Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı,
Soğuk Savaş sonrası dengesini kaybeden uluslararası sistem, bir kez daha küresel-bölgesel güçlerin Ortadoğu-Avrasya bazlı yürüttükleri güç mücadelesi ile birlikte yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor. Bu kapsamda, ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya anlayışına karşı gösterilen direnç, tüm dünyada “istikrar-denge” arayışları adına çok kutuplu bir sürecin önünü açmış vaziyette.
Bu bağlamda, “toto oynar” gibi kutupların 3,4,5,6… olarak sıralandığı ve ABD dışında Avrupa Birliği, Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan ve hatta İran gibi bölgesel-küresel güç adaylarının “çok kutuplu” bir dünyaya doğru koşar adım gittiği bir süreçte “Kara Hakimiyeti Teorisi”nin kurucusu Mackinder’in “kalpgâhı”, Kafkasya-Orta Asya boyutuyla bir kez daha gündemdeki yerini alıyor…
Nitekim, bunla ilgili bir takım “zihin egzersizlerine” ve yürütülen psikolojik operasyonlara baktığımızda karşımıza şu gerekçelerin ya da tezlerin çıktığını görüyoruz…
Her şeyden önce Kalpgâh, hem Batı hem de yeni Türkiye vizyonu açısından “Yükselen Çin Tehdidi” karşısında vazgeçilmez bir güvenlik alanı, tampon bölge olarak karşımıza çıkıyor. Bir diğer ifadeyle, “Otokratik Kamp”ın önemli kırılma noktalarından biri olarak ön plana çıkan bu coğrafya geleceğin küresel gücünü ya da güç adaylarını belirlemenin yanında, Türk Dünyası’nın geleceği ve Türkiye’nin bölgesel-küresel konumunu “adlandırma” adına da büyük bir önem taşıyor.
Dolayısıyla temel hedef, “Çin’in Batı’ya Doğru Stratejisi”nde hammadde ve enerji kaynağı olan bu stratejik bölgeyi kaybetmemek, Pekin’i “Sed”din arkasında tutabilmek. Akabinde ise, onu Asya-Pasifik boyutunda etkisiz kılabilmek. Bunun yolu da, bölgede dost-müttefik yönetimlerin ikame edilmesinden geçiyor.
Nitekim “Arap Baharı” adı altında Ortadoğu-Kuzey Afrika’da başlayan “değişim” ya da daha yerinde bir ifadeyle “değiştirme” süreci, daha şimdiden bölgede etkisini göstermeye başlamış durumda. Bunu bölgedeki otoriter rejimler ile birlikte Rusya’nın “Yeni Yakın Çevre Politikası” bağlamında başlattığı bir takım ön alcı hamlelerden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Bunun için son dönemde atılan bir takım imzalara ve ikili-bölgesel çaptaki askeri tatbikatlara bakmamız bile yeterli…
Kuşkusuz, bu noktada Çin ve İran’ın da attığı bir takım dikkat çekici adımlar var ki, bu durum “Yeni Büyük Oyun”un hem çapını hem de derinliğini ortaya koyması açısından oldukça önemli. Dolayısıyla, “Arap Baharı”nın ikinci aşamasında kendisini gösteren bu tepki, “Bahar”ın değişik adlarla bu coğrafyaya doğru yaklaşmaya başlamasıyla birlikte her adımda daha da şiddetleneceğe benziyor.
Türkiye’ye gelince…
Kâlpgah, her ne kadar “Yeni Türk Dış Politikası”nın “şimdilik” ihmal edilen bir alanı olarak karşımıza çıksa da, “Stratejik Derinlik Projesi”nin ayrılmaz bir parçası olarak masadaki varlığını korumaya devam ediyor. Bir diğer ifadeyle, “zamanını bekliyor” desek daha doğru olur. Muhtemelen, ya “siyaset-strateji-araçlar” bağlamındaki ahenksizlik giderilmeye çalışılıyor ya da “Arap Baharı”ndan çıkartılan bir takım dersler bağlamında bir takım revizeler yapılıyor. Aksi takdirde Türkiye, “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olabilir.” ve “Yeni Büyük Oyun”un en büyük kaybedenlerinden biri olarak, bir kez daha (Osmanlı örneğinde görüldüğü üzere) tarihe geçebilir.
Diğer taraftan Türkiye burada akıllıca, milli ve bağımsız bir politika geliştirebilirse, işte o zaman rahmetli Özal’ın da hayali olan Türk Dünyası Federasyonu’nu gerçekleştirebilir ve İslam Dünyası’nın geri kalanı ile birlikte gerçek anlamda “yarı küresel bir güç” olarak Doğu ve Batı arasında dengesizliğin dengeleyici konumuna yükselebilir.
Kuşkusuz, bu o kadar da kolay bir hedef değil. Çünkü önünde her şeyden önce bir Çin, Rusya ve bu coğrafya ile arasında doğal bir bariyer olarak duran İran var. Ve bir de, Türkiye’nin arkasını bırakmayan bir “Sovyet sonrası deneyim süreci” ve “Arap Baharı” ile birlikte oluşmaya başlayan farklı bir Türkiye algısı-imajı…
Dolayısıyla “Yeni Ortadoğu” bağlamında “eylem” ve “söylem” bazında bir takım “gereksiz” çıkışlar yapan ve çıkmaza giren Yeni Türkiye’nin işi hiç de kolay değil. Bu noktada hem bu coğrafyadaki Türk kökenli cumhuriyetlerin güvenini kazanmak hem de bunu yaparken Rusya ile de bir ortak yol bulmak zorunda…
Gündeme bağlı olarak, önümüzdeki günlerde bu yol haritası üzerinde tartışmaya devam edeceğiz. Ama öncelik, Türkiye’nin Suriye-Irak ağırlıklı bu yeni süreçten kendini sıyırabilmesi. Çünkü gidişat hiç de iyi değil…