Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı
Irak’ın yeni Saddam’ı olarak da anılan Başbakan Nuri el Maliki’yi düşürmek için başlatılan girişim tam bir muammaya dönüşmüş vaziyette. Ülke içi, bölge ve bölge dışı dinamiklerin de oldukça etkili olduğu bu yeni süreçte, Maliki üzerinden ciddi anlamda bir hesaplaşma yaşanıyor. Ortaya çıkacak yeni siyasi tablo, hiç kuşkusuz, Bağdat kadar Ankara, Tahran, Şam ve hatta Erbil’i de oldukça yakından ilgilendiriyor.
Türkiye’nin Haşimi krizi üzerinden Irak’ta ve Ortadoğu genelinde (Suriye-Lübnan Şii hattı ağırlıklı) nasıl bir oyun oynandığını deşifre etmesi ve bu süreçte İran’ın ön plana çıkan rolü, hiç kuşkusuz beraberinde bölgede yeni ittifak ve işbirliği süreçlerinin de önünü açmıştı. (Bu hususta daha detaylı bilgi için 19 Ocak’ta yayınlanan “Maliki Nereye Koşuyor?” yazıma bakılabilir.) Bir diğer ifadeyle, İran’ın Maliki üzerinden Türkiye’yi çevreleme politikası ve Suriye krizini derinleştirici etkisi, Ankara’yı ve onun arka planını harekete geçirmekte gecikmedi.
Nitekim, bu bağlamda Ankara ile Irak içi dinamikler arasında, özellikle de Erbil hattında yaşanan diplomatik hareketlilik, PKK terör örgütü ile mücadelede işbirliği arayışlarında kendisini göster(e)meyen karşılıklı anlayış ve arzuyu ortaya koyması itibarıyla da oldukça dikkat çekici oldu.
“Arap Baharı”nda Suriye krizinden ayrı tutulan Irak, bu kapsamda sürecin içerisine de facto bir şekilde daha erken dahil edildi. Bu da hiç kuşkusuz doğrudan doğruya Maliki yönetiminin iktidarının sonu anlamına geliyordu ki, toplanan 172 imza ile beklenen adım atıldı.
Fakat, asıl kriz bundan sonra yaşanacağa benziyor. Özellikle de Irak iç siyasetindeki kaypak zemin ve zayıf ittifak ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda…
Nitekim bunun ilk somut işareti gelmekte gecikmedi. İran’ın etkin bir şekilde devreye girmesi ve içerideki Şii liderlerin sürece dahil olmasıyla birlikte, Ankara-Tahran arasında son dönemde Mollalara daha yakın bir duruş sergileyen Irak Cumhurbaşkanı Talabani, farklı bir tutum sergilemeye başladı.
Hatırlanacağı üzere, 3 Haziran’da basına düşen haberlerde Irak’ta Maliki hükümetinin düşürülmesi için gerekli 172 milletvekili imzasının toplandığı, imzaların, Cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından bir saat içinde Meclis Başkanı Usame en-Nuceyfi’ye iletileceği belirtiliyordu. Fakat Talabani, Maliki tarafından gönderilen bir heyetle yaptığı görüşme sonrası bu imzaları Meclis Balkanı’na iletmediğini, dolayısıyla bu haberlerin gerçeği yansıtmadığını dile getirdi. Bir diğer ifadeyle, Ortadoğu’nun “tilki” siyasetçilerinden biri olarak literatüre geçmiş bulunan Celal Talabani, bir kez daha işi yokuşa süren bir görüntü sunuyor.
Bunun dışında Iraklı Şii gruplar içerisinde başlayan tartışmalar da burada Maliki’nin siyasi geleceği üzerindeki belirsizliği daha da derinleştiriyor. Tahran’ın devreye girmesiyle birlikte Şii grupların bir kısmı daha yüksek bir sesle, Maliki’nin devrilmesinin Irak’ta Şiilerin gücünü kıracağını ve Irak (Arap) milliyetçisi olarak ön plana çıkan Şii lider Mukteda el Sadr’ın bölücü bir rol oynadığını dile getiriyorlar.
Benzer şekilde, süreçten güçlenerek çıkan Barzani faktörü de, Kürtler arasındaki ihtilafı daha da derinleştirmişe benziyor. Özellikle de Maliki’nin gitmesi ile Cumhurbaşkanlığı koltuğunu kaybedecek olan Talabani’nin KYB bağlamında yaşadığı bir takım sorunlar-hesaplar ile birlikte Irak siyasetindeki (buna Kuzey Irak bağlamı da dahildir) gelecek adına yaşadığı bir takım endişeler ağırlıklı olarak ön plana çıkıyor.
Burada İyad Allavi faktörünü de göz ardı etmemek gerekiyor. Sünni siyasetçi Allavi’ye karşı olan tavır, özellikle Irak siyasetindeki geleneksel Sünni egemen anlayışa karşı olan grupları rahatlıkla bir araya getirebiliyor.
Dolayısıyla, Maliki krizinde; Talabani-Allavi-Mukteda el Sadr üçlüsünün belkemiğini oluşturduğu ittifak, çok da sağlam bir zemin üzerinde durmuyor. Üstelik, Maliki sonrası kimin geleceği sorusuna verilemeyen cevap da, burada işin tuzu-biberini oluşturuyor. Bu da krizin farklı bir seyir alabileceğine yönelik endişeleri haliyle daha da arttırıyor.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, bugün itibarıyla krizde iki güçlü olasılık ön plana çıkmış vaziyette: Meclis’teki oylamada 172 parmağı görememek, dolayısıyla da hesaplaşmayı 2014’te sandıklara bırakmak ya da her şeye rağmen Maliki’yi devirmek. Burada, hiç kuşkusuz, düğmeye basanların kararlı tutumları kadar İran ve içerideki dinamiklerin ortaya koyacakları performans da süreçte belirleyici olacak. Fakat burada sorulması gereken asıl suallerden birisi de, Türkiye’nin Maliki sonrası nasıl bir Irak politikası gerçekleştireceği. Bir diğer ifadeyle düne kadar Allavi’ye destek veren (Talabani’nin tabiriyle yanlış ata oynayan) Türkiye’nin, bundan sonrası için kime, kimlere nasıl oynayacağı. Bu soruya bir sonraki yazımda cevap arayacağım.
Bir yanıt yazın