Site icon Turkish Forum

KIBRIS PAZARI YAZILARI ( ZAMAN VE HÜZÜN)

KIBRIS PAZARI YAZILARI ( ZAMAN VE HÜZÜN) - Guzelyurt Ataturk Aniti

KIBRIS PAZARI YAZILARI ( ZAMAN VE HÜZÜN)

HÜSEYİN MÜMTAZ

 

 

Sıcak, yapış yapış bir gece. Eve sığamayıp bahçeye taşmışız. Ağustos böceklerinin dayanılmaz konseri sabahtan beri ve hiç ara vermeksizin sürüp duruyor. Vakit neredeyse gece yarısını geçmiş ama kimseyi bir türlü uyku tutmuyor.

Sohbetin hiç alâkasız bir yerinde, orta yaşlı fakat saçları tamamen beyazlaşmış muhatabım, “Anlamıyorum bir türlü” dedi, yeni sünnet olmuş ve entarisinin önünü tutarak paytak, paytak yürüyen oğluna bakarak; “Yeni bir kanun çıkmış, benim İngiliz pasaportlu üç yaşındaki oğlum bile yaşı gelince burada, Kıbrıs’ta mükellef askerlik yapacakmış..” Yavaş bir sesle ve önüne bakarak ekledi, “Ben dört yıl mücahitlik yaptım da ne oldu?”

Hâlbuki liseyi bitirince, 63-67 yılları arasında ve çok zor şartlar altında hiç yüksünmeden Baf’ta, millî sembol olarak seçilen Bozkurt’un yol göstericiliğinde iyi bir hizmet verdiğini biliyordum.

Sonra dört yıl Erzurum’da üniversite, müteakiben de yine Kıbrıs’tan bir Türk kızı ile evlenip İngiltere… Çoluk, çocuğa karışmış, küçük oğlunun sünneti için de yazın Kıbrıs’a gelmişti.

“Sen” dedim, “bir karşılık bekleyerek hizmet etmedin ki… Kıbrıs Türk toplumuna borcun vardı, o’na karşı vazifeni yerine getirdin. Ama oğlunun Kraliçe’ye borcu varsa, tabiî o devlete hizmet edecek.”

Sesimdeki ince târiz ve hayâl kırıklığını anlamadı.

Vakit geceyarısı 1’e geliyordu. Saati sordum, 11’e çeyrek var dedi. Saati halâ Londra’ya göre ayarlıydı.

……….

Güzelyurt’ta yürüyorum. Eski bir Rum şehri. Harekât’tan önce iki yahut üç Türk ailesi varmış. O zaman Ada’nın aynı zamanda Ortodoks dinî merkezi imiş. Şehrin ortası, birbirinden gösterişli kiliselerle dolu. En önde de metropolitlik binası.

Harekâtın üzerinde 16 yıl geçmesine rağmen, Hristiyanlık ve Rumluk şehirde halâ hissediliyor.

Bu dinî kompleksin arkasında Arap tarzında inşa edilmiş, iki minareli, sıvalı yeni bir câmi göze çarpıyor. Bir köşesinde de harap bir – iki bina. Yeni cami, 6 yıl kadar önce, orada mevcut eski bir Osmanlı camiinin yerine ve yıkılarak, Suudî parasıyla inşa edilmiş. Hoparlörlerinden beş vakit, Arap gırtlağı ile ezan okunuyor. Mevcut ve halen bir dinî kuruluşun merkezi olarak kullanılmakta olan eski binalar ise eski Türk Okulu ve öğretmen evi imiş.

Belli ki Rum’lar, o Türk / Müslüman sosyal merkezinin manevî ağırlığını yok etmek için kiliseleri ve metropolitliği bilhassa oraya inşa etmişler.

Benim bir türlü anlayamadığım ise, Güzelyurt’un çok eskiden ve Rum’dan önce bir Türk şehri olduğunun en güzel ispatı olan camiyi neden yıktığımız… Evet yeni bir üslûpla yeni bir cami inşa edilmiş ama sekiz yaşındaki çocuğum yapıldığı tarihi hatırlayacak ve bana geçmiş hakkında hiçbir şey soramayacak ki… Halbuki, eski camiin önünden geçerken fırsat yaratıp ona, 58’de, 63’de veya 67’de şehir Rum’la dolu iken o camide nasıl toplantılar yapıldığını anlatabilse idim, ne güzel olurdu…

Ama ne çare 14 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğum, metropolitliğin hemen karşısındaki yine eski bir Rum okulu olan ve 74’den sonra ismi “Özgürlük İlkokulu” olarak değiştirilen okulda okudular. (?) Okulun giriş kapısında ise mermer bir kitâbe var. Rumca, filân tarihte kimlerin huzurunda temelinin atıldığını yazıyor. Bir işe yaramadığı, kaldırması icap ettiğini mevzu ettiğimde okul müdürü, mahzuru olmadığı, hem Barış Gücü’nün arada bir kiliseleri kontrol etmek için geldiğini, geçerken levhanın yerinde olmadığını görürlerse ayıp olacağı fikrinde olduğunu ifade etti.

Batı Trakya ve Bulgaristan’daki cami ve Türk okullarının hâlini bilip bilmediğini soramadım. Müdür bey, çok uzaklara idi…

……….

Güzelyurt’ta Cumartesi’leri Pazar yeri kurulur. Meyveler, sebzeler, insanlar, konuşmalar hep bildik, tanıdık… Anadolu’daki gibi… Fakat ilk duyduğunuzda hayret ediyorsunuz, ama sonra düşününce gıpta ile karışık takdir duyguları kaplıyor içinizi, halâ Osmanlı’dan kalan okka kullanılıyor alış-verişlerde.(1)

“İki-Okka”lığı alıp inceliyorum merak saikiyle, bir kere daha hayretler içinde kalıyorum. Arka yüzünde zor okunan kabartma bir yazı ile “Baker and Johnson Bros.-London” kelimeleri var. Kıbrıs’ta, İngiltere’de imal edilen Osmanlı ölçüsü kullanılıyor…

……….

İngiliz deyince, orada durmak lâzım. Müstemleke İdaresi, tartışılmaz bir biçimde Kıbrıs’a damgasını vurmuş. Çok eski bir aile fotoğrafında Lefkoşa’daki Selimiye Camiinin minareleri arasında “God Save the Queen-Tanrı Kraliçe’yi korusun” yazılı mahya asıldığını görmüştüm. Yine, eskilerden; ilkokulda Kraliçe’nin doğum günlerinin kutlandığını da duydum.

Trafik hâlâ soldan, sağ direksiyonlu arabalarla işliyor. Türkiye’deki yerli bir firma bile KKTC için sağ direksiyonlu araba imâl etmiş. Trafik polisi ceza kesiyor, 1425 TL. niye küsurlu olduğunu soruyorsunuz, kanunda o suçun cezası olarak meselâ “iki şilin” yazılı olduğunu söylüyorlar. Değişmemiş. Şilini TL’ye çevirip öyle ceza yazıyorlar.

Tedavüldeki para görünürde TL. ama kullanılan ölçü, Sterlin, Meselâ Lefkoşa’daki bir apartman dairesi fiyatı 25.000 St., deniz botu, 1000 St. gibi.

Halen kullanılmakta olan çoğu devlet daireleri müstemleke idaresi zamanında ve o tipte inşa edilmiş. Tabiî İngiliz de hemen kitâbe-taş’ını dikivermiş.

Lefke eski bir Türk şehri. Hâtta Ada’daki en eski Türk yerleşme merkezi. 1571’den sonra padişah fermânı ile Anadolu’dan göç edenlerin ilk iskân edildikleri yer.

Ama dediğimiz gibi palmiyeler arasında cami, minarede Türk bayrağı fakat az ötede İngiliz aslanı ve Kral 6’ncı George…

……….

Lefke’den, Güzelyurt’a giderken ana yol, yine eski bir Rum köyü olan Aydınköy’den geçer. Şimdi hep Türk’ler oturuyor. Portakal ağaçları arasındaki bir talî yolla köyün içine girip iki kilometre kadar ilerleyince, Kıbrıs’ın gölgede 40 derece olan Temmuz sıcağı başıma vurdu diye düşünürsünüz. Haç, çan ve “cami” yazısı… Hepsi bir arada.

Kilise üzerindeki cami yazısı, Lefkoşa-Selimiye’deki İngilizce mahyanın öcünü mü alıyor dersiniz?

……….

Kıbrıs’ta herhangi bir yerde, çarşıda, pazarda gezerken kulağınıza Kürtçe ve Arapça sözler takılıyor. Dönüp bakıyorsunuz 74’den sonra Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden göç etmiş kimseler. Fütursuzlar. Fakat 74’de üç-dört yaşında olan çocuklar artık “Kıbrıslı”… Kendilerini ve anne-babalarını, doğma büyüme bir Lefkoşalıdan, Lefkeliden ayırmak imkânsız. Tutum ve davranışlar, hareketler, hatta örf ve âdetler, lehçe değişmiş, mahallî şartlara uymuş. Daha alt bir kültür grubundan geldikleri için ve ait olma insiyakı ile yeni yerleştikleri yerin insanları ve kültürü tarafından tesir altına alınmışlar. Gençler mini etek giyip walkman dinliyor. Birbirleri ile münasebetleri de asla bir doğu ve güney Anadolu’daki gibi değil. Üçüncü sınıf işlere az bir ücretle talipler, çünkü vasıfsızdırlar.

……….

1990’ın Temmuz ayı içinde Rum kesiminin AT’a üyelik başvurusuna bir tepki olarak Türk tarafı da Türkiye Cumhuriyeti ile arasındaki gidiş-gelişlerde vize ve pasaport mecburiyetini kaldırmayı düşünebileceğini ifade etti. Bu resmî görüş, toplumda çeşitli şekilde yorumlara sebebiyet verdi. Bunlardan birisi çok enteresan: “Pasaportun kaldırılmasına karşıyım. Çünkü KKTC’ye girişler kontrolden çıkacak. Kuzey Kıbrıs adetâ sorma-gir hanına dönecek…”(2)

1571’de göç ederek yerleşenlerin, 1990’da Türkiye’den, aynı yerden gelecek onların istememesi tuhafıma gitti.

Bu hâl, hemen başlı başına bir çelişkiyi de gündeme getiriyor.

Şu an, sterlinle beraber, Kuzey Kıbrıs’ta en revaçta olan şey, maalesef bir “British Passport”a sahip olabilmek. En yüksek seviyede devlet memurundan toplumun en alt tabakasına kadar herkesin rüyası bu. Ve lüzumlu lüzumsuz İngiltere’deki hayat tarzı ile Türkiye’yi mukayese gayretkeşliği.. Çoğunluk, en ufak bir fırsattan istifade ile ufak bir iş uydurup “Londra”ya kapağı atmak istiyor. “Ne olacak?” diyorlar, “Burada da hamal, orada da hamal…”

Biraz önceki tespit, tekrar gündeme geliyor. Bu sefer Kıbrıs Türk’ü, kendini emniyette hissedebilmek, geleceğini garantiye almak için kendinden bir üst kültür grubuna özeniyor. Ona ait olmak istiyor.

Peki, “Yavruvatan” kendini emniyet ve güven içinde hissetmek isterken, bir melce ararken haksız da, Anavatan nasıl, ne yapıyor?

Anavatan; Avrupa’da kaybettiği Kybele heykelciği peşinde. 5 milyon liraya sigortalıymış. Bu arada Muhteşem Süleyman Sergisi, göçebe dervişlere döndü. Şimdilerde Sydney’deymiş. O da tabiî sigortalı. Ama ya sergiyi taşıyan uçak Okyanus’ta düşerse, bana Kanûni’nin kaftanını geri getirebilecek mi? Niçin anlaşılmaz bir kompleksin pençesinde dünyaya kendimizi tanıtmak istiyoruz?

Kıbrıs çok sıcak.. Gölgede 40 derece temmuz sıcağı beynime vuruyor.

Niçin Bush, Ermeni katliamı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin alâkası yoktur deyip, 1915-1923 arasındaki zaman dilimini söz konusu ediyor? O halde Osmanlı kim, biz gökten zembile mi indik?

Niçin İstanbul Festivalinin her seneki açılışı değişik kişilerin bilmem hangi sebeple, Hristiyanlığın mevlidi mesabesindeki Reuiem’i ile yapılır? Yapılır da biz Ayasofya’nın Hünkâr Mahfili’nde Kur’ân okutamayız?

Niçin İstanbul tavernalarında bir Rum âdeti olan tabak kırma geleneği revaçta? Azerbaycan niçin lâtif alfabesine geçmek istiyor? Niçin Eyüp Kaymakamı’nın bir memuru olan Fener Rum Patriği, Amerika’da “Ekümenik” unvanı ile karşılanıyor? Niçin Moğollar Ulan – Bator’da Lenin heykelini yıkıp yerine Cengiz Han heykelini dikiyorlar?

24 Nisan 1990 niçin Amerikan Kongresinde Ermeni soykırımının 75’nci yıldönümü olarak kabul ediliyor da, 25 Nisan 1990’ın, yani bir gün sonrasının Çanakkale Zaferinin 75’inci yılı olduğu unutuluyor? Ve niçin kimse, 24 Nisan 1915’de Osmanlının Ermeni’ye soykırım yaparken, ertesi gün nasıl olup da Çanakkale’de harikalar yaratabildiğini izah edemiyor?

Ve niçin, niçin Çanakkale’nin 75’inci yılı törenleri sebebiyle Türkiye’ye gelen İngiliz Sömürge Yönetimi’nin Yeni Zelanda Valisine yapılan karşılama töreni, KKTC Cumhurbaşkanı’na layık görülmüyor?

Ve niçin Çanakkale gazileri, hangi sebeple bilinmez, Kurtuluş Savaşı’na katılmadıkları için perişan ve düşkün iken, Anzak eski muharipleri refah içinde?

Türk, Osmanlı, Arap, İslâm, Hristiyan, Rum, İngiliz kültürleri ve bunların arasında, 1991’in Kıbrıs’ında sıkışmış, çaresiz, zavallı ben…

Biçâre olan sadece ben miyim?

Bir kamuoyu araştırmasına göre Kıbrıslı gençlerin sadece % 14.7 si askerliği kutsal bir görev olarak görüyor.(3) Ankete katılan öğrencilerin % 79.6’sı kendi vatanını korumak için mecburî askerliğe karşı çıkıyor.

1950’lerin, Bozkurt’tan ilham alan mücahit Kıbrıs Türk’ü neden 1991 de askerlik yapmak istemiyor?

Mücahit’i bu duruma getirmek için nerede, ne yanlış yaptık? Önce içe dönüp, “mülâkatı” kendimizle yapalım, kendimizle hesaplaşalım, bizden sonraki nesle nasıl bir kültür çevresi bırakıyoruz dersiniz?

Başka zaman, mekân ve coğrafyalarda; 1991 Kıbrıs’ından çıkarılacak derslere hiç mi ihtiyaç duymayacağız acaba?

(BİRLİK. Eylül 1991)

 

 

_______________

(1)   a. Daha da hayret edilecek bir şey.. Hadi Türk tarafı neyse ama Rum’lar bile ancak 1988’de Osmanlı ağırlık ve uzunluk ölçülerini bırakıp, metrik sisteme geçtiler.

b. Halen KKTC’de kullanılmakta olan ağırlık ölçüleri: İki okka, bir okka, yarım okka, bir önge (çeyrek okka) ve bir önge eşittir yüz dirhem. (.)

(2)   KIBRIS Gazetesi, 27 Temmuz 1990, Sayfa 3

(3)   GÜNEŞ Gazetesi, 5 Ağustos 1990.

 

Exit mobile version