TARIH VE TAŞTAKİ TÜRKLER .. “Kar­lı Dağlardaki Sır”

Somuncuoğlu'na göre "Avrasya coğrafyasındaki kaya resimlerinin çok büyük bir kısmı, Türklerin Asya'nın yüksek dağlık bölgelerindeki taşlara, kayalara çizdiği ve eski dünyanın dört bir yanına yurt kurarken, tarih öncesinden bugüne bıraktıkları izlerdir". - TASTAKI TURKLER

Türkoloji’ye Atılan İmza,
‘TAŞTAKİ TÜRKLER’DEN SAYMALITAŞ’A

Yazı: Dr. Mustafa AKSOY
Fotoğraflar: Servet SOMUNCUOĞLU

Somuncuoğlu’na göre “Avrasya coğrafyasındaki kaya resimlerinin çok büyük bir kısmı, Türklerin Asya’nın yüksek dağlık bölgelerindeki taşlara, kayalara çizdiği ve eski dünyanın dört bir yanına yurt kurarken, tarih öncesinden bugüne bıraktıkları izlerdir”.

Resimlerden damgalara geçiş tarihi belirsiz ol­makla beraber Somuncu­oğlu’na göre “Damgaların oluşması M.Ö. 10 bin ile M.Ö. 5 bin arasında yani 5000 yıllık bir dönemde devam ediyor. Damgalar, zaman içinde ön­ce soyutlaşıyor, sonra da ses değer­leri yani harflere dönüşmeye başlı­yor. Kültür kodları öyle bir şeydir ki Altay dağlarında 10 bin yıl önce oluşmaya başlayan damgalar bugün Anadolu’da karşımıza çıkıyor”.

Yukarıda kısaca ifade edildiği gi­bi kaya resimleri ve damgalar çok önemli olmasına rağmen Türk kaya resimleri ve damgaları sosyal bilimcilerce yeterince araştırılmamış, ta­rih yazımında kaynak olarak kulla­nılmamıştır. Oysa bu belgeler tarih yazımından başka sosyal bilimlerin birçok alanında yeni ufuklar açacak özelliklere sahiptir. Ayrıca bu belge­lerin yazıcıları geleneksel değerlere bağlı insanlar olduğu için en yalın tarihi bilgileri yansıtırlar.(1)

Bu önemli belgeler hakkında Türkiye’de en kapsamlı ve ciddi araştırmayı yapmak Servet Somun­cuoğlu’na nasip olmuştur. O çalış­malarına ilk defa 2004’de Kazakis­tan ve Kırgızistan’da yaptığı araştır­malarla başlamış olup o günden beri araştırmalarına aralıksız devam etmektedir. Bu zamana kadar iki kitap yazmış aynı zamanda üç belgeselin metin yazarlığını, yapım ve yönet­menliğini yapmıştır.

Servet Somuncuğlu’nun eserle­rinden bahsederken aynı zamanda yaptığı araştırmalarının Türk ve dünya tarihindeki önemine vurgu yapmaya çalışacağız.

Somuncuoğlu, 2007 yılı 7 Aralık’ta yayınlanmaya başlanan “Kar­lı Dağlardaki Sır” belgeselinin, 28 Aralık 2007 tarihinde yayınlanan 4. bölümünde Ordu – Mesudiye, Esatlı Köyü Kaya Resmi alanındaki “Gök­türk Harfli” yazıtı tespit ederek ka­muoyu ile paylaştı. TRT tarafından yayınlanan “Karlı Dağlardaki Sır” adlı belgeselde, “Bu alan araştır­macıları bekliyor” diyor Somuncu­oğlu, yine Ordu – Mesudiye, Esatlı Köyü’nde, Göktürk harfli, yani eski Türkle’rin kullandığı, literatürde “Runik Türk Alfabesi” diye de tanımlanan alfabe ile yazılmış başka bir yazıtı Mayıs 2008 tarihinde tes­pit etmiştir ama alandaki yazıtlar sa­dece bu ikisi ile sınırlı olmayıp, kırk kadar farklı yazıt bulunmaktadır ve bunların hepsi “Türkçe”dir.

Diğer yandan Somuncuoğlu “çalışma yaptığım kaya resmi alan­larında Türkçe dışında hiçbir yazıy­la karşılaşmadım. Yaklaşık iki yüz ayrı kaya resmi alanının yüze yakı­nında veya daha fazlasında bizim Orhun Abidelerini yazdığımız yazı vardır” demektedir.

“Karlı Dağlardaki Sır” adlı Türk tarihi açısından çok önemli belgeselin yapımcısı Servet Somuncuoğlu, “İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Se­dat Simavi Ödülleri”nde, “Sosyal Bilimler Araştırma Dalı”nda, “Si­birya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler”(2) kitabı ile 2008 yılı ödülü­nü almaya layık görülmüştür.

Somuncuoğlu, “Başkent Üniver­sitesi ile Türk Dil Kurumu”nun dü­zenlediği “I. Uluslararası Dünya Di­li Türkçe Sempozyumu (20-21 Ka­sım 2008)’nda “Uzaklardan Yakın­lara Türkçe’nin Taşlardaki İzleri” adını taşıyan bildirisiyle de Türk tarihi, özellikle Türklerin Anado­lu’ya ne zaman geldikleri konusun­daki tartışmalara açıklık getirecek ve Türkoloji konusunda çalışanları şaşkına döndürecek çok önemli olan bir belgeyi bilim âlemine sundu.

Ankara Güdül Salihliler Köyü Deliklikaya Mevkiindeki (Runik) Türk Alfabesi ile yazılmış satırlar

Bu belge Ankara-Güdül Salihler Köyü’ndeki Kaya Resmi alanın­da tespit edilmiş olup, üzerindeki damgalar Ordu-Mesudiye, Esatlı Köyü’ndeki ve “Orhun Abideleri”ndekinin aynısı. Yani tarihi Türk Al­fabesi ile yazılmış satırlardan ibaret olup, hepimizi şaşkına çevirdi. Bu tarihi kaya resmi Ankara şehir mer­kezine 80 km. uzakta, yıllarca Tür­kologları beklemiş. Ancak akade­misyenler açısından çok acı da olsa (gerçi bir çoğunun umurunda bile değil) onu bulmak ve bilim âlemine kazandırmak Somuncuoğlu nasip olmuştur.(3)

Somuncuoğlu söz konusu sem­pozyumda konuşmasına şöyle baş­ladı: “Karlı Dağlardaki Sır” programı’nın yayınlanmasından sonra Anadolu’nun muhtelif yerlerinden, ‘bizim burada da bunlardan var’ di­ye haberler geldi. Birçoğunda bir şey yoktu ama Ankara-Güdül Salihler Köyü’nden Cemil Söylemezoğlu’nun verdiği bilgi, diğer bütün alanların yorgunluklarını unutturdu. Alanda, kaya resmi – yazıt – kurgan yani eski Türk anıt mezarları hep bir arada yer alıyordu. İşte bilim dünya­sına ilk olarak burada açıklıyo­rum… Size sunduğum kayalardaki yazıtlar eski Türk yazıtları konusun­da bütün dünyanın otorite kabul etti­ği Prof. Dr. Dimitry Vasilyev tara­fından “Yüzde yüz Türk Runik harf­li yazıtlar” sözü ile tescillendi. Ben bunları bilim kamuoyuna sunuyo­rum. Bundan sonrası Türk yazıtları­nı okuma konusunda uzman olduğu­nu söyleyen akademisyenlere kal­dı”.

Somuncuoğlu’nun Orhun yazıt­ları hakkında da ilginç ve haklı bir görüşü var. Ona göre “bugüne ka­dar ders kitaplarımız Orhun Anıt­ları ile başlatılmıştır. Oysa Orhun Anıtları Türk Tarihi’nin önsözü değil, Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Ama yıllarca bize ön­söz gibi takdim edilmiştir”. Ger­çekleri de o muhteşem devlet felse­fesinin ve hayat tarzının anlatıldığı yazıtlar Türklerin ilkyazı denemesi olamazdı. Çünkü öyle bir yazı üslu­bunun oluşması için yüzlerce yılın gerekli olduğunu konu üzerinde ça­lışan herkesin bilmesi gerekmesine rağmen maalesef konu üzerinde Türk dil bilimcileri yeterince araş­tırma yapmamıştır.

Ankara Güdül Salihliler Köyü Deliklikaya Mevkiindeki Kurganlar

Türk tarihi ve Türkoloji açısın­dan son derece önemli olan Ankara Güdül Salihler köyündeki kaya re­simlerinin Servet Somuncuoğlu ta­rafından tespit edilmesi onu bir bel­gesel çekimine sevk etmiştir. Somuncuoğlu bu süreci şöyle özetliyor:

“Cemil Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştır­ma çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Aralıklı olarak bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra “Damgaların Gö­çü” belgeselinin projelendirmesi ile çekim süreci başladı. 8 farklı alanda 5 binden fazla kaya resmi, binden fazla eski Türk mezarı kurgan ve şu ana kadar tespit ettiğimiz 50 civa­rında yazıta rastladık. Bu ilk olarak şunu gösterir: Anadolu’da Türkle­rin varlığının tartışılamaz tarihi M.Ö. 3000 yılıdır ve belgelenmiştir. İkinci olarak Türkler tarihin en eski çağlarından beri Anadolu’ya gelip gitmişler, göçler yatay ve dikey ola­rak devam etmiştir. Üçüncü olarak da Anadolu Türk tarihi baştan yazıl­mak zorundadır. Anadolu Türk tari­hini Müslüman Türk tarihi olarak yorumladığınızda 1071’dir ama Türk tarihi olarak yorumladığınız da bu tarihi çok eskilere götürmek zorundayız. Çünkü 5-6 yıl boyunca topladığımız veriler bize diyor ki: “Tarih yeniden yazılmalıdır”. Kaya resmi alanları, bütün tarih kurgusu­nu değiştirebilecek öznelliğe, özgür­lüğe ve yeterliliğe sahiptir.”

Somuncuoğlu’nun da ifade ettiği gibi “Damgaların Göçü” belgeseli Türklerin Anadolu’ya 1071’den ön­ce geldiğini ve Orta Asya’da sahip oldukları etnografya eserleri ile kül­tür unsurlarını Anadolu’nun merke­zi olan Ankara’ya taşıdığının bir belgesiydi. Çünkü buradaki kaya re­simleri Orta Asya Türk kaya resimleriyle birebir aynıdır.

Ankara Güdül Salihliler Köyü Asmalıyatak Mevkiindeki Kayı Damgası

Bu resimlerin, damgaların bize gösterdiği bir başka husus da şudur; nasıl ki biyolojik hayatımızda DNA’lar varsa sosyal hayatımızda da DNA’lar var. Ben buna sosyal DNA diyorum. Başka bir tabirle sosyal genetik diyoruz. Çünkü Si­birya’dan Balkanlara kadar olan Türk kültür coğrafyasına baktığı­mızda birbirinden haberdar olma­yan, birbirini görmeyen, birbirinin coğrafyasını tanımayan insanların çok farklı bölgelerde aynı üslubu ortaya koymaları, aynı damgaları kullanmaları son derece manidardır.

Damgaların Göçü belgeselinden sonra özellikle Türklerin “1071”de Anadolu’ya geldikleri iddiasının (yazılı belgesinin) yeniden değer­lendirilmesini gerekecektir. Aslında Türklerin Anadolu’daki izlerine Herodotos da işaret etmiştir. Ona göre Anadolu’da görülen İskitler, “kımız” içiyordu ve İskitlerin akrabası olan Masaget’lerde Tomris bayan adı vardı. Rus bilim adamlarına gö­re de İskitlerin ilk yerleşim yeri Altaylardır. Hazar’ın doğusunda yani Kazakistan’ın tarihi Mangışlak şehrinde ve Hakasya’nın Uybat bölgesinde tarihi İskit Mezarlığı vardır ve ben de bu mezarlıklarda saha araştırmaları yapmıştım.

Somuncuoğlu’na göre “1071’de Türklerin nüfus olarak daha yoğun geldikleri ve Anadolu’yu Türkleştirdikleri tarihi kayıtlarda mevcuttur. Fakat 1071’de gelenler asla “tesa­düfen” ve “rüzgârın önündeki yap­rak” gibi gelmediler Anadolu’ya. Kendilerinden önce bu topraklara göç etmiş, burada yaşayan akraba­larının yanına gelmişlerdir. Mesela Hakkâri – Gevaruk yaylasındaki 2900 rakımda bulunan kaya resim­lerini, biz yapmadık. Bunlar M.Ö. 5000’de yapılmış olup Orta Asya Türkleriyle aynı kültür kodlarını ta­şıyor”.

Hakkâri kaya resimlerinin yanın­da ve Yüksekova’daki koçbaşlı me­zar taşları ile Hakkâri merkezinde bulunan balballarda Türklerin milat­tan önceki yıllardan beri Anadolu’da var olduklarının işaretidir.

Kazakistan – Damgalısay

Türkiye – Ankara/Güdül

Somuncuoğlu’nun bir başka çar­pıcı tespitini daha aktarmak istiyo­rum; “Türk tarihi, bugün tanımlan­dığı gibi asla bir “göçebe ve göçe­belik” tarihi değildir. Türk tarihinin temel itici gücü, “dolma-taşma”ya dayanır. Altay dağlarındaki çanak­larda, nüfus yoğunluğu arttıkça bu çanaklardan meydana gelen taşma­lar, tarihi yapan güç olmuştur. İşte bugün Asya’nın derinliklerinde Türkçeye, Türk kültürüne hala rast­lanıyorsa, bu dolma-taşma’dan dolayıdır. Çünkü göçebe ardında sade­ce yangın küllerinden başka bir şey bırakmaz. Türkler göçebe değil, göç eden bir millettir. İşte bundan dolayı Orta-Asya’nın her yerinde kurgan­lar, büyük toplu mezarlıklar vardır. Bugün Orta-Asya’nın her yerinde Türkçe ve Türk kültürünün temel kodları bütün canlılığı ile yaşamaya devam ediyorsa (ki ediyor) sadece bu bile Türklerin “göçebe” olmadı­ğını anlatmaya yeter.”

Somuncuoğlu, yapmış olduğu saha çalışmalarındaki gözlem ve karşılaştırmalarından hareketle şöy­le diyor: “Baykal Gölü kıyılarından Macaristan ovalarına kadar tarih ön­cesindeki Türklüğün somut izlerini gördüm, fotoğrafladım. “Macaris­tan Solnok Müzesi”ndeki damga ile “Gorno Altay Müzesi”ndeki (Rusya Altay Özerk Cumhuriyeti) “damga” aynı ise, tarihe başka açı­lardan bakmak, yerinde ve doğru olacaktır. Türk tarih yazıcılığı aşağı­da belirttiğim hususu dikkate alarak yeniden başlamalıdır. Artık tek di­siplinli, tek alanlı çalışmaların döne­mi kapanmıştır.

Eğer tarihi yeni baştan çözümleyerek geleceğimizi daha güzel inşa etmek istiyorsak, Tarih, Türkoloji, Sosyoloji, Antropoloji, Sanat Tarihi, Arkeoloji, Fotoğraf Sanatı gibi di­siplini bir araya getirerek çalışmak zorundayız. Anadolu Türk tarihinin bizzat Türkler tarafından yeni baş­tan yazılma zamanı geldi ve geçme­ye başladı”.

Çanakkale Arkeoloji Müzesinde – Balbal
Çanakkale – Kazdağı – Düzeğrek Mezarlığında Balbal

Somuncuoğlu, “Sibirya’dan A­nadolu’ya Taştaki Türkler” adlı eserinin nasıl meydana geldiğini şöyle anlatır:

“Çalışmalarıma Sibirya’daki Ulan – Ude’den başladım, Moğolis­tan, Tuva, Hakasya, Gorno Altay’da devam ettim. Kazakistan, Kırgızis­tan, Azerbaycan’da araştırmalar yaptıktan sonra Türkiye’de Kars’ın Kağızman ilçesinin Camuşlu Köyü, Şaban Köyü ve Kurban Ağa mağa­rasında, Erzurum’daki Cunni mağ­arasında, Erzincan’ın Kemaliye il­çesindeki Dilli vadisindeki kaya yazıtı alanlarını fotoğrafladım. Or­du’nun Mesudiye ilçesi Esatlı Kö­yü’nde, Hakkâri’nin Yüksekova ilçe­sindeki Gevaruk Yaylası’nda, Antalya-Beldibi, Eskişehir Seyitgazi Kümbet Köyü, Kütahya Çavdarhisar Aizonai tapınağı, İzmir’in Öde­miş ilçesinin Konaklı beldesinde bulunan kaya resmi alanlarını fotoğrafladıktan sonra bulgu ve bel­geleri bu kitapta topladım. Kitapta da görüleceği gibi saha araştırması yapılan yerlerdeki kaya resimlerin­deki benzerlik ve içerik çok önemli bilgileri gözler önüne sermiştir…”.

Türkler tarihi hafızalarından kaynaklanan bilgileri yazıyı kullan­madan önce taşlara kazımıştır. Bu gelenek yazının oluşmasına kaynak­lık ettiği gibi zamanla yazıyla da be­raber devam etmiştir.

Ankara Güdül Asmalıyatak

Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler adlı eser Türk tarihinin ilk kaynaklarını ilgililere sunması açı­sından son derece önemli bir eser olup, Türkiye’de sanat tarihi, resim tarihi, dil tarihi, kültür tarihi vb. alanlarda araştırma yapanlara da önemli belgeler sunmaktadır.

Somuncuoğlu, “Saymalıtaş – Gök­yüzü Atları”(4) adlı eseri için şu bilgi­ bilgi­leri ifade eder: “Kaya resimlerinden damgalara, damgalardan alfabeye geçişin belge kitabı. Kırgızistan’da bulunan Saymalıtaş’a iki yıl üst üste gittim ve çalışmalar yaptım. Bugüne kadar tespit edilmiş yüz bin resmin olduğu Saymalıtaş’ta çektiğim on bin civarında fotoğraflar tarandı ve seçimlerini yaptım. Konu başlıklarına göre sınıflandırmayı yaparak, bö­lüm başlarında gözlem ve analizleri içeren yazılarla Saymalıtaş kitabı ortaya çıktı…”.

Saymalıtaş – Gökyüzü Atları ile Türk Tarihi’nin mitolojik dönemle­rine uzanan veriler, yolculuklar, bi­limsel etiğe uygun olarak sunulma­ya çalışılmıştır.

Tarih öncesi dönemde Sibirya Steplerinden Macaristan ovalarına kadar geniş bir alana yayılan arkeo­lojik verilerin toplanması ve karşı­laştırmalarının yapılması mevcut tarih kuramlarını alt-üst edecek nite­likte, tarihin yeni baştan yazılmasını gerektirecek zenginliktedir.

Kaya resimlerindeki değişmeyi ve resimlerden damgaya geçişi ve damgadan yazıya geçişi takip etmek için mutlaka bu esere başvurmak gerekiyor. Bu açıdan “Saymalıtaş- Gökyüzü Atları” adlı eser Türk dil ve kültür tarihi hakkında önemli ipuçlarını içeriyor. Konu hakkında yapılacak önemli çalışmalar Türk­lerin yazıya ne zaman geçtikleri hakkında da bilgilerin elde edilme­sine yardımcı olacaktır.

Kazakistan – Damgalı Say

2011 yılında, Yapımcılığını-Yönetmenliğini ve Metin Yazarlığını Servet Somuncuğlu’nun yaptığı “Damgaların Göçü” ve “Zamana Karşı-Kazdağı Koşuburnu Türk­menleri” adlı iki belgesel çalışması da TRT Belgesel kanalında yayın­lanmıştır. Umarız bu belgesellerin kitapları da yakın bir zamanda oku­yucularına kavuşur. Her iki belge­selde çok önemli olmakla beraber “Damgaların Göçü” Türklerin ne zamandan beri Anadolu’da oldukla­rı hakkında önemli bilgiler verme­sinden dolayı ilgililere çok önemli belgeler sunmuştur.

Somuncuoğlu’nun “Karlı Dağ­lardaki Sır” belgeseli ile “Taştaki Türkler” adlı kitabından sonra Tür­kiye’nin her yerinde, Anadolu’da Antik dönem Türk izlerini arayan yerel araştırmacılar ortaya çıkmıştır. Çünkü ortaya koyulan çalışmalar­dan sonra nerdeyse her gün Somuncuoğlu’na “sizin tespit ettiğiniz kaya resimleri bizim buradaki kaya­larda da var. Lütfen gelip bakabilir misiniz” gibi haberler gelmeye baş­lamıştır. Bu haberlerden biri ise TRT de yayımlanan “Damgaların Göçü” belgeselinin yapılmasına ve­sile olmuştur. Somuncuoğlu diğer haberleri de imkânı ölçüsünde de­ğerlendirerek, alanlara gidip görme­ye çalışıyor ve yeni belgesel projele­ri yapıyor.

“Taştaki Türkler” ve “Saymalıtaş – Gökyüzü Atları” kitapları ve “Damgaların Göçü” belgeseli ile Somuncuoğlu, Türklerin Orta As­ya’dan Türkiye’ye milattan önce­ki yıllardaki yolculuğunu, resim­den damgaya, damgadan yazıya geçişlerini tespit edip Türkoloji âlemine sunarak Türkoloji’ye ka­lıcı bir imza atmıştır.

Bundan sonraki görev Türkoloji konusunda çalışan akademisyenlere kalmıştır. Umarız Anadolu Türk ta­rihi ve kültürü hakkında yazan ya da söz söyleyen akademisyenler Somuncuoğlu’nun tespit ettiği kültür unsurlarını değerlendirerek, Türkoloji’ye farklı imza atmaya çalışırlar. Aksi takdirde Türklerin 1071’de Anadolu’ya geldiklerini kabul edip birbirlerini tekrarlamaya devam ederler.

Çalışmalarını aralıksız sürdüren Somuncuoğlu, “Taştaki Türkler” adı ile ilk fotoğraf sergisini de 11-23 Ekim 2011 tarihlerinde Brezilya / Sau Paulo’daki Ses Sergi ve Görün­tü Müzesi’nde açmıştır.

Sonuç olarak Somuncuoğlu şöy­le diyor:

“Ben şunu savunuyorum: Benim yaptığım gazeteciliktir, televizyon­culuktur, fotoğrafçılıktır. Tabii ki kendimce de gördüklerimi anlatıyo­rum. Ama bundan sonra yapılması gereken bu konuyla ilgili bir Enstitü’nün kurulmasıdır. Bu enstitüde, Arkeoloji, Sanat Tarihi, Sosyoloji, Antropoloji, Tarih, Türkoloji, Halkı bilim, Filoloji hatta Psikoloji, Felsefe, Fotoğraf gibi farklı disiplinler­den insanların bir araya gelerek, öncelikle tam bir envanter çıkarıl­ması, sonrasında ise Antik dönem Türk kültür ve medeniyetinin verile­rini içeren bu envanterin yorumlan­ması çalışmalarının başlatılması­dır”.

Brezilya Sau Paulo’da Taştaki Türkler Fotoğraf Sergisi

Kaynak: (Türk Dünyası Kültür Dergisi Kasım 2011)


Dipnotlar:

(1)Geniş bilgi için bakınız: Mustafa Aksoy, “Tarihi Kaynak Olarak Etnografya Eserleri”, Türkiye Günlüğü, Sayı 106, 2011.

(2) Servet Somuncuoğlu, Taştaki Türkler, İstanbul, 2011 (İsteme adresi: [email protected])

(3)Ankara Güdül Salihler obası Köyü’nde 2009 Temmuz ayında araştırmalarını sürdüren Somuncuoğlu, daha önce tespit ettiği iki ayrı kaya resmi alanına ek olarak üçüncü bir kaya resmi alanı daha tespit ederek, üçüncü alanda yaklaşık elli kadar kurganın var olduğunu ifade etmiştir. İlk gözlemlerine göre, bu üç alandaki resimler, resim yapılan yerlerin seçimi ve kurganlar üslup açısından M. S. 4-5 yüzyıllara tekabül etmektedir. Alanda yapılan tespitlerden oluşan albüm kitap “Damgaların Göçü – Ankara Güdül Türk Kaya Resimleri” kitabı çok yakın bir zamanda meraklıları ile buluşacaktır.

(4) Servet Somuncuoğlu, Saymalıtaş-Gökyüzü Atları, İstanbul, 2011 (İsteme adresi: [email protected])

Somuncuoğlu'na göre "Avrasya coğrafyasındaki kaya resimlerinin çok büyük bir kısmı, Türklerin Asya'nın yüksek dağlık bölgelerindeki taşlara, kayalara çizdiği ve eski dünyanın dört bir yanına yurt kurarken, tarih öncesinden bugüne bıraktıkları izlerdir". - TASTAKI TURKLER

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir