.ye kadar iniyor. Bu yükseklikte iken saat 11.42’de Suriye hava sahasını ihlal ediyor ancak bağlı bulunduğu (Türkiye’deki) ana kumanda merkezinin ikazı üzerine 11.47’de Suriye hava sahasını terk ediyor. 11.50’de pilot aynı manevrayı tekrar yapacağını söylüyor 11.58’de ve Suriye ana karasından yaklaşık 24 km. uzaklıkta iken komuta merkeziyle irtibatı kesiliyor. Yani Suriye tarafından vuruluyor. Vurulduktan sonra 15 km havada sürüklenen uçak Suriye kara sularında denize düşüyor. Uçağın şu anda denizin 1300 m. dibinde yan gelip yattığı(!) söyleniyor.
Bu bilgilerden ve Dış İşleri Bakanı’nın TRT’teye yapmış olduğu açıklamalardan çıkarılacak netice; Türk Savaş uçağı 5 dakika süreyle Suriye hava sahasını ihlal etmiş, uluslararası hava sahasında vurulmuş, ancak vurulduktan sonra Suriye hava sahasında sürüklenerek Suriye kara sularında denize düşmüştür.
Şimdi ister misiniz olayın asıl suçlusu bizim şehit pilotlar olsun(Çünkü şu an itibarıyla pilotlarımızın yaşadıklarına ilişkin bilgi yoktur). Zira onlar, hem 5 dakika süreyle Suriye Hava sahasını ihlal etmişler, hem de yapılan uyarıya rağmen emir komuta zincirine uymayarak aynı manevrayı ikinci kez denemeye kalkışmışlardır! Yani hadiseye bilerek ve isteyerek çanak tutmuşlardır! Şimdi ister misiniz, şehit pilotlarımız hem olayın suçlusu olarak kabul edilsinler, hem de denize düşen F-104’ün bedeli onların ailelerinden talep edilsin!!!
Bakın şaka yapmıyorum. Medyada bu konuda çoktan yazılar yazılmaya ve görüşler serdedilmeye başladı bile. Onlardan birisi de Suriye asıllı gazeteci Hüsnü Mahalli’dir. Bakınız, Türkleri Araplara adeta mecbur etme konusunda elinden geleni arkasına koymayan Bay Mahalli ne diyor yazısında:
“Hemen söyleyeyim: İki yıl önceki dostluk olsaydı bu uçak bırakın düşürülmek kesin alkış, slogan ve güllerle karşılanırdı. Ayrıca bu uçak Antakya bölgesinde değil de 900 kilometrelik sınırın herhangi bir yerinde uçmuş olsaydı uyarılır ve rahat bırakılırdı. Ama uçak Antakya civarında uçunca olay değişiyor. Çünkü;
1-Olaydan iki gün önce Amerikan New York Times gazetesi CIA ajanlarının Antakya’da bulunduklarını ve buradaki Hür Suriye Ordusu kampları üzerinden Suriye’deki silahlı gruplara her türlü ağır silah gönderdiklerini yazmıştı.
2-Amerikan ve Batı medyası aylardır kampları Antakya’da (yani uçağın düştüğü yere çok yakın bölgede) bulunan Hür Suriye Ordusu militanlarının Türk sınırından sızarak çatışmalara katıldıklarını yazıyor.
3-Antakya’dan sızarak Suriye içinde ordu ile çatışan silahlı gruplar uçağın düşürüldüğü bölgede çok ciddi varlık gösteriyor ve devletin silahlı güçleri ile çatışıyorlar. Yani uçağın düşürüldüğü bölge Suriye devleti açısından çok sıcak, gergin ve hassas bir bölge.
4-Yine Batı medyasına yansıyan bilgilere göre Amerikan ve İsrail Predator ve Heronları o bölgede cirit atıyor.
5-Uçağın düşürüldüğü Lazkiya çevresinde geçen hafta çok ağır çatışmalar yaşanmıştı. Hür Suriye Ordusu’na bağlı silahlı militanlar orada bir kasabayı ele geçirmek istemiş ancak ordunun müdahalesi ile ağır kayıplar vererek çekilmişti.
6-Eylül 2007’de Suriye’nin doğusunda nükleer tesis olduğu iddiasıyla bir binayı vuran İsrail uçakları Antakya bölgesinden Türk hava sahasını kullanarak girmiş ve geri dönüşünde o bölgede yakıt tanklarını atarak gitmiştir.
7-Son dönemde uçağın düşürüldüğü bölgede Suriye ve Lübnan güvenlik güçleri Suriye’deki silahlı gruplara götürülmek üzere silah taşıyan gemileri ele geçirmişti.
8-Son olarak 70-80 ülkenin kendi içişlerine karışmak ve silahlı grupları silahlandırdığını gören Suriye doğal olarak her türlü önlemi alacaktır. Bu önlemler arasında da hava sahasına giren tüm yabancı uçakları vurmak da var. Hele bu uçak Suriye’yi işgal etme eğilimi içinde olan Türkiye’den geliyorsa! ‘Eğilim’ diyorum çünkü son bir yıllık demeç, tutum, davranış, yorum ve haberlere bakılırsa Türkiye herkesin önüne geçerek Suriye konusunda baş rol oynamaktadır.
Şimdi tüm bu gerçekler ortada iken sorulması gereken temel sorulara gelelim.. Bu soruların yanıtı ise mutlak olarak Genelkurmay ve dolayısıyla hükümettedir. Bu uçak o bölgede ne yapıyordu? Amerikan radarlarından dolayı bölgede sicili kötü olan Malatya’dan kalkarak ta Antakya’ya giden bu uçak ne görevle oradaydı? Suriye hava sahasına giren bu uçak neden geri çağrılmadı?”(1).
…
Kim ne derse desin, ben bu Hüsnü Mahalli’yi hiç sevmemişimdir muhterem okuyucularım. Çünkü bu adam, Mekke’deki ecdat yadigârı eserlerin (bu arada Ecyad Kalesi’nin de) Suudi yönetimi tarafından bir bir yıkılması üzerine Türkiye’de kabaran öfkeyi dindirmek ve Türk-Arap kardeşliğini öne çıkarmak için de yalan-yanlış bilgiler içeren yazılar yazmış, halkımıza yanlış bilgiler aktarmış ve bu yalan-yanlış bilgilerle muhtemelen yöneticilerimizi kandırmış bir adamdır. Onun için ben bu yalancı adamı hiç mi hiç sevmedim arkadaş(2).
Türkiye’de sanırım aklı başında hiç kimse Suriye’ye karşı “Savaş açalım” demiyor. Ancak Suriye’nin yaptığı da yanına kâr kalmamalıdır. Ne Suriye’nin yaptığı, ne İsrail’in yaptığı ve ne de Irak’ın yaptığı. Aksi takdirde milli gururumuz, haysiyetimiz, şerefimiz iki paralık olur. “İslam, -Bütün müminler kardeştir. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin- diyor. Bu sebeple Müslüman Suriye ile düşman olamayız” mı diyorsunuz? Haklısınız. Ancak aynı İslam “Müslüman odur ki; diğer Müslümanlar onun elinden ve dilinden zarar görmezler, onun şerrinden emin olurlar” diyor. Peki, Beşar Esat ve yönetimine bu anlamda “Müslüman” denilebilir mi???
25 Haziran 2012
_____________
1-Hüsnü Mahalli, “Uçak hikayesi” başlıklı makalesi, ,
2-Hüsnü Mahalli hakkındaki değerlendirmelerimiz için aşağıdaki makalelerimize bakabilirsiniz.
-“Çanakkale Savaşları ve Arap İhaneti” ttp://www.haberakademi.net/2012/makaleoku.aspx?mkl=8140&yzr=237
-“Beşar Esat daha vurmadan cıyaklamaya başlamıştır!”
Bir yanıt yazın