DÜNYALARI İSTİYORLAR
HÜSEYİN MÜMTAZ
Yunan “Proto Thema” gazetesinin yazdığına göre İstanbul’un kaybı dolayısıyla düzenlenen etkinlikte konuşma yapan aşırı sağcı Altın Şafak partisinin lideri Nikos Mihaloliakos, Türkler ve yasadışı göçmenler aleyhinde sloganlar attırarak kalabalığı coşturduktan sonra ”Kalbimiz kraliçe şehirde (İstanbul). Yaşasın Konstantinos Palaiologos” diye bağırarak konuşmasına son vermiş.
Mihaloliakos, Proto Thema gazetesine verdiği mülakatta yöneltilen, ”15 milyon Türk’e karşı artık sadece 3 bin Rum’un yaşadığı İstanbul’u talep etmek bugün gerçekçi olabilir mi?” yönündeki soruya karşılık ise ”Yahudiler asırlar sonra, 1948 yılında, atalarının topraklarında devlet kurmayı başardılar. ’Silahları alarak Türkler ile savaşmamız gerekiyor’ demiyorum fakat asırlarca Helenizm’in Küçük Asya, Pontus ve Doğu Trakya’da var olduğunu unutmamalıyız” demiş.
Yahu biz bu “Küçük Asya”, “Pontus” meselelerini çoktan beri rafa kaldırmamış mıydık?
“Azınlık partisidir, uç görüşleri vardır” deyip geçebilirsiniz.
Ama şu lâfı da Yunanistan resmî makamlarından işitmişiz:
Yunan Hükümet Sözcüsü Dimitris Tsiodras, “Komşularımızdan beklentilerimiz gürültü yapmaları yerine bizim sorunlarımıza saygı duymaları. Yunanistan üzerine konuşacaklarına kendiişlerine bakmalılar” demiş.
“Biz sorun yaşıyor olabiliriz, ancak Türkiye’nin önünde Yunanistan’ın kişi başına milli gelirini yakalayabilmesi için daha çok yolu var” diye de eklemiş.
Doğru.. Fark halen aşağı yukarı 3 mislidir.
Anası konuşur da, danası durur mu?
AA’ya verdiği demeçte Kıbrıs Rum tarafının çoğunluk, Kıbrıs Türk tarafının da azınlık olduğunu savunan Kıbrıs Başpapazı 2. Hrisostomos, “Rum nüfusu yüzde 82, Kıbrıslı Türk nüfusu yüzde 18’dir. Gelen yerleşikler (Türkiye kökenli KKTC vatandaşları) Kıbrıslı Türk değildirler ve gitmeleri gerekir” demiş.
Olası bir çözümde veto hakkının da olmaması gerektiğini savunan Papaz, “Yani azınlığın çoğunluğa veto koymaması lazım, böylece devletin işlerliğini sekteye uğratmaması gerekir” diye de ilave etmiş.
“Kilisenin öngördüğü çözüm modeli bu mu?” sorusuna Papaz, “Kilise bu çözüme inanıyor. Kilise, halkın; Kıbrıslı Türk-Rum, babalarının toprağında mutlu yaşaması için olması gereken çözümün bu olduğuna inanıyor” ifadesini kullanmış.
Son sayımlarda Türk tarafı 300.000; Rum tarafı da 900.000 çıkmıştı.
Papazın, %82-%18’lik şaşkın aritmetiğinde; Talat tarafından Rum’a verilen 50.000 kişilik 74 sonrası(yerleşik) Türkiye göçmeninin (ve daha kim bilir kimlerin) yok sayıldığı anlaşılmaktadır.
Bu “kavga”da duruma göre “müttefiki” yahut esen rüzgâra göre “stratejik ortağı” sayıldığımızı zannettiğimiz “BATI”da iki farklı görüş mevcut.
Türk-ABD Konseyi Direktörü James Holmes, Leyla Tavşanoğlu’na “Türkiye Batı’ya çıpalı” diyor.
Bu “üye olmasa bile çıpalı tutmak” kavramını AB İlerleme Raporları’ndan da hatırlamıyor musunuz?
Gelin görün ki “ucu açık ve sivri sopa”nın diğer ucundaki AB’de tamamen farklı görüşler mevcut.
Hristofyas’la birlikte Rum tarafında bir basın toplantısı düzenleyen Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, “Kıbrıs’ın 1 Temmuz’da başlayacak olan AB başkanlığının çok iyi geçeceğinin belli olduğunu, Türkiye’nin Kıbrıs’a herhangi bir tehdit yöneltmesi durumunda AB’nin Kıbrıs’ı destekleyeceğini” söylemiş. Kıbrıs’ın birliğe tam üye olduğuna dikkati çeken Shulz, şöyle demiş:
“Kıbrıs gelecek altı ay için AB başkanlığını üstlenecektir. AB’ne üye olmak isteyen bir ülkenin arkasını dönüp ‘AB başkanlığını tanımıyoruz’ demesi mümkün değildir. Bu çok tuhaf bir davranıştır. Ve ben bu konuda yoğun görüşmeler yapacağımızdan eminim.”
Martin Shulz, birkaç günden beri bunu Ankara’yla görüştüğünü, gelecekte de görüşeceğini söylemiş.
Avrupa Parlamentosu’nun, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi önüne Kıbrıs’ı işgaline devam etmesi nedeniyle Türkiye’nin müzakere sürecini askıya almayı düşünüp düşünmediği sorusuna Shulz, Türkiye’nin Avrupa İşleri’nden Sorumlu Bakanı Egemen Bağış’ın, Kıbrıs’ın başkanlığı sırasında müzakere olmayacağını beyan ettiğini hatırlatarak; “Sayış Bağış’a ne düşündüğümü söyledim. Bunu daha önce de söyledim. AB üyesi olmak isteyen bir devletin, AB başkanı olacak üye bir ülkeye ‘sizinle görüşmeyeceğim’ demesi mümkün değildir. Bağış’la aramda geçen aylarda gergin bir görüşme oldu. Edindiğim izlenim Bağış’ın, AB için bunun gerçekten kabul edilir olmadığını anladığıdır” demiş..
Kıbrıs’ın başkanlığı sırasında Türkiye’nin tehditlerde bulunması ve sorunlar yaratması durumunda AP’nin tepkisinin ne olacağı sorusuna da Shulz şu yanıtı vermiş:
“Sadece Avrupa Parlamentosu adına konuşabilirim. AP için bu tamamıyla kabul edilmezdir. Bütün AP siyasi liderlerinin belirttiği de budur. Eğer Türkiye tedbirler alırsa o zaman AB şüphesiz Kıbrıs’ı destekleyecektir. Ancak ben Türkiye’nin alabileceği veya alması gereken tedbirlerin ne olabileceğini düşünemiyorum. Ve ben abartmamamız gerektiğini düşünüyorum. Hepimiz Türkiye’nin görüşlerinin farkındayız.”
Öyle anlaşılıyor ki bulunduğumuz coğrafyadaki vâr olma mücadelemizde “temel öge”, 1876’dan beri yol aldığımızı zannettiğimiz “batı istikametindeki Avrupa”dır..
Ve burada da ilişkileri etkileyen mihenk taşı, “şımarık çocuk” Yunanistan ve onun doğal uzantısı olan Rumlar’dır.
Dünyaları istiyorlar..
“Kraliçe Şehir”i, Pontus’u, Trakya’yı..
Kıbrıs’ın tamamını..
Daha kim bilir nereleri?
İdealleriyle yaşıyorlar, “isteyenin bir yüzü kara” diyorlar..
Ama bunların her tarafı kapkara..
“Batı”nın da, “zurnanın zart dediği yerde” onlara karşı bizi tercih edeceğini düşünebilmek büyük aymazlık.
Ve ne yapıyoruz, biliyor musunuz? İki “küçük” ama “mide bulandıran” örnek..
KKTC liselerinde; bizdeki sosyal ve fen sınıflarına ek olarak bir de “GCSE, IGCSE ve A’level” sınıfları vardır. Bu öğrenciler lise sonunda aynı adlı uluslararası bir sınava daha girer ve orada elde ettikleri sonuca göre eleküstü yabancı üniversitelere kayıt yaptırabilirler. Sözkonusu sınavlar uluslararası bir niteliktedir ve her yıl British Council tarafından dünyanın her tarafında ayni gün, ayni saatte ve ayni sorularla yapılır. Değerlendirme de yine tamamen British Council tarafından yapılır. Bu yıl bizim YÖK belki de şimdiye kadarki tek doğru kararını verdi ve dedi ki; “KKTC öğrencileri GCSE, IGCSE ve A’level sınav sonuçlarıyla Türkiye üniversitelerine sınavsız kabul edileceklerdir”. Gerçekten alkışlanacak bir yaklaşım ve karar(dı)..Başgösteren bir takım huzursuzlukları giderici, çeşitli ve yabancı yollar arayan elit Türk öğrencilerini tekrar Türkiye’deki üniversitelere yönlendirecek bir karar(dı)..
Ancak YÖK ve YÖDAK’ın bu ortak kararında “doğal olarak” bir madde daha vardı.. Karar KKTC vatandaşı veya KKTC-TC çift uyruklu olma ile “lise öğreniminin tümünü KKTC okullarında” yapmış olma koşulu getiriliyordu. Yâni dünyanın herhangi bir yerinde (Türkiye dahil) liseyi okurken sadece son sene bu haktan yararlanmak için KKTC liselerine gelip mezun olanlar hariç tutuluyordu.
Çanak çömlek de işte burada patlayıverdi. Fonlanmış, iliştirilmiş medya ve sendikalar ile STÖ’ler karşı çıktılar; “Vay efendim; Rum kolejlerinde okuyan Rum kimlikli kuzeyliler neden bu haktan yararlanamıyormuş”.
Halbuki Rum kimliği ile Rum okulunu seçen çocuk zaten Türkiye’yi, Türkiye’de üniversite okumayı düşünmüyor ki..O’na o yolu gösteren ana baba da o yolun yolcusu değildi ki!
Feryadın arkasında; “fonlanmış, iliştirilmiş medya ve sendikalar ile STÖ’ler”in yanısıra çok sayıda siyasi ve bürokrat çocuğunun da Rum kimliği ile güneydeki Rum okullarında okuyor olması gerçeği vardı..
6 aylık embedilmiş feryat geçen hafta sonuç verdi ve YÖK “geri adım atarak”, Güney Kıbrıs’taki kolejlerde eğitim gören Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) vatandaşı gençlerin de GCE A Level sonuçlarına göre Türkiye’deki 89 üniversiteye kabul edilmesine onay verdiğini açıkladı.
Şimdi sen kalkıp “tanımadığın” Rum; AB Dönem Başkanlığını devralacak diye AB ile müzakereleri durduruyorsun…
Ama “tanımadığın” Rum’un okulunda okuyan Rum kimlikli öğrencinin sınav sonuçlarını-diplomasını tanıyıp/kabul ederek, Türkiye’deki üniversitelere sınavsız sokuyorsun..
Hangisi perhiz, hangisi lahana turşusu?
Peki; “Tanınmayan” Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetiminin düzenlediği futbol turnuvasına KKTC “Milli Takımı”nın katılıyor olması ve “Kürdistan” ile maç yapması ne iştir?
“Kürdistan” diye bir devlet var mıdır? Ne zaman bağımsızlığını ilan edip tanınma talebinde bulunmuştur?
Kürdistan ile maç yapmış olmak seni mi dünya sahnesine akredite mi edecektir yoksa “Kürdistan”a bir tür meşruiyet mi kazandıracaktır?
Bu nasıl bir gaflettir?
“Yeniden yönetmeye” talip olduğumuz “Osmanlı Coğrafyası”nın sadece küçücük bir bölümünü teşkil eden Rum-Yunan cephesinde bile ne kadar “bol sorun”la karşı karşıya olduğumuzun farkında mısınız?
10 Haziran 2012
57′NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Yazıları posta kutunda oku