Tek taraflı kazanımlarla hiçbir sonuca varılamadığı gibi bir başarı da elde edilemiyor.
Başarıya ulaşmak için aynı ticarette ve günlük yaşamımızda asgari olarak iki kişiyi ilgilendiren konulardaki davranışlarımızda olduğu gibi bir al-ver sürecinin yaşanması gerekiyor.
Karşınızdakine sevgi veriyorsanız genelde aynı düzeyde sevgi alıyorsunuz, gülümserseniz gülümseme alıyorsunuz, bağırıyorsanız size dönen yanıt ta en azından yüksek tonda veya daha yüksek düzeyde bir tepki oluyor.
Bir gazete okumak isterseniz ücretini satıcıya verdikten sonra o gazeteyi alabiliyorsunuz. Dolayısıyla bu farkında olmadan günlük olarak yaptığımız işlemlerin sonucunda her iki tarafında bir kazanımı oluyor.
Şayet bu al-ver durumunda iki taraf kazanmıyorsa, yapılan bir işte terslik olduğu ortaya çıkıyor ve taraflardan bir tanesi devam etmiyor ikili alış verişe.
Son 44 yıldır süren Kıbrıs müzakereleri de bundan pek farklı değil.
Sonuç sadece bir tarafı memnun etmeye doğru gidiyorsa veya da tarafların birisinde sonuçla ilgili bir art niyet varsa, kısa bir süre içinde bir şekilde kopuyor müzakereler.
Kıbrıs sorununda çok kritik ve tarihi dönemece gelindiği kesin.
Çocukluğumuzun “Karagöz’le Hacivat oyunları”ndaki son perdede Hacivat tarafından hep söylenen “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman” sözlerinde olduğu gibi perde, yani müzakereler artık yıkılmak üzere.
Ancak perde bir kez yıkılırsa, bir daha yerine koymak mümkün olmayacak artık.
O yüzden sorumlu tüm paydaşlar, hem tarafları hem de uluslararası toplumu, sorumluluklarını üstlenmeye çağırıyor.
Kıbrıs Rum tarafının müzakere sürecinde kesinlikle hiçbir değişiklik olmadan, görüşmelerin belirsiz bir süre devam etmesini istemesi ve bunda ısrarcı olması, Türk tarafını alternatifler bulma arayışına sokmuş durumda.
BM’nin, geçtiğimiz günlerde, müzakere sürecinin bugünkü şekliyle devam edemeyeceğini açıklamasının Türk tarafının bu kararındaki etkisi çok büyük.
Müzakerelerin esas prensiplerinin değişmesi gerekliliği net olarak çıktı ortaya.
Müzakereler çözüme doğru gitmiyor. Bunu hem Kıbrıslı Türkler, hem Rumlar hem de BM ve AB yetkilileri görmekte.
Kıbrıs Türk tarafı müzakere sürecinin ‘Kıbrıslı özelliğine’ saygı duyuyor. Müzakerelerin bundan sonraki aşamasının modeli ile nihai amacının saptanması ve temel ilkelerin belirlenmesi konusunda -müzakereler tekrar başlamadan- bir anlaşmaya varılmasını istiyor ve öneriyor.
Zaten başka türlüsünün olması mümkün değil.
2013 Martında tekrardan masaya oturulacaksa bir takvim ve bir al-ver süreci olmalı bu yeni süreç. Buna ilaveten de takvim sonunda bir anlaşmaya varılamazsa Kıbrıs Türk tarafının masadan hangi statü ile kalkacağı da bu aşamada belirlenmeli.
Müzakerelerin sonucunda gene ambargolar altında, dünyadan izole edilmiş bir halk olarak masadan kalkacaksak, masaya oturmamanın ve şimdiden alternatifler aramaya başlamanın çok daha iyi ve akılcı bir yol olacağı akla ve mantığa çok daha yakın gözükmekte.
Bu nedenle de Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunacak, sonsuza dek sürmeyecek anlamlı ve özlü içeriğe sahip yeni bir yöntemin taraflarca şimdiden saptanması gerekmekte.
Kıbrıs Rum tarafı bunları kabul etmiyorsa, şimdiden adanın bölünmesine ve kesin çizgilerle ayrılığa hazır olmalı.
Kıbrıs Türklerinin, Rum çoğunluğun idaresi altında, adı federasyon olan göstermelik bir devlet yapısı içinde Rumların yönetimi altında yaşamayı kabul etmeyeceği kesin.
Hele de Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Yönetiminin adına iflas denen korkunç bir ekonomik bunalım ve siyasi krizlerle boğuştuğu bu dönemde.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
14 Mayıs 2012