“Asya Birliği’nin Önündeki Engeller ve Türk Cumhuriyetleri”
Eklenme Tarihi:
2012-06-14 23:11:16
AB, II. Dünya Savaşı’nda yıkılmış, harap olmuş Avrupa’dan yeni bir küresel gücün ortaya çıkması sürecidir. Bugün ekonomik krizle başı dertte ise de 27 ülkenin bu birlikten avantajları saymakla bitmez. Üstelik bu sadece ekonomi ile sınırlı kalmayıp hukuk, kültür, sosyal adalet, eğitim, sağlık gibi alanlarda da büyük başarılar elde edildi.
Günümüzde başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asya, birçok alanda hızla ilerlemektedir. Ekonomik olarak Çin dünyanın ikinci büyük gücü olup yakın zamanda birinciliğe yükselecektir. Benzer yükseliş Hindistan ve daha birçok Asya ekonomisi için geçerli. TASAM’ın düzenlediği 6. Uluslararası Türk-Asya Kongresi, “Asya Birliği” başlığıyla siyaset, güvenlik, ekonomi ve kültür alanlarında zengin tartışma ve analiz zemini oldu. Kongrenin hareket noktası ise üç asır öncesine, yani gücün ve zenginliğin yeniden Asya’ya dönüşü idi. Coğrafi büyüklük, nüfus, nükleer güç dahil askeri kapasite, ekonomi ve kültür bakımından dünyanın merkezi, hareket noktası, yarısından çoğunun toplandığı bu bölgede siyasi birlik mümkün olamaz mı? Ekonomik entegrasyon veya siyasi ittifak için bu kıta çok büyük, çok karışık, çok uzlaşmaz gibi gerekçelere sahip olsa da burada somut siyasi alternatifler üzerinde duralım.
Rusya ve Çin, iki komşu ülke olduğu gibi aynı zamanda dünyanın büyük güçlerindendir. Komşu ülkelerin rekabet/çatışma alanları çok daha fazladır. SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetleri üzerinde RF’nin nüfuzunu koruma, dış politikada Moskova yörüngesinde muhafaza etme politikası açıktır. Çin ise bu bölgenin doğal kaynak ve pazar imkanlarına şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Çin’in daha çok ekonomik etkinlik/ticari genişleme politikasının ister istemez siyasi sonuçları da ortaya çıkmaktadır. Bu durum Rusya-Çin arasında derin rekabete yol açmaktadır.
Soğuk Savaş sonrası şartları, Rusya ile Çin’i stratejik işbirliğine zorlamıştır. II.Dünya Savaşı sonrası ABD ve Batı’nın “dayatmaları”na karşı siyasi dayanışma içine giren bu güçler 1990’larda da benzer şartları yaşamıştır. SSCB’nin dağılması ile ABD tek süper güç olarak her konuda küresel patron, bir bakıma “Hiyerarşik Sistem”in karşı konulamaz komuta konseyi haline gelmiştir. Bu durum Sovyet sonrasında federasyon içi sorunlarla uğraşan Rusya gibi bölgesel ve küresel stratejileri olan Çin’i de zor durumda bırakmıştır. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün ortaya çıkışında bu gerçekler de sözkonusudur.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkistan hanlıkları iken Rus Çarlığı’nın vilayeti haline gelen bölge I.Dünya Savaşı şartlarında kısa bir müddet de olsa bağımsızlığını yaşamış ve daha sonra 70 yıl sürecek Sovyet cumhuriyetleri haline gelmiştir. Bu dönemde bölge, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak Moskova kontrolüne girmiştir. SSCB’nin dağılması, bir süreliğine sevinçle karşılandığı halde asgari düzeyde de olsa halkın günlük ihtiyaçlarını karşılayan sistemin çökmesi, yenisinin kurulamaması Sovyet dönemi hasretinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bazı cumhuriyetlerdeki yönetici kadro bunu değerlendirerek özellikle 2000’lerden itibaren daha fazla Moskova’ya yaklaşmışlardır. Putin’in başkanlığı bu yönüyle yeni bir başlangıç olmuştur.
2012 şartlarında Çin ile Rusya arasında ciddi bir anlaşmazlık görülmemekle birlikte her iki ülkenin jeopolitik gerçekleri ile Türk cumhuriyetlerinin stratejik özellikleri diğer küresel gelişmelere de bağlı olarak iki büyük gücün birçok temel konuda karşı karşıya gelmesine yol açacaktır. Coğrafya ve tarihin değişen bileşkelerini jeopolitik özellikler ortaya koymaktadır. Bu unsurlarıyla jeopolitiğin öne çıkması, büyük güçlerin dünyayı paylaştığı “uluslararası sistem”in zayıflaması anlamına gelmektedir. Rus stratejistlerin Karasal Güçler (Rusya, komşuları) ile Deniz Güçleri (ABD, İngiltere gibi) mücadelesi olarak kabul ettikleri jeopolitik, Soğuk Savaş döneminde büyük güçlerin mücadeleleri olarak yaşanmıştır. Bazı devlet adamlarının geniş çaplı ve uzun süreli güvenlik ve çıkar politikaları olarak gördükleri jeopolitik ise aslında stratejik plan ve uygulamalar bileşkesi olarak düşünülebilir.
11 Eylül sonrası gelişmelerde merkezi devletler güç konusundaki üstünlüğüne karşın istedikleri neticeleri alamamış, öngörülemeyen direnişlerle karşılaşmışlardır. ABD’nin Irak’taki başarısızlığı sonrası Orta Asya’da da konumu zayıflarken, Şanghay İşbirliği Örgütü güçlenmeye başlamıştır. Ancak bu arada bölgenin jeopolitik gerçekleri dış politikaya gittikçe daha fazla hâkim olmaktadır. Rusya ve Çin de bu jeopolitik gerçeklerin parçasıdır. Ancak Orta Asya jeopolitiğinin daha farklı unsurları bulunmaktadır. İleri derecede RF-Çin entegrasyonu demek, yarım asır sonra Rusya’nın Çinlileşmesi, Rusların kendi ülkesinde azınlığa düşmesi demektir. Benzer sonuçlar bazı yerlerde yaşanmıştır ki bu durum birçok Rus stratejistin söylediği gibi Çin’i en büyük düşman haline getirmiştir.
Dün doğalgazını sadece Rusya’ya satabilen Türkmenistan, siyasi olarak da Moskova’nın boyunduruğu altında idi. Bugün Türkmenistan’dan Çin’e dünyanın en uzun doğalgaz hattı kuruldu. Bu şartlar altında Türkmenistan, her iki ülke arasında sıkışıp kalabilir de akıllı stratejilerle bundan avantaj da sağlayabilir. Benzer durum Özbekistan ve Kazakistan için de geçerlidir. Bu durumda Asya’da birlik hayal olsa bile Türk cumhuriyetleri, çatışmazlık ve dayanışma döneminin vazgeçilmez denge unsuru haline gelmiştir. Bu cumhuriyetler ekonomik ve askeri bakımdan olduğu kadar demokrasi, insan hakları, sosyal adalet bakımından durumu iyileştirip, aralarındaki ihtilafları bir şekilde çözüp, ittifak basamaklarına tırmanmalıdırlar. Bundan sadece Türk devletleri değil bütün bölge siyasi, ekonomik ve güvenlik yönleriyle menfaat sağlayacaktır.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
USGAM Başkan Yardımcısı
alaeddinyalcinkaya@gmail.com