Sarkozy’nin Bitişinde Batı Rasyonalizmi

Sarkozy’nin Bitişinde Batı Rasyonalizmi
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Fransa’daki başkanlık seçimlerini Sarkozy kıl payı farkla kaybetti demek, “Hollande kazandı” ifadesinden daha doğrudur. Çünkü yakın dönem Fransız başkanlar genellikle anayasal hakkı olan ikinci dönem de başkanlık koltuğuna seçildiler. Bir bakıma ABD’de olduğu gibi. Eğer mevcut başkanla ilgili çok ciddi bir sorun yoksa halk ilk dönemi tecrübe kazanma, ikinci dönemi daha iyi hizmet etme (çıraklık-ustalık) olarak görür. Batı rasyonalizmi olarak adlandırabileceğimiz bu durum aslında bizde de vardır. “Ne de olsa eski muhtar” mantığıyla vatandaş ciddi bir sebep yoksa riske girmektense mevcut “muhtar”ı yeniden seçer.
Kıran kırana geçen seçim kampanyalarında sonuç belirleyen seçmenin miktarı yüzde 2’nin altındadır. Bu durumda Sarkozy mevcut başkan olarak önemli avantajına karşın Hollande’ın pek öne çıkan özelliği olmamasına rağmen bu kılpayı farkın sebebi nedir? Kanaatimce sağ temayüllü bir partinin adayı olarak Sarkozy’ye ikinci turda gelmesi beklenen aşırı sağ oyların önünün kesilmesi son derece etkili olmuştur. Birinci turda aşırı sağ Milli Cephe, yüzde 18 oy almış olup ikinci turda belirleyici duruma gelmiştir. Lider Marine Le Pen’in ikinci turda boş oy verme gerekçesini açıklarken Sarkozy’nin güvenilmez, yalancı olduğunu dile getirmesi bence sonucu belirlemiştir. Le Pen kendi seçmenine hiçbir gerekçe göstermeden veya mesela Sarkozy’nin ilk dönemde beceriksiz olduğu için oy vermeyeceğini açıklasaydı sonuç bugünkü gibi olmazdı.
Le Pen’in Sarkozy hakkındaki “güvenilmez” tespiti sadece aşırı sağ seçmene değil tereddüt içindeki bütün kesimlere ulaşmıştır. Le Pen’e hiç inanmayanların bilinçaltı dünyaları dahi bu tespitin etkisinde kalmıştır. Sonuç olarak Sarkozy’nin sahip olduğu avantajlar, onun güvenilmezlik özelliği karşısında büyük erozyona uğramıştır.
Sarkozy’nin nerede yanıldığını da doğru teşhis etmemiz gerekmektedir. Batı toplumunun genlerindeki Türk ve İslam düşmanlığı değişmez bir gerçektir. Uluç Gürkan’ın “Ermeni Sorununu Anlamak” kitabı konuyu birçok boyutuyla ortaya koymaktadır. 1648 Westfalya’dan beri farklı mezhep, farklı sosyal sınıflar, farklı din, nihayet farklı ırklara saygı esası istikametinde evrilen Batı toplumu, yine de genlerinin esaretinden kurtulamamıştır. Bunu istismar etmek isteyen liderler de bir dereceye kadar başarılı olmuşlardır. Sarkozy bu gerçeği dikkate alarak Türk düşmanlığını izhar etmek için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. Ermenistan, Ermeni diyasporası ve Ermeni iddialarını kampanya döneminde de yoğun olarak kullanmıştır. Halbuki topluma her konuda önderlik yapması gereken bir başkan duygusal istismardan çok kalıcı çözümlerle halkın karşısına çıkmalıydı.
Fransız seçmeni, bazılarının iddia ettiği gibi Ermenici propagandaya tepki göstermiş değil fakat ucuz politikalara prim vermemiştir. Seçim sonuçlarında Ermeni oyları veya Ermeni politikalarının etkisi ancak yüzde birkaç civarındadır. Ancak Fransa’nın veya Avrupa’nın bir sürü sorunlarına karşın küçümsenmeyecek ekonomik ve siyasi ilişkileri olan Türkiye’yi karşısına almak, Türkiye ile ilgili yatırımlardan dışlanmak hiç de arzu edilen bir durum değildir. Ermeni lobisini öne alan politikalar ise ucuz politika olarak görülmektedir. Ermeni meselesinde en azından söylem bazında Hollande’ın farklı bir durumu yoktur. Ancak Fransa’nın çıkarlarının birkaç yüz binlik Ermeni toplumundan üstün tutulacağı yönünde bir beklenti sözkonusudur.
Avrupa’yı saran yabancı düşmanlığı, yakın dönem ekonomik ve sosyal sorunların birikiminin dışa vurmasıdır. Mali krizlerin yol açacağı siyasi istikrarsızlık belki de büyük bir savaş olmadan sükûnet bulmayacaktır. Geçiş dönemi çalkantılarına sorumlu ararken yabancılar-Türkler-Müslümanlar karşıtı çıkışlar ilk bakışta kolaycı yol idi. Türkiye’nin AB üyeliğine yeminli karşıtlık da bu bağlamda halktan daha fazla teveccühe sebep olabilirdi. Ancak iç ve dış politikada güven vermeyen, dengesiz ve istikrarsız politikaları yabancı düşmanlığı damarından örtmeye çalışmak icracı başkan için prim yapmamıştır.
Politikacılar bazen başarının yolunun sahtekârlıktan, dikkatleri başka yöne çevirmekten, göz boyamaktan geçtiğini zannederler. Hatta bir görüşe göre “siyaset, yalan söyleme sanatıdır”. Bununla beraber, her alanda olduğu gibi politikada da dürüstlüğün getirdiği nihai fayda ve kazanç, sahtekârlıkla ve yalancılıkla elde edilen/edilecek olan kazançtan çok daha kalıcı, etkili ve mutluluk vesilesidir. Yalan-dolan-kandırmacalarla bir dönem daha iktidarda kalmanın ağır faturası ülke ve halk için çok daha ağır olup dürüstlükle iktidarı kaybetmek ise ülkenin parlak geleceği/tehlikeleri en az zararla aşması yolunda yıkılmaz köprülerin kurulması demektir. Fransa’da Hıristiyan bağnazlığının prim yapmamış olmasını bir de bu açıdan değerlendirmek gerek.
13.05.2012
alaeddinyalcinkaya@gmail.com


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir