Bugün 22 Haziran 2012 Cuma. Gün doğmadı daha sağ omzuma. İçimdeki bozkurtlar ordusu geçti hücuma. Kalbimde ateş var, dilde dilekler. Ya Allah, bismillah, Allah’u ekber!
Saat sabah 04.30. Bahçe evinde yalnızım. Nedense bugün hiç uyku tutmadı. Sebebini bilmiyorum. Ancak akşam medyada Sayın Genel Kurmay Başkanı’nın ağlayan fotoğraflarını görünce, müthiş üzüldüm! Hatta bozuldum. Uyku tutmaması belki de bu yüzdendir.
Uyku tutmayınca kalktım güzelce bir duş aldım. Allah kabul etsin sabah namazımı eda ettim. Her gün beynamazlık edip Sabah Namazı’nı kahvaltı saatinde kıldığım halde bugün her nedense vaktinde kıldım. Bugün uyku tutmamasının bir faydası da bu oldu galiba…
Dağlıca saldırısını nasıl okumalıyız?
Benim kanaatime göre; ikinci Dağlıca saldırısı, Uludere olayının bir rövanşı, daha doğrusu bedelidir. Birkaç ay önce Uludere’nin Gülyazı köyünde PKK militanı zannedilerek ve hataen öldürülen 35 kaçakçı köylü olayı, medyada o kadar yer aldı ve bazı gazetecilerle siyasiler, bu olayı devletin ve güvenlik güçlerinin aleyhine olmak üzere o kadar şerefsizce ve insafsızca istismar ettiler ki; akabinde bu elim ve vahim olay yaşanmış bulunuyor.
Zira Dağlıca’da 21 Ekim 2007 tarihinde de bir saldırı olmuş ve bu saldırıda da Mehmetçik 13 şehit vermiş, 8 askerse propaganda amacıyla PKK tarafından Kuzey Irak’a kaçırılmıştır. Dolayısıyla 2007 yılındaki baskından sonra TSK Dağlıca’da gerekli ve ilave güvenlik tedbirlerini almış, karakol binasını ve mevzileri dayanıklı hale getirmiş olmalıdır. Ya da en azından getirmiş olmalıydı. O zaman aynı yerde bu ikinci baskın neden olmuştur?
Anlaşılan Mehmetçik, Uludere’de (Gülyazı köyü) sütten ağzı yandığı için Dağlıca’da yoğurdu üfleyerek yemeye kalkışmış ve sonunda da bu baskını yemiştir. TBMM Genel Kurulu’nda Hasip Kaplan Uludere olayında emri veren komutan için “Hayvan”, Sırrı Sakık ise “hayvan oğlu hayvan” diyerek TSK mensuplarına açıkça sövdükleri halde adı geçenler hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır.
TSK mensupları işte bu tür saldırılar sebebiyle, Dağlıca’da muhtemelen kararsızlık gösterip tedbirsizlik etmiş ve sonunda bu elim olay yaşanmıştır. Terör sorununun çözümünü terörist bozuntusu Leyla Zana’ya bırakanlar ve Leyla Zana’nın eteğine yapışıp ona umut bağlayanlar, bir an önce akıllarını başlarına devşirmeli ve gerekirse Kuzey Irak’ı işgal edecek siyasi kararlılığı gösterebilmelidirler. Talabani’nin PKK’ya silah bıraktırma girişimlerinde bulunduğu yalanına kendimizi inandırırsak, yeni yeni Dağlıca ve Aktütünlerin yaşanması kaçınılmazdır. Lütfen herkes aklını başına devşirsin. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe demenin vakti geldi de geçiyor bile…
Paşa paşa sen dik dur, ağlama işini biz pekala yaparız!
Ne yalan söyleyeyim, dün akşama kadar düşüncelerim tam tamına yukarıdaki gibi idi. Gerçi bu düşüncelerimi hâlâ büyük ölçüde muhafaza ediyorum. Ancak dün akşam medya sayesinde öğrendim ki; Dağlıca denilen mevki bir köy, bir mezra veya benzeri dar bir alan değil, oldukça geniş bir arazi parçasının adıymış. Bu bölgede irili ufaklı çok sayıda köy ve mezra, dolayısıyla çok sayıda karakol varmış. İki gün önce baskın yapılan Yeşiltaş Karakolu, 2007 yılında baskına uğrayan yer değilmiş. Ancak yine öğrendik ki; Yeşiltaş Karakolu yıllardır kullanılan eski püskü bir bina imiş. Yenileme ve güçlendirme filan yok! Rivayete göre; TOKİ duvarları 80 cm. olan ve roketatarlara dayanıklı karakol planını henüz burada devreye sokmuş değildir. Kim bilir Org. Necdet Özel belki de bunlara kahredip ağlamıştır!
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’den öğrendik ki; Necdet Paşa’ya göre TSK Kandili vuracak ve teröristlerden arındıracak güçte imiş. Ancak bunun için üç şartı varmış paşanın. Siyasi destek, kamuoyu desteği ve ABD’nin ikna edilmesi. Bu üç şart sağlanırsa, TSK Kandili hallaç pamuğu gibi atabilirmiş! Oysa bildiğim kadarıyla TBMM hükümete sınır ötesi harekatı için yetki vermiştir. Yetkinin süresi dolmuşsa yine verir. Bu konuda sorun yoktur. Peki bu siyasi destek anlamına gelmiyor mu? Kamuoyu desteği mi? Türk kamuoyu, TSK’yi hangi bir zaman yalnız bıraktı ki? Eğer desteklememiş olsa, hiç kınalı kuzusunu toprağa verirken “Vatan sağ olsun” şeklinde tevekkül gösterir miydi? ABD’nin ikna edilmesi mi? Yahu paşa, daha birkaç gün önce ABD’de değil miydiniz siz? Neden ikna etmediniz ABD’li muhataplarınızı? Eğer ikna konusunda bir girişiminiz olmadıysa, o zaman siz niye gittiniz ABD’ye paşa?
Paşa paşa, bu ağlamanızın sebebini millete açıklamak zorundasınız. Sizi ağlatan sebep neyse bu millet öğrensin. Öğrensin ki; hükmünü ve kararını ona göre versin. Lütfen testiciyi, çömlekçiyi bir tarafa atın ve derdiniz neyse açıkça söyleyin bu millete. Yok eğer söyleyemiyorsanız, lütfen boşaltın koltuğunuzu. Çünkü bu millet sizi, yufka yüreklilik gösterip ağlamanız için değil, düşmanlarını kahretmeniz ve düşmanın anasını ağlatmanız için yetiştirmiştir. Sizi ağlamak için değil, savaşmak için yetiştirmiştir. Dolayısıyla siz, size verilmiş görevi yapın, ağlama işini millete bırakın. Millet bu işi sizden daha iyi yapar evvel Allah…
Bir ülkede Genel Kurmay Başkanı ağlamaya başlamışsa, bu hayra alamet değildir biline. Hele hele Türk Milletinin çelikleşmiş iradesi olan TSK’nin başındaki başkomutan ağlamaya başlamışsa, ortada çok büyük bir sorun var demektir. Çünkü komutanlar ağlamaz! Mustafa Kemal Paşa’nın, Çanakkale’de ve Sakarya’da ağladığını duyan bilen var mı? Komutanlar işte böyle zor günlerin adamlarıdır. Zor günler için yetiştirilmişlerdir.
Diyeceksiniz ki; Necdet Paşa inançlı ve merhamet duyguları yüksek bir askerdir. Onun için ağlamıştır. Mustafa Kemal ve arkadaşları, daha mı az inançlı idiler? Çanakkale’de siperde bile elinden Kur’an’ı düşürmeyen ve sürekli Kur’an okuyan Mareşal Fevzi Çakmak daha mı az imanlı idi? Fevzi Paşa’nın böyle ulu orta, yani halkın içinde ve komuta ettiği askerin önünde ağladığını gören var mı?
Aynı zamanda birer mareşal olan Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman, bırakın başkalarının çocukları için ağlamayı, milletin birliğini, memleketin düzenini ve devletin gücünü korumak için kendi öz çocuklarını bile katletmeyi göze alabilmişlerdir. Çünkü devlet adamlığı, bilgi ve becerinin yanında fedakârlık, dirayet ve kararlılık gerektirmektedir.
Sahi Türkiye, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarından daha mı kötü durumda Paşam? Nüfusumuzun 75 milyon olduğu, kişi başına milli gelirimizin 10.000 dolar olduğu, ihracatımızın yüzlerce milyar dolara ulaştığı, G20 toplantıları, IMF’eye 5 milyar dolar borç verilmesi, MODY’S’in Türkiye’nin kredi notunu yükseltmesi ve İsrail Başbakan Yardımcısı’nın “Türkiye bölgede süper güç haline gelmiştir. İsrail Türkiye ile stratejik ilişkiler kurmak zorundadır…” demesi. Bunların hepsi yalan mı Paşam? Eğer bunlar yalan değilse, siz neden hâlâ ağlıyorsunuz o zaman?
Paşa paşa, lütfen ağlamayı kes ve dik dur. Bak senin küçük bir ağlama hareketin milletin uykusunu kaçırmaya yetti de arttı bile. Ben kargadan başka kuş, Fethullah hocadan ve Sayın Arınç’tan başka ağlayan adam tanımam. Sen ağlama paşam. Senin ağlaman demek, bu milletin anasının ağlaması demektir. Bunları bize yaşatmaya hiç ama hiç hakkın yoktur. Sayıları üç beş bini ancak bulan bir grup serserinin yapmış oldukları seni böyle ağlatıyorsa, maazallah yarın öbürgün nükleer gücü de olan bir ülke ile savaşa tutuşsak halimiz nice olur? Sahi hiç bunları düşündün mü?
Lütfen milletten hemen özür dile ve gereğini yap. Kandil’e mi gitmek istiyorsun? Düşünüp durma, derhal çık yola. Millet arkandadır. Kandil’e gitmene engel olanlar mı var? O zaman lütfen açıkla, gerisini millete bırak. Millet er veya geç gereğini zaten yapar.
Saat 06.30. Güneşin ilk ışıkları odama dolmaya başladı. İki saattir klavye başındayım. İzniniz olursa azıcık kestirmek istiyorum. Tabi uyku tutarsa. Tabi ağlayan komutan görüntüsünü beynimden söküp atabilirsem…