Dün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen Mavi Kart yasa tasarısı kanunlaştı.
Şu ana kadar geçerli olan mavi kart kanunundan farklı olarak artık mavi kart sahiplerinin de bir TC Kimlik numarasına sahip olacak olmaları. Emeklilik ile ilgili kısımlar açıklığa kavuşmamakla birlikte başka bir tasarının içinde ele alınacak.
9 Mayıs 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU (İzmir)
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
_____0_____
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşimini açıyorum.
III – Y O K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz çok dilli belediyecilik hizmetleri hakkında söz isteyen Bingöl Milletvekili İdris Baluken’e aittir.
Buyurunuz Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok dilli belediyecilik hizmetleriyle ilgili, belediyelerimize yönelik başlatılan soruşturmalar üzerine grubum adına bilgilendirme yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, bahse konu geçen soruşturma süreçleri Nusaybin, Bismil, Derik ve Kızıltepe belediyelerimizle ilgili başlatılmış olup aslında, partimizin diğer belediyeleriyle ilgili de aba altından sopa gösterme şeklinde bir tehdit süreci şeklinde yürütülmektedir.
Burada, tabii şu hususların özellikle belirtilmesi gerekiyor: Yeni anayasayla ilgili tartışmaların yapıldığı, müzakerelerin yürütüldüğü böylesi önemli bir süreçte çok dilli belediyecilik hizmetlerinin soruşturmaya tabi tutulmasının aslında AKP Hükûmetinin gerçek niyetinin ne olduğuyla ilgili önemli ipuçları barındırdığını düşünüyoruz. Burada, özellikle Nusaybin Belediyemizde İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin soruşturmayla ilgili iddiasını okuyarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bakın, İçişleri Bakanlığı müfettişi Nusaybin Belediyesinden savunma isterken iddiasını nasıl şekillendirmiş: “Nusaybin Belediye Meclisinin 6/9/2011 tarih ve 149 sayılı kararı ile ilçede çok dilli -Kürt, Arap, Süryani ve tüm diller- çok kültürlü ve farklı inançlardan oluşan halkların yaşaması nedeniyle, söz konusu farklılıkların talepleri, istekleri ve istedikleri hizmetlere yardımcı olmak amacıyla belediye meclisi ve belediye çalışanları olarak çok dilli belediyecilik ve ana dilde hizmet verilmesine yönelik karar almış olduğunuz tespit edilmiş olup bununla ilgili savunmanız yedi gün içerisinde istenmektedir.” diye tebliğ edilmiştir.
Sayın Başkan, gürültü çok olduğu için konuşmamızı yapamıyoruz. Müdahale ederseniz…
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Başkan da konuştuğu için…
İDRİS BALUKEN (Devamla) – Sayın Başkan, konuşmamı yapamıyorum ben salondaki gürültüden dolayı.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Baluken.
SIRRI SAKIK (Muş) – Başkanım baştan alın.
BAŞKAN – Tekrar kürsüyü üç dakikaya ayarlayacağım size.
SIRRI SAKIK (Muş) – Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, devamlı tekrar etmek istemediğim için tekrar ikaz etmedim ama kürsüye çıkan milletvekili arkadaşlarımızı daha iyi duyabilmek için biraz sessiz olmanızı tekrar rica edeceğim.
Buyurunuz Sayın Balüken.
İDRİS BALUKEN (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, dinlemediğiniz için özellikle tekrar vurgulayayım: İçişleri Bakanlığı müfettişinin belirtmiş olduğu cümleler şudur: “Çok kültürlü, çok dilli ve farklı inançlardan oluşan halkların yaşaması nedeniyle söz konusu farklılıkların talepleri, istekleri ve istedikleri hizmetlere yardımcı olmak amacıyla Belediye Meclisi olarak çok dilli belediyecilik hizmeti kararı almış olduğunuz tespit edilmiş olup yedi gün içerisinde savunma verilmesi…” diye belirtilmiş. Bakın, buna gönderilen savunmada da Nusaybin Belediyemiz şu şekilde ifade etmiş: “Gerek ilçemizde ikamet eden gerekse ilçemize dışarıdan alışveriş, turistik ve benzeri amaçlarla gelen, resmî dilimiz olan Türkçe dışında farklı bir dile hâkim olan, Türkçeyi bilmeyen insanlarımıza yönelik belediye hizmetlerinin daha anlaşılır kılınması ve katılımcı, halkçı belediyecilik anlayışının esas alınması amacıyla şu konularda çok dilli belediyecilik hizmetini esas aldık: Belediye web sitesi açılışı, kültürlerin tanıtımını sağlayan tabelalar, belediye birimlerini gösteren tabelalar, ve takvimlerin basımında çok dilli bir belediyecilik hizmetine esas aldık.” deniyor. Burada tabii, özellikle BDP’li belediyelerin seçilmesinin yerel yönetimlerimize yönelik operasyonların bir devamı olduğunu belirtmek istiyorum çünkü AKP’li Mardin Belediyesi, BDP’de olmayan Midyat Belediyesi, yine Nusaybin’in hemen yakınında bulunan Artuklu Üniversitesinin çok dilli hizmetle ilgili yapmış olduğu uygulamaların hiçbirisi soruşturmaya tabi tutulmazken belediyelerimize yönelik özel olarak böylesi soruşturma süreçleri yürütülüyor. Bölgeye gitmeye gerek yok. Turistik yerlere, metropol şehirlere, Ankara, İstanbul, her tarafa bakalım. Türkçe dışında farklı dilleri bilen bütün vatandaşlara yönelik, yön tabelalarından tutalım da yemek menülerine kadar farklı dillerin kullanıldığı hizmetleri hepiniz biliyorsunuz. Bugün, Bağdat Caddesi’ne, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi’ne, Çankaya’ya gittiğiniz zaman, market isimlerinin bile Türkçe olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Bunlarla ilgili yürütülen tek bir soruşturma yokken BDP’li belediyelere yönelik böylesi soruşturmaların başlatılmasını bilinçli bir politika olarak görüyoruz.
Süremiz çok kısıtlı olduğu için, ben bazı resimler getirmiştim, onları paylaşacaktım ancak Nusaybin Kaymakamlığı, Mardin Belediyesi, Midyat Belediyesi ve bahsetmiş olduğumuz bütün metropol şehirlerinde uygulanan bir hizmetin BDP’li belediyeler tarafından yapılması soruşturmaya tabi tutuluyorsa hepinizin tekrar düşünmesi gerekiyor.
Burada, yeni anayasayla ilgili, farklılıkları esas alan özgürlükçü bir anayasa mı düşündüğünüz, Kürt sorunuyla ilgili müzakereci ve diyalogcu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) – …bir çözümü mü esas aldığınızla ilgili bir yaklaşımın turnusol kâğıdı olacaktır, bir ayraç olacaktır. Bu nedenle, AKP Hükûmetine, bu konuyla ilgili, kamuoyuna, partimize ve halkımıza derhâl bir açıklama çağrısını yapıyorum.
Teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Baluken.
Gündem dışı ikinci söz, hidroelektrik santralleri ve ekoloji hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’ye aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Yeniçeri.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin diğer taraflarında olduğu gibi Doğu Karadeniz’in hemen her köşesinde yaşayan halkın tamamı HES mağduru hâline getirilmiştir. HES mağduru illerden birisi de Gümüşhane ilimizdir.
Gümüşhane ilinin iki önemli kaynağı vardır. Bunlardan birisi insanı, diğeri de yemyeşil ormanlarıyla yaşayanlara hayat veren dereleri ve madenleridir. Yeşil doğa sayesinde henüz büyük kentlere göç etmemiş yöre insanı, dişiyle, tırnağıyla topraklarına tutunmaya çalışıyor ancak AK PARTİ İktidarı döneminde bölgenin doğasının, suyunun ve maden yataklarının hoyratça kullanılması halkta büyük endişelere sebep olmaktadır. Gümüşhane’de şirketler altın üretimi için siyanür kullanmaktadır. Siyanür, ne yapılırsa yapılsın, sonuçta toprağı ve çevreyi zehirlemektedir. Gümüşhaneli siyanürle kucak kucağı yaşarken bir de HES felaketiyle karşı karşıya bırakılmıştır. HES’lerle âdeta bölge halkının soluk borusu tıkanmak istenmektedir.
Gümüşhane halkı HES’ler yüzünden tedirgin, kaygılı ve huzursuzdur. Halk HES’lere karşıdır ve yaşam alanlarına müdahale edilmesini istememektedir.
Ekolojiyi allak bullak edecek olan HES’ler için hazırlanan projeler üstünkörü, gerçek değerlerden ve ciddi analizlerden yoksun, eksik ve uydurma bulgularla doludur.
Gümüşhane ili Torul ilçesine bağlı vadiye kurulması hedeflenen Kuzey-1, Kuzey-2, Kuzey-3 HES projeleri söz konusudur. Ancak vadinin suyu zaten Torul Barajı, Kürtün Barajı ile Kürtün Doğankent arasındaki mevcut olan birçok HES’i sesleyen ana kaynaktır. Bu kaynağı, tümüyle aktığı derelerden alıp borulara sokmak, bölgenin coğrafyasına, bitkisine, hayvanına ve insanına ihanet etmek anlamına gelmektedir. Bu proje bölgedeki canlıların hayatına son verme, insanların da boğazlarını sıkma ve göçe zorlama projesidir.
Bölgede bulunan İnkılap, Dedeli, Kalecik, Gülaçar, Bahçelik, Günay, Kocadal, Yalın Kavak, Işık, Arılı Köyleri doğrudan Dibekli, Boyluca, Hasköy ve Kodil Bahçe köyleri dolaylı olarak HES’lerden etkilenecektir.
HES’leri yapacak firmanın hazırladığı proje tanım dosyası ise gerçekler üzerine kurulu değildir. Örneğin bu dosyada, “projenin bulunduğu vadide kayda değer bir sulama kullanımı yoktur” diyor. Bu doğru değildir, aksine vadide ciddi manada sulama amaçlı su kullanılmakta olup, bahar ve yaz aylarında 10 bini aşan nüfus bölgede tarımsal faaliyet sürdürmektedir!
Yine firmanın tanıtım dosyasına göre vadide herhangi bir tesis mevcut değildir. Bu da doğru değildir, vadide beş adet alabalık tesisi yanında dört adet de su değirmeni ve sulama kanalları vardır!
Yine firma tanıtım dosyasında “Hidrolojik açıdan herhangi bir sorun yok” denilmektedir. Bu da doğru değildir, firma tanıtım dosyasında debi ölçümlerini gösteren ölçümler, HES’in kurulacağı yerin 25 kilometre aşağıdaki bir gözetleme istasyonundan alınmaktadır. Tamamen sahte, tamamen sahte, tamamen uyduruk bilgiler üzerinden bölgenin suyuna el konulmakta ve insanların atardamarları tıkanmaya çalışılmaktadır.
Ayrıca, Artabel Tabiat Parkının, tabiat parkı olarak ilan edilmesiyle bölgenin hidrolojik yapısı dokunulmazlık kazanmış olmaktadır. Oraya dokunan hem Gümüşhaneliye dokunmuş hem de imzalanan sözleşmelere göre suç işlemiş oluyor.
Bölgedeki hayvancılık, arıcılık, besicilik, meyvecilik, balık havuzu, su değirmenleri ve sulama kanalları HES’lerin devreye girmesiyle yok olacaktır. Projenin gerçekleşmesi durumunda Artabel Tabiat Parkı Kuzey-1 Hidro Elektrik Santralinden doğrudan, diğer HES’lerden ise dolaylı olarak etkilenecektir.
Bölgede 141 adet bitki türü, 30 memeli ve 88 kuş türü vardır. Tabiat Parkındaki 141 bitki türünün 12’si endemik ve bunların 10 tanesi kırmızı listedir. Yine, bölgedeki 30 memelinin 6’sı, 88 kuş türünün de 81’i kırmızı listedir.
HES’lerin devreye girmesiyle başta su canlıları ve memeli hayvanlar olmak üzere bir çok fauna ve flora türleri geri dönüşü imkânsız tehdit ve tehlike altına girecek, zarar göreceklerdir.
Sayın Bakan, bu konuda “Su akar, Türk Bakar” gibi ucuz laflar etmekte, “Biz vadiyi susuz bırakmayacağız, can suyu vereceğiz.” türünden zevahiri kurtarma açıklamaları yapmaktadır.
Dereden akan su demek, orada yaşayan insanlar için hayat demektir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” sözüne uygun davranmanın tam da zamanıdır.
Bana köy muhtarlarının verdiği dosyada ki son cümle şudur: “Bülbülü eti için kesmeyiniz, Gümüşhane’ye kıymayınız.”
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yeniçeri.
Gündem dışı üçüncü söz, engelli yurttaşların sorunları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’a aittir.
Buyurunuz Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere ve tüm vatandaşlarımıza engelsiz bir yaşam dileyerek saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, engellilik bir kusur değil, hepimiz bir engel adayıyız ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinde gerek yapılan yasama faaliyeti nedeniyle gerek tüm işlemlerde engelli vatandaşlarımızdan işitme ve konuşma engellilerin de en azından buradaki faaliyetleri öğrenme ve bilgilenme hakkı var. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda işitme ve konuşma engellilerle ilgili işaret diliyle bir açıklamanın yapılmaması gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisinin büyük bir kusurudur, büyük bir hukuki ayıbıdır. Bu hukuki ayıp ve kusurdan bir an önce kurtulabilmeli, bunun için kamu kurumlarında engelli istihdam oranı artırılmalı ve bu anlamda dilencilikten kurtarılıp bir iş sahibi yapılabilmelidir.
Değerli arkadaşlar, Engelliler Haftası, Birleşmiş Milletlere üye olan yüz elli altı ülke tarafından 10 mayıs ve 16 Mayıs tarihleri arasında etkinliklerle anılmakta ancak sorunlar dile getirildikten sonra hiçbir soruna çözüm bulunamamaktadır. Ülkemizdeki nüfusun yüzde 12,29’u yani 8 milyon 431 bin 937 kişi engellidir ancak ülkemizde hâlen yasal düzenlemelerde engelli vatandaşlarımızdan bahsedilirken “özürlü” deyimi kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlar “özürlü” kelimesi, Türk Dil Kurumuna göre ”Kusuru olan, defolu olan” diye tanımlanmaktadır. İnsan defolu olur mu? “Defo” kavramı mal için kullanılır. Bu, aynı zamanda bir hukuki ayıp anlamına gelir. Tabii, bunu görsel anlamda, pratik olarak tam anlayabilmek için size ben bir çorap getirdim değerli arkadaşlar. Şimdi, bu çorabı -farklı renkler var- çorap makinesi bu çorabı ördüğü zaman eğer makinenin bu orta şeritteki ipliği biter ise, aynı renkten devam eder ise biz buna “defolu çorap” deriz değerli arkadaşlar veyahut da bunun topuk kısmındaki iplik ile diğer gövdedeki iplik farklıdır. Bu iplik biterse, makine bu şekliyle diğer normal ince ipliğe devam ederse biz buna “defolu çorap” veya “özürlü çorap” deriz. Yani bu hukuki anlamda bir hukuki ayıptır.
Bu anlamda, ben, 5378 sayılı 2005 yılında AKP Hükûmeti tarafından “Özürlüler Kanun” diye tabir edilen bu kanunu, kavramı bu şekilde kullandıkları için ayıplıyorum, kınıyorum. Bir an önce Hükûmetin bu özürlülük kanun kavramından vazgeçip engelli deyimi kullanmasına davet ediyorum.
Engelli vatandaşlarımızın sorunları nelerdir? Bir, rapor sorunu var. iki, istihdam sorunu var. Üç, erişebilirlik sorunu var. Dört, ayrıştırıcı değil kaynaştırıcı uygulama sorunu var. Şimdi bu başlıklar altında konuya devam edersem, rapor sorunu şu anda Avrupa Birliği standartlarına göre Türkiye’deki bu engellilerin yüzde 98’i engelliyken Hükûmete göre bu oran bir gecede yapılan yönetmelik değişikliğiyle yüzde 40’a indirildi değerli arkadaşlar. Yani burada niye böyle indirildi? Hatta Hükûmet bu raporları belirli hastanelerde alınmasına yönelik vatandaşı zorunlu kıldı, üniversite hastanelerinden bu rapor alınamamakta, bu sebeple mümkün olduğu kadar vatandaşlarımızın yani engelli vatandaşlarımızın sayısını azaltarak Birleşmiş Milletlerin standartlarında belirtilen bu engelliler haklarından yararlanmasını aza indirtebilmek içindir.
İstihdam sorununa gelince: Kamuda 34.325 engelli personel kadrosu bulunduğu hâlde bugüne kadar bu kadro doldurulmamakta, Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesi uyarınca bu bir ayrımcılıktır. Hükûmet engellilere karşı ayrımcılık suçunu işlemekte ve bu suçu işlemeye devam etmekte. Bu anlamda tüm engellilerin Başbakanlığı düzenleme kanunu uyarınca tüm bakanların ita amiri olarak Başbakan burada sorumlu olduğu için Başbakan hakkında suç duyurusunda bulunmasını ve bu anlamda tazminat davası açmasına davet ediyorum değerli arkadaşlar.
Erişebilirlik sorunu açısından Sayın Şehircilik Bakanımız burada. Vatandaşlarımız şehirlerde engelli vatandaşlarımızın hiçbirisi kaldırımlarda dolaşamamakta, belediye otobüslerine binememekte, halk otobüslerine binememekte, kaldırımlardaki ağaçların boyu kısa olduğu için görme engelli olan vatandaşlarımız onlara çarpmakta. Ne olur yani engelsiz bir dünyada engelli vatandaşlarımızla yaşamak umuduyla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
Sisteme girmiş sayın milletvekillerimize, İç Tüzük 60 gereğince bir dakika söz vereceğim.
Buyurunuz Sayın Ağbaba.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, ben, ayrımsız bütün insanların insan haklarına saygı duyduğumu belirtmek istiyorum.
10’dan fazla hapishane gezdim, 100’den fazla mahpus ziyaret ettim. Gittiğim her hapishanede açık görüş yaptım ama dün Hasdal ve Hadımköy’de açık görüş ziyareti yapamadık. Millî Savunma Bakanlığından ısrarla izin istememize rağmen izin verilmedi. Bu ayrımcı ve antidemokratik uygulamayı kınıyorum. Milletin vekillerine bu uygulamanın neden yapıldığının izahını istiyorum.
Ayrıca, cezaevlerinde tam anlamıyla bir keyfî yönetim var. Örnekler çok ama bir örneği vermek istiyorum: Sincan 1 No.lu Cezaevinde, içlerinden birisi de Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyesi Sayın Mustafa Balbay, herkesin yasal hakkı olan haftalık on saate kadar sohbet hakkı Sincan 1 No.lu Cezaevine girmiyor. Orada tam bir tecrit var, tam bir işkence var. Cezaevlerindeki bu keyfî yönetimi kınıyorum, bunu yapanları da göreve davet ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ağbaba.
Sayın Tüzel…
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çalışma Bakanlığının yanı başında 35 işçi on gündür bir direniş sürdürüyor. Bunlar, 1937’den beri faaliyet yürüten ünlü ayakkabı firması TOGO işçileridir. Anayasal hakkını kullanmak için Deri İş Sendikasında örgütlenmiş, ancak patronun yanıtı bu işçileri işten atmak şeklinde olmuştur. İşte, Türkiye’de sendikal hak ve örgütlenme özgürlüğünün durumu budur. Sendikalaşmak sözde haktır ama gerçek olan, gerçekleşen sermaye sınıfı patronun işten çıkarma hakkıdır. Yasalarda suç olmayan bu keyfîlik, hukuksuzluk işçinin her yerde karşısına çıkmakta, nerede daha iyi bir çalışma koşulu, ücret ve kurallı çalışma için hak isteyen işçi varsa onlar kapıya konulmaktadır.
Çalışma Bakanını göreve çağırıyorum. Ülkenin her yerinde ayyuka çıkmış bu işten atmaların durdurulması, işten atılan işçilerin işe alınmalarının sağlanması, işçinin sendikalaşma hakkına saygı gösterilmesinin sağlanması ve burada bekleyen sendika yasasının bir an önce Genel Kurula indirilmesi için Sayın Bakanı göreve davet ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Sayın Özkan…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tarım işletmeleri bugünlerde hasada başlamaktadır ancak burada biçerdövercilerin sorunları vardır. Kira sözleşmesiyle ihaleye girmek isteyen biçerdöver sahiplerini ihaleye almama gibi bir durum söz konusudur. Bakanlık yetkililerini eşitlik ilkesine dayanarak ihaleye almalarını rica ediyorum, bir.
İkincisi, Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman çavuşların özlük haklarında büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların çözülmesi için çözüm beklemektedirler.
Yine uzmanlıktan ayrılan, bazı sebeplerle uzmanlıktan ayrılan uzman çavuşlarımız -bunlar kahramanca Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmışlardır- ancak Adalet Bakanlığı infaz koruma memuru olarak değerlendirme yapılmaktadır. Belediyelerimiz, İçişleri Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, tüm bakanlıklarımız bu gençlerimize iş vermemektedir. Bunların bir mağduriyeti söz konusudur. Bu konuda Hükûmeti uyarıyor, bu uzman çavuşlarımıza sahip çıkmasını rica ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özkan.
Sayın Aygün…
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Altı ay evvel Kocaeli’nde bir avukatlık bürosuna “Kürecik’te radar üssüne hayır” pankartı yazdıkları için gözaltına alınan ve beş buçuk aydır tutuklanan öğretmen Meral Dönmez, öğrenci Gülşah Işıklı’nın duruşması 30 Temmuza ertelendi. Anladığımız kadarıyla özel yetkili mahkemeler sadece AKP’yi, onun politikalarını, kurmaya çalıştığı rejimi değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletlerini de savunuyorlar, bu yönde içtihatlar üretiyorlar. Zira sadece “Yasal bir pankart açtı.” diye bir öğretmen ve öğrenciyi 30 Temmuz tarihi itibarıyla dokuz ay tutuklu tutmak vicdani ve hukuki ölçülerle bağdaşmaz.
Öte yandan, 1 Mayıs kutlamalarını yasal hâle getiren Hükûmetin, bununla övünen Hükûmetin, dün tam 100 kişinin Erzincan’dan Eskişehir’e, İstanbul’dan Antakya’ya Ankara özel yetkili savcısı talimatıyla gözaltına aldırması da kabul edilemez. Bu bakımdan Hükûmetin ve özel yetkili mahkemelerin bu şiddet politikalarını protesto ediyorum.
Saygılar…
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Aygün.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bilindiği gibi Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir kesimini oluşturan ve zor şartlarda görev yapan astsubayların içinde bulunduğu ve zaman zaman medyaya da yansıyan sorunları on yıllık AKP İktidarı döneminde çözülemediği gibi son zamanlarda bu sorunlara yenileri eklenmiştir. Bu sorunların çözümü konusunda hiçbir girişimde bulunmayan Hükûmet son dönemde sessizce kurmay subayların maaşlarına yaptığı zamdan astsubayları yararlandırmadığı gibi, üniversite mezunu olduğu hâlde 1’inci derecenin 4’üncü kademesinden emeklilik hakkı olan bu kesime maalesef bu hakkı vermemekte ısrar etmektedir. Hükûmeti astsubayların sorunlarının çözümüne karşı duyarlı olmaya ve bu sorunların çözümü için bir an önce gerekli düzenlemeleri yapmaya davet ediyor, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Sayın Fırat…
SALİH FIRAT (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son on yıldır sürekli Hükûmetin ve Başbakanın dilinden “milletin iradesi” kelimesi düşmez. Ancak ne yazık ki on bir aydır milletin iradesiyle, milletin oylarıyla seçilen 8 tane milletvekilimiz cezaevlerinde tutuklu bulunmaktadır. Bununla ilgili yapılmak istenen yasal düzenlemeler yapılırken de bu yasal düzenlemeden dolayı bazı insanların bundan yararlanacağı korkusu mevcuttur. Türkiye’de yasalar çıkarılırken halkın tamamı düşünülmelidir, yasalar bireylere göre çıkarılmaz, korkularla yasa çıkarılmaz. O yüzden korkmadan, düşünmeden direkt olarak Türkiye’de Terörle Mücadele Yasası, CMK’nın 250’nci maddesi, Anayasa hızla değiştirilip bu millî iradenin tutukluluğuna son verilmesi gerekir. Korkuyla bir yere varılmaz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Fırat.
Sayın Tuncel…
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türkiye yeni anayasa tartışmaları yaptığı bir sırada aslında çok ciddi antidemokratik uygulamalara adım atmaktadır. Bir yandan demokrasi konusunda yaşanan krizler, ekoloji konusunda, yine eşitlik ve kadın özgürlüğü konusunda yaşanan sıkıntılar ortada. Böyle bir ortamda nasıl yeni anayasa yapılacağı tartışması doğrusu Türkiye kamuoyunun takdirine bırakılmış durumda. Özellikle ekolojik yaklaşım ciddi bir sorun. Bu Parlamentoda 2/B yasası çıkartıldı ve orman arazileri üzerinden yeni rant alanları açıldı. Bunun ilk uygulamasını Antalya’da gördük. Antalya Çıralı’da yıkımlar yapılmaya başlandı ve orada orman arazilerine ev yaptıkları için pansiyonlar yıkılıyor. Bu ciddi bir sorun ve AKP Hükûmetinin derhâl bu yaklaşıma son vermesi gerektiğini, çevre örgütleriyle birlikte ekolojik bir perspektifle bu olaya yaklaşması gerektiğini, “Ben yaparım.” dediğinde yapmasının Türkiye toplumuna büyük zarar verdiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz ve özellikle Antalya Çıralı’da yapılan yıkımların durdurulması gerektiğini burada bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Diğer bir…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tuncel.
Sayın Eyidoğan.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanımız Erdoğan Bayraktar’ı burada görmüşken kendisine birkaç soru tevdi edeyim.
Van’daki TOKİ tarafından yapılacak konut sayısı en son nedir? Ve yakın zamanda okulların kapanmasıyla Van’a dönmek durumunda kalacak kişiler düşünüldüğünde ne zaman bu konutlar bitecektir?
Ayrıca, Van depreminden hemen sonra 19 TV kanalında gerçekleşen ortak canlı yayında düzenlenen yardım kampanyasında 65 milyon TL yardım toplanmıştır. Bu yayınlarda bir inşaat firması Van’da 35 milyon TL yerine 500 daire yapacağını belirtmiştir. Bu yapılar Van’da yapılmakta mıdır?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Eyidoğan.
Son olarak Sayın Uzunırmak.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Futbolumuzda şike soruşturması zamanında ve etkin bir şekilde seçim sonuçları ve birtakım mülahazalarla geciktirildiği için bir kaos yaşanmaktadır. Bütün bu kaosa rağmen, emeğinin hakkıyla mücadele eden takımlar olmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak süper lige çıkan Elâzığspor’u başarılarından dolayı kutluyoruz ve tabii ki Nazilli Belediyespor’umuz da üçüncü ligden -kendi seçim bölgemde- ikinci lige çıkmıştır, başarılarından dolayı onları da kutluyoruz. İnşallah, bu kaos çözülür ve Türk sporu sağlıklı bir yapıya kavuşur. Bugünlerinde de geçici olduğunu ve spora olan ilgimizin devam etmesi gerektiği kanaatini paylaşıyorum. Bütün şampiyon olacak takımlarımıza da şimdiden başarılar diliyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Uzunırmak.
Şimdi, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Yerel basın, bölgenin ve bölgede yaşayanların her türlü sorununu ve bu sorunların karşısında üretilebilecek çözüm önerilerini gündeme getiren, tartışan, yerel yönetimle merkezi yönetim arasında köprü işlevi gören, halkın gözü kulağı olduğu kadar yerel yönetimin dili de olabilen bir işleyişle kişilerin küreselleşme girdabından biraz olsun alıkoymaktadır. Aslında yerel basın bir yönüyle ülke basınına malzeme sağlamakta, onları uyarıcı görevler görmekte, onlara yardımcı olmaktadır.
Türkiye gibi büyük bir ülkede yerel basın güç bulamamış, Cumhuriyetin ilk yıllarında önem kazandığı halde, daha sonraki yıllarda bu gücünü kaybetmiştir. Bunun birden fazla nedeni bulunmaktadır. Bunların hemen hemen tamamı ekonomik bir kökene dayanmaktadır.
Türkiye’de yayımlanan gazetelerin genel anlamda tirajlarına bakacak olursak, yayımlanan yerel gazetelerin tahmini sayısı 1700’e yakındır. Bölgesel ve yerel günlük gazetelerin toplam tirajlarının 300.000’i aştığı ileri sürülmektedir. Ancak bazı çevreler, yerel gazeteler tarafından, resmî makamlara bildirilen tiraj sayılarının gerçekleri yansıtmadığını, bu sayıların resmî ilan alma kaygısıyla abartılı gösterildiğini söylemektedirler.
Ancak buna rağmen bu tiraj Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi olan, nüfusu 80 milyonu bulan Almanya’nın yerel gazeteleriyle karşılaştırıldığında ortaya büyük fark çıkmaktadır. Almanya genelinde 414 yayınevi tarafından 1617 gazete basılmaktadır. Bu gazetelerin toplam tirajı 30 milyon adettir. Bunlardan 20 milyon adedi yerel gazetelerin tirajını oluşturmaktadır.
Yerel Basının sorunlarını başlıklar halinde sıralarsak:
1- Gazete Sahibi Olma Kriterleri
2- Sektörel Kredi ve Hammadde Teşviki
3- Resmî İlan Alımı (Basın İlan Kurumu Kriterleri)
4- İstihdam (Yüksek SGK ve Vergi Yükü)
5- Yüksek Maliyet (Grafik, Tasarım, Kira, Kâğıt, Matbaa Baskısı vb.)
6- Ulaşım
7- Dağıtım
8- Yaygın yayın yapan (Ulusal) sermaye grubu gazeteler ile rekabet
9- Tanıtım
10- Ajans Haberlerinden yararlanabilmedir.
Gazete okuma oranının düşük olması, halkın isteklerine cevap verilmemesi, yetersiz tirajlar, teknolojilerden akılcı bir biçimde yararlanılamaması, satışı arttırmak için içerik iyileştirmesi yerine magazin haberlerinden ve promosyon kampanyalarından medet umulması, günümüzde yerel basının gelişmesini, iyileşmesini önleyen temel etkenlerdir. Buna devlet kurum ve kuruluşlarının yerel basına yönelik ilgi eksikliği eklenince, yerel basın yıllardır, kendisine değer verilmeyen, ciddiye alınmayan, sorunlarına çözüm üretilmeyen bir konumda kalmıştır.
Haber toplamak, haberi basmak ve bu basılan haberleri kitleye duyurabilmek için oluşmuş gazeteler ayakta kalabilmek için yeterli maddi güce ihtiyaç duymaktadır. Bugün Türkiye’de ulusal çapta yayın yapan gazeteler için ekonomik sorunlar yerel basına nazaran pek kendisini hissettirmemektedir. Ancak, Atatürk’ün “Fazilet Adaları” olarak nitelendirdiği yerel basınımız için sorunların başında ekonomik sıkıntılar gelmektedir. Maddi sıkıntı içerisinde olan gazeteler diğer konularda da sıkıntı çekmeye başlayacaktır. Maddi sıkıntı çeken gazete, tecrübeli ve eğitimli eleman çalıştıramayacak, bu da gazetenin içerik olarak kalitesizleşmesine neden olacaktır.
Bugün ekonomik sıkıntı içerisinde olan yerel gazete sahiplerinin en önemli şikâyetleri: resmî ilan pastasından yeterince pay alamamak, ticari ilan ve reklam yetersizliği, gazetenin ham maddesi olan kağıdı temin etme zorluğu, tiraj sorunu ve devletin yerel gazeteleri yeteri kadar desteklemediğidir.
Yerel basının sadece ekonomik ve sosyal sorunları değil, etik ve özgürlük açısından da yaygın basına göre çok daha vahim bir durumda olduğu bir gerçektir.
İlki 1935’de, ikincisi 1975’de, üçüncüsü 1995’de, dördüncüsü 2003’de yapılan ve yerel basının sorunlarının da tartışılması imkânını veren Kurultay isimli toplantıların hemen hemen hepsinde bu sıkıntıların çoğu gazeteciler tarafından dile getirilmiştir. Bu sıkıntılar hakkında çözüm önerileri sunulmuştur. Fakat yerel basının gelişimini sağlayıcı, sağlıklı adımlar atılamamış ve yerel basın hep bu sıkıntılardan şikâyetçi olmuştur. Senelerden beri bu kemikleşmiş sıkıntı içerisinde olan yerel gazetelerin kimisi kapanmış, kimisi zor ayakta durmaya çalışmış, kimisi de tüm bu sorunların içerisinden kendi çabalarıyla çıkmış ve yayın hayatını sağlıklı bir şekilde yürütmüştür.
Yerel basının gelişmiş olması ve güçlenmesi, yerel iletişimi arttırmakta, bu iletişim yerel yönetimi etkilemekte, bu da yerel demokrasinin, yerel demokratik yönetimin güçlenmesine ve halk tarafından benimsenmesine yardımcı olmaktadır. Bu sebeplerle yerel basının sorunlarının çözümü için Anayasanın 98. maddesi ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırma komisyonu kurulmasını saygıyla arz ve talep ederiz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Osman Oktay Ekşi (İstanbul)
3) Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
4) Mahmut Tanal (İstanbul)
5) Ali Serindağ (Gaziantep)
6) Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
7) Refik Eryılmaz (Hatay)
8) Ali Haydar Öner (Isparta)
9) Gürkut Acar (Antalya)
10) Sena Kaleli (Bursa)
11) İlhan Demiröz (Bursa)
12) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
13) Sinan Aydın Aygün (Ankara)
14) Mevlüt Dudu (Hatay)
15) Haluk Eyidoğan (İstanbul)
16) Nurettin Demir (Muğla)
17) Ümit Özgümüş (Adana)
18) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
19) İdris Yıldız (Ordu)
20) Ali Özgündüz (İstanbul)
21) Erdal Aksünger (İzmir)
22) İhsan Özkes (İstanbul)
23 ) Ali Demirçalı (Adana)
24) Hasan Akgöl (Hatay)
25) Melda Onur (İstanbul)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ermenistan’da Türkiye sınırından sadece 16 km uzaklıkta olan ve ülkemizin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerini, başta da Iğdır, Kars, Ardahan ve Ağrı illerini tehdit eden Metsamor Nükleer Santrali’nin çevreye verdiği zararları araştırmak için Anayasamızın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu kurulması hususunda gereğini arz ederiz.
Gerekçe:
Teknolojide ileri noktaya erişmiş Japonya’nın Fukuşima şehrinde meydana gelen depremde Fukuşima Nükleer Santrali’nin ciddi bir şekilde zarar görmesi gözleri yeniden Nükleer santrallerin güvenliğine çevirmiştir. Van ilimizde yaşanan deprem sonrasında ise deprem tehlikesinin Doğu Anadolu bölgemiz için yeniden her an yaşayacağımız bir tehlike olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Metsamor Nükleer Santrali Ermenistan’ın Metsamor şehrinde 1976 yılında faaliyete açılmıştır. Bu santral Türkiye sınırından sadece 16 km uzaklıktadır. Santral bugün Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, Avrupa Konseyi ve diğer uluslararası kuruluşlar tarafından dünyanın en tehlikeli santrali olarak belirtilmektedir.
Santral 9 şiddetinde depremlerin her an yaşanabileceği bir yerde kurulmuştur. Aynı bölgede 1988 yılında bir deprem yaşanmış ve yaklaşık 25 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Bu depremde santral ciddi bir şekilde hasar gördü ve 3 ay boyunca santralden radyasyon sızıntısı yaşandı. Santral 6 yıl kapalı kaldıktan sonra yeniden açıldı.
1986 yılında yaşanan kaza ile Sovyetler Birliği’nde yaklaşık 40 bin kişinin ölümüne, binlerce kişinin sakat kalmasına ve milyarlarca Dolarlık ekonomik kayba sebep olan Çernobil Nükleer Santrali’nden bile daha eski teknolojiye sahip olan ve ondan daha tehlikeli olan bu santralin bir an önce kapatılması gerekmektedir.
Santralin 1988 yılında deprem ile yaşadığı kaza neticesinde 3 ay boyunca çevreye radyasyon sızıntısı yaşanmıştır. Bu sızıntı ile aradan geçen süre zarfında bölgede yaşayan insanlarımız kanser olmuş, sakat doğumlar artmış ve bugün bölgede bu sorunlar artarak devam etmektedir.
Van depreminden bir hafta önce bu bölgede iki orta şiddette deprem meydana gelmiştir. Bu bölgede 7 ve üzerinde olası bir depremde Metsamor Nükleer Santrali ciddi bir şekilde zarar görebilir. Bunun neticesinde de başta Iğdır, Kars, Ardahan, Ağrı ve diğer şehirlerimiz olmak üzere tüm bölgeyi etkileyecek bu santralin bir an önce kapatılması gerekmektedir.
Bu santralin olası bir deprem sonrasında ortaya çıkarabileceği riskleri ve 1988 yılında yaşanan deprem sonrasında yaşanan depremin bölgeye verdiği zararların tespiti için bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması zarureti mevcuttur.
1) Sinan Oğan (Iğdır)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Sadir Durmaz (Yozgat)
4) Lütfü Türkkan (Kocaeli)
5) Özcan Yeniçeri (Ankara)
6) S. Nevzat Korkmaz (Isparta)
7) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
8) Oktay Öztürk (Erzurum)
9) Alim Işık (Kütahya)
10) Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
11) D. Ali Torlak (İstanbul)
12) Mehmet Erdoğan (Muğla)
13) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
14) Enver Erdem (Elâzığ)
15) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
16) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
17) Ali Öz (Mersin)
18) Sümer Oral (Manisa)
19) Seyfettin Yılmaz (Adana)
20) Celal Adan (İstanbul)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
“Ülkemizdeki KOBİ’ler ile küçük esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınacak önlemlerin belirlenmesi” amacıyla Anayasamızın 98’inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 01.11.2011
Gerekçe:
Ülkemizde sık sık yaşanan ekonomik krizler ve doğal afetlerin de etkisiyle toplumun her kesiminde olduğu gibi, 250 kişiden daha az çalışanı bulunan Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ’ler) ile küçük esnaf ve sanatkâr kesiminde de çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Son dönemde ortaya çıkan çeşitli sorunlar nedeniyle bu kesimlerde faaliyet gösteren birçok insanımız iş yerini kapatmak zorunda kalmış, çok sayıda insanımız da borcunu zamanında ödeyemediği veya alacağını zamanında tahsil edemediği için ağır ekonomik sıkıntılarla yüz yüze gelmiştir.
Ülkemizi dokuz yılı aşkın bir süredir tek başına yöneten AKP İktidarının uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle günümüzde, birçok ilde icralık dosya sayılarının aşırı derecede artması nedeniyle yeni icra müdürlükleri kurulmuş, ancak aynı derecede yeni istihdam alanları oluşturulamamıştır.
Ülkemizde birçok iş yerlerinin kapanması ve aynı ölçüde yeni iş yerinin açılamaması nedeniyle istidam alanlarının daralması yaşanan istihdam sorunlarının daha da büyümesine yol almaktadır.
Ülkemiz genelinde üretim yapılan sanayi işletmelerinin çok büyük bir bölümünü oluşturan, ekonomide ve istihdamda önemli bir yere sahip olan KOBİ’ler birçok konuda, içinden çıkamadıkları ve giderek artan sorunlarla karşı karşıyadırlar. Birçok sanayi sitesinde yollar, trafik işaret ve sinyalizasyon altyapısı hizmetleri tamamlanamamıştır.
Küçük esnaf ve sanatkârın KOBİ tanımı içinde değerlendirilmesine ve perakendecilik sektöründeki haksız rekabetin önlenmesine yönelik yasal düzenlemeler henüz yapılamamış, KOSGEB desteklerinden yararlanan işletmelerin sayısı ve destek tutarları beklenen düzeyde artırılamamıştır.
Birçok KOBİ sahibi ve küçük esnafımız; yaptığı işin özellikleri, hesap tutma, vergi, satış ve pazarlama, satış sonrası hizmetler, dış ticaret vb. konularda yeterli bilgi sahibi olmadıkları için birçok istismara maruz kalmaktadır.
Ülkemizde sık sık tekrarlanan ekonomik krizler sonucunda piyasalardaki para dolaşımının kısılması nedeniyle birçok esnafımız iş bırakmış veya kepenk kapatmak zorunda kalmıştır. Nitekim son iki yılda 85 bine yakın esnaf işyerini terk etmiş ve kapanan işyeri sayısı yüzde 50’ye yakın artmıştır.
Günümüzde; ülkemizin hemen hemen tüm illerinde cadde ve sokaklarda içi boş dükkân sayılarının arttığı, esnaflarımızın sattıkları malların yerine yenilerini koyamadıkları, KOBİ’lerin ve esnafların sorunlarını hükümete aktaracak meslek odaları veya sivil toplum kuruluşlarının hükümetin baskısı altında olmaları nedeniyle yeterince etkili olamadıkları, esnaflarımızın yeterli düzeyde satış yapamadıkları veya dükkânlarını siftahsız kapatmak zorunda kaldıkları, taksitlendirmek zorunda kaldıkları, vergilerini zamanında ödeyemedikleri, yıllardır her ay aksatmadan düzenli olarak ödedikleri BAĞ-KUR veya SGK primlerini son 3 yıldır ödeyemez hale geldikleri, aylık olarak yatması gereken prim borçlarını yatıramadıkları için sağlık hizmetlerinden yararlanamadıkları, kendileri ya da bakmakla sorumlu oldukları aile bireyleri hastalandıklarında doktora gidemedikleri ve ilaçlarını alamadıkları, SSK’dan emekli olup da esnaflık yapanlardan kesilen önemli miktardaki Sosyal Güvenlik destek primi kesintilerinin adil bir uygulama olmadığı ve bundan dolayı birçok esnafımızın mağdur olduğu, bu durumdan haberi olmayan veya sonradan haberi olanların ise birikmiş borçların altından kalkamadıkları, işyerlerinin günlük zorunlu harcamalarını bile karşılayamaz hale geldikleri, birçok esnafımızın işyerini satsa bile borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğu vb. yönündeki iddialar ülkemizin çok önemli gerçekleri haline gelmiştir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle ülkemizdeki KOBİ’ler ile küçük esnaf ve sanatkârların içinde bulundukları sorunların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırmasının açılmasında yarar görülmektedir.
1) Alim Işık (Kütahya)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Celal Adan (İstanbul)
4) Koray Aydın (Trabzon)
5) Mehmet Erdoğan (Muğla)
6) Durmuşali Torlak (İstanbul)
7) Mehmet Şandır (Mersin)
8) Yıldırım Tuğrul Türkeş (Ankara)
9) Necati Özensoy (Bursa)
10) Muharrem Varlı (Adana)
11) Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
12) Özcan Yeniçeri (Ankara)
13) Reşat Doğru (Tokat)
14) Ali Öz (Mersin)
15) Enver Erdem (Elazığ)
16) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
17) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
18) Lütfü Türkkan (Kocaeli)
19) Sadir Durmaz (Yozgat)
20) Emin Çınar (Kastamonu)
21) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
22) Seyfettin Yılmaz (Adana)
23) Sinan Oğan (Iğdır)
24) Edip Semih Yalçın (Gaziantep)
25) Zühal Topcu (Ankara)
BAŞKAN – Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım:
09.05.2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu; 09.05.2012 Çarşamba günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük’ün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem İnce
Yalova
Grup Başkan Vekili
Öneri:
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ve arkadaşları tarafından 07.05.2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına “Devlet tiyatroları ve tiyatro sanatçılarının sorunlarının araştırılması ve çözüm yollarının bulunması amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, (398 sıra nolu) Genel Kurul’un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 09.05.2012 Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehine, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka… (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Nazlıaka.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlet tiyatrolarının yaşadığı sorunların saptanması, sanatçıların sorunlarının araştırılması, devlet tiyatrolarının dünyadaki örnekleriyle kıyaslanması konusunda vermiş olduğumuz araştırma önergesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum.
Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından biri olan devlet tiyatroları, altmış üç yıllık geçmişi ile “tiyatronun yaygınlaşması, daha fazla izleyiciye ulaşması, genç yazarların teşvik edilmesi, klasik eserlerin, akademik tiyatronun desteklenmesi” gibi konularda çok değerli hizmetler vermiştir. On iki ilde var olan kadrosu yaklaşık altmış sahnesiyle cumhuriyet Türkiyesi’nin de kültürel hafızasıdır devlet tiyatroları.
Son yıllarda, maalesef, iktidar, devlet tiyatrolarına yönelik olarak da genel anlamda sanata yönelik olarak da son derece eleştirel bir söylem geliştirmiştir. İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Şehir Tiyatrolarının Sanat Yönetmeliği’nin değişmesiyle başlayan, daha sonra da devlet tiyatrolarının özelleştirileceğinin deklare edildiği söylemleri sanatçılar ve sanat severler tarafından son derece kaygı verici olarak değerlendirilmiştir.
Sayın Başbakan, maalesef, sanatçıyı ve sanatı yok saymakta ve hedef aldığı herkese yaptığı gibi bu kesimi de itibarsızlaştırmaya, bir nevi değersizleştirmeye çalışmaktadır.
Değerli milletvekilleri, maalesef Sayın Başbakan sanatla ilgili birçok konuda doğruları söylemiyor. Ben şimdi size bunları tek tek aktarmaya çalışacağım. Örneğin, Sayın Başbakan, sanatçıların milleti aşağıladığını söylüyor. Şimdi sorarım size: Bu sanatçılar ki Anadolu’nun dört bir yanına gidiyorlar, bu sanatçılar ki gittikleri yerlerde eğer bir tiyatro sahnesi yoksa düğün salonlarında, düğün salonu yoksa köy meydanlarında, eğer uygun bir ortam yoksa bir kır kahvesinde bile eserlerini icra etmeye çalışıyorlar. Bu kişiler mi kibirli, bu kişiler mi milleti aşağılıyor? Sayın Başbakan maalesef sanatçıların emeklerini yok saymakta ve onları kırıp dökmekte. Sayın Başbakan gene sanatçıları “despot aydınlar” olarak tanımlamakta fakat kendisi despotça davranmakta.
Hükûmetin sanatla ilgili konularda karar alırken muhataplarına “Sen kimsin? Siz kimsiniz?” diye sesleniyor olması, sadece ve sadece otoriter rejimlerde görülebilecek bir davranış biçimidir değerli arkadaşlar. Ben de buradan Sayın Başbakana sormak istiyorum: Sanatçılar önce insan, sonra da sanatçı. Peki siz kimsiniz Sayın Başbakan?
“Doğrular söylenmiyor.” demiştim. Bir başka söylemde şöyle: “Gelişmiş ülkelerde devlet eliyle tiyatro olmaz.” deniliyormuş. Şimdi ben bu konuyu hakikaten araştırdım, merak ettim, birtakım sivil toplum örgütleriyle görüştüm, sanatçılarla bir araya geldim, bazı kitaplar edindim, bu kitapları okudum ve birazdan size sayacağım ülkelerde sanatın ve tiyatronun devlet eliyle desteklendiğini açıklayacağım. Bu ülkelerin gelişmiş ülkeler olup olmadığının takdirini sizlere bırakıyorum.
Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya, İsveç, Norveç, Danimarka, İspanya, İtalya, Portekiz, Çin, Japonya… Liste daha uzayıp gidiyor ama herhâlde dünyanın en güçlü on ekonomisini saydığımız için çok da devam etmeye gerek yok diye düşünüyorum.
Ha, eğer Sayın Başbakan bu ülkelerin gelişmiş ülke olduğunu bilmiyorsa o zaman bunu anlatma görevini de sizlere veriyoruz, bu sorumluluğu sizlere veriyoruz değerli milletvekilleri.
Avrupa’nın kasaba ölçekli kentlerinde dahi opera, tiyatro ve bale salonlarına rastlanmaktadır ki bu da, aslında sanatın devlet eliyle desteklenmekte olduğunun çok önemli bir göstergesidir.
Sanata devlet desteği Avrupa’da daha çok kurumsal yapılar üzerinden yürümektedir. Örneğin İngiltere’de, devlet, sanatı desteklemek için bir kurum kurmuştur fakat bu kuruma asla ve asla müdahale etmemektedir.
Yine, Sayın Başbakanın yeni döndüğü İtalya’da devlet sanata ilişkin tüm mali giderlerin yarısını karışlamaktadır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da her yer yıkık dökükken ilk yapılan binalar tiyatro ve konser salonları olmuştur değerli arkadaşlar.
Yine, neoliberal politikaların en vahşi uygulayıcısını yani Margaret Thatcher dönemini hatırlayın, o dönemde hemen hemen her şeyi özelleştirmiştir fakat Margaret Thatcher tiyatrolara dokunmamıştır. Hatta ve hatta o dönemde tiyatroların bütçesi yükseltilmiş, aksine, devlet desteği artırılmıştır.
Yani özetle, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde sanata ve sanatçıya destek vardır.
Yine, Sayın Başbakan “Tiyatroları özelleştireceğim. İstediğiniz oyunlara sponsor oluruz. Buyurun, işte özgürlük!” diyerek, âdeta, sanatla ve sanatçıyla da dalga geçmektedir.
Bir başka söyleminde ise “Hem belediyeden maaş alacaksın hem de yönetime istediğin gibi verip veriştireceksin.” demektedir Sayın Başbakan.
Buradan size hatırlatmak istiyorum değerli arkadaşlar: Sanat eleştireldir. Sanat topluma ayna tutar. Ha, eğer Sayın Başbakan o aynadaki görüntüden memnun değilse o zaman kendisini değiştirsin, aynayı kırıp dökmesine hiç gerek yok, buradan bunu da sizlere iletmiş olayım değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakan sanatçılara “Hem tiyatrodan maaş alacaksın hem dizide oynayıp para alacaksın, nemalanacaksın.” diyor. Bu da son derece yanlış bir söylemdir.
Bir kere kanun -kanunu araştırdım- kesinlikle sanatçıların dizilerde oynamasını engellemiyor, asli görevlerini aksatmadıkları sürece dizilerde oynayabiliyorlar. Ancak sanatçılar dizilerde oynadığı için herhangi bir yerde bir perdenin açılmadığına dair bir örnek verebilir misiniz bana? Ben size söyleyeyim: Böyle bir örnek yok değerli arkadaşlar. Maalesef bu da doğru olmayan bir söylemdir çünkü sanatçı için sahnesi onurudur, namusudur ve her zaman perde zamanında açılır; bu bir düsturdur.
Yine Başbakan “Bunlar sanatı sanat için yaparlar, toplum için değil.” diyerek yüz yıl önceki tartışmaya girmiştir maalesef. Bu tartışmanın mecrası hiç şüphesiz siyaset arenası değildir. Sayın Başbakana şunu da söylemek lazım: Lütfen popülist politikalarla sanat dünyasını manipüle etmeye çalışmayın. Sanatçılara “yarım porsiyon aydın” yakıştırması yaparak onları aşağılamaya çalışmayın. “Yarım porsiyon aydın” tanımı Başbakanın sözlerinden kuvvet alıp yüzeysel, popülist sanat tartışması yapanlara yakışmaktadır ancak.
Devlet tiyatroları ülkemizde tiyatronun omurgasını oluşturmaktadır. Eğer devlet tiyatrolarını yok ederseniz halka klasikler ulaştırılamaz, büyük Anadolu turneleri yapılamaz. Gene devlet tiyatrolarının yok olması aslında özel tiyatroların da yok olması anlamına gelmektedir çünkü devlet tiyatrolarında bir izleyici kitlesi oluşur ve o daha sonrasında özel tiyatrolara gider. Dolayısıyla tiyatrolarına, sanatına sahip çıkmayan, sanatçılara “ideolojik aktörler” diyerek aşağılamaya çalışan zihniyet insanların kendisinden farklı düşünmesine tahammül edememektedir. Sanatı baskı altında tutan, sanatçısını yok sayan, tiyatrolarını yok etmeye çalışan, sanatı “terörün iş birlikçisi” olarak tanımlayan, sanatçının ekmeğini yok sayıp “ucube” demekten çekinmeyen, sanata tüküren İktidar tüm varlığını, eleştireni yok etmek üzerine kurmuştur.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi sanatın ve sanatçının özgürlüğünün ve özerkliğinin yanındadır. Sanat teslim olmaz, sanatçı asla teslim olmaz. Tiyatro ile izleyicisi arasına asla giremeyeceksiniz. Hatırlayın, Muhsin Ertuğrul Sahnesi önünde toplanan kalabalık sizlere nasıl bağırmıştı “Tiyatroma dokunma!” diye. Aslında, bu çığlık, baskıcı iktidarın sanat karşısındaki yenilgisinin ilk sesiydi, bunun devamı gelecek değerli arkadaşlar.
Onun için, ben, vermiş olduğumuz araştırma önergesi konusunda lehte oy vereceğinizi umut ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Nazlıaka.
Önerinin aleyhinde Sakarya Milletvekili Ayşenur İslam. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın İslam.
AYŞENUR İSLAM (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlet tiyatrolarının yaşadığı sorunların araştırılması hakkında Meclis araştırması açılmasının aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde, cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren sanat devlet himayesine alınmış ve kültür politikalarının itici gücü kabul edilmiştir. Bu durum, yeni bir devletin inşası aşamasında sınai ve ticari alanlardaki gibi bir mecburiyetten olduğu kadar, devletin bir kültür, sanat politikası yaratmak amacından da kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla 1930’lu yıllardan bu yana, ülkemizde kültür ve sanat etkinlikleri devlet eliyle gerçekleştirilmekte, Kültür ve Turizm Bakanlığının ve yerel yönetimlerin bünyesinde kurulan bazı sanat kurumları aracılığıyla da ağırlıklı olarak topluma sunulmaktadır.
Bugün gelinen noktada, devlete bağlı kurumlar eliyle sanat etkinliği gerçekleştirmek ihtiyaçtan fazla sanatçı istihdamı, memur sanatçıların randıman eksikliği, rekabete açık olamamak, bürokratik hantallık, çağdaş sanatsal gelişmeleri takip edememek gibi sebepler dolayısıyla son derece pahalı ve verimsiz bir hâle gelmiştir. Oysa ekonomik gelişmişliğin yükselmesi ve sosyal hayatın canlanmasıyla ülkemizde kültür ve sanat faaliyetlerine giderek daha çok ihtiyaç duyulmakta, sanatsal faaliyet türleri çeşitlenmekte, bu faaliyetlerin belli merkezlerde toplanmak yerine ülkenin bütününe yayılması beklenmekte, devletin en büyük işveren olduğu kültür ve sanat alanında çalışmak isteyen çoğu eğitimli kişi ve grupların sayısı da giderek artmaktadır.
Konuya dünya ölçeğinde bakıldığında, sanat ve kültür sektörlerinin devlet himayesinden çıkmakta olduğu, sanatsal yaratıcılık alanlarının gelişip çeşitlendiği açıkça görülüyor. Bu çerçevede, dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde sorun, devletin sanat kurumları açmak yerine özel sanat kurumlarını desteklemesi suretiyle çözümlenmektedir. Bir önceki konuşmacının işaret ettiği gelişmiş Avrupa ülkelerinde devletler sanat kurumu kurmazlar, devletler memur sanatçı istihdam etmezler, devletler özel sanat girişimlerini, sivil sanat girişimlerini desteklerler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ülkemizde ise Kültür ve Turizm Bakanlığı eliyle belli ölçülerde destek sağlanan sinema sektörü ve özel tiyatrolar aldıkları maddi yardımın çok üstünde sanatsal faaliyetlerin üretilmesine ve topluma sunulmasına vesile olmaktadırlar. Bir örnek vereyim sizlere: Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün 2011 yılı bütçesi, gişe gelirleri hariç, 140 milyon liradır, 2011 yılı itibarıyla sahneleme sayısı da yaklaşık 5.800’dür. Aynı yıl itibarıyla devlet tarafından 162 özel tiyatroya 3,5 milyon lira destek verilmiştir. Destek alan özel bir tiyatronun sezon boyunca 25 temsil vermesi gerektiğinden yaklaşık 4 bin temsile destek verilmiş olmaktadır. Şimdi tekrar ediyorum bu rakamları arkadaşlar: Devlet kasasından Devlet Tiyatrolarının 5.800 temsili için 140 milyon lira, özel tiyatroların 4 bin temsili için 3,5 milyon lira çıkmaktadır. Özel tiyatroların temsillerinin yarısının yapılmadığını düşünelim, yarısının istenen kalitede olmadığını düşünelim, geriye kalan bin temsil için devletin kasasından 3,5 milyon lira çıktığını düşünelim. Buna karşılık, Devlet Tiyatrolarının 5 bin temsili için harcanan para yine 140 milyon liradır. Başka bir anlatımla söylersem, devlet mekanizmasına konu olan sanatsal etkinliğin 5 katı için devlet yaklaşık 40 kat para harcamaktadır.
İkinci örneğim sinemadan. 2004 yılında çıkarılan 5224 sayılı Sinema Filmlerinin Desteklenmesi Kanunu’yla devletin sinemaya olan desteği kurumsallaştırıldı biliyorsunuz. Bu kapsamda devletin sinemaya olan desteği, on dört yıllık dönemde yani 1990-2004 arasında yaklaşık 5 milyon 750 bin dolar. Bu rakam, son yedi yılda yani 2004-2011 döneminde yaklaşık 108 milyon 500 bin dolar. Arkadaşımızın devleti suçlarken kullandığı ifadelere geri dönersek sanatı sevmeyen, sanatçıyı sevmeyen, sanata hakaret eden, sanatçıya hakaret eden devlet, son yedi yılda, sinemaya olan desteğini tam 40 kat artırmış bulunmaktadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Başka bir rakam vereyim: 2002 yılında, yerli film sayısı 9. 2002 yılında, yerli film sayısı 9; 2011 yılında, yerli film sayısı 70 ve 2011 yılında, Türk sineması “Fetih 1453” gibi 18 milyon dolar bütçeli filmler yapabilecek duruma gelmiş durumda. Bunu, beğenmediğiniz Hükûmet yaptı arkadaşlar.
Devlet Tiyatrolarının yapısına kısaca bir göz atmak istiyorum ilgili sorulara cevap verebilmek için. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı kuruluş olan Devlet Tiyatrolarında istihdam edilen sanatçılar, 1949 yılında çıkarılan kuruluş kanununda “sanatkâr memurlar” olarak anılıyorlar, kanun böyle. Bu arkadaşlarımız sanatkâr memurlar. Yaklaşık 1.300 civarında, Devlet Tiyatrolarında sanatkâr memurumuz var. Bu memur sanatçılar başlangıçta sözleşmeyle alınmışlar ama mevcut durumda memur gibi çalışıyorlar. Başlangıçta performansı artırmak için, sanatçılar arasında rekabeti sağlayabilmek için birtakım teşvikler ve primler konulmuş. Ancak bugün bu teşvik ve primler kazanılmış hak durumunda ve herkese eşit derecede dağıtılıyor. Dolayısıyla çalışanla çalışmayan arasında bir fark yok. Benzerlerinin en iyisi olması gereken değerli sanatçılar da sıradan bir memur muamelesi görüyor.
Özellikle televizyon dizilerinin çoğalmasından sonra azımsanmayacak sayıdaki kaliteli sanatçı özel izinlerle televizyon sektörüne kaymış durumda. Biraz önceki konuşmacı dedi ki: “Bu arkadaşlar televizyona kaydılar da bunların oraya gitmesiyle açılmayan perde mi var?” Yok. Niye yok biliyor musunuz? Çünkü, televizyon sektörüne kayan bu sanatçıların yerine Devlet Tiyatroları, proje bazlı yeni sözleşmeler yaparak yeni sanatçılar alıyor. Yani hem televizyonda oynayan sanatçının parasını veriyor hiçbir oyununda oynatmadığı hâlde hem de onun yerine piyasadan sanatçı ikame ediyor, bir de ona maaş veriyor. Onun için perdeler açık bugün. Yani sanatçı maliyeti iki katına çıkarılmış durumda.
Dolayısıyla, devlet bünyesindeki sanat kurumlarıyla milletin arasındaki bağ kopmuş durumda.
Repertuarların nasıl yapıldığını biliyorsunuz. Sürem daraldı onun için kısaltarak konuşuyorum. Halkın hiçbir şekilde katkısı yok, yerel aktörlerin katkısı yok, STK’ların katkısı yok, izleyenlerin katkısı yok, hatta devletin katkısı yok. Biraz önce sözünü ettiğimiz memur sanatçılar repertuarı hazırlıyorlar, onun için de izlenme sayıları sınırlı, gişe gelirleri düşük. Bazı devlet kurumlarının izleyici sayıları sahnedeki performans gösteren sanatçı sayılarından maalesef daha düşük.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sizler gitmiyorsunuz seyirci düşüyor!
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Bu yukarıda özetlenen, çok çok özetlenen durumlar dolayısıyla devlete bağlı sanat kurumlarının ömrünün tamamlandığını açıkça görüyoruz.
Devletin sanatın işvereni konumundan biran önce çıkması gerekiyor. Birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi, sanata ve sanatçıya ciddi destekler sağlayan, ancak memur sanatçı ve kendisine doğrudan bağlı sanat kurumu istihdam etmeyen bir konuma çekilmesi gerekiyor.
Devlete bağlı sanat kurumlarının küçültülmesi, bunların yerine özel sektöre destek verilmesi, bir kültür ve sanat sektörünün, ekonomisinin, endüstrisinin oluşturulması, şimdiye kadar desteklenmeyen sanat dallarının kapsama alınması, üstün yetenekli gençlerin desteklenerek dünya çapında sanatçılar yetiştirilmesi, ülkenin tümünde sanat hayatının canlandırılması, sanat sponsorluğunun teşvik edilmesi gibi konular bugün ilgili kurumlar ve devletin ilgili birimleri tarafından çalışılıyor.
Bu açıdan, arkadaşlarımızın Meclis araştırması açılması teklifinin aleyhinde oy kullanacağımızı bildiriyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İslam.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sataşma nedeniyle söz alabilir miyim?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Nazlıaka, nedir?
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Sataşma nedeniyle söz alabilir miyim? Aynı zamanda bazı yanlışlar da oldu. “Az önceki Sayın Hatip” diyerek bana kendisi birtakım suçlamalarda bulundu.
BAŞKAN – Yanlış anlaşmaları düzeltmek için…
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Evet, evet.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hakaret yok.
MUHARREM İNCE (Yalova) – İleri sürmüş olduğu görüşten farklı şeyler çıkartıldı.
BAŞKAN – Buyurun.
İki dakika süre veriyorum Sayın Nazlıaka.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle Sayın Hatibe şunu hatırlatmak istiyorum: Sanıyorum kendisi çok fazla tiyatroya gitmediği için tiyatroyla sinemayı karıştırdı. Bizim bugün konuştuğumuz araştırma önergesi sinemayla ilgili değildi, tiyatroyla ilgiliydi.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Genel kavram olarak söyledi.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – O yüzden yanlış konuda konuştunuz; bu bir. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sanat konusunda Hükûmetin ne yaptığını söylemeye çalışıyor.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – İkincisi, kendisi gene bütçeyle ilgili birtakım örnekler verdi.
Kaçmayın Sayın Hatip, daha size kitap hediye edeceğim çünkü gelişmiş ülkelerdeki uygulamaları bilmiyorsunuz, bu kitabı okumanız lazım, size bunu hediye edeceğim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Cevap verin hakaret etmeyin! Yapacağınız tek şey bu zaten.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – İkinci konu, bütçeyle ilgili Sayın Hatibin gene bir yorumu oldu. Size söyleyeyim ayrılan bütçeyi: Genel bütçemiz 350 milyar 948 milyon TL’dir, oysaki tiyatrolara ayrılan bütçe sadece 147 milyon 714 bin TL’dir yani toplam bütçenin sadece on binde 4’ü, on binde 4’ü. Bu mu batıyor size? Bu mu çok geliyor size? “Yazıklar olsun.” diyorum.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hakaret etmekten başka yapabileceğiniz hiçbir şey yok.
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – Üçüncü konu: Gelişmiş ülkelerden bahsettiniz, dediğim gibi bunun için -sanıyorum- biraz kitap okumanız gerekiyor ya da saydığım ülkelerin gelişmiş ülkeler olduğunun ayrımında değilsiniz maalesef.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – O yüzden burada oturuyorsunuz devamlı!
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – Bir de dediniz ki “Devletle sanatçı arasındaki bağ kopmuş durumda.” Hayır, kopmuş durumda değil Sayın Hatip ama siz koparmaya çalışıyorsunuz. Biz, buna asla ve asla izin vermeyeceğiz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Bu mu sanatçı üslubu?
AYLİN NAZLIAKA (Devamla) – Bir de sanatçıların iki işte çalışmasından, randımanlarının düşük olmasından bahsettiniz. Ne kadar güzel bir konuya temas ettiniz. E, sizin aranızda da iki işte çalışanlar var, üstelik milletvekili olduğu hâlde televizyonlarda yorum yapanlar var. Onun için lütfen önce dönün kendi çöplüğünüzü temizleyin. (CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Nazlıaka.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Bu mu sizin üslubunuz?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Çok kaba bir üslup, hiçbir bayana yakışmaz!
AYŞENUR İSLAM (Sakarya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın İslam.
AYŞENUR İSLAM (Sakarya) – Düzeltme yapmak istiyorum.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Hakaret var efendim.
BAŞKAN – Ben onu dinliyorum Sayın Bahçekapılı, lütfen. Ben milletvekiline sordum, o cevabını verecek, lütfen, size değil.
AYŞENUR İSLAM (Sakarya) – 69’a göre düzeltme yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurunuz efendim.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, düzgün bir dille konuşulsun.
BAŞKAN – Bunu uyarmak gereğini görmüyorum çünkü buraya çıkan, kürsüye çıkan sayın milletvekillerimizin düzgün bir Türkçeyle ve gerekli şekilde hitap edeceğine inanıyorum. Başka türlüsünü düşünmek istemiyorum, tekrar bunu hatırlatmak istemiyorum sayın milletvekillerine.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – İkaz etmek lazım.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın İslam.
AYŞENUR İSLAM (Sakarya) – Kem söz sahibine aittir değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben, her zaman her yerde konuştuğum gibi konuşmaya devam edeceğim.
Değerli arkadaşımız “Devletle sanatın irtibatı kopmuştur.” dediğimi söyledi, iyi duyamamış “Milletle sanatın irtibatı kopmuştur.” dedim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Asla böyle demediniz, tutanaklara bakalım.
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Değerli arkadaşımız sinemaya ait örnekler verdiğim için hiç tiyatro izlemediğimi söyledi.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Siz sanattan anlamıyorsunuz diye millet de anlamasın mı?
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Kendilerine hatırlatmak isterim, ben eski Güzel Sanatlar Genel Müdürüyüm. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Eyvah!
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Bütün tiyatroları izledim. Kurumun içinden geliyorum. Sizin bilemeyeceğiniz kadar çok detay biliyorum.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Hem bu görevi üstlenmişsiniz hem de saygı göstermiyorsunuz.
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Dolayısıyla duymamış ya da dikkatle, heyecandan dikkatle dinleyememiş olduğunuz düşüncesiyle tiyatroyla ilgili verdiğim örneği tekrar etmek istiyorum.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Sinemaya neden para veriyorsunuz? Tiyatroya gelince yok, sinemaya gelince…
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün 2011 yılı bütçesi yaklaşık 140 milyon liradır. 2011 yılı itibarıyla sahneleme sayısı yaklaşık 5.800’dür. Aynı yıl itibarıyla devlet tarafından 162 özel tiyatroya 3,5 milyon lira destek verilmiştir. Destek alan bir özel tiyatronun sezon boyunca 25 temsil vermesi gerektiğinden yaklaşık 4 bin temsile destek verilmiş olmaktadır, özel sektörün 4 bin temsiline destek verilmiş olmaktadır.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Bu işin Sayın Başbakanın kızının kızmasıyla ilgilisi var mı?
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Demek ki bu durumda 5.800 temsil için 140 milyon lira, 4 bin temsil için 3,5 milyon lira destek verilmiştir. Aradaki kâr/zarar oranını devletin iyi işletilmesi, daha çok sanata, daha çok sanatçıya destek verilmesi için bir veri olarak dikkatinize sunuyorum.
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) – Rahatça sakız çiğneyebilmek için değil mi?
AYŞENUR İSLAM (Devamla) – Sanat kurumlarının yönetiminden buraya gelmiş bir arkadaşınız olarak sanatı destekliyorum, sanatçıları seviyorum, onların son derece desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İslam. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Önerinin lehine İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Önder.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bugün CHP vareste.
Şimdi Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar, kıymetli Kültür Bakanı -Kültür Bakanı yokmuş- biraz önce ya buradaki hatip bizi kandırdı AK PARTİ’li ya da Kültür Bakanı, ikisinden biri doğruları söylemiyor. Çok basit, hiç böyle düzeltme istemeyeceğiniz sarahatte. Sayın Kültür Bakanının son bütçe konuşmasında bölge tiyatroları kuracağını devletin, sanata ve belediyelere ve devlete bağlı tiyatroların sayısının çoğaltılacağını, bunu yeterince yapamamanın üzüntüsünü itiraf etmek zorunda kaldığını bütçe konuşmasında Sayın Kültür Bakanı söyledi, bu bir.
Bu bir günde ne oldu da böyle devlet desteğinden nedamet getirildi, bu izahata muhtaç. Sayın sanatçı dostu olduğunu evham eden Hatip burada yanlış bilgiler verdi. Kendisi de burada. Şimdi onu da düzelteceğim, kayıtlara bu şekilde geçmesin.
Bir: Bana şunun resmî cevabını ister Hatip –böyle söylediğine göre biliyor olması gerekir, üfürmemişse- isterse de Kültür Bakanı cevap vermek zorunda. Şu: Yeni sanatçı dizisi var diye oyuna çıkamayanın yerine kaç tane yeni sanatçıyla sözleşme yapılmış? Bunun sayısını -mademki Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünden de geliyor- rica edeyim, ben de Genel Kurul da bilgilenelim.
İkinci yanlış: 5224 sayılı destek… Sevgili arkadaşlar, devletin cebinden beş kuruş çıkmamaktadır. Sinema seyircisinin aldığı biletlerden yapılan kesintilerle yeni sinema filmlerinin desteğine bir fon oluşturulur. Bu ikinci yanlış, yalan demeye kıyamıyorum yani.
Üçüncü yanlış: Sayın Hatip, Grup Başkan Vekiliyle konuşurken beni dinleyin, şunun da cevabını verin: O verilen teşvikler -sinemaya- diyorsunuz ya “100 küsur milyona çıkarttık.” Bunun yüzde 15’inden fazlası bedelsiz mi, karşılıksız mı, geri ödemesiz mi, bunu da lütfen Genel Kurula bildirin. Gören de beller, Ali Dağı’nı bağışladınız. Hayır, sinemacı o parayı alır, filmini çeker, ondan sonra gider, devletten aldığı o parayı verir. Karşılıksız olan, verilen, eser yazım ve diyalog geliştirme kalemlerinedir yani senaryo desteğidir, küçük belgeselleredir, onların da bir kısmınadır. Bunların toplamı da -ben o kurullarda görev yaptım- bu sizin söylediğiniz bütçede yüzde 15’ini geçmez, geçemez çünkü. Tamam.
Şimdi, kalkıp burada böyle bakanlık bülteni… Eskiden AK PARTİ’li arkadaşların eline ilgili bakanlık bir bülten verirdi. Şimdi, Kültür Bakanı içine düştüğü bu ikinci sıkıntılı durum -Allah zebun etmesin yerinde olmak istemezdim- ikinci zebun durumdan dolayı hatibe bir bülten bile vermemişler. Onun için, yalan yanlış bilgilendirmeler oldu.
SONER AKSOY (Kütahya) – Senin söylediklerin yanlış.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Şimdi, burada arkadaşlar hep belgeli konuşuyorum ben. Burada, Sayın Başbakana bir hâller oldu, kavramları yerli yerinde ve bağlamında kullanamıyor son zamanlarda. Bunlardan en önemlisi sık sık tekrarladığı Yunus Emre dizesi “Yaratılmışı severiz Yaradan’dan ötürü.” Orijinali böyle değil, bağlamı da bu değil. Kültür Bakanlığının, sizin bağlı bulunduğunuz bakanlıkların yayınladığı Alevi-Bektaşi şiir edebiyatı antolojisinde şiirin özü şudur: “Yaratılmışı sev Yaradan’dan ötürü.” Kime söylenmiş? Altında da açıklaması vardır, zalimlere söylenmiş. Yunus Emre diyor: “Bu kadar zulmetme yaratılmışı sev onu da bir Allah yaratmış.” (BDP ve CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, siz yanlış tercümeyle bunu alıp “Yaratılmışı severiz.” dediğinizde lütfetmiş gibi oluyorsunuz. Bu bağlamından koparmak gittikçe vahimleşiyor.
İkincisi de sanat, sanat için midir, toplum için midir?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İktidar için oldu şimdi.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – O Marksist bakış.
Şimdi, Bedrettin Cömert’in Gombrich’ten çevirisi vardır “Sanatın Tarihi” diye. Onun girişinde bir laf vardır, onu söylemekle yetineceğim, şu: “Bir kunduracı bile toplumsal alanda memlekete dair, millete dair bir şey söyleyecekse önce kunduracıca bir şey söylemesi gerekir.” der. Siz, eğer bir metni slogandan ayırmak istiyorsanız, eğer bir resmi afişten ayırmak istiyorsanız, eğer bir marşı şiirden ayırmak istiyorsanız önce onun şiir olması, önce resim olması, önce film olması yani sanat ihtiva etmesi, bizatihi sanatın bütün öğelerini barındırıyor olması gerekir. İlkokul çocukları bile bu tartışmayı geride bıraktı, Sayın Başbakanın danışmanları daha bu konuda tekâmül edememişler, hâlâ münazara havasında “Sanat sanat için midir, toplum için midir?” Bir cevap biliyorum ama söylemem.
Bu yeni değil, bu bakış yeni değil, bunu sizden önce 12 Eylül yaptı. 12 Eylül, Devlet Tiyatrosunda sözleşmeli çalışanları -şimdi, Darbeleri Araştırma Komisyonuna getireceğim, sanata ne yapmış bunlar- aynı cümlelerle, aynı gerekçelerle yani aynı anadan doğsa arada bir şaşırır, bu kadar olmaz yani copy pres gibi, diyor ki…
AYTUN ÇIRAY (İzmir) – Devamıdır onun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – O gün Kenan Evren ne söylemişse bugün Sayın Başbakan aynı gerekçeleri söylüyor. Bir insan kıyımına başladılar. Vasfi Rıza Zobu -bunu bir televizyon programında da söyledim- yeğeni Bilge Zobu Devlet Tiyatrosu sanatçısıydı, yeğenini o vurgundan kurtarmak için Kenan Evren’e şöyle bir dehalette bulundu. “Benim yeğenim o kadar temiz bir çocuktur ki bu diğer tiyatroculara benzetmeyin, kitap bile okumaz.” dedi, arşivlere bakın, Kenan Evren bunun üzerine onu affetti.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Başbakan da okumuyor, Başbakan da.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Sizin istediğiniz de çünkü vahim olan tiyatroları satmanız, özelleştirmeniz değil özelleştirin, ben hatta destekliyorum CHP’den farklı olarak, satın, desteği çekin, bakın, bu sanatçıların üstündeki ölü toprağı biraz dağılır, kalkarlar, muhalif olmak fikri akıllarına gelir. Siz muhalefet görmemişsiniz. Sanat daima bir ülkenin en önemli muhalif damarıdır, siz bu kadarına gılgıllanıyorsunuz, hele bir gerçek muhalefetle karşılaşın, bakın, bunlar ekmek derdine düşsün nasıl olacak?
İkincisi: “Özelleştireceğiz ve istediğimizi destekleyeceğiz.” diyorsunuz. İşte, sizin iflas ettiğiniz, Maliye Bakanınızı böyle kara kara düşündürecek nokta burası. Niye? Ee, siz her şeye dükkân gözüyle bakarsanız, bu tiyatro da iş yapmazsa kapanacak. Böyle destekleyeceksiniz ya! O muhafazakâr sanat dediğinizin üretimine kimse üste bir de para verip gidip seyretmiyor. İşte, sayılar ortada. Siz deyin ki “Kardeşim, şöyle bir yüz akı işimiz vardı, bu kadar insan seyretti.” Seyretmiyor. Ee, siz parayı vereceksiniz, batacak, bir.
İkincisi, gadrediyorsunuz muhafazakâr dediğiniz insanlara. Niye biliyor musunuz? Hani “despot” diyor ya Sayın Başbakan, bu despotluk -tırnak içinde kullanıyorum- sanata biraz bulaşmış herkesin kanına sirayet eder, bunun için sanatçıdır. Siz alıp devlet memuru ettiğiniz, devlet memuru gibi kastrasyona uğrattığınız, üretkenliğini bitirdiğiniz, kendi değerlerinize bir bakın. Bir sürü insan vardı, şimdi yeller eser yerlerinde, her biri bir yerde 3-5 bin lira maaşa bağlandı mı, bütün cevherleri gitti, ama sanatçı öyle bir şey değildir. Sanatçı yarın öbür gün sizi bu kararınıza çok pişman edebilir.
Thatcher bile buna tenezzül etti ama teşebbüs edemedi, fakat dili aynıydı. O da “Mızmızlanmayın.” diyordu, o da üstten bakan bir dil kullanıyordu, fakat demokrasi bilincinin olduğu yerlerde bu iş aldı başına gitti.
Size bir ev ödevi önermek istiyorum. Seyirlik köy temaşaları nasıl çıkmış, ne işlev görmüş…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
…nereye dönüşmüş, bunlara iyi bakın. Seyirlik köy temaşasından, halk türkülerinden…
Bakın, güzel Türkçe şartı koydu Sayın Meclis Başkanımız, umarım buna riayet ettim ama, Kürtçeyle ilgili bir şeyini söyleyeceğim. Bir Kürt mücadelesi türkülerden doğdu, Kürtçe türkülerden, marş falan da değil, onunla ayakta kaldı. Bakın, yaralandığında anestezi yerine Kürtçe türkü dinleyerek insanları ameliyat ettiler.
Onun için, sanatın, türkünün, şarkının, oyunun gücü sizin düşündüğünüzden çok daha fazladır. İçişleri Bakanı gibi zehir hafiyelik yapmayın, orada burada terör aramanıza gerek yok. Şunu arayabilirsiniz: Hepsinin içinde hayat vardır ve hepsi hayatın içindedir, böyle olmayan zaten tarihin çöp sepetine gider.
Genel Kurulu da yanlış bilgilendirmeyin.
Sözlerimi Kültür Bakanına Allah bu müşkül durumdan kurtarsın diye dua ederek bitiriyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Önder.
Aleyhinde, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle saygıyla selamlıyorum heyetinizi.
Değerli arkadaşlar, zaman önemli, zamanı öyle hor kullanıyoruz ki, milletin hakkına bana göre tecavüz ediyoruz.
Bu tartışma, Sayın Başbakanın tiyatro sanatçılarına yönelik sözleriyle başladı ve bu tartışma maalesef şimdi gündeme oturdu, Genel Kurulumuzu da meşgul ediyor, yaklaşık kırk dakikamızı da bir saatimizi de aldı. Sanat, sanatçılar kırk dakikaya, bir saate değmez mi? Değer. Değer ama bu tartışma Sayın Başbakanın sebep olduğu bir tartışma. Başbakanın aslında bu konuda…
Konuyu bir başka noktaya çekmek lazım. Sayın Başbakan bu ülkeyi bu millet adına yönetiyor. Başbakanın ruh sağlığı hepimiz için önemli yani bu ülkenin Sayın Başbakanının tiyatro sanatçılarıyla ilgili söylediği sözleri tekrar bir düşünmesi ve konuşması lazım. Bu sözlerin sebebi “Parasını ben veriyorum, benim aleyhimde, bana hakaret ederek sanat yapamazsınız, tiyatro yapamazsınız, ben sizin repertuarınıza müdahale ederim.” iddiasıyla başlamıştır.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Milletin değerleriyle…
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu, çok önemli; milletin değerleriyle oynayanlar, milletin değerlerine hakaret edenlerle hep birlikte mücadele edelim. Hiç itiraz etmiyorum. Başta Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu mücadeleye varız ama Sayın Başbakanın yaklaşımı arızalı, bağışlayın. Sayın Başbakan diyor ki: “Sizin paranızı ben veriyorum. Benim hoşuma giden sanat yapacaksınız.” Böyle bir şey olmaz değerli arkadaşlar. Bu yaklaşım sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu yaklaşım hemen her alana yansımaya başladı.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Çarpıtma!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Başbakanın, siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen beyanlar, yazılar, kitaplar, sanat, davranış bu ülkede suç hâline geldi, kötü hâline geldi.
SONER AKSOY (Kütahya)- Yok öyle bir şey!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakın, üzülerek ifade ediyorum bunları, bir şey için söylemiyorum Sayın Aksoy.
Bakın, Sayın Başbakanın tiyatro sanatçılarıyla ilgili söylediği sözleri size aktarmak istiyorum: Ne söylüyor? Sayın Başbakan tiyatrocular için diyor ki: “Despotturlar, kibirlidirler. Mürebbiye… Hiç kimse bize mürebbiyelik yapamaz.” diyor. “Seçkinciler” diyor. “Tepeden bakanlar, elitistler, jakobenler, yarım porsiyon aydınlar, kast sisteminin temsilcileri. Ellerinde viski olanlar…” Bunlar Sayın Başbakana yakışır sözler mi?
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Dili sürçmüştür!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Yani bir Sayın Başbakan Devlet Tiyatroları veya Şehir Tiyatrolarıyla ilgili sorunları gündemine alarak, ülkenin gündemine taşımaya hakkı var mı? Bu ülkenin çok önemli gündem maddeleri var; esas üzerinde durulması gereken husus bu.
Bu ülkeyi bu millet adına siyaset yönetiyor, siyasetin de tepesinde siyasi iktidarın başı olarak Sayın Başbakan varsa, onun yaklaşımı hepimizi ilgilendirir; bizi tedirgin eden hadise bu. Sanatla ilişkiniz nedir, ne değildir bunu milletin takdirine bırakıyoruz, çok önemsemiyoruz. Ama Başbakanın hoşuna gitmeyen her harekete, her kişiye, her gruba karşı bu tavrı bizi tedirgin etmekte ve ülkemizin geleceği açısından bizi endişelendirmektedir; işin özü bu.
Değerli arkadaşlar, yani büyüdükçe -her defasında tekrarlıyorsunuz Osman Gazi’ye yapılan tavsiyeyi ama tersini uyguluyorsunuz- mütevazı olmanız gerekirken, hoşgörülü olmanız gerekirken, tahammüllü olmanız gerekirken yani tiyatro sanatçılarını, şimdi, milletin gündemine koydunuz ve olmaz laflar söylüyorsunuz. Hâlbuki toplumun geleceği açısından sanatın önemini, sanatçıların değerini ben inanıyorum ki hepiniz en az bizim kadar sahipleniyorsunuz, önemsiyorsunuz. Sanat ve sanatçı, bir milletin büyük olmak, geleceğe taşınmak iddiasının ifadesidir. Sanatı olmayan bir milletin medeniyeti olmaz, büyüklük iddiası olmaz, dolayısıyla sanatı hor görerek, sanatçıyı suçlayarak, en ufak hatasında onu hırpalayarak bu ülkeyi büyütemezsiniz. Bu ülkenin büyüklükleri rakamlarla değil, “Şu kadar ihracat yaptık, bu kadar büyüdük.” falan değil, sanatta, kültürde, medeniyette, hatta özgürlüklerde aldığımız… Yani daha geçen gün yayınlandı düşünceyi ifade özgürlüğünde dünya sıralamasında kaçıncı sıralarda olduğumuz; daha dün yani birkaç gün önce yayınlandı. Dolayısıyla büyüklük rakamları da değişti, skalası değişti, büyüklüğün tanımı değişti. Siz, şimdi, sanatı, sanatçıyı belki de haklı olduğunuz bir sebepten bu kadar özensiz tenkit ederseniz ve bunu Sayın Başbakan, Başbakan olarak yaparsanız bu ne sanatın sorunudur ne toplumun sorunudur, bu bizatihi Sayın Başbakanın sorunu hâline gelir.
O sebeple, Milliyetçi Hareket Partisi olarak tiyatro sanatçılarına karşı Sayın Başbakanın bana göre ölçüsüz, yersiz, yakışıksız bu tenkidine katılmak mümkün değildir, buna karşı çıkıyoruz. Sanat korunmalıdır, sanatçı desteklenmelidir. Devlet desteği… Sanatı kendisine tehdit gören bir devlet anlayışını nasıl kabul ederiz değerli arkadaşlar? Sanat tabii ki muhalif olacak, tabii ki toplum adına beklentileri ifade edecek, yanlışları ortaya çıkartacak, bunu da sanatın diliyle söyleyecek. Bundan niye rahatsız olunuyor, anlamıyorum. Bundan faydalanmak gerekir; yöneticinin, akıllı bir yöneticinin bunu bir kazanç olarak görmesi lazım.
Ben tüm bunların ötesinde şunu söylüyorum: Biz, birbirimizle olan ilişkilerimizde toplumun önündeki insanlarız. Kullandığımız cümleler, kullandığımız kelimeler bu toplumun psikolojisini oluşturuyor. Sayın Başbakanın kullandığı kelimeleri bu toplum, sokaktaki bireyler kullansa kavga çıkar.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu bu önergenin şekil şartı gereği aleyhinde konuşuyor olmama rağmen, ben, bu konunun gündeme gelmesinin, bu noktadan yani meseleye Sayın Başbakanın yaklaşımı noktasından ele alınmasının çok hayırlı olduğunu, faydalı olduğunu düşünüyorum. Getiren arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Öneriyi oylarınıza…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Elektronik sistemle yapalım sayın milletvekilleri.
Bir dakika süre veriyorum.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Bir dakika mı?
BAŞKAN – Bir dakika çünkü burada olan milletvekillerimizle yapıyoruz biliyorsunuz.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.33
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.48
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
_____0_____
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Şimdi, alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” bölümüne geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564) (S. Sayısı: 201)—–(x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Dünkü birleşimde İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Şimdi, soru-cevap bölümüne geçeceğiz, soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz. Daha önceki dönemde sisteme girmiş sayın milletvekillerimize öncelik vererek bu bölümde çalışacağız.
Sayın milletvekillerine sisteme girmeleri için bir dakika süre veriyorum.
Ben, sisteme girmiş milletvekillerimizle soru-cevap işlemini başlatıyorum. Daha sonra sayın milletvekillerimiz girerse onlara da söz vereceğim.
Sayın Özgündüz…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, Irak yetkili mahkemesi tarafından hakkında yakalama kararı çıkarılan Tarık Haşimi, bir süredir ülkemizde ve en son Interpol tarafından hakkında kırmızı bülten çıkarıldı ve bu kişinin şu anda İstanbul’da Başakşehir’de belediyeye ait bir misafirhanede, polis gözetiminde, hatta Başbakanlık korumaları tarafından korunduğu söyleniyor. Hakkında kırmızı bülten çıkarılan ve Irak yetkili makamları tarafından hakkında yakalama kararı verilen böyle bir kişiyi tutmak hangi siyasi saikte mümkündür? Ayrıca bu, ileride, ülkemiz tarafından çıkarılan kırmızı bültenlerin başka ülkeler tarafından da yerine getirilmemesi sonucunu doğurur mu?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özgündüz.
Sayın Acar…
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Antalya Kemer ilçesi Çıralı köyünde yıkım başlamıştır ve bu Çıralı köyündeki yıkımlarda köylülerin turizm amaçlı kullandıkları tek katlı binalar yıkılmaktadır.
Ben buradan Sayın Bakana soruyorum: Daha önce iktidara yakın kişilere tahsis edilmiş olan bir arazi, orada köylülerin eylemleri nedeniyle iptal edilmek zorunda kalmıştır. Tahsis iptal edildikten sonra da bu yıkımlar gündeme gelmiştir. AKP İktidarı, kamu yoluyla orada eylem yapan köylülerden intikam mı almaktadır? Bunun cevabını bekliyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Acar.
Sayın Kurt…
KAZIM KURT (Eskişehir) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan; seçimlerin temel hükümlerini değiştirmeye çalışmakla demokrasiye katkı sunmayı deniyorsunuz, ancak esas olan 2839 sayılı Yasa’daki yüzde 10 seçim barajını değiştirmeyi neden düşünmüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kurt.
Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben de teşekkür ediyorum.
Sayın Özgündüz’ün Tarık Haşimi’yle ilgili sorusu birinci sorumuz. Tabii, Tarık Haşimi, ülkemizde şu anda bulunmaktadır. Türkiye, kendisine destek vermiştir, bizim desteğimiz de devam edecektir. Tabii, Interpol vasıtasıyla arananlar arasında isminin geçmesi elbette önemli. Bizim de Irak Hükûmetinden istediklerimiz var, biliyorsunuz; orada terör örgütü ve yandaşları barınıyor ve terör örgütünün elebaşları orada bulunuyorlar, ülkemize karşı eylemler de gerçekleştiriyorlar. Biz de yıllardır onları istiyoruz ama bugüne kadar Irak Hükûmetinden olumlu bir cevap almadık, alamadık. Şu anda, bu konuyla ilgili biz desteğimizi verdik ve bu noktada Türkiye’de bulunuyor, tedavi maksadıyla gelmişti. Önümüzdeki zaman içerisinde yeni bir değerlendirme yapılır mı, onu şimdiden bilmiyorum ama Hükûmet olarak bizim bu konudaki…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Başbakanlık korumaları koruyor mu Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – …tutumumuz net ve biz desteğimizi verdiğimiz birini iade etmeyiz.
Sayın Gürkut Acar’ın sorusu Kemer Çıralı köyünde yapılan yıkımla alakalı.
Tabii, bu, benim bilebildiğim bir konu değil, şu anda bana yardımcı olanların da vakıf olduğu bir konu değil. Buna yazılı cevap verirsek daha isabetli olur çünkü bildiğimiz bir konu değil.
2839 sayılı Yasa’daki seçim barajının düşürülmesiyle ilgili Sayın Vekilimizin sorusu var. Tabii, bu konu, Türkiye’de sürekli tartışılan konulardan bir tanesidir. Barajın aşağıya indirilmesini isteyen pek çok kesim de var ama tabii, bizim dönemimizde baraj konulmadı, geçmişte kondu. Anayasa Mahkemesine de konu gitti ve Anayasa Mahkemesi, bunun, istikrar açısından önemli olduğuna vurgu yaptı ve temsilde adalete de zarar vermediğine ve bu yönüyle de hukuka aykırı olmadığına ilişkin karar verdi ve iptal istemini geçmişte reddetti.
Peki, bizim görüşümüz nedir bu konuda? Biz bunu her defasında ifade ettik; Türkiye’de istikrarlı bir yönetimin Türkiye’ye katacağı çok şey vardır. Geçmişte yaşanan krizlere baktığımızda, krizlerin büyük bir çoğunluğun istikrarın olmadığı ortamlarda yaşandığını görüyoruz. Örneğin 5 Nisan 94 krizi var, o dönemde DYP-SHP Koalisyon Hükûmeti var, kriz var; 21 Şubatta, yakında bir başka ekonomik kriz yaşadık, başka koalisyon hükûmeti vardı, başka dönemler oldu ve her zaman, koalisyonların olduğu dönemler, ülkemizde ya ara rejim dönemleri gibi bazı sorunları yaşattı ya ekonomik krizleri yaşattı. Onun için, güçlü iktidarların olması, siyasal istikrarın yönetimde tesisi açısından bu barajın Türkiye açısından önemini korunduğunu düşünüyoruz. Ama zaman içerisinde, bu konuda, aşağı çekilmesi, 7’lere, 5’lere indirilmesine ilişkin bir değerlendirme yapılabilir mi? Şu anda Hükûmetimiz tarafından böyle bir değerlendirme yapılmadığını özellikle ilave etmek isterim.
BAŞKAN – Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben Sayın Bakana daha önce de sorduğum ama cevabını alamadığım bir soruyu daha sormak istiyorum: Uşak’ta iki hastanemiz Sayın Bakan, Uşak Devlet Hastanesi ve eski adıyla SSK Hastanesi. Bu iki hastanemizin TOKİ’ye devri söz konusu oluyor ve dört yüz yataklı bir başka hastane yapılıyor. Altı yüz elli yataktan dört yüze indiriliyor hastanelerimiz. Buna Uşak halkının çok büyük bir tepkisi var. Bu nedenle de Sağlık Bakanlığı bu projeden vazgeçtiğini beyan etmişti, TOKİ’ye devirden vazgeçtiğinden, iki hastanemizin de sağlık sitesi olarak korunacağından bahsetmişti. Ama bu konuda yazılı bir açıklama alamıyoruz, doyurucu bir cevap alamıyoruz. Bizim istediğimiz, Uşak’taki iki hastanenin ve yeni yapılan hastanenin, üçünün birlikte sağlık tesisi olarak kalması. Bu konuda yazılı ya da sözlü bir cevap verebilirseniz çok teşekkür edeceğim size.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
Sayın Ayhan…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Aracılığınızla Sayın Bakana bir soru tevdi etmek istiyorum. Biraz önce, Sayın Bakan Tarık Aziz’in iade edilmeme sebeplerinden birisi olarak Irak’ın teröristleri iade etmemesi olduğunu söyledi. Tarık Aziz’in yetkili olduğu dönemde, teröristler iade edilmiş miydi veya kaç terörist teslim edildi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ayhan.
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yüzde 10 barajı, gerçekten bütün Avrupa Konseyi ülkelerinde, 47 ülkenin içinde en yüksek oran Rusya’da var bir de Türkiye’de var. Venedik Komisyonu “Yüzde 3” diyor ve bu oranla ilgili Avrupa Konseyinin alınmış ilke kararı da var. “İstikrar için” diyorsunuz 12 Eylül darbesinin getirdiği bir yüzde 10 baraj sistemine. Sizden önceki dönemlerde de yüzde 10 baraj sistemi vardı ama koalisyonlar oldu. Yani yüzde 10 barajı koalisyonları korumuyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Engellemiyor…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yani böyle bir denge yok, böyle bir durum yok. Niye AK PARTİ darbe yasalarına, darbe barajlarına, hazine yardımındaki darbe barajlarına sığınıyor? Yeni bir anayasa yapacağız. Gerçekten bu konuda düşünceniz nedir? Özgür seçimi, milletin iradesinin Meclise yansımasını istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Şu yukarıdaki yazı gibi egemenlik kayıtsız şartsız milletinse, bırakın vatandaş özgürce oyunu kullansın, özgürce oyunu kullanarak istediği milletvekilini seçsin. Bunun önüne yüzde 10 barajını koymanın bir gereği yok. 8-9 milyon oy demektir bu yüzde 10.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Sayın Değirmendereli…
KEMAL DEĞİRMENDERELİ (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana sormak istiyorum. Bu üzerinde çalıştığımız yasanın 2’nci maddesinde yer alan 298 sayılı Kanun’a eklenen 20/A maddesinin 11’inci bendinde belirtilen, yurt dışından ağzı mühürlü olarak gelen oy torbalarının genel esaslara uygun bir şekilde yurt içinde oy verme süresi bittikten sonra denetim altında açılarak sayım ve dökümü yaptırılarak tutanakla birleştirilmesi hususu getirilmekte. Burada güvenliğin nasıl sağlanacağı şüphelidir. Bunun yerine, oy verme süresi bitimini müteakip sayımların mahallinde, sandık kurulu üyeleri önünde yapılarak sonuçların tutanaklarının alınıp Ankara’ya gönderilmesi daha uygun olmaz mı?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Değirmendereli.
Sayın Ağbaba…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Başkan, Malatya’da, geçtiğimiz yıllarda bir özelleştirme yaşandı, TEDAŞ özelleştirmesi. Ancak özelleştirildiğinden beri Malatya’da bir rezillik yaşanıyor, bir kepazelik yaşanıyor, hiçbir yatırım yapılmıyor, Malatya’da, tabir yerindeyse, yel esse elektrikler kesiliyor. Bu sadece uzak köyler için değil Malatya merkez için de geçerli, hiçbir yatırım yapılmıyor. Şu anki özelleştirme sonucunda şirketin tek yapmış olduğu şey, çiftçileri, köylüleri icraya vermek, icra memurluğu yapıyor. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir. Malatya’da onlarca köyün suyu, elektrik borçlarından dolayı kesilmiş durumda. Binlerce çiftçi, elektrik borçlarını ödeyemediği için icralık olmuş durumda. Ben, özelleştirmeden önceki çiftçi borçlarının, elektrik borçlarının silinmesini, bu konuda Malatyalıların mağdur edilmemesini, Malatyalıların hem yazın hem kışın elektriklerini yakmalarını diliyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağbaba.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, seçmen sayıları konusunda uzun yıllardır bir tartışma var. İşte, 2002 yılında 41 milyon, 2007 yılında 42 milyon, 2011 yılında 52 milyon gibi bir seçmen sayısından bahsediliyor. Bu sayılar çerçevesinde de ölülerin oy kullandığına dair itirazlar yükseldi, duymuşsunuzdur siz de. Benim de bu çerçevede kayınpederimin annesi yani eşimin babaannesi, 2010 yılındaki referandumda oy kullanmış. Yalnız, kendisi ahirete intikal edeli epey olmuştu. Bunu nasıl izah edeceğiz? Eğer bu babaanneden haberiniz varsa bize de haber verin de bir elini öpelim, helalliğini alalım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Türkoğlu.
Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Yılmaz’ın, Uşak Devlet Hastanesiyle ilgili sorusu, tabii, Sağlık Bakanlığımızla alakalı bir konu. Ben, konuyu Sağlık Bakanımıza ileteceğim, ayrıca da yazılı cevap verilmesi konusunda gereğini yapacağım çünkü benim bildiğim bir konu değil, özel bir konu.
Sayın Ayhan, Tarık Haşimi’nin iade edilmemesine ilişkin benim verdiğim cevapta sanki bölgede bulunan teröristlerin iade edilmemesini sebep gösterdiğim gibi bir şey ifade ettiler. Hayır, ben onu sebep göstermedim. Ben sadece şunu söyledim: “Irak’ta terörist olan kişiler var, Türkiye’ye eylem planlayan ve icra edenler var. Onlara ilişkin Türkiye’nin cevaplarına da bugüne kadar olumlu bir cevap verilememiştir.” Yoksa, sebep olarak onu ifade etmedim. Onun bilinmesini isterim.
Tabii, Sayın Kaplan yüzde 10 barajıyla ilgili değerlendirmede bulundu. Tabii, baraj konusu Türkiye’nin uzunca bir zamandır tartıştığı bir konu ama bir hususu düzeltmem lazım. Baraj konusu 12 Eylül darbesini yapanlar tarafından konulmuş bir konu değil, o zaman baraj yok. Baraj daha sonraki dönemde Anavatan hükûmetleri tarafından getirildi. Bir de bölgesel baraj vardı. Sonra…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Darbecilerin koyduğu baraj 25’ti, 25.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Müsaade edin, bakın, tamam mı? Şimdi, bu baraj o değil, onu bir defa özellikle ifade edeyim. Daha sonra Anavatan döneminde hatırlarsanız il barajı da getirilmişti bir seçimde, 87 seçiminde ve o zaman… Ama onu da Anavatan Partisi getirip o zaman koymuştu. Sonra bu uygulama konuldu ve Anayasa Mahkemesi bunu Anayasa’ya aykırı bulmadı. Tabii, dünyanın değişik ülkelerinde de barajlar var, bizimki kadar yüksek değil ama o ülkelerde de baraj var. Şu an itibarıyla barajın düşürülmesi konusunda herhangi bir çalışma Hükûmetimiz tarafından yapılmamaktadır. Kaldı ki baraja rağmen de Parlamentoda koalisyon hükûmetleri oluşmuştur. Ben de onu ifade ediyorum. Oluşan hükûmetlere baktığınızda, 91’de oluşan Hükûmet, 5 Nisan 94 ekonomik krizi fatura; 95’te geldi Anayol, Refahyol, Anasol-D, D-Anasol; 28 Şubat… Yani dört senede dört tane Hükûmet ve Türkiye’ye ödetilmiş büyük bir bedel. Öte yandan, 99’daki koalisyonun bedeli 21 Şubat. Dolayısıyla, koalisyonlar milleti mutlu eden icraatlar ortaya koymamışlar ve bir faturası var. O yüzden, siyasal istikrarı temin bakımından baraj konulmuş ama barajı geçen parti sayısı çoğaldığında da bu istikrarın nasıl bozulduğuna da şahidiz. Belki ileride konuşulabilir bu konu, ama şu anda gündemimizde olmadığını belirtmek isterim.
Sayın Değirmendereli’nin, yurt dışındaki vatandaşların kullandığı oyların burada sayılmasıyla ilgili konuda güvenlik noktasında gerekli tedbirleri Yüksek Seçim Kurulu alacaktır. Mahallinde sayılmasıyla ilgili, dünyada mahallinde sayan bir ülke yok, sandık kuran ülkeler var ama mahallinde sayım ve döküm yapan yok. Bunun, güvenlik açısından burada sayılması, buradaki sayım komisyonlarında bütün siyasi partilerin temsilcileri var ve herkes orada olacak, herkesin gözü önünde sayım ve döküm, birleştirme tutanaklarının tamamı burada gerçekleştirilecek, güvenlik tedbirleri de YSK’nın öngördüğü esaslar çerçevesinde alınacaktır. Daha güvenli olduğu için burada yapılması tercih edildi. Tabii sizin görüşünüz de çok müzakere edildi, orada yapılsa buradaki yük daha azalır, daha iyi olur diye, ama çok değişik nedenlerle, özellikle güvenlik nedeniyle, o ülkelerin konumu, fiziki imkânlar, mekânlar, başka nedenlerle daha sağlıklı olacağı düşüncesiyle böyle bir karar verildi. Yoksa göz ardı edilmiş bir husus değil. Öncelikle de bizim düşündüğümüz de sizin gibiydi, ancak ortaya çıkan gerçekler doğrultusunda bizim de ona göre bir adım atmamız gerekti.
Sayın Ağbaba’nın sorusu, özelleştirmeyle alakalı bir soru. Ben, bu soruyla alakalı da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımıza konuyu ileteceğim ve o konuyla alakalı çalışmaları onlar takip edeceklerdir. Zira, daha ziyade sorudan öte bir görüş açıklaması yaptılar kendisi.
Sayın Türkoğlu’nun sorusu, seçmen sayılarıyla alakalı soru. Tabii biliyorsunuz, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikten sonra nüfus kayıtları esas alınarak seçmen sayıları Türkiye’de belirlendi. Nüfus kayıtlarında ne kadar insan varsa seçmen yaşına gelen, herkes seçmen kabul edildi. Böyle olunca, kayıtta öldüğü hâlde ölüm kaydı düşülmemiş olanlar, kaydı düşülmemişse seçmen arasında yer aldı. Yani bu yaşanan bir gerçektir ama bu bir siyasi hesapla veya herhangi bir saikle yapılmış değil.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Ben de öyle demedim ki, sorun bu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Eskiden kapı kapı geziliyordu, yazılıyordu ve şimdi uygulanan bu sistem daha sağlıklı bir sistem. Şimdi, kayıtların vaktinde düşülmesine ilişkin tedbirler de alındı o konuda ve bu, zaman içerisinde daha da oturacaktır. Artış buradan kaynaklanıyor. Eskiden yazılmıyordu insanlar, yazılmayınca, yazılmayan seçmen gözükmüyordu. Şimdi ise yazılmak istesin istemesin, herkes nüfustaki kayıt esas alınarak listede yer aldığı için herkes seçmen gözüktü. Buradan kaynaklı bir artış var. Ölüp de listede gözükenlerin nüfus kaydı düşülmediği için bunlar gözüküyor. Ölen birinin yerine oy kullanma varsa tabii onunla ilgili cumhuriyet savcılıklarına suç durusunda bulunmakta fayda vardır. İlgili kişiler kimse onlar hakkında işlem yapılır. Yani ben Türkiye’de birinin yerine oy kullanmaya partilerin tenezzül edeceğini pek düşünmüyorum. Daha ziyade yerel seçimlerde küçük yerleşimlerde -muhtarlık ve belediye seçimleri gibi, beldeler için söylüyorum- zaman zaman böyle şikâyetlerin olduğunu ve devam eden davalardaki olaylara baktığımızda da daha ziyade küçük yerleşim birimlerinde bu tip olaylara rastlandığını görüyoruz ama bu işlerde partilerden ziyade muhtar adayı veya belediye başkan adaylığında beldelerde aileler yarışıyor. O nedenle orada partilerin dışında gelişen bir olay var. Burada da bizim partimize atfedilecek herhangi bir şey söz konusu değil. Eğer herhangi bir durum varsa mutlaka şikâyetçi olursanız gereği yapılır.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Partiye atfetmedim ama bu bir sorun ve çözülmesi lazım. Yani Hükûmet sizsiniz, sizin çözmeniz lazım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşte çözülecektir.
Bakın, Sayın Türkoğlu, yeni oturdu bu sistem. 2008’den sonra başladı ve bundan sonraki süreçte de bu her geçen gün daha da iyi hâle gelecektir. Şu anda ölüm kayıtlarının terkinine ilişkin sistem de eskisine göre daha seri bir şekilde işler hâle getirildi. Zaman içerisinde bunun tamamıyla ortadan kalkacağına inanıyorum.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Meclis Başkan Vekilimiz Sayın Meral Akşener’in makam aracına yapılan silahlı saldırıyı şiddetle kınıyoruz ve bunun kim tarafından yapıldığının Hükûmet tarafından bir an önce aydınlığa kavuşturulmasını çok önemsiyoruz. Meclis Başkan Vekilimize yapılan saldırının 28 Şubat darbeler ve başkaca nedenleri de varsa kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sayın Başbakan Yardımcısının da bu konuda bir bilgisi varsa bir açıklama yapmasını bekliyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Bu kürsüden biz de yapılan bu saldırıyı kınamaktayız ve her türlü silahlı saldırıya karşı olduğumuzu tekrar bilgilerinize sunarım. Meral Hanım’a da bu konuda geçmiş olsun diyorum.
Sayın Özgündüz…
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, Tarık Haşimi konusunda yanılıyorsunuz. Tarık Haşimi… Şu anda dediniz ki Kuzey Irak’tan, daha doğrusu Irak’tan ülkemize terörist saldırılar var, onlarla ilgili taleplerimiz yerine getirilmiyor. Kuzey Irak bölgesinden yapılıyor bu saldırılar ve Kuzey Irak’ın Başbakanı, Cumhurbaşkanı, efendim, Barzani’yi de siz ağırlıyorsunuz Tarık Haşimi’yle birlikte. Orada bir Sünni cephe oluşturuyorsunuz, tehlikeli bir iş yapıyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmaz. Irak yapmasa bile, kırmızı bülteni yerine getirmese bile, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti hukuka bağlı, hukuk devletidir ve gereğini yerine getirmelidir diyorum. Yanlış yoldasınız.
İkincisi, sürekli camiler üzerinden siyaset yapıyorsunuz. Diyanetten sorumlu olmanız sebebiyle soruyorum: Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kaç tane camiyi yıktınız ve o camilerin arsalarını ne şekilde değerlendirdiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özgündüz.
Buyurunuz Sayın Bakan.
İki dakika ek süre veriyorum bu açıklamalar için.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Evet, Sayın Başkanım, ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sayın Meral Akşener’in aracına yapılan saldırıyı doğrudan doğruya Sayın Akşener’e yapılmış bir saldırı olarak gördüğümü ifade ediyor, saldırıyı lanetliyorum, yapanları da lanetliyorum. Bu konuyla ilgili soruşturma başlatılmıştır. Umarım, yakın zamanda bu işi gerçekleştiren kişiler kimlerse tespit edilip yargıya teslim edilirler. Hükûmet de bu konu üzerinde hassasiyetle durmaktadır. Bunu özellikle ifade etmek isterim. Sayın Meral Akşener’e de geçmiş olsun diyorum. Kendisine yaptığı iyi işlerde her zaman destek olduk. Bu konuda da tarihe tanıklığı demokrasimiz açısından son derece önemlidir.
Bir başka konu, Sayın Özgüngüz’ün sorusu. Ben Tarık Haşimi’yi bu kadar niye merak ettiniz, onu anlayamadım yani Irak Hükûmetinin talebi bu kadar sizin talebiniz hâline niye geldi, onu da anlayamadım.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Uluslararası olarak aranıyor yani Irak Hükûmeti tarafından yakalama kararı çıkarılmış. Irak mahkemesi terörist saldırıların sorumlusu olarak arıyor adamı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yani efendim ben isterdim ki bir milletvekilimiz Türkiye’nin millî menfaatleri doğrultusunda Hükûmetin aldığı kararları daha dikkatle dinlesin, Irak Hükûmetinin kararını değil de Türk Hükûmetinin kararını öncelese bizi daha çok memnun eder diye düşünüyorum.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Bakın yargı kararlarına müdahale içişlerine karışmaktır. Türkiye’nin millî menfaatleri başka ülkenin içişlerine karışmamaktadır Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Tabii diğer şeylerle alakalı, biz camiler üzerinden hiç siyaset yapmadık.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Sürekli yapıyorsunuz. Grup toplantısında camilerle ilgili… İyi de camiyi kullanan sizsiniz yani.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yapmayız da ama siz tabii öyle düşünebilirsiniz. Ama camiler üzerinden biz siyaseti yapmadık, yapmamız da mümkün değil.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – O zaman grup toplantısında niye gazete gösteriyorsunuz? Bundan büyük siyaset olur mu yani? Lütfen yani.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Biz daha partimizi kurarken bunun gereğini söyledik. “Kırmızı çizgilerimizden biri dincilik yapmamaktır.” diye söyledik ve biz buna müsaade etmeyeceğiz dedik.
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Nasıl yapmıyorsunuz yani?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Siz camilerle ilgili bir soru sorarsanız onun cevabını…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Efendim, kaç cami yıktınız söyleyin. Kaç tane cami yıktınız? Arsaları ne yaptınız, söyleyin.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Buyurun Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederin Sayın Başkan.
Ben de hem şahsım hem de AK PARTİ Grubu olarak Meclis Başkanımız, Başkan Vekilimiz Sayın Meral Akşener’e yapılan bu saldırıyı kınıyorum. Bu karanlık olayların soruşturulması sonucunda açıklığa kavuşacağını ve ilgilerin yargılanacağına ve ceza alacağına olan inancımız tamdır. Sorunumuz, amacımız demokrasidir. Bu yolda ilerlerken karşımıza bu gibi olayların çıkartılması, çıkması bu inancımızı ve kararlılığımızı asla engellemeyecektir.
Sayın Başkanımıza tekrar geçmiş olsun diliyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bahçekapılı.
Buyurunuz Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Gerçekten Türkiye’mizde son zamanlarda yaşanan hadiseleri iyi değerlendirmek gerekiyor. Eğer birileri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekiline bu menfur saldırıyı yapmaya cüret, cesaret gösterebiliyorsa Hükûmetin oturup düşünmesi lazım. Bu menfur saldırıyla kimler, ne mesaj vermek istiyorlarsa Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak onu aldık, misliyle karşılık vereceğimizi de bilmelerini istiyoruz. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılan bir saldırıdır, demokrasiye yapılan bir saldırıdır, Türk milliyetçilerine yapılan bir saldırıdır. Bize göre Meral Akşener’e uzanacak elin kırılacağını herkes görecektir. Sayın Başkan Vekilimize yapılan saldırıyı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak da şiddetle ve nefretle kınıyoruz, Hükûmeti göreve davet ediyoruz. Temennilerle bu mesele geçiştirilemez, en kısa zamanda bu saldırıyı yapanların ortaya çıkartılmasını talep ediyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
Sayın Bal…
FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de Gazi Meclisimizin Başkan Vekilliği görevini ifa eden Sayın Meral Akşener’e, yürütülmekte olan bir soruşturmanın başında, makam aracına silahla saldırılmak suretiyle verilmek istenen mesajın ne anlama geldiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi huzurunda dile getirmek için söz aldım.
Meral Akşener, 28 Şubat postmodern darbesinin güncel olduğu bir dönemde, yiğit bir duruş ile demokrasiyi ve Hükûmetin tavrını ortaya koyabilmiş, çok güçlü şahsiyeti olan bir siyasetçidir. Meral Akşener o dönemde yapmış olduğu mücadelenin aynısını şimdi de Milliyetçi Hareket Partisi saflarında yürütmektedir ve ona karşı yapılan saldırının, yaşadığımız şu günlerdeki…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Konya) – …birtakım soruşturmalarla ilgili olduğunu düşünüyoruz.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum ben.
Sayın Bakanımıza soruyorum: Bu mahalli seçimler yaklaşırken seçim, seçmen, seçim alanlarının yeniden belirleneceği, muhtarlık ve il genel meclis üyeliklerinin kalkacağı söyleniyor. Bu konuya bir açıklık getirebilir mi, kanunla ilgisi olduğu için sordum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Halaman.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve MHP Milletvekili Meral Akşener’e yapılan saldırı, millî iradeye yapılan saldırıdır. Saldırının her çeşidini kınıyorum. Bu sebeple gerek bu saldırıyı yapanlar ve daha önce milletvekillerine yönelik yapılan telefon dinlemeleriyle ilgili inşallah bu olayda aynı şekilde askıda kalmaz. Hükûmetin bu saldırganların peşine düşüp bir an önce bulmasını istirham ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tanal.
.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564) (S. Sayısı: 201)—– (Devam)
BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 14’üncü maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde gruplar adına ilk söz talebi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’e aittir.
Buyurunuz Sayın Özgündüz. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlarım.
Ben de Meclis Başkan Vekilimiz Sayın Akşener’in aracına yapılan, makam aracına yapılan, TBMM plakası taşıyan aracına yapılan saldırıyı millî iradeye, bu Meclise karşı yapılmış bir saldırı olarak görüp kınıyorum ve faillerin en kısa zamanda Hükûmet tarafından yargı önüne çıkarılacağını umuyorum.
Görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na geçmeden önce Sayın Bakana yine bir şey söylemek istiyorum. Biz ülkemizin millî menfaatlerini savunuyoruz Sayın Bakan. Cumhuriyet Halk Partisi olsun, şahsım olsun millî menfaatleri savunma konusunda bizimle yarışamazsınız. Ülkemizin, size göre ülkemizin millî menfaatleri Barzani’yle ve Haşimi’yle kol kola girmek midir, bunu bir izah edin lütfen. Bu menfaat Suriye konusunda da Irak konusunda da ülkemizin çıkarları nedeniyle oradaki Hükûmetin izlediği politikanın yanlış olduğunu savunuyoruz. Dolayısıyla başka anlamlara çekmeyin lütfen. Millî menfaatleri savunmak konusunda da kimse bizimle yarışamaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı prensip olarak destekliyoruz. Niçin? Yurt dışında bulunan yaklaşık 2,5 milyon Türk vatandaşının bulunduğu ülkelerde oy kullanması, dolayısıyla seçme hakkını kullanması, efendim, temsilcilerini seçmesi önemli bir adımdır. Dolayısıyla bu kanun umarım ülkemize ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza hayırlı olur fakat bazı çekincelerimiz var.
Özellikle 5’inci maddede, kanunun 5’inci maddesinde “Yurt dışındaki seçmenlerin oy kullanmasında sandık, gümrük kapıları, elektronik oylama veya yabancı ülkenin durumuna göre -efendim- o ülkenin yetkili makamlarının uygun göreceği yerlere konulacak sandıklarda oy kullanılacak.” deniyor. Şimdi, biz buna karşıyız yabancı ülkenin yetkili makamlarının öngördüğü yerlere sandık konulması bazı sakıncalar yaratacaktır, yurt dışı temsilciliklerimizde olsun. “Efendim, seçmen sayısının çokluğu nedeniyle işte, konsolosluklarımız, elçiliklerimiz yeterli değil.” deniyor.
Değerli milletvekilleri, en çok seçmen Almanya’da bulunmaktadır. 1 milyon 346 bin seçmen Almanya’da yaşamaktadır, bunun yüzde 90’ı seçimlere katılsa -bir hesap yaptım- yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi ediyor. Yirmi dört saat süreyle oy kullanma imkânı tanınıyor bu kanuna göre. Siz bunu yirmi saat düşünün, kırk gün boyunca oy kullanılacak. 60 sandık koyduğunuz anda yaklaşık her sandığa 20 bin kişi düşüyor, bu da kişi başına iki buçuk dakika ediyor. Sayın Bakan, komisyonda da bu konu tartışıldı. “Efendim, başka yerlerde yerel makamların uygun göreceği yerler ülkemiz açısından sakınca yaratır.” diyerek, yine ülkemizin menfaatini düşünerek buna karşı çıktık, çünkü düşünün ki efendim, Almanya’da, Münih’teki belediye “İşte, bu dernek lokallerinde ya da bu okullarda ya da bu ibadet yerlerinde oy kullanabilir.” der, o çeşitli sakıncalar doğuracaktır. Bizim açımızdan, ülkemiz açısından sakıncalı olan örgütlerin ofislerinde de oy kullanma imkânı tanınabilir. Dolayısıyla, bu tür sıkıntılar olmaması için biz diyoruz ki mutlaka sadece yurt dışı temsilciliklerimizde oy kullanılsın, yaptığım hesap itibarıyla da Almanya’da bile bu yetiyor Sayın Bakanımız.
Evet, bir başka konu, değerli milletvekilleri, bu seçim suçlarından dolayı davalar, şu andaki kanuna göre iki yıl içinde dava açılmazsa zaman aşımına uğruyor. Bu iki yıllık sürenin altı aya düşürülmesi konusuna karşı geldik. Nitekim, bütün partiler de bu konuda anlaştı ve tekrar eski hâlde kalması için, yani bu altı aylık sürenin madde metninden çıkarılmasını önerdik, diğer iktidar partisi grubu da, diğer muhalefet partileri de bu görüşümüze destek verdi ve çıkarılacaktır.
Niçin çıkarılmalı? Çünkü çok ciddi suçları da kapsıyor bu madde. Düşünün ki sahte seçmen listesi düzenlemek, 298 sayılı Kanun’un 148’inci maddesinde üç yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezası gerektiriyor. Yine, oy kullanmaya engel olmak. Bu fiillerin memuriyet sıfat ve görevinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesi hâlinde iki yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezası. Oy sandığını tahrip, oyları çalmak, değiştirmek, üç yıl ile beş yıl arasında hapis cezası öngörülen suçlarda siz altı ay sürede bunu tamamlayın derseniz, bunun tamamlanması mümkün değil. Dolayısıyla, çok ciddi suçları işleyen, özellikle büyük şehirlerde ciddi suçları işleyen çok failli olaylarda faillerin tespiti, efendim, haklarında dava açılması mümkün olamayacak ve cezasız kalma sonucunu doğuracağı için, biz bu maddeye de karşıyız.
Bir başka husus, değerli arkadaşlar, yine kanunda öngörülen yurt dışı seçimlerinde, vatandaşların seçim işlerinde Dışişleri Bakanlığının bilişim altyapısının kullanılması meselesidir. Biz, buna da karşıyız. Dışişleri Bakanlığının bilişim altyapısı kullanılmamalı. Biliyorsunuz, seçimler Anayasa’mıza göre, Seçim Kanunu’na göre Yüksek Seçim Kurulunun gözetim ve denetiminde yapılır, oylar gizlidir. Dolayısıyla, hükûmetin bir organı olan Dışişleri Bakanlığının, hele elektronik oylama yapılacağı zaman, seçmenlerin Dışişleri Bakanlığının bilişim altyapısını kullanması kimin hangi partiye oy verdiği konusunda hükûmetin, yürütmenin bilgi sahibi olması sonucunu doğurabilir, sakıncalıdır diyoruz. Nitekim, geçmişte yurt içinde Yüksek Seçim Kurulu Adalet Bakanlığının UYAP sistemini kullanmaya başlamıştı seçimlerde fakat o da bazı sakıncalar doğurduğu için kendisi sistemini, altyapısını kurdu. Bu nedenle de biz, eğer elektronik yöntem kullanılacaksa Dışişleri Bakanlığının mutlaka çıkarılması, tamamen Yüksek Seçim Kurulunun bilişim altyapısının kullanılması gerektiğini savunuyoruz.
Mavi kart konusuna gelince değerli arkadaşlar, burada, biliyorsunuz, doğumla Türk vatandaşı olup çıkma izni alarak, Bakanlar Kurulu izniyle vatandaşlıktan çıkan vatandaşlarımıza, yurttaşlarımıza yeniden kimi haklar tanınıyor. Bu da olumlu bir gelişmedir fakat yine 14’üncü maddeyle değiştirilen Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 28’inci maddesinin üçüncü bendinde getirilen bir hüküm var, bu kişilerin sözleşmeli personel olarak çalıştırılması imkânı tanıyor. Bu da kamu kurumlarında kamu hizmeti yapabilecek işlerde de çalışma imkânını doğuracaktır. Bunun da çeşitli sakıncalar yaratacağını düşünüyoruz.
Bir başka husus, yine dördüncü bentte, bu mavi kart sahibi olan yurttaşların üçüncü dereceye kadar altsoylar ancak bu haklardan faydalanabiliyor. Bakanlar Kuruluna bir yetki veriliyor; üçüncü dereceden sonra kaçıncı dereceye kadar altsoyların bu haklardan faydalanmasına ilişkin deniliyor ki “Bakanlar Kurulu yetkilidir.” Bu maddeye de biz karşı çıkıyoruz. Bunun da madde metninden çıkarılmasını teklif ettik. Çünkü üçüncü dereceden sonra sınırsız bir şekilde, nereye kadar, onuncu, on beşinci dereceye kadar; yani efendim, izinle Türk vatandaşlığını kaybeden, sonradan mavi kart alan bir yurttaşın torununun efendim torunu, halası dahi Bakanlar Kurulu kararıyla bu haklardan faydalanabilecek ki, bu kişiler, belki doğumla Türk vatandaşı bile olmayan kişiler olacaktır. Bu nedenle bunun da sakınca yaratacağını düşünüyoruz.
Bunun dışında, genel olarak, bu kanunun yurt dışında yaşayan seçmenlerimizin demokrasiye, ülke yönetimine katkı sağlaması açısından faydalı, yerinde olduğunu düşünüyoruz.
Ülkemize ve yurt dışında yaşayan yurttaşlarımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özgündüz.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu.
Buyurunuz Sayın Türkoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 201 sıra sayılı Tasarı’nın birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime Meclis Başkan Vekili ve İstanbul Milletvekili Sayın Meral Akşener Hanımefendi’ye yapılan menfur saldırıyı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına lanetleyerek başlıyorum. Onun bugüne kadar gösterdiği ve birçok erkeğin bile imrendiği cesur ve dik duruşunu hiçbir şeyin değiştiremeyeceğine olan inancımız tamdır. Faillerin bulunması hususunda Hükûmeti göreve davet ediyorum.
Sözlerimin başında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, özellikle Avrupa Türklüğü için büyük önem arz eden tasarıya olumlu olarak yaklaştığımızı ifade etmek istiyorum. Ancak bu yaklaşım tasarının eksiklerini görmemize engel değildir. Bu tasarı hükümlerinde yer alan yurt dışı ilçe seçim kurulunun verdiği görevleri yapmak üzere Dışişleri Bakanlığının bilgi işlem altyapısının kullanılması, 298 sayılı Kanun’un 22 ve 23’üncü maddeleri var iken yurt dışı sandık kurulları başkan ve üyeleri için bir düzenleme yapılması, bunu yaparken de aynı yasa içinde birbiriyle çelişen hükümleri bir arada tutmak, sandık kurullarında görev yapacak kişilerin hangi görevliler olacağının Dışişleri Bakanlığından sorulacak olması, sandık kurulunda eksiklik olması hâlinde eksikliğin memurlarla tamamlanması ve 8’inci maddeyle getirilen af niteliğindeki düzenleme, bu tasarının, eksik, yanlış ve iyi niyetli olmayan yönleridir. Vereceğimiz önergelerle bu hususların yüce Meclis tarafından düzeltileceğine inanıyoruz.
Diğer yandan, çağdaş demokrasilerin en belirgin özelliği katılımcı olmalarıdır. Katılımcı demokrasilerde vatandaşlar, bir yandan seçimler yoluyla siyasal karar vericileri yani temsilcilerinin belirlenmesini sağlarken diğer yandan siyasal karar alma süreçlerine kimi zaman doğrudan dâhil olurlar. Siyasal katılımın kural ve esasları ise, Anayasa gibi, oluşturulması nitelikli çoğunluk gerektiren temel hukuki metinlerle belirlenir. Bu nedenledir ki anayasalar, siyasal iktidarların oyunun kurallarını tek başına belirlediği düzenlemeler değil, aksine, üzerinde toplumun önemli bir çoğunluğunun uzlaştığı toplumsal mutabakat metinleridir. Bu bağlamda, elimizde her ne kadar darbe anayasası olsa da, birçok hükmü sivil iktidarlar tarafından değiştirilerek günümüze kadar gelmiş bir Anayasa vardır.
Burada, yeri gelmişken bir hususu zikretmekte yarar görüyorum. Çok partili siyasal hayata geçtiğimiz günden bu yana, Parlamento tarihimizin en haysiyetli ve demokrasi adına atılmış en büyük adımlarından biri, yeni anayasa yapım çalışmalarının başlatılmış olmasıdır. Türk Meclisi bu süreçte demokratik rüştünü ispat edecektir. Bugünden, iyi niyetli katkılarını esirgemeyen Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilere şükranlarımı ifade ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu çalışmaya katkıda bulunmak üzere sonuna dek masada olacağımızı da tekrarlamak istiyorum.
Elimizdeki 1982 Anayasası’nın 67’nci maddesinde, yurt dışında yaşayan vatandaşların oy verebilmeleri için yasada gerekli düzenlemelerin yapılması öngörülmektedir. Bu çerçevede, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın gümrük kapılarında oy kullanabilmelerine imkân sağlanmıştır. Bugün görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı ise vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerde oy kullanabilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu ilk bakışta göze ve kulağa hoş gelen bir düzenleme gibi görünmektedir, ancak işin esasına ilişkin bazı sorunlar vardır.
Sözlerimin başında da belirttiğim üzere, seçme hakkı, aynı zamanda demokratik süreçleri hem doğrudan hem de temsilciler vasıtasıyla katılımı esas alan bir haktır. Parlamentoda yasaları yapacak olan temsilcileri belirme iradesini serbest ve etkin bir biçimde kullanabilmek hakkın özünü teşkil etmektedir. Bunun içindir ki Türkiye, Parlamento seçimleri için tek tek seçim bölgelerine ayrılmakta, her seçim bölgesinden kaç temsilcinin Parlamentoya katılacağı önceden belirlenmektedir. Oy veren vatandaşlarımız da kimi seçeceğine, temsilcinin kim olacağına oy kullanarak karar vermektedirler. Bu hususu temin etmek için oy pusulalarında parti isimleriyle beraber, milletvekili adaylarının da isimleri yazılmaktadır. Peki, hâl böyle iken elimizdeki tasarı çerçevesinde yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız verdikleri oylarla kimi ve kimleri temsilci olarak seçebileceklerdir? Görüştüğümüz bu düzenleme vatandaşlarımızın milletvekili seçebilme bağlamında oy haklarını etkin olarak kullanabilmelerine imkân vermekte midir? Bu sorulara “Evet.” diyebilmeyi hepimiz çok isterdik, fakat maalesef yurt dışındaki vatandaşlarımızın seçme hakları, oy kullanmaları şeklî bir durumdan öte bir anlam ifade etmemektedir. Yurt dışında kullanılacak oylarla hiç kimse istediği bir milletvekilini tercih edemeyecek, kendisini Parlamentoda temsil edecek kişileri belirleyemeyecektir. Buna karşılık, Anayasa’mız seçme hakkından bahsetmektedir yani karar alma mekanizmasında vatandaşın kendisini temsil ettirebilme hakkını kullandırılmasını hüküm altına almaktadır. Temsilci belirlemeye yani adaylar arasından birini seçme eylemine muktedir olmayan bir oy hakkının ne ölçüde demokrasiye ve Anayasa’mıza uygun olduğunu takdirlerinize bırakıyorum.
Milletvekili seçme yani oy hakkı Anayasa’mızın güvence altına aldığı temel hak ve hürriyetlerden birisidir, bu hakkın dokunulmaz çekirdeği ise vatandaşların milletvekili adayları arasında tercihte bulunabilmesi ve kendisini en iyi temsil edeceğine inandığı kişiye oy verebilmesidir. Anayasa’nın koruduğu ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın da bu hakkı kullanabilmesini sağlayacak yasadan beklediği de bu özdür. Aynı zamanda Anayasa’mız ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında hakkın özüne dokunulamayacağını açıkça hüküm altına almaktadır. Bu tasarı, bugüne kadar gümrüklerde şeklen oy kullandırarak başlattığımız yanlışı devam ettirmekte, hatta katmerlendirmektedir. Yurt dışında yaşayan vatandaşın önüne Türkiye’deki vatandaştan farklı bir seçmen pusulası konulacak, üzerinde seçeceği milletvekili adayına dair hiçbir seçenek bulunmayacak, verdiği oyun hangi milletvekilinin seçimine katkı sağlayacağını bilmeyecek, oylar karmakarışık matematik formüllerle hesaplanıp ülke geneline dağıtılacak ve seçmenin belki de hiç istemediği, iradesini beyan etmediği bir kısım adaylar güya o seçmeni temsil etmek üzere Parlamentoya girerek seçmen adına yasa yapacak, kararlar alacak. Bu durum, bugün sahip olduğumuz parlamenter sistemin dayanağı olan seçim sistemine aykırı bir durumdur. Bu, seçim çevrelerinin esas olduğu bir sistemin değil, ancak “Türkiye milletvekilliği” diye isimlendirdiğimiz bir sistemin parçası olabilir. Bu bağlamda önümüzdeki tasarı ile beraber mevcut sistemi değerlendirdiğimizde, seçme iradesine imkân tanımayan bir yasanın şeklen verdiği bir oy hakkı, seçme hakkının özüne dokunmak sayılır ve Anayasa’ya açıkça aykırıdır.
Anayasa’mız, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza oy hakkı verirken bunun siyasi otoritenin bir lütfu olarak değil, vatandaş olmanın kazandırdığı temel bir hak ve hürriyet olarak etkin kullanımını öngörmektedir. Yani Türkiye’de yaşayan bir vatandaşımız nasıl oy kullanıyorsa, seçme hakkını nasıl eyleme dönüştürüyorsa yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız için de aynı şekil ve içerikte oy kullanmasını öngörmektedir. Anayasa’nın 67’nci maddesini zahmet edip okursanız, yurt içinde yaşayan vatandaşlarımız ile yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız arasında ayrım gözetilmediğini göreceksiniz. Anayasa, yurt içinde yaşayan vatandaşlarımız ile yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız için ayrı biçimde oy kullanma veya seçme hakkı düzenlemesi getirmemektedir. İster yurt içi, ister yurt dışı tüm vatandaşlarımızın seçme hakkına sahip olduğunu ifade ettikten sonra, yurt dışında yaşayanların oylarını kullanabilmeleri için gerekli tedbirlerin alınmasını emretmektedir; yoksa, yurt dışındakilerin haklarını sınırlayacak bir düzenleme yapılmasını istememektedir. Elbette, kimlerin vatandaş sayılacağını ve bu vatandaşlardan hangilerinin seçme ve seçilme hakkına sahip olacağını belirlemek Anayasa yapıcılarının hakkıdır, buna millî irade karar verecektir. Hiç kimsenin, bu manada millî iradeye müdahale hakkı olamaz ancak mevcut Anayasa ve kurucu irade, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza da yurt içinde yaşayan vatandaşlarımız gibi seçme ve seçilme hakkı tanımış ise buna sınırlama getirecek bir yasa yapmak, Anayasa hükmü olarak tecelli etmiş millet iradesini hiçe saymak demek olur ki bunu kabul etmemiz mümkün değildir.
Bu kapsamda unutmamamız gereken bir diğer husus da Anayasa’nın tanıdığı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkıdır. Artık, vatandaşlarımız, Anayasa’nın kendilerine sağlamış olduğu hakları sınırlayan yasaların Anayasa Mahkemesi önünde iptalini talep edebileceklerdir. İleride, bu yasal düzenleme dolayısıyla, seçme hakkının yasayla sınırlandırıldığı gerekçesiyle seçim sonuçlarına sayısız itirazlar gelme ve ülkede siyasi krizler çıkma ihtimali söz konusudur. Meseleyi daha ileri boyutlarda düşünürsek, siyasal iktidarın Anayasa Mahkemesi kararıyla belirlendiği bir sürecin ortaya çıkmasından bahsediyorum. Bu sonuçları hiçbirimiz arzu etmeyiz ancak demokratik sistem sadece yönetenlerin iyi niyetiyle ayakta tutulamaz, sistemin mutlaka hukuki teminatlara ihtiyacı vardır. Önümüzdeki yasa bu teminatları içermediği gibi, hak ve hürriyetlerin etkin ve verimli bir şekilde kullanımına da zemin olmayıp beklenmedik siyasal sıkıntılara kapı aralamaktadır. Bu nedenle, alelacele ve ayaküstü hazırlandığı belli olan bu tasarının gözden geçirilip, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın yurt içinde yaşayan vatandaşlarımızla eşit koşullarda ve…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…hakkaniyete uygun biçimde seçme haklarını kullanabilecekleri, Anayasa’nın sözüne değil özüne uygun yeni bir hâle getirilmesine ve kanunlaşmasına ihtiyaç vardır. Bu Mecliste bu iradenin ortaya çıkmasının mümkün olduğuna inanıyorum.
Bu düşüncelerle tasarının hayırlı olmasını diler, Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Türkoğlu.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora.
Buyurunuz Sayın Dora.
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 201 sıra sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile ilgili olarak söz almış bulunmaktayım. Öncelikle, Meclis Başkan Vekilimiz Sayın Meral Akşener’e yapılmış olan saldırıyı kınıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; seçim, bir kamu görevini yürütecek kişi veya kurulun ilgili seçmenlerce, çok sayıda aday arasında yapılacak tercihlerle belirlenmesidir. Başka bir açıdan bakıldığında, seçim olgusu, yönetilenlerin yönetenleri belirlemesiyle sonuçlanan hukuksal yöntemler ve işlemler bütünü olarak görülmelidir.
Seçim sisteminin iki temel işlevi vardır: Birincisi, ülkeyi yönetecek hükümetin işlevine yönelik olan istikrar ilkesi, diğeri ise seçimde yer alan siyasi parti ve bağımsız adayların güçleri oranında Parlamentoda temsil edilmelerini sağlama işlevine yönelik olan adalet ilkesi ya da başka bir adla demokratik temsil ilkesidir. Demokratik temsil ilkesi, kullanılan her oyun temsil ettiği siyasi tercihin Parlamentoya yansımasının en ideal biçimidir.
Yurt dışında yaşayan vatandaşların Türkiye’ye gelmelerine gerek kalmaksızın Türkiye’deki seçimlere ilişkin oy kullanmaları ile ilgili hazırlanan yasa değişiklik teklifinin yerinde bir teklif olduğunu söylemek istiyorum. Özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımız her seçim döneminde gümrük kapılarına kadar gelmek zorunda kalıyor, çileli bir yolculuğun sonunda oylarını kullanabiliyorlardı. Bu yasa teklifiyle beraber vatandaşlar kapılara kadar gelmek zorunda kalmayacaklardır. Ancak yasa değişiklik teklifinin demokratik bir zihniyet yapısıyla hazırlandığı konusunda aynı şeyleri söylemek mümkün değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; parlamenter sistemlerde seçimler halkın iradesinin büyük oranda sandığa yansıtılabildiği oranda demokratiktir. Demokratik koşullara göre hazırlanmış bir seçimde bütün parti ve bağımsız adaylara aynı koşul ve şartlar altında seçimlere katılırlar. Bu bağlamda incelendiğinde yasa değişiklik teklifinin 2’nci maddesinin 11’inci fıkrası “Yurt dışından ağzı mühürlü olarak gelen oy torbalarını genel esaslara uygun bir şekilde yurt içerisinde oy verme süresi bittikten sonra; bir başkan, bir memur üye ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin bildirdikleri isimlerden oluşturulacak yeteri kadar sayım komisyonu kurmak suretiyle denetimi altında açtırarak sayım ve dökümünü yaptırmak, tutanak tutturmak ve birleştirme işlemlerini yapmak, ayrıca geçici gümrük kapısı seçim kurullarından gelen sonuçları birleştirmek ve Ankara İl Seçim Kuruluna iletmek” olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin antidemokratik bir temelde düzenlendiğini düşünmekteyiz.
Aynı şekilde tasarının 6’ncı maddesindeki “…yabancı ülkedeki seçmen sayısı gözetilerek oy kullanma gün süresi, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca kısaltılabilir.” ibaresi oy kullanma hakkının kullanılmasında sıkıntılara yol açabilecektir. Yurt dışında tüm yurttaşların kolaylıkla ulaşabilecekleri her yere sandık kurulamadığı ve sandıklar belirli merkezlere kurulduğu için sürenin kısaltılması birçok seçmenin oy kullanamamasına neden olabilir.
Yine aynı maddede “…son milletvekili genel seçiminde Türkiye genelinde en çok oy alan üç siyasi partinin bildirdikleri isimlerden oluşturulan sandık kurulu, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunca kurulur ve aynı usulle yedek üyeler seçilir. Siyasi partiler üye bildirmez ise eksiklik kamu görevlileri arasından seçilecek üye ile doldurulur.” şeklinde ifade edilen kısımdaki “son milletvekili genel seçiminde Türkiye genelinde en çok oy alan üç siyasi partinin bildirdikleri isimlerden oluşturulan sandık kurulu” ibaresi “seçime katılan tüm siyasi partilerin ve bağımsız adayların bildirdiği bir asil bir yedek üye” şeklinde düzenlenmelidir.
Adaletsiz bir şekilde düzenlenen ve Seçim Kanunu’ndan kaynaklanan yüzde 10 barajından dolayı bilindiği üzere partimiz seçimlere bağımsız girmek zorunda kalmaktadır. Bu düzenlemenin Barış ve Demokrasi Partisini hedef aldığı son derece açıktır. Bu değişikliğin seçime katılan tüm siyasi partileri ve bağımsız adayları içermesi gerekmektedir. Bu bağlamda, seçime katılan tüm siyasi partiler ve bağımsız adayların 1 asil 1 yedek sandık görevlisi bulundurma hakkının olması gerekmektedir.
Milletvekili seçimleri sadece siyasi partiler için değil, aynı zamanda bağımsız adaylar için de aynı derecede eşit imkânların sağlandığı bir mecrada yapılmalıdır. Bu anlamda yasa değişikliği hem hukukun genel ilkelerine hem de Anayasamızın eşitlik ilkesine aykırı bir durum arz etmektedir. Seçime bağımsız olarak giren adayların da en az siyasi partiler kadar hakkı ve hukuku vardır. Bunun önüne konulan tüm engeller halkın iradesinin sandığa tam olarak yansıtılmaması anlamına gelecektir.
Kamu hizmetlerinin tüm vatandaşlara ücretsiz sunulması gerekirken yasa değişikliğinin 9’uncu maddesi “21/2/1963 tarihli ve 210 sayılı Değerli Kağıtlar Kanununa bağlı değerli kağıtlar tablosunun sonuna “15. Mavi Kart 5,00 TL” ibaresi eklenmiştir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu ibare ile vatandaşlar kamu hizmetlerine belirli bir ücret vermek zorunda kalarak ulaşabileceklerdir. Oysa tüm kamu hizmetlerinde olması gerektiği gibi mavi karta sahip olma koşullarında da herhangi bir ücretlendirme yoluna gidilmemelidir.
Yasa değişikliği ile ilgili bir diğer eksiklik de görev alanlarının ve görevlendirme sınırlarının tam olarak belirtilmemesidir. Kamuda görevli memurların ya da geçici olarak kamu hizmeti gören vatandaşların görev alanlarının tam ve kesin olarak belirtilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde, görev alanlarının yanında yetki alanlarının da net çizgilerle çizilmesi gerekmektedir.
Tasarının 17’nci maddesindeki 5978 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin değiştirilmesine ilişkin teklifin (f) bendinde belirtilen “Başkan tarafından verilecek diğer görevleri yerine getirmek” ifadesinin başkanlara çok geniş bir yetki verdiği son derece açıktır. Bu tür ifadelerin suistimal edilebileceği ve haksız görevlendirmelere yol açabileceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla bu madde başkanın vereceği görevlerin sınırlarını net bir şekilde belirtecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Aynı sorun tasarının 18’inci maddesinde de mevuttur. 5978 sayılı Kanun’un 14 üncü maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 14/A maddesinin (d) bendi ve 14/B maddesinin (f) bendinde yer alan “Başkan tarafından verilecek diğer görevleri yerine getirmek.” ifadesi de verilecek görev sınırlarını net bir şekilde belirtecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokratik ülkelerde şaibeli seçimlerin olmaması gerekir. Değişiklik bu hâliyle son derece şaibeli seçim sonuçlarına zemin hazırlaması hasebiyle tehlikeli bir içeriğe sahiptir. Bunun önüne geçilmesi için, sözünü ettiğimiz değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Ayrıca yurt dışı seçmenlere bağımsız adaylara oy verme imkânlarının sağlanması, hukukun genel prensiplerine, seçimin adil ve dürüst yönetimi ilkesine uyumlu olacaktır. Bağımsız adaylar için ayrı bir oy pusulası düzenlenerek, yurt dışındaki seçmenlerin de bağımsız adaylara oy verme hakkı ve imkânı sağlanmalıdır.
Tekrar hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dora.
Şahsı adına İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat.
Buyurunuz Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET DOĞAN KUBAT (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde görüşlerimi ifade etmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce kurulunuzu saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları” başlıkla 67’nci maddesinde vatandaşların seçme, seçilme ve halk oylamasına katılma hakları düzenlenmiş, seçimler ve halk oylamasının serbest, eşit, gizli ve tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargı denetim ve gözetimi altında yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Yurt dışındaki vatandaşlarımızın oy verme hakkı ilk defa 298 sayılı Kanun’da 1987 yılında 3377 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle tanınmış ise de sadece gümrük kapılarında bu uygulanabilmiştir. Daha sonra, Anayasa’nın 67’nci maddesinin ikinci fıkrasına 1995 yılında 4121 sayılı Kanun’la yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla uygulanabilir nitelikte tedbirlerin alınması -yasayla alınacağı- düzenlenmiştir. Böylece, bu değişiklikten önce 3377 sayılı Yasa’yla yurt dışındaki vatandaşlara tanınan oy verme hakkı anayasal bir dayanağa kavuşturulmuştur. Buna göre, devlet, vatandaşlarının herhangi bir nedenle bulunduğu yabancı ülkelerde oy kullanmalarını sağlayacak önlemleri alacak ve bunlar Anayasa’nın nitelediği biçimde uygulanabilir olacaktır. Uygulanma olanağı yabancı ülkelerin anlaşmalar ya da anlaşmalarla kabul ettiği uluslararası kurallara, kendi ulusal kurallarına, günün koşullarına, karşılıklılık ilkesine ve düzenlenecek protokol gereklerine bağlanabilecektir. Ayrıntıların tümüyle yasayla düzenlenmesinin de mümkün olmadığı açıktır.
Değerli milletvekilleri, 2008 yılında 5749 sayılı Kanun’la bu konuda ikinci önemli bir adım atılmış ve yurt dışında yaşayan seçmenlerin dört yöntemle oy kullanması esası kabul edilmiş, mektup yoluyla oy kullanma Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş. Buna göre, şu anda mevzuatımızda yurtdışındaki seçmenlerin oy kullanmasına imkân sağlayan üç tane yöntem vardır: Bunlardan bir tanesi gümrük kapılarında oy kullanmadır -şu anda en son seçimlerde ve halk oylamasında da bunu uyguladık- diğeri elektronik oylamadır ve yurt dışındaki yabancı ülkelere sandık kurma suretiyle oy kullandırma yöntemidir. Bugüne kadar bu yöntemlerden sadece gümrük kapılarında oy kullanma yöntem uygulanmıştır çünkü bu en son 2010 seçimlerinde -Yüksek Seçim Kurulu her ne kadar bu konuda ciddi bir girişimde bulunmuş ise de- yabancı ülkelerle, maalesef, çeşitli gerekçelerle -bunun altyapısı da tam olarak oluşturulamadığı için- yurtdışındaki seçmenlerin oy kullanması, maalesef, orada kurulacak sandıklar yoluyla mümkün olmamıştır. Şimdi getirilen tasarı, işte, bu yolu rahatlatacak bir altyapı öngörmektedir. Tasarıda Yurtdışı İlçe Seçim Kurulu’nun -şu anda var, Ankara’ya bağlı olarak bunlar görev yapıyor- görev ve yetkileri düzenlenmiştir. Buna göre, Yüksek Seçim Kurulu, Dışişleri kanalıyla… Çünkü çeşitli ülkelerin kendine göre özellikleri var. Oradaki seçmen sayılarını dikkate almak suretiyle, hangi ülkelerde sandık kurulacağını tespit ettikten sonra, oralarda dış temsilciliklerimizde veya mümkünse uygun mahallerde, örneğin spor salonları veya okullar gibi oy kullanmaya elverişli yerlerde -ki bu oradaki devletlerle yapılacak tamamen ikili görüşmeler, protokollerle belirlenecek husustur- bu gibi uygun yerlerde vatandaşlarımızın oy kullanması için altyapı yapılacak, oraya sandıklar kurulacak, yurt dışı seçimlerini yönetmek üzere oluşturulacak sandık kurulları da orada belirlenen saat 08.00’le 17.00 arasında oylarını kullandıracak vatandaşımıza ve bu kullanılan oylar her gün açılacak. Zarflar açılmaksızın, sadece tespiti yapılıp -aynı bizim şu anda gümrüklerde uyguladığımız gibi- torbaya doldurulup Türkiye’ye gönderilecek. Türkiye’de de bu iş için özel, sayım, döküm işlerini yapmak üzere bir sandık kurulu teşekkül edilecek ve oy verme günü, pazar günü saat beşten sonra bu torbalar burada açılıp, sayımı, dökümü yapılıp birleştirme tutanakları düzenlenecek. Daha sonra bunlar, gümrük kapılarından gelen sonuçlarla birlikte toparlanıp, Ankara İl Seçim Kuruluna gönderildikten sonra, genel olarak seçimlere yansıtılması yapıldıktan sonra ilan edilecektir.
Ben, bu yasanın gerçekten uygulanma yeteneğine sahip olduğunu düşünüyor, inşallah bu seçimlere tatbikinin mümkün olmasını diliyor, yüce kurulunuzu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kubat.
Şahsı adına Yozgat Milletvekili Yusuf Başer.
Buyurunuz Sayın Başer. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YUSUF BAŞER (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın birinci kısmında konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Tasarıyla, yurt dışına göçler neticesi ortaya çıkan vatandaşlık odaklı sorunların yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızı olumsuz etkilememesi, ikamet ve nüfus kayıt sistemi içerisindeki konumuyla, doğumla beraber Türk vatandaşı olup vatandaşlıktan izinle çıkanların yaşadıkları sorun ve sıkıntılara çözüm bulmak ve benzer sıkıntıların yaşanmaması amacıyla hazırlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti kanunları çifte vatandaşlığı kabul etmesine rağmen, özellikle Avrupa’daki bazı ülkelerin kanunlarında çifte vatandaşlığa müsaade edilmemesi nedeniyle bu ülkelerde yaşayan vatandaşlarımız çifte vatandaş olamamakta ancak Türk vatandaşlığından çıktıktan sonra ülke vatandaşlığına kabul edilebilmektedirler. Bu husus, vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde siyasal süreçlere katılmalarını, hem kendi haklarını savunmaları ve hem de lobi gücü oluşturmaları açısından önem arz etmektedir.
Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının bulundukları ülkelerin vatandaşlıklarını kazanmasını destekleyen Türkiye Cumhuriyeti, bu amaçla 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 28’nci maddesiyle, doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle vatandaşlığı kaybedenler ve kendileriyle birlikte işlem gören çocuklarının kimi istisnai durumlar haricinde Türk vatandaşına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam edeceklerini teminat altına almış olmasına rağmen, bununla ilgili olarak tam bu hakları kullanma imkânı mevcut değildir.
Yine aynı şekilde, Mavi Kart sahibi kişiler Türk vatandaşlarının sahip olduğu birçok haktan yararlanıyor olmalarına rağmen, bu hakların kapsamı ve kullanımı konusunda yine ciddi manada sorunlar yaşanmaktadır. 5901 sayılı Kanun’un 28’inci maddesinde belirtilen haklardan sadece izin ile vatandaşlıktan çıkan kişilerin kendileriyle birlikte işlem gören çocukları faydalanabilmekte, sonradan doğan çocuklarına bu haklardan faydalanma imkânı, hakkı tanınmamaktadır. Mavi Kart sahibi kişilerin vatandaşlıktan çıktıklarında nüfus kayıtları kapatılmakta, dolayısıyla vatandaşlıktan çıktıktan sonra doğan çocukları, evlilikleri, boşanmaları gibi nüfus kayıt işlemleri yapılamamaktadır. Yeni doğan çocukların kanuni hakları olamamakta ve en önemlisi Türkiye’yle irtibatları kesilmektedir. Nüfus kütükleri kapatılan Mavi Kart sahiplerinin eski Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaraları muhafaza edilmekte fakat bu numarayla hiçbir işlem yapamamaktadırlar. Kendilerine ait özel bir numaraları olmayan mavi kart sahipleri vatandaşlık numarasıyla işlem yapılan her yerde sorunlar yaşamaktadır. Türkiye ile yakın irtibatı olan bu kişilerle ilgili kullanılacak sağlıklı bir veri tabanı da bulunmamaktadır. Yapılacak değişiklikle beraber 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda mavi kart tanımlanmış, değerli kâğıtlardan sayılmış, böylece mavi kart, kimlik kartı olarak kullanılabilecektir. Mavi kartlıların kayıtlarının elektronik ortamda güncel olarak tutulacağı mavi kartlılar kütüğü oluşturulacaktır. Mavi kart sahiplerinin alt soylarına da mavi kart düzenlenecek. Bunun anlamı, Türk vatandaşlığını kaybetmiş ailelerin sonraki nesillerine de mavi kart alma hakkı verilecek ve bu kişilerin Türkiye’yle irtibatlarının devam etmesi sağlanmış olacaktır. Bu kişiler, kamu kurum ve kuruluşlarında işçi, geçici veya sözleşmeli personel olarak çalıştırılabileceklerdir. Her mavi kartlıya vatandaşlık numarasına benzer bir numara verilecek ve bu numara Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası aranan her yerde kullanılabilecektir. Yapılan yeni düzenlemelerle mavi kartlıların ülkemizle olan bağları kuvvetlendirilecek ve günlük hayatta yaşadıkları sorunlar asgariye indirilmiş olacaktır.
AK PARTİ olarak Avrupa başta olmak üzere dünyanın neresinde bir vatandaşımız yaşıyorsa vatandaşlarımızı hiçbir zaman yalnız bırakmadık bundan sonra da bırakmayacağız. AK PARTİ olarak vatandaşlarımızın yaşadıkları toplumlara entegre olmasını, siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda aktif rol almasını destekliyoruz fakat onların dillerini, kültürlerini, inançlarını unutmalarını, asimile olmalarını asla istemiyoruz.
Kanun tasarısının yasalaşacağını umuyor, kanun tasarısının yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza ve aziz milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Başer.
Şimdi soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Süremiz on beş dakikadır.
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başbakan Yardımcımıza sormak istiyorum: Elektronik oy vermede TÜBİTAK bir çalışma yaptı mı? Elektronik oy makineniz var mı? Farz edin ki bir sene sonra seçime girdik, elektronik oy makinesi var mı? Varsa bunu şu tehlikelerden, oy verme sistemine yapılacak sahtekârlık çeşitlerinden birkaçını sayıyorum: Aygıtlara kötü amaçlı program yükleme, telsizle uzaktan denetimli saldırı, oy sayım sonuçlarına saldırı, aygıtların hatalı ayarlanması gibi konularda -daha çok konu var- ne tür bir önlem var, ne tür bir önlem alındı? Bu makineyi ne zaman göreceğiz? En kısa süre, bize vereceğiniz süre hangisidir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
Sayın Acar…
GÜRKUT ACAR (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Milletvekili arkadaşımız Meral Akşener’in makam aracına silahlı saldırıyı kınıyoruz, faillerin bir an önce yakalanmasını istiyoruz. Bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin tamamına yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyoruz.
Sayın Başkan, seçmen kütükleri ile ilgili de söyleyeceklerim var. Seçmen kütükleri, demokrasinin işlemesi bakımından en temel unsurlardan biridir. Kütüklerin doğru tutulduğuna ilişkin yoğun kuşkular bulunmaktadır. 2 milyon sahte seçmen olduğu, İnternet’te dolaşmaktadır. Muhalefetin denetimini olanaksız kılan yöntemlerle seçmen sayısının artırıldığı, bazı seçmenlerin istenirse ayrı bir TC numarası verilmek suretiyle iki veya daha çok oy kullanmasının sağlandığı bildirilmektedir. Parmak boyama işleminin de mükerrer oy kullananların denetiminin devre dışı bırakılması için kaldırıldığı söylenmektedir. Bu durumda, Hükûmet ikna edici önlemler almayı düşünüyor mu veya ne gibi tedbirler düşünüyor? Bunları açıklamasını diliyorum Sayın Bakandan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Acar.
Sayın Oğan…
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Milletvekilimiz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekilimiz Meral Akşener’e yapılan saldırıyı kınıyorum. Bence bunu, Mecliste grubu bulunan bütün partilerin de kınaması gerekir.
Sorum şudur: Dün, Sayın Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, akşam sekiz civarında bu tasarıyı konuşurken dedi ki: “Bizi şu an yurt dışındaki vatandaşlarımız ekranları başında izliyor.”
Sayın Başbakan Yardımcısı, o saatte bizi kimse maalesef izleyemiyor çünkü Meclis Televizyonunun sesini kısıyorsunuz. Acaba, bizim bilmediğimiz bir yöntemle mi izliyorlar? Bunu izah ederseniz çok memnun olurum. Siz, konuşmanızı yediden sonra yapmıştınız. Bugün de yediden sonra, yurt dışındaki Türkler, onların en önemli sorununu konuşurken bizi izleyemeyeceklerdir. Yurt dışı Türklerine niye sansür uyguluyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Oğan.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Şimdi, genel seçim kararı alındığı zaman, Anayasa’mızın 114’üncü maddesi uyarınca Ulaştırma Bakanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı istifa ediyor. Aynı şekilde, yurt dışındaki Türk vatandaşlarımız için seçimle ilgili verileri tutulduğu zaman Dışişleri Bakanının da istifası gündeme gelmeyecek mi? Bir.
İkincisi: Türkiye Büyük Millet Meclisinde doğru düzgün elektronik oylama yapılamıyor, hatta görevli arkadaşlarımız pusulalar dağıtıyor. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisinde 550 milletvekili elektronik oylamayı yapamıyorsa vatandaşlarımız yurt dışında elektronik oyunu nasıl kullanabilsin? Bunu bize izah eder misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Sayın Tüzel…
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Sayın Bakan, bu düzenlemede de bağımsız adayları âdeta unutmuş görünüyorsunuz. Oysaki seçimlerin adil, eşit, demokratik olması açısından seçim kurullarında, sandık kurullarında sadece en yüksek oyu almış partilerin temsiliyeti değil, aynı zamanda seçimlerde aday olmuş bağımsız adayların da temsiliyeti gerekir. Hem sandık kurulları açısından hem bu yurt dışında kullanılacak oylara bağımsızların oy pusulasında gösterilmesi açısından bir düzenleme düşünülmemiş. Nedir Hükûmetinizin yaklaşımı bu konuda ve buna nasıl çözüm üreteceksiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Sayın Dibek…
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın Bakanım, geçtiğimiz günlerde tutuklu milletvekili arkadaşlarımızla ilgili sizin de bir açıklamanız oldu. “Bu iş başlarken yanlış başladı. Sistemi tıkamak adına siyasi partiler böyle bir yola girdiler.” şeklinde sanıyorum iki-üç önce bir açıklamanız oldu. Sayın Meclis Başkanının girişimlerine rağmen, olumsuz anlamda, Hükûmet adına veya şahsınız adına bu açıklamayı yaptınız. Şunu merak ediyorum: Ben konuşmamda da söylemiştim, seçim öncesi bağımsız olarak BDP’den aday olamayan milletvekilleri YSK tarafından yasaklandığında -12 milletvekiliyle ilgili, YSK, biliyorsunuz, aday olamazlar kararı vermişti- en büyük tepkiyi siz koymuştunuz, AKP’li arkadaşlarımız koymuştu. İsimleri var; Sayın Çelik, Mehmet Ali Şahin, Egemen Bağış. Demiştiniz ki: “Bu, demokrasiye vurulan darbedir. İşte, bunlar olmaz.” falan. Yani o açıklamalarla bu açıklamanız arasında çok farklılık var. YSK’nın “Aday olabilir.” dediği insanlar milletvekili seçiliyorlar ve siz “Sistemi tıkamak adına siyasi partiler bu yolu kullandılar.” diyorsunuz. Ama daha önce “Aday olamaz.” dediğiniz kişilere de “YSK’nın kararı çok yanlıştır, bu demokrasiye darbedir.” açıklamaları var. Bu, bir tezat değil midir?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dibek.
Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hem Sayın Kaplan’ın hem de Sayın Tanal’ın elektronik oy kullanmayla alakalı soruları oldu.
Tabii, elektronik oy kullanma imkânı yasamıza 2008’de konuldu. Yeni konulmuş bir uygulama değil, bunu özellikle ifade etmek isterim.
Tabii, bu bir yasal altyapıdır. Dünyanın değişik ülkelerinde bu yöntemi kullanan ülkeler var. Bunlarla ilgili güvenlik konusu, teknik konu, diğer hususlar, eğer sizin yasal bir altyapınız yoksa Yüksek Seçim Kurulunun ve ilgili birimlerin buna dönük bir çalışmayı yapması ve neticeyi ortaya koyması mümkün olmaz.
Şimdi, biz bunu koyduk ve böylesi bir teknolojik imkânı kullanma durumu söz konusu olduğu zaman Yüksek Seçim Kurulunun elinde böyle bir imkân var, bunu kullanabilir. Teknik imkânlar seçim güvenliği açısından herkesin kabul edebileceği şartlar oluştuğu zaman bu yapılabilir. Dünyanın değişik yerlerinde uygulaması var. Tabii teknoloji çok hızla ilerliyor, büyük değişimler var, gelişmeler var. Dün “Olmaz” denilen çok şeyler bugün hayatımızın normalleri arasında yer alıyor.
Bu konuda zaman içerisinde uygulama şartları oluştuğunda Yüksek Seçim Kurulunun kararıyla oluşacaktır, uygulanacaktır. Eğer şartlar olmazsa zaten karar vermeyecektir. Zorunlu, otomatik olarak uygulanması gerekli bir kural değildir. Elde bir enstrüman olarak durmaktadır.
“Sandık gördünüz mü?” derseniz ben bir sandık gördüm. Bizim Reha Denemeç Bey -biliyorsunuz- partide ARGE’den sorumlu. Geçmişte böyle bir…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Getirseydi Sayın Bakan. Bir de biz görseydik.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – “Gördünüz mü?” dediniz de, cevabını veriyorum. Hayır hayır, böyle bir çalışma yapan insanlar var, dünyanın değişik yerlerinde uygulamalar var. Biz tabii dünyayı yakın takip ettiğimiz için her açıdan, nasıl oluyor diye ARGE Başkanlığı bir çalışma yapmıştı. O zaman Grup Başkan Vekili olarak da ben gittim, hatta o sandıklar nasıl işliyor, nasıl bakılıyor diye görme imkânım olmuştu ama o zaman da biz “Bu, tabii, daha üzerinde çok durulması gereken bir konu.” dedik ve öyle gitti. Ama böyle bir şeyi gördüm, onu özellikle ifade etmek isterim. Bu bir zaman meselesi, teknik yapı ve güvenlik açısından gerekli şartlar oluştuğunda, Yüksek Seçim Kurulu Türkiye’nin şartları da buna uygun olduğunda bunu uygulayabilir ama bugünden yarına bunu uygulaması gözükmüyor, 2014’te gözükmüyor, en azından 2015’te de gözükmüyor.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hindistan uyguluyor -dünyanın 2’nci büyük ülkesi- Brezilya uyguluyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşte inşallah Türkiye de onlardan birisi olacak. Onun için yasaya koyduk, onlar da çalışsın, görevine hazır olsun diye.
Tabii, Sayın Acar’ın seçmen kütüklerinin doğru tutulmadığına ilişkin ve birtakım mükerrerlikler olduğuna ilişkin, hatta parmak boyama işleminin mükerrer oyu ortadan kaldırmak için kaldırıldığına ilişkin sorusunu gerçekten üzüldüm çünkü bu parmak boyama işi bir ilkel uygulamaydı. Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi, hem teknik hem ekonomik hem de demokratik açıdan gelişmişlik düzeyiyle uygun olmayan bir ayıptı. Biz, bir ayıbı ortadan kaldırdık. Bu takdire şayan bir konudur.
Seçmen kütüklerindeki seçmen sayısının artışı normal. Sebebi de şu: Bir yandan nüfus artıyor, yeni seçmenler giriyor, öte yandan eskiden seçmenler yazım için askıya çıkıyordu, askıda yazılanlar seçmen oluyordu veya vatandaş eve kapanıyordu, görevliler kapı kapı gezip yazıyordu, bazılarını da yazmıyordu, eksik oluyordu.
Şimdi, bu sistemle ne oluyor? Bütün nüfus kütüğüne kayıtlı olan, seçmen yaşı gelmiş bulunan herkes seçmen kaydına giriyor ve dolayısıyla seçmendeki artış buradan kaynaklanıyor. Yazılmak istemeyen de burada var, oy kullanmak istemeyen de burada var, herkes burada var. Oradan kaynaklanan, yeni seçmenlerin girmesinden kaynaklanan bir durum.
Eğer, Sayın Acar, elinizde herhangi bir yerde mükerrer oy kullanıldığına ilişkin bir bilgi varsa bunu lütfen cumhuriyet savcılarına iletin çünkü bu çok önemlidir hepimiz için, demokrasimiz için, zamanaşımı da iki yıldır, hâlâ süre vardır en son seçime ilgili. Lütfen bunu cumhuriyet savcılarına iletirseniz, bize ilettiniz, daha hayırlı bir iş olur. Ben onun için cumhuriyet savcılarına bu konuyu iletmenizi hassaten rica ediyorum.
Sayın Oğan “Yurt dışındaki vatandaşlar bizi izliyorlar.” dediniz. Doğru ben onu söyledim çünkü vatandaşlarımız teknolojik açıdan çok büyük imkânlara sahip. Biliyorsunuz Meclis TV yayın yapmıyor 19.00’dan sonra ama internet üzerinden dünyanın her tarafından Meclis TV izlenebiliyor. Belki siz internetten takip edemiyor olabilirsiniz ama televizyondan izliyor.
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Sayın Bakan “Televizyonları başında izliyor.” dediniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İşte camdan takip ediyordu onu yani kusura bakmayın böylesi bir ayrıntıyı soruya dönüştürme başarınız için de tebrik ediyorum.
Tabii Sayın Tanal, genel seçim kararı alınınca İçişleri Bakanı, Ulaştırma Bakanı, Adalet Bakanı istifa ediyor. Esasında bizim bu istifayı kaldıran adımı atmamız lazım. Bunun bir anlamı yok. Yerine bir bakan geliyor o da görevini devam ettiriyor, gidiyor. Bence bunu kaldırmak lazım. Geçmişte bir nedenle konulmuş, o nedeni de siz çok iyi biliyorsunuz, herkes biliyor ama bunu kaldırmak lazım çünkü sistem sadece bakana bağlı işlemiyor. Yurt dışındaki vatandaşlarla ilgili biz Dışişlerinin bilgilerinden elbette istifade edeceğiz. Türkiye’de nasıl nüfus bilgilerinden istifade ediyorsak orada da edeceğiz. Türkiye’de nasıl kamu görevlerinden, hâkimlerden istifade ediyorsak yurt dışındaki işlemi yaparken de kamu görevlilerimizden istifade edeceğiz. Bu işin olmazsa olmazlarıdır. Eğer öyle dersek o zaman Türkiye’deki bütün seçimleri İçişleri Bakanlığı yapıyor anlamı çıkar, bu da fevkalade yanlıştır. Burada her işe olumsuz gözle bakmayalım, bunlar iyi niyetle yapılan işler, partilerin de takibi kontrolü var, partiler de bunu takip ediyorlar, kontrol ediyorlar.
Sayın Dibek’in bağımsız milletvekili adaylarıyla ilgili söyledikleri hususa gelince: Doğrudur, biz o zaman tepki gösterdik, ben de tepki gösterdim, benim de açıklamalarım vardı ve yine de aynı kanaatteyim. Yüksek Seçim Kurulu o zaman hata yapmıştır. Sebebi de şu: Hatırlarsanız CHP’nin Denizli listesiyle alakalı bir karar verdi. “Eksikle ilgili kontenjan adayı vardı, bunu tamamlayın.” diye bir karar verdi. CHP tamamladı ve o eksiğini giderdi.
Ama bağımsız milletvekilleriyle ilgili konuya gelince, hatırladığım kadarıyla, o zaman eksiklerin tamamlanmasıyla ilgili öncelikle bir süre verip, eksiklere ilişkin belgeler, bilgiler geldikten sonra karar vermiş olsaydı doğrusunu yapardı. Ama ne yaptı Yüksek Seçim Kurulu? Önce adaylıkların iptaline karar verdi, sonra kamuoyunun sesi yükselince de…
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sizin itirazınız üzerine…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Müsaade buyurun.
…bu sefer eksik belgeleri getirdiği zaman da belgelere baktı, adaylık ehliyeti var; kendi kararını değiştirmek zorunda kaldı, yanlış yaptı. Onun için, bu yanlış da bağımsız adayların seçim propagandasının Yüksek Seçim Kurulu eliyle yapılmasına yol açtı. Biz o zaman ona itiraz ettik. CHP’ye yaptığı uygulamayı bağımsız milletvekillerine neden yapmadı, böylesi bir haksız propagandaya neden vesile oldu diye onu eleştirdik.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Tutuklu vekillerle ilgili itirazınızı sordum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Tutuklu milletvekillerine gelince, Sayın Kanadoğlu uyardı. Hatta Sayın Sezgin Tanrıkulu’nun açıklaması var: “Otomatik tahliye olmazlar.” dedi.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Onlar engelledi mi Sayın Bakanım? “YSK engelledi mi?” onu söylüyorum ben.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Hatta Sayın Süheyl Batum’un açıklamaları var. “Biz sembolik anlam taşıdığı için koyuyoruz, çıkmayacağını biz de biliyoruz.” diye bir sürü açıklamaları var. Tutukluyken milletvekili adayı gösterildi ve daha sonra milletvekili seçildi. Yoksa tutuklanmış bir milletvekili yok, tutukluyken bir milletvekili hadisesi var. Biz burada onu söyledik ve bunu da eleştirdik.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Yasada… Onu söylemeye çalışıyorum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Dedik ki demokrasiye karşı teşebbüs iddiasında bulundukları iddiasıyla haklarında iddianame bulunanları milletin temsilcisi olarak aday göstermenin şık olmadığını da biz o zaman da ifade ettik, bunları eleştirdik. Ama son gelişmelerle ilgili parti bir değerlendirme yapmadı, o partinin bileceği bir iş. Hükûmet olarak bizim bu konuda yaptığımız bir değerlendirmemiz, aldığımız bir kararımız yok. Partinin yetkili kurulları ne karar verecek, onu biz de bilmiyoruz şu anda, çünkü herhangi bir görüşme yapılmadığını biliyorum şu an itibarıyla.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Başkan, bir şey var. Sayın Başkanım, bir şey söylediler, adım geçti, Sayın Bakan…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Öyle bir açıklamanız yok mu?
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Onu söyleyeceğim işte, müsaade ederseniz.
BAŞKAN – Yerinizden ya da kürsüden buyurun.
Buyurunuz Sayın Batum.
İki dakika süreniz var.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; bunu son dönemde AKP’nin çok değerli üyelerinden, bakanlardan, temsilcilerinden çok duymaya başladık. Bu doğru değil. Hiçbir yerde ne ben ne Sayın Kanadoğlu, milletvekili…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Canlı yayın var, açıklaman var.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, bakın, dikkat edin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Açık açık, satır satır okudun.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Bakan bir dakika.
Biz böyle söylemedik. Söylediğiniz sizin farkına varmadan Anayasa’da yazan milletvekili olabilme yeterliliğini son derece daraltan bir hükümdür. Siz bu ülkenin Bakanlığını, siz bu ülkede AKP’nin yöneticiliğini yapıyorsunuz.
Şimdi, Anayasa’da yer almayan bir daraltmayı nasıl yaparsınız? Bu insanlar milletvekili seçilme yeterliliği olmayan kişiler değil.
Biz neyi söyledik? Yine, aynı şekilde AKP’nin güdümünde olan bazı sözüm ona akademisyenler ve gazeteciler şöyle dediler: “Bunları milletvekili gösteriyorlar, yazık değil mi? Davayı bu 2-3 kişi açısından ortadan kaldırıyorlar, yargılanmayı yarıda bırakıyorlar.” Bunu söyleyenler Türkiye’nin akademisyenleri-Türkiye’nin bazı akademisyenleri Allah’tan- gazetecileriydi. Biz de dedik ki: Yanlış. Yargılama durmaz, yargılama devam eder, tutukluluk kalkar çünkü kaçma tehlikesi, delilleri karartma tehlikesi olmaz. Bunun örneği de Sebahat Tuncel’dir. Şimdi ama hepsi bakıyoruz, söylediler açıkça, “Yargılama durmaz dediler.” diyorlar. Evet yargılama durmaz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Hocam milletin gözün bakıyorsunuz.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sevgili Bakan…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ne söylediğinizi siz de biliyorsunuz.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ben de biliyorum.
BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayınız.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sadece bunu karşılıklı…
BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayınız, Genel Kurula hitaben…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – Bunu -lütfen- sizin tam bilmediğinizi haklı olarak…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Tam değil…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – Yanlış belki duyduğunuz yönünden söyledim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Tam biliyorum. Görüntüleri var Sayın Hocam, söylediklerinizin görüntüleri var.
BAŞKAN – Sayın Batum…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – Sizin özellikle bilerek çarpıttığınızı tahmin etmediğim için söylüyorum bunu tekrar. Eğer direniyorsanız çarpıtmak size yakışmaz, hakikaten yakışık almaz. İnsanların anayasal haklarını ortadan kaldırıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ayıptır, ayıptır, hiç yakışmıyor size.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Batum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Meclis Başkanıyla tutuklu milletvekilleriyle ilgili 2 kez görüşen grup başkan vekillerinden biriyim. Sayın Başbakan Yardımcısının yaptığı açıklama kamuoyuna doğru bir bilgilendirme değil, o konuda bir açıklamada bulunmak istiyorum çünkü 5 tane milletvekilimiz tutuklu. Açıklama getirmek istiyorum.
BAŞKAN – Düzeltme, bir yanlış anlamayı önlemek için.
Buyurunuz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Değerli milletvekilleri, bugün yeni bir anayasanın yazımına başladık. Gerçekten Parlamentodaki 8 milletvekilinin hâlâ tutuklu olması bir dönem boyunca, vicdanları, kamu vicdanını yaralıyor ve dışarıdaki görüntüsü milletin iradesi 8 kişi tutuklu.
Sayın Meclis Başkanı, Başbakanla görüştükten sonra, muhalefetin üç parti grup başkan vekilini çağırmıştır, bizden çözüm istemiştir, biz de önerilerimizi sunmuşuzdur ve çok açık söylüyoruz, 83 Anayasa ikinci fıkra tutuklama nedeni değil.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değil evet, suçüstü hâli yok.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Şu an resmen yargı siyasallaşmış ve bu 8 milletvekili Anayasa’ya rağmen tutuklu bir hâlde bulunuyor. Sadece bu değil, sadece bu değil, bunun dışında da örnekler var; Sebahat Tuncel örneği var, Bölükbaşı örneği var. Burada yemin ve Meclis faaliyetlerine katılmalarının önünde de hiçbir yasal engel yok. Bu kadar hukuksuzluk varken bunu gidermeye çalışıyoruz ve üç parti grubu bir cümlelik bir önermeyle bu mahzuru gidermek için bir öneride bulunduk. İktidar partisi de buyursun, çıksın, sağlam bir önerisini getirsin diyoruz, yok. 5 tane yetkilisi Başbakanla görüştü, hepsi MYK üyesi.
Şimdi ipe un sermenin zamanı değil. İpe un sererek bu sorunu çözemeyiz. Yok, Kandil’in yolu açılıyormuş. Yapmayın yani, buna insanları güldürmeyin.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, 312’de Başbakan için yapıldı bu!
HASİP KAPLAN (Devamla) – Gelin, çözelim bunu. İstediğiniz gibi siz getirin, çözelim, ama milletin iradesi tutuklu olmasın. Burada, bu kürsüde haksızlık yapmayın, dezenformasyon, çarpıtma, doğru bilgilendirmeme, yasaları kamuoyuna yanlış bilgilendirme, doğru değil.
Bizim 5 milletvekilimiz düşüncesinden tutuklu.
PERVİN BULDAN (Iğdır) – 6 tane!
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bir tane eylem gösterin, bir tane çakı, bir tane mağdur, bir tane müşteki yok. Onlar özgürlük için içeride tutuklu, gerekirse on yıl daha tutuklu kalırlar, ama kimsenin minnetini de çekmeyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Açık söylüyorum, bu Mecliste kimsenin minnetini çekmeyiz. Ayıp ya! Rezalete döndü bu ya! Bu konuyu konuşmak istemiyorum Sayın Başkanım. Gerçekten rezalete döndü!
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Niye azarlıyorsun canım bizi!
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan.
Teşekkür ederiz, gayet net anlaşıldı konu.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Üslubuna dikkat et, niye azarlayarak konuşuyorsun!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Rezalettir tabii! Rezaletin ta kendisidir! Hukuku bile çarpıtıyorsunuz, Anayasa’yı çarpıtıyorsunuz, yasayı çarpıtıyorsunuz! Kandil’i diyorsun, ne Kandil’i ya! Ne Kandil’i! Gelin size…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Dikkatli konuş!
BAŞKAN – Sayın Kaplan… Sayın Kaplan, çok rica ederim, lütfen yerinize oturunuz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ayıp denen bir şey var! Milletle dalga geçmeyin ya!
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim, Sayın Bakan yanlış bilgi verdi, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin…
BAŞKAN – Sayın Tanal, lütfen, bir dakika, Sayın Şandır söz istemişti, ona söz vereceğim.
Buyurunuz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Gerçekten talihsiz bir tartışma. Bir soruya verilen cevapla bu tartışma başladı. Yani Bakanı kınamıyorum bu noktada, bir soru soruldu, cevap verdi, ama verilen cevap tartışmaya sebep oluyor.
Şimdi, tutuklu milletvekilleri konusu bu Meclisin sorunu olmayacak, demokrasinin sorunu olmayacak, Türkiye’yi millet adına yöneten iktidarın sorunu olmayacak da kimin sorunu olacak? Milletin iradesi tutuklu mu değil mi?
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, Milliyetçi Hareket Partisi olarak söylüyoruz, biz, bizim milletvekilimizin niye tutuklu olduğunu Sayın Başbakanın beyanından biliyoruz. Çanakkale’de kendisine ayağa kalkmadığı için tutuklu olduğunu biliyoruz. Bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – O sizin iddianız.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Nasıl içinize sindiriyorsunuz? Başbakanın ifadesi.
Şimdi, böyle olunca bu konuyu “Bu bizim sorunumuz değildir.” diye üstünüzden atmak ne Hükûmete ne Hükûmetin grubuna yakışmaz. Bu, Türkiye’nin sorunudur, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sorunudur, demokrasinin sorunudur, herkesten de önce siyasi iktidarın sorunudur. Bu noktada, Meclis Başkanının bu samimi ve yoğun gayretlerine Hükûmet Grubunu da destek vermeye davet ediyorum. Yazık oluyor yani bu konu artık çözülmeli, bir yıla yaklaştık, hâlâ milletin iradesi demir parmaklıkların arkasında.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bu doğru değil, Türkiye’ye yakışmıyor.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Bakan, size söz vermeden, Sayın Tanal da sisteme girmiş, ona da bir dakika söz vereceğim.
Buyurunuz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrası yasama dokunulmazlığını düzenliyor. Burada aynen üç unsura, bir, ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli… Şu anda 8 tane tutuklu milletvekiliyle alakalı suçüstü hâli hangi suçta var? Bir sefer, suçüstü hâli yok.
Devam ediyor: “…ve seçimden önce -Evet, seçimden önce soruşturma başladı, doğru-soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki…” Ben, bu anlamda 14’üncü maddeyi hiç tartışmıyorum ama başındaki suçüstü hâli “ve” bağlacıyla devam ediyor “veya” ile devam etmiş olsaydı Anayasa’nın 83’üncü maddesi buna engel diyecektik yani bu üç koşul, bir, suçüstü hâli olacak; iki, milletvekili seçilmeden önce soruşturma başlamış olacak; üç, 14’üncü maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması olacak. Bunlar burada yok. Örnek anlamında mı istersiniz? Başbakan da milletvekili seçilemiyordu, ona özgü Anayasa değişikliği yapıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Başbakana bu yol açıldı. Burada hiçbir düzenleme, hiçbir ayrımcılık istemiyoruz, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin olduğu şekilde tatbikini talep ediyoruz, bu kadar.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, biz burada hangi usule göre görüşmeleri yapıyoruz, öğrenebilir miyim. Hangi usulle tartışıyoruz? Lütfen Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; burada bir hususu tavzih etmekte fayda görüyorum. Ben tutuklu iken aday gösterilenler milletvekili adaylık ve seçilme hâlinde milletvekili seçilebilme ehliyetini taşımadıklarını hiç söylemedim. Böyle bir şey söz konusu değil. Adaylığa ehildirler. Seçilmeleri hâlinde milletvekili seçilme ehliyetine de haizdirler. Bugüne kadar bunun aksini söylemedim.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sayın Bakan “Neden gösterdiniz?” diyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İki; Sayın Batum, beni bir dinler misin? 25 Ocak 2011, bakın ne diyorsunuz? Soruyorlar size milletvekili adayları konusunda görüşlerinin benzer olup olmadığı sorulunca ”Kesinlikle benzer. O kişilerin kurtarılması için değil; çünkü anayasa açık, kurtarmak mümkün değil. Ne ile suçlandığını bilmeyen iki gazeteci orada. Türk toplumunun belirli bir bölümü, en azından yüzde 50’si yapılan rezilliğin, densizliğin farkında. ‘Buna artık izin vermeyeceğiz’ yönünde, sembolik olarak, bu ikisini milletvekili yapalım… Benimki bir öneri, onların kurtulamayacağını bile bile arkalarında olduğumuzu sembolik olarak gösteren bir şey yapalım dedim.” karşılığını verdi.
Her yerde var; bunu ben arz ettim. Milletvekillerimiz sizi de dinlediler; takdirlerinize sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, söyledikleri doğru değil bir kere. Öyle bir şey değil.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben senin dediklerini okudum.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sevgili Bakan, böyle bir şey yok!
BAŞKAN – Sayın Batum, siz kürsüden belirttiniz, Sayın Bakan cevabını verdi. Bu konunun yeterince tartışıldığı kanaatindeyim. Umarım bu sorun çözülür.
– Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564) (S.Sayısı:201)(Devam)
BAŞKAN – Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
1’nci madde üzerinde iki önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1. maddesi ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 14. maddesinin 1. fıkrasında eklenen 14. bendinde yer alan “ihtiyaç görülmesi halinde ve en az Daire Başkanı seviyesinde” ifadelerinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
A. Levent Tüzel Nursel Aydoğan Hüsamettin Zenderlioğlu
İstanbul Diyarbakır Bitlis
Hasip Kaplan Adil Kurt Erol Dora
Şırnak Hakkâri Mardin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 1. Maddesi ile 298 Sayılı Kanunun 14. Maddesinin 1. Fıkrasına eklenen 14. bendinin Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Faruk Bal Alim Işık Mehmet Şandır
Konya Kütahya Mersin
Ali Halaman Celal Adan
Adana İstanbul
BAŞKAN – Komisyon son okuttuğum önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
Sayın Bal, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Türklüğünün seçme hakkını kullanması ve doğumla vatandaşlığımızı kazanmış olup daha sonra vatandaşlıktan çıkanların Türkiye’yle, Türk milletiyle ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini güçlü bir şekilde kurabilmesi için bu kanuna Milliyetçi Hareket Partisi olarak destek verdiğimizi ifade etmiştim. Ancak, bu kanun içerisinde, demokratik değerlerle bağdaşmayan ve mevcut seçim sistemimiz ile bağdaşmayan, idarenin, seçimle ilgili kurum ve kuruluşların içerisine kamu gücünü sokarak seçimlerin dürüstlüğü ilkesini bertaraf edebilecek unsurlar vardır. Bu unsurların ayıklanması için de önergeler verdik. 1’inci madde üzerindeki önergemiz de bu amaca yöneliktir.
Değerli arkadaşlarım, 1’inci maddeyle ilgili, 298 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin 1’inci fıkrasına bir fıkra daha ekleniyor, bir bent daha ekleniyor. Bu bende göre, yurt dışı ilçe seçim kurulunun yapacağı iş ve işlemlerle ilgili olmak üzere -dikkat buyurun- Yüksek Seçim Kuruluna yurt dışı ilçe seçim kurulunda görevlendirilmek üzere Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Dışişleri Bakanlığında çalışan daire başkanı düzeyinde bir kişi daha monte ediliyor.
Değerli arkadaşlarım, bunun içerisinde çok iş vardır. Bunun içerisinde çok iş var, çünkü zaten 298 sayılı Kanun’a göre ilçe seçim kurullarının ihtiyaç duyduğu kamu görevlilerini bünyelerinde çalıştırma yetkisi vardır, bu yetki 298 sayılı Kanun’un 31’inci maddesi ile tespit edilmiş durumdadır. Yurt dışı ilçe seçim kurulu da bir ilçe seçim kuruludur, dolayısıyla yurt dışında çalışan vatandaşlarımızın veya orada bulunan vatandaşlarımızın oy kullanmasıyla ilgili doğabilecek sorunları çözmek için bu yetkiyi kullanır. Ancak bu yetki bu şekilde kullanılması gerekirken yurt dışı ilçe seçim kurulunun yetkisi alınıp Yüksek Seçim Kuruluna devredilmekte ve Yüksek Seçim Kurulunun görüşü de Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak ortaya konulmakta ve görevlendirilecek kişi de daire başkanı ile sınırlandırılmaktadır. Bunun anlamı şudur: İdarenin yani iktidarın yani iktidara siyasi bir parti aracılığıyla gelmiş olan unsurların seçimlerde kanunla konulmuş olan seçim kurulları arasına bir kamu ajanını, bir kamu görevlisini, bir memuru monte etmesi demektir. Bu bir ara kademedir. Seçim kurullarıyla ve dış konsolosluklarla ilçe seçim kurulu arasına bir ara kademe oluşturulmaktadır. Bu ara kademenin özel bir görevle görevlendirildiği bellidir, ancak bu görevin yetkisi, sınırları ve denetimi ortada bulunmamaktadır. Dolayısıyla yetkisi, bu yetkinin sınırları ve denetimi kanunda belirtilmemiş olması çok ciddi bir sorun ortaya çıkarmaktadır, o da seçimlerde “hukuki güvensizlik” ve “siyasi güvensizlik” dediğimiz iki tane virüsün seçimlere bulaşması demektir.
Değerli arkadaşlarım, bu, Anayasa’nın seçimlerin dürüstlük kuralı içerisinde yapılacağına dair 79’uncu maddesine açık ve seçik bir şekilde aykırıdır. Bunca açık ve seçik yetkinin buraya konulmasının anlamını biz Yüksek Seçim Kurulu kararlarında görüyoruz. Yüksek Seçim Kurulunun yapmış olduğu iş ve işlemler nedeniyle, bugün aranızda bir milletvekili olarak kanunla bulunması gereken Sayın Hayrettin Nuhoğlu aranızda yoktur. Niçin? Böyle yanlış işler ve seçimlerde Anayasa’nın 79’uncu maddesindeki dürüstlük ilkesine uyulmadan iş ve işlem yapıldığı içindir. Dolayısıyla, Yüksek Seçim Kurulunun, kanuna rağmen, genelgesiyle bir milletvekili vardır; o da bu sıralar içerisindedir.
Değerli arkadaşlarım, biz halis niyetle Avrupa Türklüğünün seçilme hakkına katkıda bulunmak istiyoruz ancak Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun ortaya koymuş olduğu bu tablo, önümüzdeki seçimlerde Avrupa Türklüğünün iradesine fesat karıştıracağına dair, Avrupa Türklüğünün iradesi belirlenirken kamu gücünün, kamu kaynaklarının suiistimal edileceğine dair kaygılar yaratmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bal.
FARUK BAL (Devamla) – Bu kaygıları gidermek için verdiğimiz önergeye yüce heyetin destek vereceği ümidiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar )
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1. maddesi ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 14. maddesinin 1. fıkrasına eklenen 14. bendinde yer alan “ihtiyaç görülmesi hâlinde“ ve “en az Daire Başkanı seviyesinde” ifadelerinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
A.Levent Tüzel (İstanbul) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞUAY ALPAY (Elâzığ) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Tüzel, buyurunuz efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, yurt dışında yaşayan Türkiyeli yurttaşların seçimlere katılabilmeleri için düşünülmüş bu düzenlemede yine Hükûmetin klasik oradaki yurttaşlarımızın sorunlarını çözmek yerine, orayı bir oy deposu olarak görme, böyle bir yaklaşımın izleri bu yasaya sinmiş durumda. Öncelikle bu yasanın mahzurlarına değinmek istiyorum hızlı bir şekilde. Çok açık, seçimlerin genel, adil, eşit, bağımsız olması açısından Yüksek Seçim Kurulu tarafından yargı denetimi düşünülmüştür ama bu yasada YSK’nın yanına Dışişleri Bakanlığı bürokrasisi eliyle doğrudan Hükûmetin, yürütmenin bir müdahalesi söz konusu olabilecektir, bir defa bu yanlıştır.
Bir diğer şey, biraz önce Sayın Bakana da yönelttim bu soruyu ama cevabını alamadım, burada da bir eşitsizlik söz konusu, seçimlere sadece siyasi partiler değil, benim gibi bağımsız adaylar da katılmakta ancak bağımsız adayların seçim kurullarında, yurt dışı ilçe seçim kurulunda ya da sandık kurullarında temsilci bulundurmaları düzenlenmemiş, kaldı ki aynı şekilde oy pusulalarında da yer almaları düzenlenmediği gibi. Dolayısıyla bu yönde değişikliklerin yapılması gerekiyor ama öncelikle işte burada bu düzenleme içerisinde daire başkanının Dışişleri eliyle buraya müdahale etmesi, bu kabul edilebilir bir durum değil.
Bir diğer şey, asıl yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın sorunlarını çözmek istiyorsak, asıl onların yaşadıkları problemlerin yaşadıkları topraklarda ve oradaki yönetimlerden kaynaklandığını ve oradaki seçimlere esas katılabilmelerinin yolunu açmak gerekiyor. Yani 4 milyon Türkiyeli yurttaşı konuşuyoruz, buradaki sosyal, siyasal hayata katılmalarını ve oradaki vatandaşlık hukuku problemlerini çözmek yani seçme, seçilme hakkının tarihçesine bakıldığında aslında, vatandaş olmak gerekmiyor, orada yaşamak, oradaki sosyal hayatın bir parçası olmak yeterli, dolayısıyla Türkiye Hükûmeti bu yönde bir katkıda bulunmak ve bunu çözecek bir diplomasi sürdürmesi gerekir.
Bir diğer şey de yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın korkuları vardır. Yani örneğin, Almanya’da yaşayanlar -ki 3 milyona yakın büyük bir nüfus orada yaşamaktadır- oradaki vatandaşlığa geçme hâlinde buradaki haklarını kaybetmekten doğan bir korku, kaygı vardır.
Şimdi, burada Mavi Kart düzenlemesi ve kütük bunu ne ölçüde giderecektir? Yani doğuştan Türkiye vatandaşı olanların, döndüğünde tüm hukuki ve sosyal haklarını koruyacak bir düzenleme söz konusu mudur? Pek buna ilişkin bir madde göremiyoruz.
Asıl, yurt dışındaki Türkiyeli yurttaşların son düzenlemelere tepkileri vardır. Örneğin konsolosluk işlemleri bir soygun kapısına dönüşmüştür. Beş yıllık pasaport uzatması 180 euro karşılığı ancak yapılabilmektedir. Örneğin Hükûmet, orada yaşayacağı belli olan, hayatlarını sürdüren yurttaşlara, bunlara niye süresiz pasaport vermez?
Bir diğer şey bedelli askerlik düzenlemesidir. Bedelli askerlik düzenlemesi: Özellikle Almanya’daki Türkiyeli gençlerin yüzde 35’i işsiz olduğu düşünüldüğünde, bu insanlar nereden kazanacak? Nereden bulup 10.500 euroyu denkleştirecek de bu zorunlu askerlik uygulamasından muaf olabilecekler? Dolayısıyla, orada otuz sekiz yaşından sonra pasaport uzatmak için askerlik şartı arandığında, oradaki haklarını korumak açısından asıl bu problemleri çözmek gerekiyor. Yani mesele, oradaki vatandaşlara, Türkiye’deki hakkını korumak, burada iş edinebilmeleri, benzeri şeyler açısından bir kimlik numarası vermekle halledilmiş olmuyor. Dolayısıyla, bu düzenleme, esas itibarıyla, yurt dışındaki yaşayan yurttaşlarımızın bir seçime katılması açısından sorunları çözmek değil ama daha ziyade, mevcut Hükûmetin kendi bürokrasisi, kendi yürütme organları üzerinden oradaki insanların beklentilerini istismar etmeye dönük bir uygulamadır. Bu nedenle, öncelikle bürokrasinin müdahalesini önleyecek bu değişikliğin kabul edilmesini ama yasal düzenlemenin bütünü açısından uygun olmadığını belirtiyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci madde üzerinde üç önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 sıra sayılı tasarının 2. maddesi 11. fıkrasında yer alan “oy alan” ibaresinden sonraki “üç” ibaresinin “beş” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan Adil Kurt Abdullah Levent Tüzel
Şırnak Hakkâri İstanbul
Erol Dora Sırrı Sakık
Mardin Muş
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 2 inci maddesi ile düzenlenen 298 sayılı kanunun 20/A maddesinin üç numaralı fıkrasındaki “beş gün” ifadesinin “yedi gün” olacak şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mahir Ünal Ahmet Aydın Mehmet Doğan Kubat
Kahramanmaraş Adıyaman İstanbul
Mehmet Erdoğan Metin Külünk
Adıyaman İstanbul
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 2. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna eklenen 20/A Maddesinin;
1) 3. fıkrasında yer alan “kendi mührü ile mühürlenmiş” ibaresinin metinden çıkarılarak yerine “sol köşesi YSK ve sağ üst köşesi Yurt Dışı ilçe seçim kurulu amblemi basılı” ibaresinin eklenmesini,
2) 11. fıkrasında yer alan “bir başkan, bir kamu görevlisi üye ve son milletvekili seçiminde en çok oyu alan üç siyasi partinin bildirdiği bir asil bir yedek üyeden oluşan” ibaresinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Faruk Bal Celal Adan Alim Işık
Konya İstanbul Kütahya
Mehmet Şandır Ali Halaman
Mersin Adana
BAŞKAN – Komisyon bu son okuttuğum önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Bal, siz mi konuşacaksınız?
FARUK BAL (Konya) – Evet.
BAŞKAN – Buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1’inci maddeyle ilgili olarak verdiğimiz önergenin reddedilmesi suretiyle Sayın Komisyonun ve Sayın Hükûmetin Anayasa’nın 79’uncu maddesindeki dürüstlük kuralını ihlal etmek suretiyle Avrupa Türklüğünün seçimlerdeki iradesine müdahil olacaklarını ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla bu önergemiz de onunla paraleldir.
Değerli arkadaşlarım, “Avrupa Türklüğü” dediğimiz kitle alın teri, bilek gücü ile orada ekmek parası için gitmiş insanlarımızdır ve buradaki insanlarımızın Türkiye’de ortaya çıkacak olan millî iradeye katkısının bulunması da gayet doğaldır. Şimdi, bu önergeyle de bu iradeye katkısının nasıl engellendiğini ya da nasıl sorunlar yarattığını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Verdiğimiz önerge ile Yurtdışı İlçe Seçim Kurulunda zarfların mühürlenmesinin ıstampa ve mürekkeple yapılması öngörülmektedir. 5,5 milyon civarındaki Avrupa Türklüğünün yaklaşık 4 milyon civarında seçmeni olacağına göre ortalama 5 milyon civarında zarfın mühürlenmesi gerekmektedir. Bu mühürleme işlemi sırasında seçim hilelerini yapmakta maharetli olan kitleler zarfın üzerine ıstampadan yapışabilecek bir küçük mühürle o zarfı etkisiz hâle getirebilecek bir sonucu doğurabilirler. Dolayısıyla bu şekilde işaretlenmiş olan zarfları kullanılan yurt dışında bulunan vatandaşlarımızın oylarının geçerli olması mümkün olmayacaktır. İşte, bunu ortadan kaldırabilecek bir öneride bulunuyoruz. “Yüksek Seçim Kurulunun ve Yurtdışı İlçe Seçim Kurulunun amblemini taşıyan basılı zarfların gönderilmesi gerekir.” diye. Bunda ne gibi bir yanlışlık var? Bu yanlışlığı –muhtemelen reddedilecek Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekili oylarıyla- bilmek isterim. Böyle bir yanlışlık yok ama bir kasıt vardır diye düşünüyorum. O kasıt da maddenin 11’inci fıkrasında yer alan sandık kurulunun teşkiliyle ilgilidir.
Değerli arkadaşlarım, sandık kurulunun nasıl teşkil edileceğini 298 sayılı Kanun açık ve seçik bir şekilde ortaya koymuştur. Son seçimlerde o ilçede en yüksek oyu alan beş partinin vereceği asil ve yedek üyelerden müteşekkil olur sandık kurulu. Oysa getirilen tasarıda en çok oyu alan siyasi partilerden üç tanesine üye verme yetkisi verilmektedir, diğer ikisi, biri başkan, diğeri memur üye olmak üzere bürokratik oligarşi dediğimiz mantığı sandık kurulunun içerisine sokmaktadır bu tasarı.
Dolayısıyla biz Avrupa Türklüğüne güveniyoruz. Avrupa Türklüğünün sandık kurulunda kendilerini hakkıyla temsil edebileceklerine inanıyoruz ve Avrupa Türklüğünün kullanacağı oyların orada değerlendirilmesi, sayımı, dökümü, tutanaklara geçirilmesini de ortaya koyan bir biçimde iradesine sahip çıkabileceğine inanıyoruz. Bu kapsam içerisinde de bu maddedeki “bir başkan, bir kamu görevlisi üye ve son milletvekili seçiminde en çok oyu alan üç siyasi partinin bildirdiği asil ve yedek üyelerden oluşan” tabirinin çıkarılarak 298 sayılı Kanun’da kabul edilmiş şekliyle seçim kurulunun buna göre oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu amaçla da Seçim Kanunu’ndaki sistemi bozan, Seçim Kanunu’ndaki kurullar arasındaki hiyerarşiyi bozan bu yanlışlığın düzeltilmesini talep etmekteyiz.
Eğer Avrupa Türklüğünün oy kullanmasına imkân sağlama iradesi var ise Hükûmette ve Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunda, o takdirde bunların kendi oylarına seçim kurullarında da sahip çıkabilme ehliyet ve liyakatte olduğunu kabul etmek, dolayısıyla da önergemize destek vermeleri gerektiğini düşünüyoruz.
Bu şekilde gerek sandık kurullarında gerek yurt dışı ilçe seçim kurulunda gerekse gümrük kapılarındaki geçici ilçe seçim kurullarındaki yapının bozulması, Seçim Kanunu’muzdaki ilçe seçim kurullarından ve sandık kurullarından farklı bir düzenleme yapılmasının bir tek anlamı olabilir, o da bu düzenlemeler ile iktidarın kamu gücünü yani Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimindeki devlet gücünü ve devlet kaynaklarının seçmen iradesine yansıtılması ve bu iradenin çarpıtılması şeklinde kullanılacağına dair kaygımız vardır. Bu kaygının giderilmesi için bu önergeyi verdik…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Devamla) – Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 2 inci maddesi ile düzenlenen 298 sayılı kanunun 20/A maddesinin üç numaralı fıkrasındaki “beş gün” ifadesinin “yedi gün” olacak şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mahir Ünal (Kahramanmaraş) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Gerekçe lütfen.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Oy verme gününden önceki beşinci güne kadar oy kullandırılmaya devam edilmesi oyların yurtiçine taşınmasının yetiştirilememesi ve dolayısıyla sonuçların alınmasının gecikmesine neden olabileceği düşünülmektedir. Bu düzenlemeyle seçim sürecinde bu tür sıkıntıların yaşanmaması hedeflenmiştir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 sıra sayılı tasarının 2. maddesi 11. fıkrasında yer alan “oy alan” ibaresinden sonraki “üç” ibaresinin “beş” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Sakık, buyurunuz.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yani her yasa geldiğinde aslında alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete. Nasıl BDP’yi dışlarız, nasıl Kürtlerin önünü keseriz? Şimdi, bu mevcut Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu durduğu müddetçe siz demokrasiden bahsedebilir misiniz Allah aşkına? Siz, 2007 seçimlerinde BDP -o dönem Demokratik Toplum Partisi- seçimlere bağımsız katılacak, alelacele bir gece operasyon yaptınız, getirdiniz bağımsızları birleşik oy pusulasına dâhil ettiniz. Sorun neydi? “Kürtler kendisini Parlamentoda ifade etmesin.” “Bizim dışımızda kimse gelmesin.” Şimdi, bu maddede -üç parti- diğer partiyi yok hükmünde sayan bir anlayışınız var.
Avrupa hukukundan bahsediyorsunuz, Avrupa’nın hiçbir yerinde yüzde 10’luk baraj var mı; böyle rezil rüsva bir Siyasi Partiler Yasası, bir Seçim Kanunu var mı? Hani övündüğümüz, bir yeni anayasa, yeni bir toplumsal sözleşmeden bahsediyoruz; 12 Eylül ve askerlerden, askerî anayasadan hesap soracağımızı söylüyorsunuz ama bir taraftan da askerlerin getirdiği bu Siyasi Partiler Yasası, Seçim Kanunu’nu, böyle, -herkes el ele vererek- “Bunu nasıl kollayabiliriz, koruyabiliriz?” anlayışı var, “Partimiz nasıl buradan nemalanabilir, nasıl oy sağlayabilir.” anlayışı var. Buradan farklılıkların Parlamentoya yansıması, farklı renklerin gelip burada düşüncelerini ifade etmesi gibi bir derdiniz yok; “Onları nasıl yok edebiliriz?” diyorsunuz.
Türkiye’de aslında Seçim Yasası bir torba yasası gibi. Bir parti lideri çıkıyor, mesela AKP’den Sayın Başbakan çıkıyor -bir torba yasası hazırlamış- elini atıyor torbaya, diyor ki: “Ya, Bülent Arınç, sen Bursa’ya git.”, “Faruk Çelik, sen Urfa’ya git.”, diğeri, bilmem nereye git. Böyle bir demokrasi olur mu? Her seferinde çıkıp eleştirdiğiniz o tek parti dönemindeki uygulamaları… Mesela kendi ilimizde, yıllarca biz Muş’tan vekil görmedik. Kimi gördük? Ankara kimi tayin ettiyse onu gördük. Şimdi de aynı yöntemle, Sayın Başbakan kimi tayin ediyorsa o gözüküyor veyahut da CHP lideri veyahut da MHP lideri veyahut da BDP lideri… Bunun içinde halk yok, bunun içinde demokrasi yok, bunun içinde Avrupa hukuku da yok, kendi hukukumuz da yok.
Bakın, Avrupa’nın birçok ülkesinde baraj sıfır noktasında. Nerede? Fransa’da, Hollanda’da, İrlanda’da, İngiltere’de, İspanya’da, Portekiz’de, Finlandiya’da, Kıbrıs Rum kesiminde baraj sıfır noktada. Danimarka’da yüzde 2, Yunanistan’da yüzde 3 ve Almanya’da yüzde 5 ve bizim ülkemizde yüzde 10’luk bir baraj uygulanıyor ve bunu demokrasinin neresine yerleştirebiliriz? Nasıl bir demokrasiden bahsedebiliriz?
Şimdi, yüzde 10’luk barajı uyguluyorsunuz ve üç partiye sandıkta temsil hakkı sağlıyorsunuz dördüncü partiyi yok sayıyorsunuz. Hazine barajında da, üç parti bu hazine barajından nemalanıyor, pay alıyor, bizim verdiğimiz vergilerden üç parti alıyor ama dördüncü parti tek bir lira almıyor. Şimdi de getirip götürüp burada sandık kurulunu oluştururken “Ya, nasıl BDP’yi yok hükmünde sayabiliriz?”… Vallahi, zaten, bu yasanın A’dan Z’ye hepsi yanlış, yanlış düğmelenen bir gömlek gibi siz neresini düzeltirseniz düzeltin ilk düğme yanlış düğmelenmiş. Onun için, bu yasanın kökten değiştirilmesi gerekir. Bu Siyasi Partiler Yasası, bu Seçim Kanunu olduğu müddetçe, siz, Anayasa’yı da değiştirirseniz sonuç alamazsınız. Onun içindir ki biz ilk günden beri söylüyoruz: Gelin, bu “yol temizliği” dediğimiz yol temizliğine işte buradan başlayalım. Yeni bir siyasi partiler yasası yeni bir seçim kanunu ve uygun olan bir barajla seçimlere hep birlikte gidelim. Ama bunları yapmıyorsunuz. Yok Avrupa’dakileri nasıl dâhil edecek… Siz bağımsızları yok sayacaksınız, belli partileri yok sayacaksınız, kendinize uygun bir dizayn yapacaksınız, adına da “demokrasi” diyeceksiniz. Vallahi, kusura bakmayın, 12 Eylül aktörü Kenan Evren’in demokrasisi neyse sizin de demokrasiniz odur çünkü oradan nemalanarak iktidar oluyorsunuz, iktidarınızı da ona göre dizayn ediyorsunuz.
Ben, önergemize oy istiyorum ama, yani verseniz de bir şey değişmeyecek vermeseniz de değişmeyecek çünkü adaletiniz yok.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sakık.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Kabul edilmiş bir önerge doğrultusunda 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Karar yeter sayısı Sayın Başkan.
BAŞKAN – …Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.08
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
———- 0 ———-
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinin oylamasında karar yeter sayısı istenmişti ve bulunamamıştı.
Şimdi maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Görüşmelere devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
3’üncü madde üzerinde önerge yoktur. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4’üncü madde üzerinde önerge yoktur. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci madde üzerinde iki adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 5. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna eklenen 94/A Maddesinin sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Yüksek Seçim Kurulunda görev yapan siyasi parti temsilcilerinin seçim sürecinde Dışişleri Bakanlığının bilişim alt yapısından gelecek bilgileri izlemesine, incelemesine, denetlemesine ve bir suretini almasına imkân sağlar.”
Celal Adan Faruk Bal Alim Işık
İstanbul Konya Kütahya
Mehmet Şandır Ali Halaman
Mersin Adana
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 5. maddesiyle değiştirilmesi teklif edilen 298 sayılı Kanun’un 94/A md.sinin 1. fıkrasında geçen “Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtla seçmenlerin oy kullanmalarına yönelik iş ve işlemlerde, Dışişleri Bakanlığının bilişim alt yapısından faydalanılabilir. Dışişleri Bakanlığı, Yüksek Seçim Kurulu’nun belirleyeceği usul ve esaslar doğrultusunda, kullanılacak olan bilişim alt yapısının oluşturulması ve güvenliği için gerekli tedbirleri alır” ibarelerinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
08.05.2012
Ali Demirçalı Namık Havutça Ali Özgündüz
Adana Balıkesir İstanbul
Ömer Süha Aldan Tanju Özcan Sakine Öz
Muğla Bolu Manisa
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Havutça, buyurunuz.
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesinde verilen önerge üzerinde konuşuyorum. Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, “Yurt dışı seçmenlerinin oy kullanmasında; sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinin birlikte veya ayrı ayrı uygulanmasına, seçim türüne veya yabancı ülkenin durumuna göre, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca karar verilir.” ibaresi yer almaktadır.
Bu maddede sakıncalı durumlar bulunmaktadır? Şöyle ki: Anayasa’nın 79’uncu maddesinde seçimlerin yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılacağı açıkça belirtilmiştir.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Yüksek Seçim Kurulu ve Dışişleri Bakanlığı, ilgili ülkedeki büyükelçiliğin yasal sorumluluğu ve koordinasyon sorumluluğu muhafaza edilmez ise son derece kaygı verici durumlar ortaya çıkabilecektir. Bildiğiniz gibi kamuoyunda “Seçimlere hile karıştı” kaygısı oluşmaktadır. Oyların bilgisayarlarla işlenip seçim sonuçlarının neredeyse aynı gün, hatta aynı saatte, sandıklar kapanır kapanmaz açıklanması birçok kaygılara, spekülasyonlara yol açmıştır. “Elektronik sistemde hile yapılabileceği” algısı seçmenleri son derece rahatsız etmektedir.
Şimdi yapılacak bu düzenlemeyle, Yüksek Seçim Kurulunun kendi elektronik ağını kurmak yerine Dışişleri Bakanlığına bağlı elektronik ağı kullanması, bu konuda düzenleme getirmeniz seçmenlerde var olan hile endişesini daha da artıracaktır. Bütün araştırmalar, bunu, bilgisayarlar kullanılarak oyların sayılması sırasında çok kolaylıkla oy hırsızlığı yapılabileceğini göstermektedir. Bunu yapanların da mutlaka sayımdan sorumlu kişiler olması da gerekmiyor. Bu nedenle bilgisayarlı oy hesaplama sistemlerinin gözden geçirilmesi ve çok güvenli olduğunun herkese kanıtlanması gerekiyor. Bu nedenle bu sistemin kullanılmasında son derece dikkatli olunması gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, bugün, millî iradenin oluşmasıyla ilgili olarak yabancı ülkelerdeki yurttaşlarımızın oy kullanmasını getirmek son derece olumlu ve doğrudur ama -az önce Sayın Bakan da ifade etti- bugün millî iradeyi temsil eden 8 milletvekilimiz burada yokken millî iradenin daha geniş bir şekilde oluşturulmasıyla ilgili yurt dışındaki yurttaşlarımızın oy kullanması için bunu getirmek son derece eksik bir anlayıştır çünkü Siyasi Partiler Kanunu’nun 37’nci maddesini değiştirerek seçim barajını yüzde 10’dan aşağı çekmeden millî iradenin oluşmasını savunmak 12 Eylül anlayışının aynen devamını savunmak anlamına gelmektedir. Şimdi, sanki halkla alay eder gibi 8 milletvekilini yurt dışına nasıl anlatacaksınız? Halkımıza nasıl anlatacağız? Halkın iradesini, milletin iradesini temsil eden milletvekillerimiz tutuklu, biz yurt dışındaki millî iradeyi arıyoruz. Kime anlatacağız bunu biz?
O nedenle, bakın, Türkiye’de demokrasi konusunda eksiklerimiz çok. Sandık demokrasisi bugün Türkiye’de var, demokrasinin en iyi unsuru ülkemizde sandık demokrasisi olarak çalışıyor. İşte yüzde 10 barajı. Örneğin, 2002 seçimlerinde 13,3 milyon oyun Mecliste temsil edilmesini önledi bu baraj. Millî irade nasıl temsil edecek?
Bugün Türkiye’deki siyasi parti organizasyonlarıyla yüzlerce milletvekilinin uyuşturucu kaçakçılığından paraları iç etmeye kadar birçok adli suç dosyası bulunmaktadır milletvekili dokunulmazlığının sayesinde. Siyasi partiler tüzüğünün demokratik olmaması liderler sultasını yaratıyor. Siyasi Partiler Kanunu’nun 37’nci maddesini gelin, değiştirelim. Milletvekilleri daha çok liderler tarafından belirleniyor, bunu değiştirelim. Çok partili sistemin, Türkiye’de demokrasinin niteliksel ve niceliksel olarak gelişmesine hizmet etmeyen, Türkiye’nin zenginliklerini paylaşmayan ve halkın isteklerini yerine getirmeyen yasaları gelin, değiştirelim. Ülkenin dinsel inançlarını sürekli siyasi istismar ile iktidar olma aracını ortadan kaldıralım.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde demokrasi eşittir dört yılda bir oy verme mekanizması hâline gelmiştir. Bunun içeriğini doldurmak için demokrasinin içeriğinin zayıflığına rağmen seçimlerde oy verme mekanizmalarını artırmak elbette ki olumludur ama az önce işaret ettiğim gibi Siyasi Partiler Kanunu’nun 37’nci maddesini, yine seçimlerde kullanılan hükümlerden yüzde 10 barajını aşağıya çekmeden ve demokrasi konusunda halkımızın bizden beklediği o somut adımları atmadan Türkiye’de demokrasi olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu nedenle, biz bu yasaların da samimiyetle değiştirilmesini talep ediyoruz.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Havutça.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 5. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna eklenen 94/A Maddesinin sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Yüksek Seçim Kurulunda görev yapan siyasi parti temsilcilerinin seçim sürecinde Dışişleri Bakanlığının bilişim alt yapısından gelecek bilgileri izlemesine, incelemesine, denetlemesine ve bir suretini almasına imkân sağlar.”
Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Bal, buyurunuz efendim.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, ben anlayamıyorum Sayın Bakan ve Sayın Komisyon niçin bizim önergemize ret oyu verdi, yani niçin kabul etmedi? Önergemizde talep ettiğimiz husus şudur: Yurt dışından verilecek oylar, Dışişleri Bakanlığının bilgi işlem imkânlarından yararlanılarak Yüksek Seçim Kurulunun bilgi işlemine aktarılacaktır. Bu oylar kime verilecektir? Siyasi partilere verilecektir. Siyasi partilerin bu oyların nasıl geldiğini inceleme, izleme, denetleme ve bu oylardan haberdar olma hakkı yok mudur? Elbette vardır. O zaman, bu hak niçin teslim edilmemektedir? Bu hak teslim edilmemektedir çünkü kamuoyunda yaygın bir şekilde var olan elektronik hile noktasındaki kaygılar bir kez daha artmaktadır.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisinin önerisiyle daha önce yapılan kanuni değişiklikler ile seçim hukukumuza girmiş olan ilçe seçim kurullarından çıkacak her bilginin eş zamanlı olarak aynı formatta saklanabilir şekilde siyasi partilere uç verilmesine ilişkin kanun Yüksek Seçim Kurulu tarafından kuşa çevrilmiş, sanki “Siyasi partiler bu bilgileri elde etmesin.” şeklinde bir uygulama getirilmek suretiyle kendilerine verilen oylardan haberdar edilme imkânı ortadan kaldırılmıştır. Bu ortadan kalkınca ne olmuştur? Bu ortadan kalkınca siyasi partilerin edinemedikleri bilgilerle, değerlendiremedikleri bilgilerle ortaya çıkmış olan seçim sonucuna gölge düşmüştür ve millî irade hakkında da kamuoyunda ciddi bir kaygı oluşmuştur. İşte bu kaygının ortadan kaldırılmasını, yurt dışından gelen oyların Yüksek Seçim Kurulunda siyasi partilerin temsilcileri tarafından izlenmesini, incelenmesini, denetlenmesini ve bir suretinin alınmasını istiyoruz. Buna niye karşısınız? Eğer buna karşı iseniz, bunun incelenmesini istemiyorsanız, bunun denetlenmesini istemiyorsanız, bunun izlenmesini istemiyorsanız, bundan bir suret alınmasını istemiyorsanız siyasi partilerin bu yönde kendilerine teveccüh etmiş olan seçmen iradesine saygı duymuyorsunuz demektir. Bu, saygısızlığın da ötesinde bir hile yapılacağına dair kaygıyı daha da fazla artırmaktadır. Bu kadar makul, bu kadar sağduyuya ilişkin bu önergenin reddi, var olan kaygıyı kamuoyunda daha fazla artıracaktır. Siz şimdi kimden kaygı duyuyorsunuz? “Avrupa Türlüğü” dediğimiz, rızık için alın terini, emeğini ortaya koşmuş, bu nedenle yurt dışında bulunan seçmenlerimizin millî iradeye katkısını maniple edeceğiniz, İnternet ortamında ya da elektronik ortamda bir hile karıştırılacağına dair kuşkuları artıyorsunuz demektir. Demokrasilerde en büyük virüs, en büyük endişe kaynağı bu virüsün algı hâline dönüşmesidir. Maalesef, bu olmuştur, vardır ve bu kaygıyı gidermek de yüce Meclisin görevidir. Fakat Adalet ve Kalkınma Partisi, Sayın İyimaya’nın ifadesiyle “Eğer parmaklar akıl ile donatılmış olsaydı demokrasiyi yok eden canavarlar doğmazdı.” şeklindeki düşüncesinin sanki aksine hareket ederek anlamadan, dinlemeden, ne anlam yüklendiği belirlenmeden, bir işaretle “Hayır” oyu vermektedir. Dolayısıyla, bu önergenin de reddedileceğine dair kaygım büyüktür. Reddedildiği takdirde kamuoyunda seçim sonuçları üzerinde oluşacak olan olumsuz intibaların, olumsuz düşüncelerin tamamının sorumluluğunun Adalet ve Kalkınma Partisine ait olduğunu ifade ediyor, makul olan önergemize destek vereceğinizi ümit ediyor, bu vesileyle yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir.
6’ncı madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 6’ncı maddesi ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 94/C maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesindeki “beşinci” ibaresinin “yedinci” ibaresi olarak değiştirilmesini, üçüncü cümlesindeki “temsilciliğinde” ibaresinden soma gelmek üzere “ve mahalde” ibaresinin eklenmesini ve aynı fıkranın son cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Yabancı ülkede yaşayan seçmen sayısının fazlalığı halinde, her seçmenin kendisi için belirlenen günde ve sandıkta oy kullanmasına da karar verilebilir.”
Mahir Ünal Ahmet Aydın Mehmet Doğan Kubat
Kahramanmaraş Adıyaman İstanbul
Mehmet Erdoğan A. Çağatay Kılıç Metin Külünk
Adıyaman Samsun İstanbul
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 6. Maddesi ile 298 Sayılı Kanuna değiştirilen 94/C Maddesinin;
1) 1. fıkrasının sonunda yer alan bu süre içinde oy kullanamayan seçmenlerin yabancı ülke için belirlenen son oy verme gününden önceki 10 gün içinde belirlenen sandıkta ibaresinin metinden çıkarılmasını,
2) 2. fıkrasının birinci cümlesinde yer alan, …sandık kurullarının hangi görevlilerden oluşturulacağı ibaresi ile ikinci cümlesinde yer alan Bu belirlemeye göre ibaresinin metinden çıkarılmasını,
3) 4. fıkrasının metinden çıkarılmasını,
4) 6. fıkrasında yer alan …o yer misyon şefi veya en kıdemlinin başkanlığında, o temsilcilikte görevli bir memur üye ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin bildirdikleri isimlerden oluşturulan ibaresi ile
Siyasi partiler üye bildirmez ise eksiklik memurlar arasından seçilecek üye ile doldurulur cümlesinin metinden çıkarılmasını,
Arz ve teklif ederiz.
Faruk Bal Celal Adan Alim Işık
Konya İstanbul Kütahya
Mehmet Şandır Ali Halaman
Mersin Adana
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine Sayın Bakanın ve sayın Komisyonun katılmadığı bir önergeyle huzurunuzdayım. Neye katılmadıklarına hep birlikte karar verelim.
Değerli arkadaşlarım, 1’inci madde ile daha önce oyunu kullanamamış olan seçmenlerin son on gün içerisinde oylarını kullanabileceklerine dair sanki bir imkân getirilmektedir. Oysa yurt dışında bulunan seçmenlerimizin bulundukları ülkelerin “kamu güvenliği endişesiyle seçmen sayısını bilme ve güvenlik tedbirini alma” şeklindeki notaları var Türkiye’ye verilmiş; başta Almanya olmak üzere. Bu değiştirilmesini düşündüğümüz madde değiştirilmediği takdirde son on gün içerisinde yığılma olacağı için, kamu güvenliği nedeniyle, özellikle Almanya’da bütün seçmenlerimizin oylarını kullanamama ihtimali ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, bu ihtimali bertaraf etmek üzere bu önergeyi vermiş bulunuyoruz.
Ama ikinci fıkrayla ilgili değişiklik önerimiz ise bir vahamete şimdiden tedbir alarak tecelli etmesini engelleme amacıyla ilgilidir. İkinci fıkra ile istediğimiz husus, sandık kurullarının oluşmasıyla ilgilidir. Bakın lütfen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup milletvekillerimiz hiç olmazsa bunu dinlesinler. Burada diyor ki; “Yurt dışında kurulacak sandıkların sandık kurullarının hangi görevlilerden oluşturulacağı Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenir. Bu belirlemeye göre sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçimi yurtdışı ilçe seçim kurulunca yapılır.” Ne anlama geliyor bu? Bu şu anlama geliyor: Ben, AKP olarak, iktidar partisi olarak, Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun yönetiminde bulunan bir bakanlığın iradesiyle sandık kurullarında kimleri görevlendireceğimi görüş olarak Yüksek Seçim Kuruluna bildiririm. Bildirdiği zaman ne olacaktır? Bildirdiği zaman, Anayasa’nın 79’uncu maddesine göre tarafsızlık içerisinde dürüstçe seçim yapmak zorunda olan Yüksek Seçim Kurulu, AKP iktidarının ortaya koyduğu görüş çerçevesi içerisinde sandık kurullarına memur verecektir. Buradan çıkacak irade, buradan yapılacak seçim dürüst olabilir mi? Burada yapılacak olan seçim, tarafsız bir seçim kurulunun yaptığı bir iş olabilir mi? İşte bunun düzeltilmesini istiyoruz. Eğer siz buna “Hayır” diyorsanız, o zaman mefhumu muhalifinden çıkan sonuç şu: Sandıkta ne çıkarsa çıksın, benim oraya görevlendireceğim memurlar ile Suriye tipi, Irak tipi, Libya tipi benzer despot ülkelerde yapılan seçimler gibi şeklen bir seçim yapılacaktır. Bu şekli seçimin sonucuna göre de ben iktidarımı tekrar ilan edeceğim. Bunun anlamı budur. Siz bunu mu istiyorsunuz? Bunu istemiyorsanız, bu kadar makul, bu kadar sağduyuya açık, bu kadar geçmiş seçim kurulu üyelikleriyle ilgili Türkiye’nin uygulamasına aykırı olarak niçin bunu kabul etmiyorsunuz?
Değerli arkadaşlarım, işte bu çerçeve içerisinde üçüncü ve dördüncü fıkralarla ilgili olarak talep ettiğimiz değişiklik de bu mantık içerisindedir. Niçin seçmen iradesinin düz bir ayna gibi sandığa yansımasına imkân sağlayacak bir yasa yapmıyoruz da, sanki panayırlarda gösterilen eğri büğrü gösteren sirk aynası gibi eğip bükerek seçmen iradesini sandıktan çıkan sonucuna göre iktidarınızı devam ettirme intibasını yaratıyorsunuz. Bu intiba demokrasiyle bağdaşır mı? Bu intiba belki size de yakışmaz, belki siz de istemiyorsunuz. Niye kulağınızı vermiyorsunuz bize? Kulağınızı verin. Kalbinizle, beyninizle, vicdanınızla değerlendirin. Bu değerlendirmeyi yapmak istemiyorsanız, o takdirde sizin ne demokrasiyle, ne seçmen iradesiyle ne millî iradeyle ilgili bir kaygınız olabilir. Bunu Gazi Meclisin bir üyesi olarak, bu Mecliste iktidar yetkisini elde etmiş bir parti olarak size yakıştıramıyorum.
Lütfen, aklıselime davet ediyorum sizi, sağduyuya davet ediyorum sizi. Bir gün gelecek mutlaka siz gideceksiniz. Hiçbir iktidar daim olacak şekilde kurulamaz, inşa edilemez. Eğer öyle olmuş olsaydı hiçbir demokratik ülkede iktidar değişikliği hiçbir zaman olmayacak şekilde bir sonuca varırız ki, bunun adı diktatörlüktür. Siz demokrasiden yararlanarak diktayı mı oluşturmak istiyorsunuz? Siz sandıktan diktatörlük inşası için bir sistem mi geliştirmek istiyorsunuz? Bunu söylerken üzülüyoruz ama sonuç bu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Devamla) – Önergemize destek vereceğinizi bir kez daha ümit etmek istiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bal.
Önergeyi…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Kısa bir açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Tabii, buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, Sayın Bal’ın dile getirdiği husus, esasında bir zaruretin sonucudur çünkü Yüksek Seçim Kurulu yurt dışında hangi ülkede ne kadar Türkiye’nin kamu görevlisi var? Bunlar nerede çalışıyor? Bunların vasfı nedir? Bunlar orada bir yandan yurt dışı temsilcilikleri, Türk vatandaşlarının günlük ihtiyaçlarını, işlerini yaparken, öte yandan aynı zamanda da seçimde görev yapacaklar. İşler aksamadan buradaki personelden kimlerden istifade edilebilir? Bunların listesi nedir? Onlara ilişkin bir bilgi alacaktır. Yoksa bunun kararını gene Yüksek Seçim Kurulu verecektir. Bu, bir zarurettendir. Yüksek Seçim Kurulunun elinde böyle bir liste yok. Tıpkı Türkiye’de kamu görevlilerinin listesini ilgili kurumlardan alıp değerlendirme yaptığı gibi burada da Dışişleri Bakanlığından listeyi alacak, değerlendirmeyi yapıp, kararı YSK verecektir. Türkiye’deki uygulamayla buradakinin arasında herhangi bir fark olmadığını ifade ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, Sayın Bakan eksik ve yanlış anlaşılabilecek bilgi vermiştir ve benim sözlerimi farklı bir şekilde anlatmıştır. Lütfen açıklamak üzere söz verin.
BAŞKAN – Yerinizde sisteme girerseniz…
FARUK BAL (Konya) – Hayhay.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben, Sayın Bal’ın sözlerini tefsir etmedim, kendi kanaatimi söyledim.
BAŞKAN – Yanlış anlaşıldığını söylüyor, kendi söylediği…
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ben, kanundaki maddeyi anlattım.
BAŞKAN – Sistemi açınız lütfen.
Buyurunuz Sayın Bal.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkanım, ben aynen okuyorum, Kanun’u aynen okuyorum ve Sayın Bakanın ifadesiyle ne kadar çelişkili olduğunu hep beraber yüce heyet duysun: “Yurt dışında kurulacak sandıkların sandık kurullarının hangi görevlilerden oluşturulacağı Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenir. Dışişleri Bakanlığının bu belirlemesine göre sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçimi yurt dışı ilçe seçim kurulu başkanlığınca yapılır.” Kanun bu, Sayın Başbakan Yardımcımızın söylediği ise bundan farklı.
Diğer taraftan, ilçe seçim kurulları, Türkiye’de de sandık kurullarında görevlendirilmek üzere memurların listesini kaymakamlıktan istiyor. Buna dair seçim mevzuatımızda bir hüküm yok. Böyle bir kanuna da gerek yok çünkü ilçe seçim kurulu, yurt dışı ilçe seçim kurulu, Dışişleri Bakanlığına bir yazı yazar “Sizin hangi ülkede ne kadar şu nitelikte memurunuz vardır?” der ve alacağı cevaba göre serbestçe bunu seçebilir.
BAŞKAN – Evet, konu anlaşıldı Sayın Bal.
FARUK BAL (Konya) – Bu işin içerisine Yüksek Seçim Kurulunun karıştırılmasının anlamı nedir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Konya) – Bu işe Dışişleri Bakanlığının görüşünün alınmasının, buraya yazılmasının anlamı nedir ve “İlçe seçim kurulunun yetkisi sınırlandırılarak bu belirlemeye göre seçim yapılır.” şeklinde hüküm koymasının anlamı nedir? Bunun bir tek anlamı vardır, o da siyasi iktidarın istediği memurlar orada sandık kurulunda üye olarak görevlendirilir.
BAŞKAN – Konu net olarak anlaşıldı, Sayın milletvekilleri de gayet aydınlandı.
Şimdi önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 6’ncı maddesi ile düzenlenen 298 sayılı Kanunun 94/C maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesindeki “beşinci” ibaresinin “yedinci” ibaresi olarak değiştirilmesini, üçüncü cümlesindeki “temsilciliğinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve mahalde” ibaresinin eklenmesini ve aynı fıkranın son cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Yabancı ülkede yaşayan seçmen sayısının fazlalığı halinde, her seçmenin kendisi için belirlenen günde ve sandıkta oy kullanmasına da karar verilebilir.”
Mahir Ünal (Kahramanmaraş) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz efendim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
Yurtdışı temsilcilikler için getirilen tatil günleri dâhil yirmi dört saat oy kullanabilme istisna hükmünün ihtiyaç duyulması halinde oy kullanılabilecek diğer mahaller için de geçerli olması amaçlanmaktadır.
Seçmenlerin yoğun olduğu ülkelerde seçimlerin güvenli bir şekilde yapılabilmesi amacıyla randevu ile oy kullandırma imkânı getirilmiştir. Fakat ilk 30 günde oy kullanamayan seçmene son 10 günde oy kullanabilme imkânının tanınması randevu sistemiyle sağlanmaya çalışılan düzenli ve dolayısıyla güvenli oy verme sistemine zarar vermektedir. Çünkü seçmenin oy kullanmayı son 10 güne bırakması ihtimalini açık bırakmakta, bu da yığılmalara sebebiyet vereceğinden seçimin düzenliliğini ve güvenliliğini tehlikeye atmaktadır. Bu düzenlemeyle seçim işlemlerinin bir düzen içerisinde yapılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen bu önerge doğrultusunda 6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.
7’nci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı Kanun tasarısının 7. Maddesinin 2. fıkrasının metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Faruk Bal Alim Işık Mehmet Şandır
Konya Kütahya Mersin
Ali Halaman Celal Adan
Adana İstanbul
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bal.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben inanıyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi abesle iştigal etmez, mutlaka hüküm altına aldığı her konuda bir bildiği vardır. Benim de -biraz sonra önerge reddedilecektir- bu bilginin ne olduğunu -yüce Meclisin, özellikle iktidar grubunun- ne anlama geldiğini onların vicdanlarına bırakmaktan başka çarem kalmadı.
Şimdi, bizim kanunumuzda -seçmenlerin nasıl oy kullanacağı 298 sayılı Kanun’un 86’ncı maddesinde açık ve seçik bir şekilde yazılmıştır- her türlü ihtimal düşünülmüştür; seçmenlerin geldiğinde oyu nasıl alacağı, zarfı nasıl alacağı, nasıl kabine gireceği, ona sandık kurulu başkanının nasıl yol göstereceği, vesairesi hepsi yazılmıştır. Bu, yurt içerisinde oy verecek seçmenlerle ilgilidir. Fakat her ne hikmettense, yurt dışında kullanılacak oylarla ilgili olmak üzere bu düzenlemenin dışında bir düzenleme getirilmektedir. Ne akla hizmet? Yani yurt içinde oy verirken seçmenin uyacağı kurallar ile yurt dışında oy verirken seçmenin uyacağı kurallar arasında ne gibi bir özellik, ne gibi bir farklılık olacak ki farklı bir düzenleme yapılıyor? Meclis abesle iştigal etmeyeceğine göre bir sebebi olması lazım. Nedir bu sebep? Bunu bilmiyoruz.
Bu bir tek burada değil, üç tane oy verme usulü getiriliyor. Bir tanesi yurt içindeki seçmenler, bir tanesi yurt dışında, bulunduğu yerde oy kullanacak seçmenler, bir de gümrük kapısında oy kullanacak seçmenler.
Değerli arkadaşlarım, kullanılacak oy bir tanedir, bunun usulü de bellidir, iki ayrı usul ihdas etmenin abesle iştigal değilse mutlaka bir sebebi olması lazım. Bu sebebin de bu Meclisin de bilinmesi gerekmektedir.
Biraz önce ifade ettiğimiz nedenlerle kaygı var, şüphe var. Bu kaygı ve şüphe, böyle kargacık burgacık, birbirleriyle çelişen bir seçim hukuku çerçevesi içerisine gizleniyor, saklanıyor endişesi vardır. Bu endişeyi taşımaya milletimizin takati yetmez. Gelin açık olalım, seçik olalım, net olalım. Gelin hep birlikte oy kullanmayla ilgili var olan hükmü, yurt dışındaki seçmenlerimizin ve gümrük kapılarında oy kullanacak seçmenlerimizin aynı esasa uygun olarak kullanılabilmesine imkân sağlayalım.
Bunun için bu önergeyi verdik ancak Komisyon ve Sayın Başbakan Yardımcısı, Hükûmeti temsilen bunu reddedeceklerini ifade ettiler. O zaman ben kaygı duyuyorum. Millî irade içerisinde Türkiye’de millî iradenin tecellisiyle ilgili oy kullanan seçmenler belirli bir statüdedir. “Avrupa Türlüğü” diye tanımladığımız millî iradenin bir parçası olan kitlenin ise seçmen olarak oy kullanması farklı bir usule tabidir. Bu farklılık neye hizmet edecektir? Bu farklılık millî iradenin tecelli etmesinde ne gibi sonuçlar doğuracaktır? Bu kaygıların, bu endişelerin giderilmesi için bu önergeyi verdik.
Ümit ve temenni etmek istiyorum, eğer parmakların ucunda zerre miktarda akıl varsa ve yine Cenabıallah’ın her canlıya, insan olarak yarattığı her canlıya bahşettiği küçük “mahkemeyikübra” dediğimiz vicdanınızla bunu değerlendirebilirseniz…
Bu düşüncelerle yüce heyeti tekrar selamlıyor ve önergemize destek vereceğinizi ümit ediyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bal.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 7’nci madde kabul edilmiştir.
8’inci madde üzerinde üç önerge vardır, aynı mahiyetteki bu önergeleri okutacağım ve birlikte işleme alacağım, talepleri doğrultusunda önerge sahiplerine ayrı ayrı söz vereceğim ya da gerekçelerini okutacağım.
Şimdi, aynı mahiyetteki önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 8 inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Ayşe Nur Bahçekapılı Mehmet Doğan Kubat Ali Ercoşkun
İstanbul İstanbul Bolu
Nurdan Şanlı Tülay Kaynarca
Ankara İstanbul
Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Ali Demirçalı Tanju Özcan Mustafa Moroğlu
Adana Bolu İzmir
Sakine Öz Ali Özgündüz
Manisa İstanbul
Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Celal Adan Faruk Bal Alim Işık
İstanbul Konya Kütahya
Mehmet Şandır Ali Halaman
Mersin Adana
Aynı mahiyetteki diğer önergenin imza sahipleri:
Hasip Kaplan Erol Dora Abdullah Levent Tüzel
Şırnak Mardin İstanbul
İdris Baluken Ertuğrul Kürkcü
Bingöl Mersin
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılıyoruz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Gerekçe.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Söz konusu düzenlemenin uygulamada sorunlara yol açacağı düşünüldüğünden kanun tasarı metninden çıkarılması amaçlanmaktadır.
Gerekçe:
Değiştirilmesi teklif olunan 298 sayılı Kanun’un 180. maddesinde öngörülen, Kamu davasının açılması için öngörülen 2 yıllık sürenin altı ay olarak değiştirilmesi hâlinde; 298 sayılı Kanun’un 133. maddesinden 173. maddesine kadar olan maddelerinde tarif edilen ve kimi suçlarda 10 yıla kadar hapis cezası öngörülen çok ciddi suçlarda, bu suçları işleyen özellikle çok sayıda kişinin karıştığı olaylarda delil toplanmasındaki güçlük ve faillerin tespitindeki zorluklar dikkate alındığında soruşturma için 6 aylık sürenin yetersiz olması nedeniyle bu teklif verilmiştir.
Gerekçe:
Bu madde ile 12 Haziran 2011 tarihinden itibaren 6 ay içinde davası açılmamış seçim suçlarını işleyenler için örtülü af getirilmektedir. Haklarında dava açılmış olanlar ile mahkûm olanlar ve cezalarını çekenler bu maddeden yararlanamayacaktır. Bu durum aynı suçu işlemiş kişiler arasında eşitsizlik yaratacaktır.
Alt komisyonda ve Anayasa Komisyonunda yeterince görüşülmemiştir.
Ayrıca seçim suçları çok çeşitlidir. Aynı seçimi kaybettiği için silahlı gruplar ile sandığı alıp kaçıran, yakan, bu nedenle seçimlerin iki, üç defa yenilenmesine sebep olan kişiler bulunmaktadır. Bu derecede vahim sonuçları doğuranlar da 6 ay içinde davası açılmamış ise bu madde hükmünden yararlanacak ve bu örtülü af kamu vicdanında ciddi bir yara açacak ve o ölçüde eleştirilecektir.
Gerekçe:
Adil bir seçim sistemi amaçlanmıştır.
BAŞKAN – Gerekçelerini okuttuğum aynı mahiyetteki bu dört önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen bu önergeyle 8’inci madde tasarı metninden çıkarılmıştır, bir karışıklığa yol açmamak için görüşmelere tasarının mevcut madde numaraları üzerinden devam edilecektir, tasarı kanunlaştıktan sonra kanun yazımında madde numaraları teselsül ettirilecektir.
Şimdi, 9’uncu madde üzerinde önerge yoktur.
9’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 9’uncu madde kabul edilmiştir.
10’uncu madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
11’inci madde üzerinde önerge yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 11’inci madde kabul edilmiştir.
12’nci madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 12’nci madde kabul edilmiştir.
13’üncü madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 13’üncü madde kabul edilmiştir.
14’üncü madde üzerinde önerge yoktur.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 14’üncü madde kabul edilmiştir.
Böylece, birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Sayın Acar, sisteme girmişsiniz.
Buyurunuz.
GÜRKUT ACAR (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana birkaç sorum var. Öncelikle seçim güvenliğine ilişkin tereddütlerin giderilmesi konusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen partilerin de süreci denetlemelerine olanak sağlayacak bir yapı kurulması mümkün olacak mıdır Sayın Bakan?
Biraz önce sorduğum soruya “Cumhuriyet savcılığına başvurunuz bir hile varsa.” şeklinde cevap verdiniz. Bizim amacımız cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmak değil. Zaten eğer öyle olsaydı, şimdi, bizim bu sözlerimizin de cumhuriyet savcılığına sizin tarafınızdan götürülmesi gerekirdi.
Sandıklarda her partiden birer üye bulunuyor. Biliyorsunuz, bu güvenlik açısından, muhalefetin de denetimi açısından…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Acar.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, hoşgörünüze sığınarak, usulde yok ama Sayın Bakandan bir müjdeli haberi bekleyenler var yayının kapanma saatinde.
Sayın Bakanım, Sayın Başbakan 2007 seçimlerinden sonra polislerin özlük haklarıyla ilgili bir söz vermişti. İnanınız ki, şu arada yedi sekiz tane telefon aldım. Lütfen, bir müjde verin polislere yani ben söylemiş olmayayım, siz söyleyin ama bir dönem geçti, ikinci dönemdeyiz, bu konuyla ilgili bir müjdenizi bekliyor Türk güvenlik…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Bu, tabii bir soru-cevap bölümü değil sayın milletvekilleri, sisteme girmiş olduğunuz için 60’a göre kısa bir söz hakkınız vardır, belki bir şey söylemek istiyorsunuz diye söz veriyorum.
Onun için, en son sisteme girmiş Sayın Tanal’a söz veriyorum ve görüşmelerimize devam ediyoruz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bezmiâlem Vakıf Üniversitesinde usulsüz ve haksız profesör unvanı kullandığı için Sayın Güngör Eroğlu hakkında şikâyetler yapıldı. Bununla ilgili Başbakan Yardımcısı olarak ne işlemler yaptınız?
Saygılar.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanal.
Şimdi, ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci bölüm 20’nci maddeye bağlı 14/a ve 14/b maddeleri dâhil 15 ila 28’inci maddeleri kapsamaktadır.
.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu ile Anayasa Komisyonu Raporları (1/564) (S. Sayısı: 201)—– (Devam)
BAŞKAN – İkinci bölüm üzerinde, gruplar adına ilk söz isteyen Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’dır.
Buyurunuz Sayın Oğan. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA SİNAN OĞAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, öncelikle, biraz önce, Sayın Bakana soru sormuştum ama Sayın Bakan, Sayın Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bu sorumuza cevap vermedi. Televizyonun da kapanmasına şunun şurasında birkaç dakika varken ben bu konuya açıklık getirmesini yeniden istirham ediyorum Sayın Başbakan Yardımcısından.
Dün, bu kürsüde saat yediden sonra, Sayın Başbakan Yardımcısı dedi ki: “Bugün televizyonu başında binlerce, on binlerce yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız bizi izliyor.” dedi. Saat yediden sonra Sayın Başbakan Yardımcısı, bizi kimse izleyemiyor maalesef. Neden? Çünkü siz Meclisin izlenmesini istemiyorsunuz. Dolayısıyla biz bugün burada bu önemli konuyu görüştüğümüzde, maalesef yurt dışındaki vatandaşlarımızın kaderini burada görüşüyoruz ama -Ben şimdi dakika sayıyorum burada- birkaç dakika sonra, vatandaşlarımız bizi seçti, buraya gönderdi ama ne konuştuğumuzu göremeyecek. Sayın Başbakan Yardımcısı diyor ki: “Efendim, teknoloji gelişti, İnternet’ten takip edebilirler.” Doğrudur, İnternet’ten takip edebilirler ama o televizyon, o TRT bizlerin, vatandaşların eğer parasıyla, vergisiyle yayın yapıyorsa niye kapatıyorsunuz? Dolayısıyla da yurt dışındaki vatandaşlarımızı öncelikle, bu kadar çok düşünüyorsanız eğer, öncelikle bu bilgiden mahrum etmemeniz gerekmektedir.
Bir başka hususu daha ben arz etmek istiyorum konuya geçmeden önce: Yurtdışı Türkler Başkanlığının eğer biz burada bu yeni düzenlemeyle yapısını da görüşeceksek, yurt dışında yaşayan akraba toplulukların Türkiye’ye girişine 1 Şubattan itibaren niye engel koyduğunuzu da burada açıklamak durumundasınız? Bugün Türk dünyasını siz unuttunuz. Türk dünyasını artık ağzınıza almaz oldunuz. Ama 1 Şubattan itibaren Türkiye’ye gelen her Türk dünyasından vatandaş, akraba topluluklar ve cumhuriyetlerin vatandaşları üç ay burada kaldıktan sonra bir daha buraya doksan gün süre geçmeden gelemiyorlar.
Peki, bu nasıl bir iştir? Siz, Türk dünyasına madem bu kadar önem veriyorsunuz, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurduğunuzu ifade ediyorsunuz, peki, kendi elinizle yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ve akraba toplulukların Türkiye’ye gelmesine, Türkiye’yle kaynaşmasına, Türkiye’de kalmasına niye engel çıkarıyorsunuz? Bunun da, bu sorunun da burada cevabının verilmesi lazım.
Değerli milletvekilleri, biz bir taraftan Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki Türk vatandaşlarımızın oy kullanması için her seçim dönemi geldiğinde elimizden geleni yaparken -on senedir iktidardasınız- yurt dışındaki Türk vatandaşlarının, hâlâ, oy kullanma sorununu çözemediniz; on sene geçti, on sene, hâlâ çözemediniz.
Şimdi, getirdiğiniz bu maddenin içerisinde ise onlarca sakınca vardır ki en önemli sakıncalardan birisi de bizim oradaki vatandaşların elektronik ortamda oy kullanması durumunda -çünkü bunun kararını Yüksek Seçim Kurulu verecektir, nasıl oy kullanacakları konusunda- oradaki vatandaşlarımızın kullanacakları oyun kime gideceğinin garantisi yoktur. Neden garantisi yoktur? Çünkü siz, Dışişleri Bakanlığımızın ilgili bilgi işlem dairesini görevli kılıyorsunuz bu kanunla. Dolayısıyla da zaten Türkiye’de yoğun bir şekilde var olan seçimler üzerindeki iddialara yurt dışı Türkleri de katarak bu iddiaları daha da büyütmüş olacaksınız.
Tabii, burada mavi kartla ilgili de bir iki hususa değinmem gerekiyor. Mavi kartlıların, Komisyon görüşmelerinde -Anayasa Komisyonu üyesiyim aynı zamanda- sorduğumuz soruya Sayın Başbakan Yardımcısı cevap vermedi ve Sayın Başbakan Yardımcısı o zaman dedi ki: “Bunların, yazılı olarak size cevabını vereceğiz.” Anayasa Komisyonu Başkanımız da buradadır umuyorum veyahut da -burada yok- ilgilisi buradadır en azından, Anayasa Komisyonumuzdan da bugüne kadar bizim sormuş olduğumuz soruların yazılı cevabı maalesef gelmedi. Aynı sıkıntıyı Dışişleri Komisyonunda da yaşıyorduk ancak bu sıkıntının en azından Dışişleri Komisyonunda bir miktar giderildiğini görüyoruz ama Anayasa Komisyonunda sorduğumuz soruların cevabı gelmedi. Örneğin, bu kanunla beraber yabancı statüsünde olacak vatandaşlarımızın yabancıdan yabancıya araç satışı ne olacaktır? Bu sorunun cevabını vatandaşlarımız soruyor bize. Biz de vatandaşlarımız adına komisyonda ilgili bakanlığa soruyoruz, ancak hiçbir cevap alamıyoruz. Veyahut da mavi kartlıların borçlanma ve emeklilik haklarının hâlâ verilip verilmediği belli değil. Kanunu incelediğinizde böyle bir hakkın tanınmadığını da görmektesiniz. Oysa biz vatandaşlarımızın Türk vatandaşlığından çıkmasını mecburi sebeplerden dolayı kabul etmiştik, Almanya ve Avusturya bunu istemediği için biz bunu kabul etmiştik. Bu vatandaşlarımız maalesef Türkiye’de borçlanma noktasında, emeklilik noktasında sıkıntı çekmektedir ve bu yeni getirdiğiniz tasarı bu vatandaşlarımızın bu sorunlarını çözememektedir.
Tabii, bununla beraber yurt dışındaki vatandaşlarımızın en önemli sorununu da ifade etmemiz lazım, o da… Her alana getirdiğiniz “yandaş” kavramını maalesef yurt dışı Türkleri arasına da soktuğunuzu ifade etmem lazım. Türkiye’de bunu yapıyorsunuz, yandaş olmayana hiçbir şekilde hayat hakkı tanımıyorsunuz, bari insaf edin de yurt dışındaki vatandaşlarımız arasında ayrımcılık yapmayın, yurt dışındaki vatandaşlarımızı “yandaş” ve “yandaş olmayanlar” diye ayırmayın.
Bu yakınlarda, göçün 50’nci yılı dolayısıyla yapılan toplantıya Avrupa Türklüğünün en önemli, en temel kuruluşu olan Türk federasyonlarını çağırmadınız. Neden? Çünkü Türk federasyonları sizinle aynı paralelde düşünmüyor, sizin baktığınız pencereden dünyaya bakmıyor diye orada bir ayrım yaptınız. Hâlbuki, unutmayınız ki Türk federasyonu Avrupa’da siz daha yokken, siz daha siyaset sahnesinde yokken onlar oradaydı, onlar orada bizim vatandaşlarımızın her türlü sorununu çözme noktasında devredeydi, bugünde Türk federasyonları Avrupa’nın her köşesinde bizim vatandaşlarımızın sorunlarını çözüyor. Fransa’daki mitingi Türk Federasyonu olmasaydı yapabilir miydiniz? Yapamazdınız ama Türk federasyonları ve Milliyetçi Hareket Partisi millî konularda ayrımcılık yapmıyor. Fransa’da eğer Türklerin hakkını savunmak gerekirse Türk federasyonları orada, Türkiye’nin hakkını herhangi bir yerde savunmak gerekiyorsa bütün Türk federasyonu üyeleri orada ancak yaptığınız hiçbir toplantıda onların yeri yok, onların yaptığı hiçbir toplantıda da Dışişleri Bakanlığımızın oradaki elçiliklerini göremiyoruz maalesef. Dolayısıyla, Türkiye’deki yandaşlığınız elbette ki doğru değil, ancak haydi bu neyse diyelim Türkiye’de biz bizeyiz ama lütfen, gelin, yurt dışındaki vatandaşlarımız arasına bu yandaşlığı sokmayın.
Bir de tabii, yurt dışında bizim elçiliklerimize giden vatandaşlarımızı lütfen ciddiye alsın oradaki Dışişleri Bakanlığımızın temsilcileri. Elçiliklerimizdeki çalışanların, konsoloslarımızın bizim vatandaşlarımızı orada ciddiye almaları gerekir. Siz oy olunca gideceksiniz oradaki vatandaşlarımıza oy isteyeceksiniz ancak oradaki vatandaşlarımızın başına bir iş geldiğinde, bir sıkıntısı olduğunda o vatandaşlarımız maalesef elçiliklerimizden gereken desteği görmüyor, konsolosluklarımızdan gereken desteği maalesef ki görmüyor.
Bir hususu daha belirtmemde fayda var: Değerli milletvekilleri, bugün Dışişleri Komisyonu toplantısında Türkiye’ye mütekabiliyet esasına göre VIP uygulayan ülkelerin, VIP hizmeti uygulayan ülkelerin listesi geldi. Biz dünyanın yüz küsur ülkesine bu hizmeti kullandırıyoruz. Bir de kalkıp diyorsunuz ki: “Biz dünyanın öyle saygın ülkesiyiz, böyle saygın ülkesiyiz.” ama bu listede olan ülkelerin yüzde 70’inden fazlası aynı hizmeti Türkiye’ye uygulamıyor. Ben buradan Dışişlerine de çağrıda bulunuyorum: Kim bize aynı karşılıklı hizmeti uygulamıyorsa onlara da siz Türkiye’de, karşılıklılık esasına göre, uygulamayın. Lafla, “Biz dünyanın önemli ülkesiyiz, biz dünyanın böyle… Biz olmadan hiçbir hadise olmaz.” demekle bu konular olmaz. Türkiye’deki mütekabiliyet esasını, lütfen, oradaki ülkedeki insanlarımıza da uygulamanız gerekmektedir.
TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Vakfı gibi bu alanda birçok kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşlar arasında da koordinasyonun mutlaka sağlanması gerekmektedir ve bununla beraber Yurtdışı Türkler…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
SİNAN OĞAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…Başkanlığının da kadrolaşmada liyakat esasına göre kadrolaşmasını gerçekleştirmesi lazımdır. Maalesef bugün görüyoruz ki Yurtdışı Türkler Başkanlığı liyakat esasına göre kadrolaşmıyor, yandaş mantığa göre kadrolaşmaktadır. Yurtdışı Türkler Başkanlığı başka kurumlara benzemez, Türkiye’de içeride her türlü yandaşlığı yapın ama yurt dışındaki Türkleri lütfen bu şekilde kategorize etmeyiniz diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Oğan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Batum.
CHP GRUBU ADINA BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, yalnız müsaade ederseniz başlamadan önce bir şey söyleyeyim. Ben bazen bu kürsüde Sayın Bakan Bekir Bozdağ için şöyle söylüyorum: “Sayın Bekir Bozdağ, ya hukuku hiç bilmiyorsunuz ya da bizleri kandırmaya çalışıyorsunuz.” diyorum. Şimdi, bazen de kendi kendime düşünüyorum, doğru mu söylüyorum, yanlış mı diye ama konuşmayı bilmediğiniz kesin, milletin vekiline ben “Sayın Bakan” diyorum, sana “Sayın Bakan” diyorum, sen bana “senin” diye cevap veriyorsun, böyle bir şeye hakkın yok, onu söyleyeyim bir kere. İlk önce saygıyı öğreneceksiniz.
AHMET YENİ (Samsun) – Meclise saygılı ol.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – İkincisi: Değerli arkadaşlar, 201 sayılı Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerinde CHP Grubu adına görüşlerimizi açıklamak istiyorum ancak müsaade ederseniz ilk önce size iki tane belgeden söz etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi şu: Biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun daha önceki dönemde bazı milletvekilleri -Sayın Kemal Anadol da- Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünden ve Türkiye İstatistik Kurumundan bilgi istemişler, “İstanbul, Ankara, İzmir illerinde nüfus nasıldır ve nüfus hareketleri, yerleşme, oradan çıkma nasıl olmuştur?” diye, seçimlerde muhtemel değerlendirmeyi yapmak için. Dört defa istekte bulunmuşlar Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünden ve Türkiye İstatistik Kurumundan.
Daha sonra da, burada, İç Tüzük uyarınca Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a da sormuşlar. Cevap İçişleri Bakanından gelmiş, demiş ki: “Biz, bunu TÜİK aracılığıyla yılda bir kez kamuoyuna açıklıyoruz, daha açıklamaya gerek yoktur.”
Bunun üzerine Ankara 5. İdare Mahkemesine başvurmuşlar. Ankara 5. İdare Mahkemesi “Açıklayın” demiş. Bunun üzerine Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü bir sayfalık bir liste göndermiş “İstanbul, Ankara, İzmir’de buradan buraya gelme, buradan buraya gelme dolayısıyla seçimlerde oy kullanabilecek nüfus hareketleri budur.” diye. Bir sayfa… Bunun üzerine savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarını söyleyince bütün nüfus hareketleri kendilerine verilmiş.
Şimdi, biz, daha, devletin kurumlarına bırakılmış, onların namusuna emanet edilmiş nüfusun, seçimlerde esas alınacak nüfusun ne olduğunu parlamenterlerin öğrenemediği bir ülkede seçim yapmaktan söz ediyoruz.
Bir tane daha söyleyeyim, bunu Sayın Bakan da araştırabilir, İçişleri Bakanı da araştırabilir: Şu anda 2011 seçimlerinde de oy kullanmış, verilen listelere bakın, soyadıyla girin, Türkiye’de isim, göbek adı, soyadı, anne adı, baba adı, doğum yeri, doğum tarihi, bütün bilgileri aynı olan ya da bunlardan bir tanesinin farklı olduğu binlerce kişi farklı farklı kimlik numaralarıyla sıralanmış vaziyette. Kimlik numarasıyla baktığında, aile olduğunda farkına varamıyorsun.
Biz, şimdi, “Herhâlde ikizdirler bunlar.”, “Herhâlde üçüzdür.” denildiği bir ülkede, çok açık söylüyorum, seçimlerin temel hükümlerinden söz ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, şunu özellikle söylemek lazım: Demokrasi gerçekten katılımdır. Bireyle devlet arasındaki ilişkiyi katılımla sağlayacağız, kesin, ama nitekim Anayasa’mızın 67’nci maddesi de bu katılımı en önemli unsurlardan bir tanesi olarak, başta seçme, seçilme hakkı olarak düzenlemiş -onun dışında referanduma katılma filan- ama şimdi -bütün arkadaşlar demin konuştu- yüzde 10 barajlı bir seçimden söz ediyoruz, Sayın Bakan da ona karşılık diyor ki: “Ben yapmadım ki.” -doğrudur- demokrasinin sıkıntılarından bahsettiğimizde de onlar diyorlar ki: “Demokrasiyi ilk ortadan kaldıran biz değiliz ki, başkaları da kaldırmıştı, biz onlardan öğrendik.”
Şimdi, seçimde yüzde 10 barajı demokrasiye uygun değildir, biz böyle bir ülkede yurt dışındaki vatandaşlarımızı seçime katacağız, iyi, ama Anayasa’nın bir de 79’uncu maddesi var. Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; Anayasa’nın 79’uncu maddesi bu seçimin katılım olması yanında aynı zamanda bu seçimlerin dürüstlüğünün, eşitliğinin, düzen içinde yapılmasının ne kadar önemli olduğundan söz ediyor ama biz bugün bir yasa değişikliğini konuşuyoruz. Sevgili arkadaşlar, bu yasa 2008 yılında çıkartılan bir yasayı tamamlıyor. Şimdi, dikkat edin -inanılması güç geliyor bana, Sayın Bakan kusura bakmasın-…
SADIK YAKUT (Kayseri) – Baksın.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Devamla) – Baksa da ne olur, tabii.
…her seçim çevresinde bir il seçim kurulu Türkiye’de, 50 milyon seçmene -doğrudur- her ilçede bir ilçe seçim kurulu, ayrıca yeteri kadar sandık kurulu. Şimdi kendileri yasada söylüyorlar, diyorlar ki: “Yurt dışında 5 milyon tane vatandaşımız var, 2,5 milyondan fazla seçmen var, bunlar da 155 ülkeye dağılmış.” Düşünün, Fransa’sı, İngiltere’si, Avustralya’sı, bir tane seçim kurulu, bütün bu seçimlerin dürüstlüğüyle, düzeniyle, hepsiyle bir tek ilçe seçim kurulu ilgilenecek. O da Ankara iline bağlanmış bir ilçe seçim kurulu ve bizim Anayasa’mızın 79’uncu maddesi diyor ki, demokrasi ilkesi de böyle söylüyor: “Aman, seçimleri yaptığın kadar, o seçimin düzenli, dürüst, namuslu, eşit olması önemlidir.”
Değerli arkadaşlar, şimdi bakıyorsunuz, inanılması güç, demin çok doğru söyledi Mahmut Tanal arkadaşımız, biz Anayasa’ya bir madde eklemişiz, 114’üncü maddeye, diyoruz ki: “Seçimler dürüst olsun diye seçimle ilgisi olabilecek bakanların -Adalet, İçişleri, Ulaştırma- seçimden önce istifa…” Şimdi yeni çıktı, Dışişleri Bakanı da… Bununla bayağı bağlantılı, her şey ondan geçiyor. Ne kadar sandık kurulacak o belirliyor, kişiyi o belirliyor, onun yanında çalışan en yüksek maiyetteki memur belirleniyor, bütün her şey Dışişleri Bakanına bağlı. Sayın Bakan burada şöyle diyor: “Zaten o Anayasa’yı da değiştirmemiz gerekirdi. O yüzden, zaten ihlal ediyoruz, şimdi bunu da ihlal edelim, ne var?” Böyle bir şey algılanabilir gibi değil. Değiştirecekseniz değiştirin, hemen değiştirin, çoğunluğunuz var. Amma velakin, bu Anayasa hükmü yokmuş gibi “Dışişlerine bırakıyoruz, zaten öbürü de saçma bir hükümdür…” İnanılması güç.
Değerli arkadaşlar, şimdi, burada, bakıyoruz 6’ncı madde değişikliğine, 5’inci madde değişikliğine, 2’nci maddeyle getirilen değişikliğe, bütün hepsine, inanılmaz derecede: “Kamu görevlileri arasından belirlenir.” “Partili seçmen yoksa kamu görevlileri arasından belirlenir.” Kim? Sandık kurulu. Kim? Onun düzenini sağlayacak olan kuruluş. Kime bıraktık? Yürütme organına. Ne yapıyoruz? Seçim.
Sevgili Bakan, değerli arkadaşlar; AKP bugün çoğunlukta, yarın başka bir çoğunlukta başka bir parti olur, yalnız demokrasinin temel ilkelerini şöyle değiştirmemek lazım: “Bunların hepsini yürütme yapar. Nasıl olsa biz çok güzel yaparız. O yüzden bunları bizim Dışişleri Bakanımız, memurlarımız yapsın.” Türkiye, dünyaya, 60’tan sonra inanılmaz bir sistem getirmiş. Rusya ayrıldıktan sonra, oradaki devletleri görenler şunu çok iyi bilirler… Rusya dağıldı, birçok küçük devlet kuruldu, hiçbiri şunu bilmiyordu: “Seçim kurullarında hâkim var.” dediğimizde “Yok ya! Yani yürütme başında değil mi bunun?” diyordu. “Hayır, hâkimler var bu ülkede.” diyorduk. Şimdi, sağ olsun, Sayın Bakan ve AKP çoğunluğu tekrar bizi o Sovyetler Birliği’nden ayrılan Rus cumhuriyetlerine dönüştürdü; Dışişleri Bakanı bunların hepsinin denetimini yapacak, onun maiyetindeki memurlar da denetlemeyi yapacak.
Sevgili arkadaşlar, son şunu söyleyeceğim: Bu yüzden, biz, evet, şunu kabul ediyoruz; yurt dışındaki vatandaşlarımızın mutlaka seçimlerde oy kullanması lazım. Sizlerin yüzünden, Yüksek Seçim Kurulu “Nasıl kullandıracağız? Güvenliği getirelim.” dedi ama bu kanunla da bu güvenliği sağlayamadık, tam tersine, yürütmeye bıraktık diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Batum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü.
Buyurunuz Sayın Kürkcü.
BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu düzenlemeyle birlikte yurt dışında yaşayanların oy kullanmaları belli esaslara bağlanmak isteniyor. Bu açıdan, elbette, yurt dışındaki yurttaşlarımızın, Türkiye’nin neresinden olurlarsa olsunlar, bu seçimlere etkin bir biçimde katılma yolunun açılması çok iyi ve önemli.
Ben, kendim, hayatını yurt dışında çalışarak geçirmiş bir işçinin oğluyum. 2 kardeşim de hâlen, biri emekli, biri de yurt dışında çalışmakta. Onların önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak olmaları beni sadece memnun eder. Sanırım, oylarını benim istediğim istikamette kullanırlar. Ama ben bu yasa düzenlemesi yapılırken bu seçmenlere sadece pasif birer oy makinesi olarak bakıldığını hepimizin gördüğünü sanıyorum çünkü onların sadece seçimlerde oy kullanmalarıyla ilgili bir dizi tartışma var fakat onların seçilmeleri hakkında herhangi bir hüküm yok. 2,5 milyondan fazla seçmenin oy kullanacağı bir iklimde bunların arasından kimilerinin seçilebilecekleri, bu seçimlere seçilecek kişiler olarak da katılabilmelerinin yolu açılmalı, özendirilmeli, teşvik edilmeliydi. Kaldı ki ben komisyon raporlarını da inceledim, aslında, nasıl oy kullanmak, nasıl seçimlere katılmak istediklerine dair, yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın görüşlerinin alındığına dair herhangi bir işaret göremedim. Sadece, pasif birer oy makinesi olarak değerlendirildiklerini ve bunun da bu kanunun ruhuna işlediğini söyleyebilirim.
Aslında bu, Türkiye’deki genel gidişe uygun. Genel olarak son on yıldır Türkiye’nin siyasi mekanizmalarına ve idari düzenlemelerine damgasını vuran Adalet ve Kalkınma Partisi, esas olarak seçmenleri birer oy makinesi, Meclisi bir kanun fabrikası, bizi de onun işçileri olarak görüyor, hatta çoğu zaman, işçilerin sahip olduğu haklardan da azına razı olarak angarya usulü çalışmamızı uygun buluyor. Dolayısıyla, bu yasaya bunun yansımaması düşünülmez idi.
Ancak, benden önceki konuşmacıların söyledikleri bir başka mesele, burada çok daha önem kazanıyor çünkü bu oy kullanma süreci, esasen Dışişleri Bakanlığının idaresine bir bütün olarak bırakılmış durumda. Ben, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun dünyayı yönetme ihtirasının, aslında bütün yurt dışında yaşayan, 115 ülkedeki seçmenleri de yönetme ihtirasına tercüme olduğunu düşünüyorum. Kabul edilemez bir düzenlemeyle idarenin eline, Hükûmetin eline bütün oy kullanma mekanizması teslim ediliyor.
İkincisi, elektronik oylama yolu ki bu konuda esasen elektronik bütün işlemlerin Türkiye’de son beş yıldır nasıl bir rezaletler, skandallar, yolsuzluklar dizisi hâlinde ortalığa döküldüğünü hatırlatmama gerek bile olmadığını düşünüyorum. Burada da karşımıza çıkacağından, doğrusu, korkarım.
Redhack’ın son iki aydır emniyetten silahlı kuvvetlere, oradan nüfus dairelerine, AKP’nin kendi bilişim sistemlerine girerek nasıl bu zayıf sistemleri test ettiğini ve hiçbirinin bu stres testinden geçemediklerini görüyoruz. Peki, nasıl olacak da bu uluslararası bir işlem mekanizması içerisinde güvenli sonuçlar verecek? Hadi Redhack dışarıdan bunu test ediyor, peki, içeriden buna müdahale etmek arzusu olmadığını niye peşinen kabul edelim? Bütün bu yolsuzlukların, ÖSYM ve diğer elektronik işlemler sırasında esasen içeriden yapıldığını biliyoruz.
Hiçbir şekilde güvenli olmayan, adil olmayan, demokratik olmayan, yurttaşların iradesine dayanmayan bir seçim sistemi içerisinde -demin Sırrı Sakık arkadaşımızın da söylediği gibi- üstelik bu sefer şu an Parlamentoda bulunan partilerden bir tanesi de seçim kurullarının dışında bırakılıyor yani Barış ve Demokrasi Partisi. Niçin? Niçin Türkiye’dekinin bir yansısı, bir kopyası olmuyor? Niçin bağımsızlar da ayrıca katılamıyorlar? Mersin’de benim danışmanlarım -ben bağımsız olarak girdim seçime- bütün sandık kurullarında, bulabildiğim kadar seçim gözlemcisi buralarda çalıştı. Niçin yurt dışında çalışmayacak? Niçin Barış ve Demokrasi Partisi neredeyse yüzde 7’ye yakın bir oya sahip olduğu hâlde buralardan dışlanacak? Türkiye dışında yeterince BDP taraftarı yaşamadığından mı yoksa haddinden fazlasının yaşadığından mı kuşkulanılıyor? Bunu bilmiyorum. Bu adaletsizliğe nasıl içiniz razı oluyor? Nasıl oluyor da partilerden birisini silip atıveriyorsunuz, siz yoksunuz, sayılmıyorsunuz diyebiliyorsunuz? Buna da var mı bir lafınız Sayın Bakan? Bence makul bir yanıtınız olamaz. Hiçbir makul yanıtınız olamaz, çünkü uluslararası alanda Barış ve Demokrasi Partisinin seçime katılabilecek olan, seçmen olabilecek kitlesinin oranı Türkiye’dekinden fazladır, bunun sebeplerini de siz biliyorsunuz. İnsanların yurt dışına göçünü, siz, pek çok yanlış uygulamanızla, baskınızla teşvik ettiniz. Şimdi, niçin bu insanlar seçmen olabilecekler fakat seçim kurullarında çalışamayacaklar, bununla ilgili hiçbir bilgi de yok. Ama, bütün bunlar hepsi doğru bir biçimde gerçekleşmiş olsaydı bile gene de yanlış bir seçim için oy kullanmış olacaklardı, çünkü yüzde 10 barajının geçerli olduğu, Partiler Kanunu’ndaki bir dizi yasağın geçerli olduğu, yani toplum iradesinin, seçmen iradesinin sandığa yansımasının önünde yüzlerce engelin bulunduğu bir seçim sistemini etkin bir biçimde katılmaları bu yurttaşlarımızın aslında çoğunluk iradesinin tecellisi bakımından bir etkinlik hâline gelebilecekti. O yüzden madem ki bu yasalarda düzenlemelere başlandı, o zaman şuradan başlamak gerekmez miydi: Seçim Yasası, Siyasi Partiler Yasası, buradaki demokratik katılımı önleyen engeller, burada çeşitli toplum kesimlerine sağlanması gerekli ve mümkün olan pozitif ayrımcılık hükümlerini önce gözden geçirip, ondan sonra yurt dışındaki yurttaşlarımızı bu sürece nasıl etkin bir biçimde katacağımızı düşünmek yerinde olmaz mıydı? Ama öyle anlaşılıyor ki, hükûmet partisinin, iktidar partisinin acelesi var, çünkü bir başkanlık rejimi, kendilerinin biçtikleri bir anayasa oylaması ve 2014 yerel seçimleri bakımından bütün bu telaşa onların niye kapıldıklarını mümkün.
Ben size sadece şunu söyleyebilirim: Getirdiğiniz engeller, getirdiğiniz yasaklar, ne olursa olsun, ne yaparsanız yapın, ne düzenlemeler yaparsanız yapın, 2014 yerel seçimlerinde size bu yerel seçim çevrelerini zindan edeceğiz, sadece Türkiye’nin doğusunda değil, Türkiye’nin batısında da. Burada hiç kimse istediği gibi at koşturamayacak, Türkiye’de sosyal muhalefet, Halkların Demokratik Kongresi, Barış ve Demokrasi Partisi ve müttefikleri, yerel seçimlerde bir yerel demokrasi için Türkiye’nin halkının, halklarının kendi oldukları her yerde kendi kendilerini yönetmeleri için bugünden başlayarak örgütlenmeye girişecek.
Biz bugünden ilan ediyoruz: Bu seçimlere, Halkların Demokratik Kongresi, Barış ve Demokrasi Partisiyle birlikte Türkiye’nin bütün sosyalist ve demokratik güçleri bir arada katılacaklar. Hangi engelleri koyarsanız koyun Avrupa’da da bunun bir yankısı olacak. Bu yankıyı, Türkiye’nin her tarafından duyacaksınız. Türkiye’de kurmak istediğiniz başkanlık rejimini de, tek parti diktatörlüğünü de size hiçbir seçim sistemi vermeyecek. Neresinden girerseniz, biz onun karşısına bir engeli koymayı başaracağız. Merak etmeyin, bunların hiçbirisi sizin sandığınız gibi engeller değil. Halkın iradesi, halkın gücü, halkın örgütlenme girişkenliği ile bütün bunlara karşılık vereceğiz.
Bu nedenle ben size “Yol yakınken bunu bir kere daha değerlendirin.” derim ama hangi engelleri koymuş olursanız olun yurt dışındaki seçmenler de Türkiye’de demokrasi, özgürlük, adalet, hak ve sosyal ve iktisadi taleplerin gerçekleşmesi peşinde olan bütün Türkiyeliler -hangi milliyetten, hangi kökenden olursa olsun- sizin karşınızda demokrasinin bir imkânı olarak dikilecekler.
Ne yazık ki, bir kere daha bu yurttaşların seçim kullanmalarına ilişkin düzenlemeyle siz demokratik bir sınavı kaybettiniz, demokrasi testinde sınıfta kaldınız. Sizi peş peşe çaktırarak belgeyi elinize vereceğiz hiç merak etmeyin.
BAŞKAN – Teşekkürler ederiz Sayın Kürkcü.
Sayın milletvekilleri, bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.20
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.19
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
—–0—–
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şahsı adına konuşmalarda kalmıştık.
Şahsı adına İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Satır.
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın ikinci bölümüyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bu tasarıyla, sayıları 6 milyondan fazla olan ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın Türkiye’deki seçimlere ilişkin oy kullanmasının kolaylaştırılması amaçlanmıştır. Siyasal katılma haklarının kullanılmasına yönelik sorunlar ile vatandaşlık hukukundan kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması hedef alınmıştır. 2011 tarihli milletvekili genel seçimlerinde yaklaşık 2,5 milyon yurt dışı seçmenden sadece 129 bin küsuru oy kullanmıştır. Seçime katılma oranı maalesef yüzde 5 ile sınırlı kalmıştır. Bu oranı artırmak teknik ve idari sıkıntıları aşmak üzere bu tasarı hazırlanmıştır. Alt komisyon olarak detaylı çalışma yapılmış ve muhalefetin bir kısım öneri ve talepleriyle tasarı desteklenmiştir.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz üzere yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili çalışmalar yapılması, sorunlarına çözüm üretilmesi, soydaş ve akraba topluluklarıyla sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ülkemizde eğitim görmesi uygun görülen öğrencilerle ilgili esasları belirleyerek koordinasyonun kurulması amacıyla 5978 sayılı Kanun’la yurt dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı kurulmuştur. Başkanlık kısa süre içinde kurumsallaşmasını ve teşkilatlanmasını başarılı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Yurt içinde ve yurt dışında görev alanıyla ilgili önemli çalışmalara imza atmıştır. Kuruluş faaliyetleri süresince edinilen bilgi ve tecrübeler sonucu ortaya çıkan daha aktif ve etkin görev imkânı sağlayacağı mülahazasıyla 5978 sayılı Kanun’da bazı değişiklikler bu kanunda yer almaktadır. Yabancı öğrencilere verilen bursların Türkiye bursları olarak yeniden yapılandırılması çerçevesinde yapılan hazırlık çalışmasında kurum Başkanlığa resmî yollarla yaklaşık 120 üniversiteden, 30 bakanlıktan ve kamu kurumundan, 60 kadar dış misyon temsilciliğinden gelen görüşlerde yabancı öğrenci ifadesinin bugünün şartlarına uygun şekilde değiştirilmesi ve uluslararası terminolojide ortak şekilde kullanılmakta olan “uluslararası öğrenci” şekline dönüştürülmesi yönünde öneriler yer almıştır. Görüşmekte olduğumuz bu kanun ile “uluslararası öğrenci” tabiri yasada yer almaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birçok ülke yabancı öğrenciler için siyasi, kültürel ve ekonomik getiri bağlamında ulusal politikalar üretmektedir. Ülkemizde 1960’tan itibaren ikili eğitim kültürü anlaşmaları gereği öğrenci bursları verilmektedir. 1992 yılından itibaren dağılan Sovyet devletleri, Balkan ve Orta Asya ülkeleriyle Büyük Öğrenci Projesi uygulanmıştır. Yirmi yıllık bu süreçten sonra kamu kaynaklı burslar yeniden yapılandırılmaktadır. “Türkiye Bursları” adı altındaki burslar “www.turkiyeburslari.gov.tr” den takip edilmekte ve öğrenciler tarafından tercih edilmektedir. Eğitim düzeyi ve ülkelerine göre 22 farklı burs programı düzenlenmiştir. 17 burs programı açıktır ve 5 burs programı hakkında çalışmalar devam etmektedir.
İsmi bu kanun ile değiştirilen ve “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Kurulu” adı alan kurul bu çalışmaları yapmakla birlikte spesifik burs programları da oluşturmaktadır; Yunus Emre, Türk dili bursu gibi.
Bu konuda yabancı öğrencilerle ilgili birkaç veri vermek istiyorum sizlere: Türkiye’de bulunan yabancı öğrenci sayısı yaklaşık 26 bin kişidir, bunların 11 bini bursludur. Bunlar, devlet ve vakıf üniversitelerinde eğitim almaktadırlar. Dünyada öğrenim gördükleri ülkelere göre yabancı öğrenci oranlarında Amerika Birleşik Devletleri yüzde 21 oranı ile birincidir; Japonya’da oran yüzde 4,2; Türkiye’de ise maalesef hâlâ yüzde 0,6’dır.
Ülkemizin dış politika vizyonu çerçevesinde çok boyutlu bir yabancı öğrenci politikası uygulanmaktadır. Bu politika kapsamında Orta Asya ve Balkanlardaki soydaş ve akraba toplulukları, uluslararası rekabetin yoğun olduğu Uzak Doğu ülkeleri, dinî, kültürel bağlarımızın kuvvetli olduğu Orta Doğu ülkelerine yönelik çalışmalar yapılmaktadır ve yapılacaktır. Ayrıca, ülkemizin dış politika perspektifi sayesinde ilişkilerimizin yoğunlaştığı Afrika ve Güney Amerika ülkelerine özel önem verilmektedir. Yine bu kanun ile oluşturulan kadrolar ve Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Kurulu uluslararası öğrenci sayılarının artması konusunda çalışmalar yapacaktır.
Çalıştığımız bu kanunun, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza ve Türkiye’de eğitim görecek öğrencilerimize hayırlı olmasını diler, heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Satır.
Şahsı adına İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel.
Buyurunuz Sayın Tüzel.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, seçimlerin temel hükümlerine dair yasayı görüşüyoruz. Yurt dışındaki seçmenlerin oy kullanmasına dair düzenleme var ama yeni bir anayasa yazımı arifesinde ülkemizdeki demokratikleşme önünde en temel problem olarak duran yasalardan birisi olan siyasi partiler, seçimlerin temel hükümleri yasalarındaki barajlar, siyasi yasaklar ve antidemokratik hükümler ortada dururken bu şekilde bunları görüşmeyip ayrıntı sayılabilecek bir düzenlemenin önümüze gelmesi aslında Hükûmetin ne kadar yeni, demokratik, halkın ihtiyaçlarına yanıt verecek bir anayasa yapma isteğini ortaya koyuyor.
Tabii, seçimler ve siyasi partiler konusu olunca rejimler de ister istemez akla geliyor. Rejimler denince de bugün en çok, hemen herkesin ağzında konuşulan “faşizm” kelimesi… Özellikle yurt dışında yaşayan Türkiyeli yurttaşların büyük çoğunluğunun Almanya’da olması düşünüldüğünde ve önceki gün dünya tarihinde önemli bir gündü, 8 Mayıs Hitler faşizminin yenilgiye uğradığı bir tarihti ve biz bu vesileyle tabii 27 milyon, çoğunluğu da Sovyet işçisi ve halkı olmak üzere, bu faşizmin yenilgiye uğratılmasında, dünyayı istila etmesinin önlenmesindeki hayatlarını kaybedenleri anıyoruz. Anıyoruz ama faşizm bir tehlike olmaktan çıkmış mıdır, derseniz, tehlike olmaktan çıkmamıştır. Faşizmin ideolojisi, politikaları bugünlerin partilerinde ve politikalarında boy göstermekte. Özellikle dünya egemenliği peşindeki Amerika’nın, NATO gibi onun bir saldırı kurumunun ve Türkiye’deki uzantıları diyebileceğimiz anlayışların ve egemen iktidarın bu politikaları uyguladığını her geçen gün operasyonlarla karşımıza çıkartıyor. Âdeta Hitler faşizmin bugünkü resmini buralarda görüyoruz.
4 Nisan 52 tarihi Türkiye’nin NATO’ya giriş tarihidir ama aynı zamanda bu ülkemizde gladyo, kontrgerilla, özel harp örgütlenmelerinin de operasyonlarının da başladığı tarihtir. O tarihlerde komünizmle mücadele dernekleri, yine aynı şekilde halkı galeyana getirecek birtakım kontr eylemler, mesela Selanik’teki Atatürk Evi’nin bombalanması, 1955 6-7 Eylül olaylarının tezgâhlanması, bütün bunların Menderes Hükûmeti döneminde oluyor olması, tabii, “Menderes’in devamcısıyız, Özal’ın devamcısıyız.” diyen bugünkü Hükûmet söyleminin bunları da düşünmesi ve hesap etmesi gerekir. Özellikle 6 Mayısta Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasını bugün her yerde lanetle anıyorken, hatırlıyorken yurt dışından, Amerika’dan “Acımayalım.” diye mektup yazdığı bugün ortaya çıkan Özal’ın bu tutumunun onaylanıp onaylanmadığı da izaha ihtiyaç duymaktadır.
O nedenle bugün, Meclisimizin kurduğu bu darbeleri araştırma, ortaya çıkartma, hesaplaşma komisyonunun ülkemizde bu kontrgerilla eylemlerini, NATO örgütlenmelerini ve bunların uzantılarını da ortaya çıkartacak bir çalışma içerisinde olması gerekiyor. Özellikle Suriye’ye NATO müdahalesi isteyen Başbakanın, yine, aynı şekilde, aynı mantıkla Amerika’nın, NATO’nun bir üssü hâline gelmiş olan Kürecik’teki erken uyarı üssüne Meclise rağmen izin verenlerin yani yeni Orta Doğu’nun mimarlığına soyunanların da bütün bunları halka açıklaması gerekiyor. Biraz önce burada da konuşuldu yani özgür tiyatro isteyen, özerk tiyatro isteyenlere verilen yanıt yani “Bizi yermeye devam ederseniz size zerrece bir şans tanımayacağız.” diyen bir mantığın aslında tekçi anlayışların dilde, dinde, kültürde, inançlarda, her alanda aslında bu zihniyetin izlerini bulmak mümkün.
Şimdi, değişim, en çok değişimi dilinden düşürmeyenlerin hiç de değişmediğini hem açılım politikalarında gördük hem de “Uzlaşmayla anayasa yapacağız.” deyip işi getirip başkanlık sistemine bağlayanların söylemlerinde de gördük. Ama değerli milletvekilleri, bakın, Avrupa’daki seçimleri bütün sağcı, liberal politikaları savunan partiler bir bir kaybetmekte ve aynı şekilde solcu, halkçı program ve partiler başarı kazanmakta; ülkemizde de bu olacaktır, ülkemizde de AKP devri er geç kapanacak ve ezilen halklar, işçiler, emekçiler kendi halkçı programlarıyla bu ülkede de iktidar da olacaklar, hükûmet de olacaklardır diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Soru-cevap yok.
İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini tamamladıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
15’inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15. maddesinin 4 numaralı bendinin madde metninden çıkarılması ve diğer bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
Aylin Nazlıaka Haydar Akar Ali Özgündüz
Ankara Kocaeli İstanbul
Mahmut Tanal Aytuğ Atıcı Umut Oran
İstanbul Mersin İstanbul
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Haydar Akar konuşacak efendim.
BAŞKAN – Sayın Akar, buyurunuz efendim.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 201 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 15’inci maddesinin 4 numaralı bendinin metinden çıkartılması için söz aldım, ama önce mavi kart uygulamasından bahsetmek istiyorum.
Mavi kart uygulaması, yurt dışındaki Türklerin çifte vatandaşlık hakkında mağdur edilmesi nedeniyle, yurt dışındaki Türklerin derken, Almanya, Avusturya ve diğer İskandinav ülkelerinin çifte vatandaşlık hakkında mağdur edilmesi sonucu, Türk vatandaşlarına tanınan birtakım hakların veya diğer, Türk vatandaşlığından çıkartılmış ama Alman vatandaşlığına geçmiş veya yabancı ülke vatandaşlığına geçmiş vatandaşlarımızın haklarının korunması için çıkartılmış bir kanun metni, kanun.
Şimdi, bu kanundan bahsederken sözü şu dünya liderine getirmek istiyorum ve övgüyle bahsetmiş olduğunuz dış politikaya getirmek istiyorum.
Niye buraya getirmek istiyorum? Geçen gün Sayın Bakan da Almanya’ya gittiğinde, Türklerin Almanya’ya gidişinin 50’nci yılını orada övgüyle ve on yıllık Hükûmetinin Türkler için neler yaptığını anlatmakla bitiremedi. Televizyondan da izledim, genelde de TV 8’de Erkan Beyin programına çıktı ve orada, Avrupa’da yaşayan Türklerin nasıl sosyal haklarının veya Türk vatandaşlık haklarının korunduğundan övgüyle bahsetti ya da Almanya’da yaşam şartlarının nasıl iyileştirildiğinden övgüyle bahsetti ama gerçeğin öyle olmadığını hep beraber biliyoruz. Biliyorsunuz ki, Almanya özellikle Türk vatandaşlarını zorluyor. Niye Türk vatandaşlarını zorluyor diyorum? Tayland’dan gelen bir vatandaş bile Alman vatandaşı aynı zamanda Tayland vatandaşı olabiliyor ama Türkiye’den Almanya’ya giden bir vatandaş çifte vatandaşlık hakkını kullanamıyor. Almanya diyor ki veya bir başka ülke: “Türk vatandaşlığından çıkacaksınız, aksi takdirde Alman vatandaşı olamazsınız, Alman vatandaşlık haklarından da yararlanamazsınız.” Peki, sadece bunu mu diyor?
Almanya’nın Türk vatandaşlarına reva gördüğü bir başka uygulama da var. Hepimizin bildiği gibi A1 denen bir sınav yapıyor. Bu sınavda da Türkiye’den Almanya’ya gitmek isteyen… Yani şöyle anlatayım: Almanya’da yaşayan bir Türk genci Türkiye’deki bir bayanla evlenmek istiyor veya Almanya’da yaşayan bir bayan Türkiye’de yaşayan bir gençle evlenmek istiyor. Bunların Almanya’ya gidebilmesi için Alman kültür merkezi tarafından yapılan A1 sınavını geçmek zorunda.
Arkadaşlar, kimse kimseyi kandırmasın. Dünya lideri olmak, Almanya’daki vatandaşların, dünyanın her tarafındaki Türk vatandaşlarının problemlerini çözmekle gerçek bir hâle gelir. Eğer bu problemleri çözemiyorsa ve bunları halledemiyorsa dünya liderliği vasfından da söz etmek mümkün değil. Sadece bununla da bitmiyor.
Bakın, vize problemleri… Hangi Avrupa ülkesiyle vizeyi çözdünüz? Bir tanesini örnek verebilir misiniz? Ama geçen gün, Sayın Bakan Egemen Bağış övgüyle bahsediyordu, Brunei Sultanlığı herhâlde vizeyi kaldırmış bizden, hepimiz oraya seyahat edebiliriz. Ama İngiltere’ye gitmek için diplomatik pasaportunuzun olması bile yetmiyor, değil mi?
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Rusya’ya gidebilirsiniz.
HAYDAR AKAR (Devamla) – Rusya’yı örnek verdiniz, değil mi? Peki, daha çok örnekler verebiliriz.
Yalnız, şimdi bu kanunla getirilmek istenen mavi kart uygulamalarında daha önce Türkiye doğumlu ve reşit olmayan çocuklara mavi kart uygulaması yapılıyordu ama bu yeni getirilen kanunla üçüncü dereceden nesle kadar mavi kart uygulaması getiriyor, okey, tamam, buraya kadar bir problem yok ama Bakanlar Kuruluna bir yetki veriliyor, üçüncü dereceden sonra da “Bunları Bakanlar Kurulu kararıyla mavi kart uygulamasına geçirebilir.” diyor. Bence, bu çok tehlikeli bir madde; çünkü çok büyük bir karmaşaya neden verecek. Aile bağlarının artık, Almanya’daki üçüncü kuşaktan sonra çocukların Türkçe bilmediği, hangi yerden geldiğini dahi bilmediği, Türkiye ile bir bağlantısı olmadığı noktada mavi kart uygulaması getirilmek isteniyor. Bu, doğru bir şey değil ve ben de tasarıdan çıkartılması yönünde söz aldım, önerge verdim.
Yalnız, son günlerde gelişen acı bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyanın hiçbir yerinde bir ülkenin lideri bir yazarı, bir baro başkanını bu kadar acımasızca itham etmez. Bakın, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı köşe yazısı yazan bir yazara ne diyor? “Kaleminden pislik akıyor.” diyor. “Pislik damlıyor.” diyor. Bu kadar kötü bir söylem bir Başbakana yakışmıyor.
Şimdi, ben de diyorum ki, nasıl dünya lideri diyorsunuz ve hiçbir şeyi başaramamış, sıfır ilişki, sıfır sorun, sıfır komşu hâline dönüştürülmüş bir dış politikadan bahsediyorsanız. Ben bunu “Çakma dünya lideri” diye adlandırıyorum. “Çakma dindar” diye adlandırıyorum ama gerçek bir kindarı da karşınızda görebilirsiniz. Evet, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı gerçek bir kindar ve ağzından bal damlamıyor ve gerçekten Türkiye Cumhuriyeti adına üzülüyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
15’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 15’inci madde kabul edilmiştir.
16’ncı madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:
T.B.M.M Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 201 Sıra Sayılı yasa tasarısının 16. maddesinin “(g) Destek hizmetleri daire başkanlığı” ibaresinin tasarı metninden çıkartılmasını arz ederiz.
Muharrem İnce Ferit Mevlüt Aslanoğlu Musa Çam
Yalova İstanbul İzmir
Haluk Eyidoğan Mustafa Serdar Soydan
İstanbul Çanakkale
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kürsüye çıkmak gibi bir niyetim yoktu ama Sayın Bozdağ’ın tutuklu milletvekilleri için “Bile bile listeye kondular; seçilseler bile buraya gelemeyeceklerdi.” demesini çok yadırgadım. Bir kere, tutuklu milletvekilleri sorunu AKP’nin bir MYK sorunu değildir, bir demokrasi sorunudur. 2002’de Sayın Başbakan, Sayın Erdoğan listeye konmuştu, 1’inci sıradaydı ama Yüksek Seçim Kurulu veto etmişti onu, daha sonra yerine Kemal Abi’sini koymuştu. Oysa buradaki durum farklıdır, bugün tutuklu olan milletvekillerini YSK veto etmedi, YSK o listeleri onayladı, halkın karşısına çıktılar, bir de orada seçildiler.
Şimdi, bakınız, burada, Sayın Bozdağ, Yozgat’ta AKP 170 bin oy aldı yani 3 milletvekili çıkardı AKP, 56.600 oyla milletvekili oldunuz. CHP, İzmir 2’nci bölgede 469 bin oy aldı ve 7 milletvekili çıkardı, Mustafa Balbay’ın aldığı oy 67 bindir. Yani siz 56.600 oyla Başbakan Yardımcısısınız, Mustafa Balbay 67 bin oyla Silivri’de tutuklu milletvekili. Zonguldak’ta Cumhuriyet Halk Partisi 146 bin oy aldı, 2 milletvekili çıkardı, Mehmet Haberal’ın aldığı oy 73 bindir. Eğer demokrasiyse, millî iradeyse, seçmense, oysa Haberal da, Balbay da sizden daha fazla oy aldılar. Demokrasiye şu kadarcık bir inancınız varsa… Seçilen milletvekillerini alınan oyla orantıladığınızda 56.600 oyla Başbakan Yardımcısı, 73 bin oyla tutuklu milletvekili oluyorsunuz.
Şimdi gelelim diğer konuya, bu elektronik ortamda oy kullanılmasına. Sayın Bozdağ, siz de ben de bu Parlamentonun deneyimli milletvekillerinden birisiyiz, on yıldır buradayız. Şimdi, on yıl önce, Sayın Bülent Arınç’ın döneminden bu yana, şimdi size sayacağım:
1) Garaja, Meclis otoparkına girişteki elektronik sistemler,
2) Lokantalara girişte otomatik, elektronik sistemler kurulmuştu. Hatırlarsınız değil mi? Bunların hiç birisi çalışmadı yani ne garaja girişler ne lokantalara girişler. Şu anda bütün milletvekillerinin odalarında bir telefon var, büyük umutlarla, büyük teknolojik gösterilerle odalarımıza telefon kondu. Ne işe yarıyor? Bizi dinlemek için koyduysanız onu bilmem ama o telefonların da orada hiçbir işe yaramadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Yani, bu ülke, çocuklarına doğru düzgün süt bile dağıtamamış bir ülke, böyle bir Hükûmet. Siz, bana bu on yıllık Parlamentoda, AKP’nin yönettiği bu Parlamentoda teknolojik anlamda doğru düzgün yaptığınız bir tane işi gösterebilir misiniz? Yani o lokantaların kapılarına aylarca, törenlerle, Meclis Başkanlarının törenlerle açtıkları… Kart dağıttılar. Üç gün, beş gün, bir ay, iki ay, üç ay, beş ay, altı ay… Altı ay sonra oradaki o elektronik sistemler söküldü, garajlara girişlerde söküldü. Telefonlar öyle atıl duruyor. Yani, Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin kalbi, Türkiye’nin beyni. Buradaki, bir küçücük, 3-5 bin kişiye hizmet edecek bir yerdeki o elektronik donanımı bile doğru düzgün kuramayan bir iktidar, 155 ülkede 2,5 milyon seçmenle ilgili elektronik donanımlı bir sistem kuracak. Bu bana hiç inandırıcı gelmiyor. İnandırıcı değilsiniz çünkü ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Geçmiş icraatlarınıza baktığımız zaman, bunları beceremeyeceğinizi çok net bir şekilde görüyorum.
Demokrasiyi tanımlarken de, demokrasiye olan inancınızı ortaya koyarken de hani şöyle, hep şöyle diyorsunuz ya bize: “Aldığınız oy kadar konuşun. Biz sizden fazla oy aldık, bizim çok fazla milletvekilimiz var.” Sayın Bozdağ, siz de aldığınız oy kadar konuşun. Siz 56 bin oyla Başbakan Yardımcısı olmuşsunuz, 73 bin oyla tutuklu milletvekiline o iktidarın verdiği güçle bu kürsülere gelip hakaret ediyorsunuz, onları incitiyorsunuz, demokrasiyi incitiyorsunuz, millî iradeyi incitiyorsunuz ve tutuklu demokrasiyi, eksik millî iradeyi, eksik demokrasiyi savunuyorsunuz. Bunu yadırgadığımı belirtiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın İnce.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
16’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 16’ncı madde kabul edilmiştir. 17’nci madde üzerinde önerge yoktur, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 17’nci madde kabul edilmiştir.
18’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 18’inci madde kabul edilmiştir.
19’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 19’uncu madde kabul edilmiştir.
20’ye bağlı 14/A maddesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 14/A maddesi kabul edilmiştir.
20’ye bağlı 14/B maddesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
21’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
22’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
23’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
24’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
25’inci maddeyi oylarınıza sunmadan önce Komisyonun bir redaksiyon talebi vardır.
ANAYASA KOMİSYONU SÖZCÜSÜ YUSUF BAŞER (Yozgat) – Geçici 2’nci maddenin 3’üncü fıkrasının numarası sehven unutulmuştur, düzeltilmesi hususunu takdirlerinize arz ederiz.
BAŞKAN – Komisyonun redaksiyon talebiyle birlikte 25’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
26’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
27’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
28’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Böylece, İkinci Bölümde de yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Son söz olarak, oyunun rengini belirtmek üzere, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, aleyhte.
Buyurunuz efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, demokrasinin özü özgür seçimlerdir. Özgür seçimleri Siyasi Partiler Kanunu, seçim yasaları, seçim kütükleri belirler. Eğer bunlarla oynanırsa milletin iradesiyle oynanmış olur. Milletin iradesinin özgürce sandığa yansımasını, oradan da Parlamentoya yansımasını engellerseniz bunun adı “demokrasi” olmaz.
Bakın, yakın zamanda yapılan seçimlere bakın. İşte daha dün Suriye’de seçimler yapıldı. Ne oldu? Özgür mü, eşit mi, adil mi, hür mü? Bunların hiçbirisi yok, değil mi? Siz şimdi kalkıp “Demokrasi gereği burada da seçimler yapıldı.” diyebilir misiniz? Yurt dışı seçmen kütüklerini oluştururken bütün yurt dışında bulunan seçmen grupları… Farklı kategoriler var; askerler var, öğrenciler var, mülteciler var, işçi olarak gidenler var, turizmciler var, ticaret için gidenler var ve 155 ülkede 5 milyon yurttaşımız var. Şimdi bununla ilgili bir düzenleme getiriyoruz ve Yüksek Seçim Kuruluna bağlı Ankara İlçe Seçim Kurulunda dış seçmenlerle ilgili bir kütük kuruyoruz yani Türkiye’de bir kütük, bir de dışarıda, dış ülkelerde bir kütük. Seyşel adalarında veya Togo devletinde veya ne bileyim, Latin Amerika’nın herhangi bir ülkesinde büyükelçiliğiniz yok, konsolosluğunuz yok, oradaki vatandaş nasıl oyunu kullanacak bu seçim sisteminde belli değil. Sadece bu değil; bunun üzerine bir de Yüksek Seçim Kurulunun, çok açık bir şekilde parti gruplarının temsil edildiği Yüksek Seçim Kurulunun, anayasal kuruluşun Anayasa’ya aykırı olarak, en yüksek oyu alan üç partiyi oradaki sandık kurullarında görevlendiren bir anlayış hegemonyacı, diktacı, çoğunluk diktası anlayışından başka bir şey değil.
Şimdi, burada, bunları tek tek açıkladık, izah ettik ve neden ret oyu verdiğimizi söyledik ancak bir şey var ki bunu vicdanınızda muhasebe edeceksiniz. Bakın, Şırnak’ta yüzde 80’nin üzerinde oy aldık, 2 milletvekili tutuklu. 5 tane milletvekilimiz tutuklu. 5 milletvekilimiz örgüt üyeliğinden yargılanıyor, bunlara istenen ceza beş sene, Terörle Mücadele Kanunu’ndan yedi buçuk sene eder. Burada aranızda hukukçular var, elinizi vicdanınıza koyun, üç seneyi aşkın süredir tutuklular. Böyle bir tutuklama hangi hukuk devletinde mümkündür? Şimdi, hukuk devletinde mümkün değil, ceza usulünde mümkün değil, ceza sisteminde mümkün değil, istenen cezanın dörtte 3’ünü yatmış, yargılaması hâlâ sürüyor ve beraat etse ceza adaletinde geriye dönüş yok. Şimdi, siz bu insanların tutukluluğunu hangi meşruiyet kalıbının içine koyuyorsunuz? Onu da bırakın, Meclisin üyesi olmayan AK PARTİ’nin MYK’sının üyeleri nasıl Meclisin kanunlarının teklifleri konusunda karar verebilir? Meclis gruplarının dahi karar veremeyeceği bir konuda siz nasıl MYK’nızın kararına bağlayıp, öteleyip ipe un serme yöntemine geçersiniz? Bu yönteminizi, demokrasi sınavında tarih sizin aleyhinize bir zaaf olarak işleyecektir çünkü sizin yaptığınız şu: 12 Eylül darbe Anayasası’na, Siyasi Partiler Yasası’na, Seçim Yasası’na ve antidemokratik seçim kütüklerine dayanarak aldığınız oylarla bu Mecliste on yıldır iktidarsınız. Bunu kabul edeceksiniz. Şimdi kalkıp burada 8 milletvekilinin tutukluluğunun sürdürülmesi konusunda bir karar alamamışsınız, yurt dışındaki 3 milyon seçmenimizin burada oy kullanabilme kapılarını aralarken nasıl hile ederim? Elektronik oylamada oylar üzerinde nasıl oynarım?” hesabı içine girerseniz bu size çok şey kaybettirir, sadece size kaybettirmez Türkiye’ye kaybettirir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türkiye’nin demokrasisine kaybettiren bir durumla karşı karşıyayız. Biz bu gerekçelerle ret oyu veriyoruz ve tutuklu milletvekillerini vicdanlarınızda sorgulamaya da devam edeceğiz, bunun da peşini bırakmayacağız açık söylüyorum. Bunun siyasi kararını veren iktidardır, yargıyı siyaseten etkileyen iktidardır. Bizzat iktidar bunun hükmünü veriyor, bunun da hesabını sorarız biz.
BAŞKAN – Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik cihazla olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Açık oylama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
“Kullanılan Oy Sayısı | : |
223
|
Kabul | : |
208
|
Ret | : |
6 |
Çekimser |
9 |
(x)
Kâtip Üye Muhammet Bilal Macit İstanbul |
Kâtip Üye Fatih Şahin Ankara” |
Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.56
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
—–0—–
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104’üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
Kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine devam ediyoruz.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkanım, Haydar Beyin bir düzeltmesi var efendim.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bir düzeltmem var.
BAŞKAN – Nasıl, anlayamadım?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Maksadını aşan bir cümlesi var, onu bir düzeltmesi var Sayın Akar’ın.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sisteme girdi, bir düzeltmesi var efendim.
BAŞKAN – Öyle mi.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Evet efendim.
BAŞKAN – Peki.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Önce Meclisi bir açalım efendim.
BAŞKAN – Meclis açtık efendim de, kanunun görüşmesine başlayacaktım, herhâlde Sayın Akar’ın önce bir talebi var, onu görmemişim.
Buyurunuz.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Az önceki konuşmamda amacını aşan bir dil sürçmesi olmuştur, o cümlemi geri alıyorum. (x)
BAŞKAN – Peki.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Hangi cümle?
MUHARREM İNCE (Yalova) – Neyse canım, yani şimdi burası sanık sandalyesi değil.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Şimdi, 4’üncü sırada yer alan, Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları (1/583, 1/247) (S. Sayısı 224) (X)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu, 224 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Müslim Sarı konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Sarı. (CHP sıralarından alkışlar)
CPP GRUBU ADINA MÜSLİM SARI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı’yla ilgili ve geneline ilişkin Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Herkesi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her ne kadar geç saatlere kalmış olmasına rağmen çok önemli bir yasa tasarısını görüştüğümüzü düşünüyorum. Özellikle bu yasa tasarısının konusunu teşkil eden afetin gerçekleşmiş olması durumunda insanların içinde bulunmuş olduğu ruh hâli ve afet kavramının kendisinin oluştuğu bir durumda devletin şefkat elini uzatmasını göstermesi bakımından çok hassas bir yasal düzenleme olduğunu düşündüğümü belirtmek istiyorum.
Kuşkusuz, bu sigorta sektörüne ilişkin bir düzenleme ve ben de öncelikle sigortacılık sektörüne ilişkin genel düşüncelerimi ve değerlendirmelerimi aktardıktan sonra biraz daha spesifik bir konu olan söz konusu yasa ve yasaya ilişkin düşüncelerimi değerlendirmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, bildiğiniz üzere, sigortacılık sektörü son derece önemli bir sektör ancak Türkiye’de hak ettiği yeri ve layık olduğu yeri bulduğuna ilişkin çok ciddi tereddütlerimiz var. Hazine Müsteşarlığının verilerine baktığımız zaman, 2010 yılında sigortacılık sektöründe üretilen prim büyüklüğünün 14 milyar lira civarında olduğunu görürüz ve yıl sonuna kadar da bu rakamın 16-17 milyar dolar civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Kişi başına prim miktarı da 200 liranın altında.
Şimdi, bu açıdan baktığımız zaman, Türkiye’de sigortacılık sektöründe ciddi bir gelişmenin sağlanamadığını görmemiz gerek. Hakeza sigortacılık sektörünün dünyadaki yeri, Türkiye’deki sigortacılık sektörünün dünyadaki, diğer ülkelerdeki sigortacılık sektörüyle karşılaştırmasını yaptığımızda da benzer bir durumla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Örneğin yine 2008 yılı rakamları: Maalesef Müsteşarlığın sayfasında en son bu rakamlar var. Üretilen primlerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı olarak Türkiye’nin yüzde 0,21 olduğunu ve dolayısıyla 36’ncı ülke olduğunu görüyoruz. Birkaç örnek vermek gerekirse Amerika Birleşik Devletlerinde bu oran yüzde 29, Japonya’da 11, İngiltere’de ise 10, 10’uncu ülke olan Güney Kore’de bu rakam 2,27. 10’uncu ülkeyi vermemin özellikle sebebi, Sayın Başbakanın 2023 vizyonu çerçevesinde Türkiye’nin en büyük 10 ekonomiden biri olma iddiasının karşılaştırılabilir bir kıstasını bulmaktır. Mesela 20’nci ülke Rusya’da bu oran 0,91, 2008 yılındaki bizim rakamlarımızın 3-4 katı. Dolayısıyla sigortacılık sektörünün millî gelir içindeki payının en az yüzde 3’lere kadar çıkartılmasının bir hedef olarak Hükûmetin önüne koyması gereken bir hedef olduğunu düşüyorum.
Kişi başına prim üretimine baktığımız zaman da Türkiye’nin sadece 116 dolarlık bir prim üretimiyle 64’üncü ülke olduğunu görüyoruz. Mesela 10’uncu ülke İsveç’te kişi başına prim üretimi 3.996 dolar, 20’nci ülke Tayvan’da da 2.787 dolar. Dolayısıyla sigorta sektörünün büyüklüğü ve hak ettiği yerde olmadığına ilişkin çok önemli göstergelerdir bunlar. Bu aynı zamanda kendi içinde bir avantajı da barındırmaktadır çünkü Türkiye’de sigortacılık sektörüne ilişkin bakir bir alanın varlığına işaret etmektedir. Dolayısıyla bu alana ilişkin düzgün bir mevzuat çıkartılırsa, uygun teşvikler söz konusu olursa, bir farkındalık yaratabilinirse burada ciddi anlamda bir mesafe kat etmek mümkündür gibi gözükmektedir. Bunu şunun için önemsiyorum: Bildiğimiz üzere ülkemizin şu anda en büyük ekonomik problemlerinden biri cari açık ve cari açık da yurt içi tasarrufların yetersizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye gerek miktar olarak gerekse millî gelire oran olarak cari işlemler açığında dünyanın en kırılgan ülkelerinden biridir. Cari işlemler açığının millî gelire oranı açısından baktığınız zaman, karşılaştırılabilir ülkelerle bir ilişki kurduğumuz zaman, örneğin Türkiye, Beyaz Rusya ve Gürcistan’dan sonra yüzde 10’a ulaşan bu oranla en yüksek cari işlemler açığı veren ülkelerden biridir. Miktar olarak ise Amerika Birleşik Devletlerinden sonra en yüksek cari işlemler açığı veren ülkedir. Türkiye’nin en önemli problemlerinden biri istikrarlı ve yüksek bir büyümeyi sürdürebilmektir. Bunun yolu da yatırımı arttırmaktan geçer ancak yatırım arttırmak tek başına yetmez, yatırımları sağlam kaynaklarla finanse etmekten geçer. Dolayısıyla yatırımları arttıracağız diye yeni kırılganlıklar yaratan bir ekonomik modeli uygulayamayız. İşte bunun yolu da yurt içi tasarrufları arttırmaktan geçer. Yatırımlarımızı yurt dışı tasarruflarla değil yurt içi tasarruflarla finanse eden bir büyüme modeline Türkiye’nin bir an önce kavuşması gerekir. İşte burada da kurum tasarrufları ve kurumsal tasarruflar son derece önemli bir yerde durur ve bireysel emeklilik şirketleri, sigorta şirketleri en önemli kurumsal tasarruf eden şirketler olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan sigortacılık sektörünün bulunmuş olduğu yerin yetersizliği aynı zamanda Türkiye’de yurt içi tasarrufları arttırmanın bir yolu olarak da görülebilir ve burada düzgün düzenlemelerle ve iyi yönetimlerle ve uygun teşviklerle geliştirilebilecek ve yurt içi tasarruf hacminin belirli seviyelerin üzerine çıkartılmasına olanak sağlayacak bir potansiyelin olduğunu görmek gerekir.
Bu genel değerlendirmelerden biraz daha özel değerlendirmelere geçecek olursak da şunları söylemek gerekir: Türkiye’de sigortacılık sektöründe bulunan primlerin, toplanan primlerin kabaca yüzde 14’ü yangın ve doğal afetler için toplanan primlerden oluşur. Dolayısıyla bu alan, Türkiye’de sigortacılık kültürü açısından kültürün nispeten gelişmiş olduğu bir alandır. Örneğin, hastalık sigortalarında bu oran sadece yüzde 12’dir. Yani Türkiye’de insanlar, yangın ve doğal afetlere hastalık sigortalarından daha fazla sigorta yaptırmaktadır ve kaynak ayırmaktadır. Bunun da özellikle şimdi tartışacağımız DASK için önemli bir olanak olduğunu düşünüyorum.
Aynı zamanda sektörün geneline baktığımız zaman, hasar ve prim oranları açısından kurduğumuz ilişkide, bu hasar prim oranın sektörde yani yangın ve doğal afetlerle ilgili olan sigortacılık sektöründe sadece yüzde 39 olduğunu görürüz. Mesela kara taşıtlarında bu oran yüzde 82’dir. Yani burada kârlı bir alan söz konusudur, bunu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Şimdi, yasanın konusunu teşkil eden yani Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı’nın konusunu teşkil eden zorunlu deprem sigortasına geldiğimiz zaman da burada birkaç tane önemli hususu dikkatlerinize sunmak isterim. Bu çerçevede toplanmış olan poliçelerin, yapılmış olan poliçelerin miktarı 3 milyon 816 bindir. Bu büyük bir rakam olarak gözükebilir ancak sigortalanabilir binaların sadece yüzde 23’ünü ifade eder. Dolayısıyla, Türkiye’de zorunlu bir alanda sigortalanabilir binaların sadece dörtte 1’ini karşılayan bir zorunlu sigorta alanının bulunuyor olmasının performans açısından yetersiz olduğu çok açıktır. Dolayısıyla, bu kanun tasarısının içinde de aslında yaptırımlara ilişkin çok ciddi maddelerin yer almadığını görüyoruz, burada ciddi bir açıklık söz konusudur. Ortalama prim tutarı burada sadece 103 liradır ve ortalama teminat da 65 bin liradır. Dolayısıyla ortalama prim tutarının da yetersiz olduğunu genel olarak değerlendirmek isterim.
Değerli milletvekilleri, kanun tasarısının daha spesifik noktalarına gelecek olursak öncelikle bir iki tane hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum. Birincisi şudur: Bu kadar önemli bir alanda ve bu kadar hassas bir alanda kanun hükmünde kararname yerine bir yasal güvencenin getirilmek isteniyor oluşunu ben başlı başına önemli ve anlamlı buluyorum. Gerçi bu AKP’nin yasa yapma tekniğine çok uygun değildir. Biz öyle biliyoruz ki Parlamento açık olduğu zamanlarda bile AKP, kanun hükmünde kararnameyle ülkeyi yönetmeyi tercih etmektedir ancak yine de bu gelenekten ayrıldıkları için ve bu alanı bir yasal güvenceye kavuşturmak istedikleri için Hükûmeti tebrik etmek istiyorum.
Bir başka tebrik vesilesi de şudur ki: Yaklaşık ekim ayının başından beri Plan ve Bütçe Komisyonunda önümüze gelen yasalarda muhalefet olarak ve yapıcı muhalefet anlayışı çerçevesi içinde düşüncelerimizi aktarmaya çalıştık. Bu düşüncelerimiz birçok önemli yasada anlam bulmadı ancak bu teknik yasada gerek alt komisyonda gerekse Plan ve Bütçe Komisyonunda muhalefetin düşüncelerinin bu yasa metnine yansıdığını ve bizim eleştirilerimize olumlu bakıldığını sevinçle gözledim. Dolayısıyla gerçekten istendiğinde ve bir uzlaşma kültürü yaratılmak istendiğinde yasalar uzlaşılır bir biçimde çıkabiliyor. Bunu da son derece önemli ve anlamlı bulduğumu söylemek isterim.
Fakat bütün bunlara rağmen, muhalefet olarak kendi düşüncelerimizi yasa metninin ruhuna geçirmiş olmamıza rağmen, hâlâ açıkta kalan ve hâlâ karşı olduğumuz ve hâlâ muhalefet ettiğimiz birkaç tane önemli madde var. Yasanın geneli üzerinde söz almışken bu birkaç tane önemli maddeyle ilgili değerlendirmelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bunlardan biri 3’üncü maddedir. 3’üncü maddede değerli milletvekilleri aynen şu söyleniyor: “Söz konusu kurum ile –ki yasada tespit edilen, yasanın konusunu teşkil eden kurumdur bu- bu kanun kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemlerin 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi olmayacağı hüküm altına alınmıştır.”
Bir kamu tüzel kişisi olarak tanımladığınız kurumun eylem ve işlemlerini kamu denetiminin dışına çıkarmayı bir kamu yönetim tekniği ile bir kamu yönetim geleneği açısından uygun bulmadığımızı belirtmek istiyoruz. Zaten Kamu İhale Kurumunun dışına çıkarılmış olmasına ilişkin düşüncelerinizi biliyoruz. Getirdiğiniz birçok önemli yasayla Kamu İhale Kurumunun dışına birçok düzenlemeyi çıkarttığınızı biliyoruz, dolayısıyla burayı tartışmayacağız ama kamu tüzel kişisi olarak tanımlanan bu kurumun hiçbir kamu denetimi içinde tutulmuyor oluşunu da ayrıca yadırgadığımızı belirtmek istiyoruz. Bununla ilgili tartışmalar yaşanırken bürokratlar bize şunu söylediler: “Burada hiçbir kamu kaynağı kullanılmıyor ki, dolayısıyla kamu denetimine niye ihtiyaç duyulsun? “ Evet, burada, belki hiçbir kamu kaynağı kullanılmıyor olabilir ama yasanın 8’inci maddesiyle birlikte düşündüğümüzde ki 8’inci madde hasar desteğiyle ilgili maddedir, gerekli görüldüğünde, reasürans sağlanmadığında kamunun bütün hasarı karşılayacak bir son merci olarak tanımlandığı bir düzenleme vardır. Dolayısıyla burada bir koşullu yükümlülük yaratılmaktadır yani kamu bir risk üstlenmektedir. Dolayısıyla herhangi bir kamu kaynağı başlangıçtan itibaren kullanılmıyor olsa bile kamunun orta ve uzun vadede üstlenmesi muhtemel olan risklerinin bir kamu kaynağı kullanmaya muhtemel bir alan açması dolayısıyla buranın mutlaka ve mutlaka kamu denetimi içinde olması gerekir.
Özellikle kamu kaynağına ilişkin bu koşullu yükümlülüklerin Türkiye ekonomisine ne gibi sıkıntılar açtığını, biz 2001 krizi sonrasında bankacılık sektöründeki görev zararlarıyla ya da diğer kamu iktisadi kuruluşlarının başına gelenlerle ya da belediyelerin başına gelenlerle çok yakından biliyoruz. Dolayısıyla yeni bir koşullu yükümlülük yarattığınız böyle bir yasal düzenlemeyi bir de kamunun denetim ve kontrolünün dışına çıkartmak, hele Kamu İhale Kurumunun denetiminin dışına çıkartmayı anlamlı bulmadığımızı söylemek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, itiraz ettiğimiz 2’nci madde, 7’nci maddedir. 7’nci maddede aynen şöyle bir hüküm var. Sigorta şirketlerince teminat verilememesi durumunda deprem, sel, yer kayması, fırtına, dolu, don, çığ düşmesi ve benzeri doğal afetler için kamu yararı açısından gerekli görülmesi hâlinde sigortacılık ilkeleri gözetilerek kurum tarafından sigorta veya reasürans teminatı verilebileceği hükme bağlanmıştır. Şimdi, deprem için oluşturduğunuz bir havuzun ve depremin yaratmış olduğu doğal afetlerin riskini minimize etmek ve bununla ilgili alanlarda faydalanması muhtemel olan kesimlerin ve bunlar için toplanan kaynakların deprem dışındaki diğer alanlara da teşmil edilmesi ve oradaki havuzlardan da bunların yararlandırılmaya çalışılması, hem bu kanunun özüne aykırıdır hem DASK’la kurulmuş olan kurumun işleyişine aykırıdır hem de sigortacılık tekniği açısından bir sıkıntı yaratmaktadır. Bu alanlar, kamu tüzel kişiliği ve tekel olarak tanımlanmış olan bir kurum yerine, başka sigorta şirketlerince tamamen rekabet koşulları içerisinde sigortalanabilir. Dolayısıyla, rekabet ilkelerine bir aykırılığın teşkil ettiği bir yeni durum yaratmış oluyoruz ki 7’nci maddeye ilişkin, çağdaş sigortacılık ilkeleri açısından çok ciddi kaygılarımızın olduğunu belirtmek istiyorum.
Yasanın genelini değerlendirirken itiraz ettiğimiz ve Plan ve Bütçe Komisyonunda ve alt komisyonlarda itirazlarımıza rağmen düzenlenmemiş ve düşünülmemiş olan ve kendi itirazlarımızın karşılanmadığı ve taleplerimizin karşılanmadığı bir başka madde 8’inci maddedir. 8’inci maddede -ki biraz önce aslında bunu anlattım- “Kurum tarafından üstlenilen riskler için ulusal ve uluslararası piyasalardan uygun koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde, bakanın teklifiyle Bakanlar Kurulunca belirlenecek kısmın uygun bir bedel karşılığında devlet tarafından taahhüt edilmesine karar verilebilir.” diyor.
Şimdi, bakın, burada, aslında gerçekten çok ciddi bir koşullu yükümlülük yaratıyoruz. Reasürans şirketlerinin uluslararası piyasalardan söz konusu alanı reasüre edemediği durumlarda devletin devreye girmesi ve devletin en kötü durum senaryosunda karşılaşılabilecek bir fonu kendisine bir risk olarak üstlenmesi durumuyla karşı karşıyayız ve bu hasarın en kötü durum gerçekleştiğinde 5,5 milyar lira olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, burada çok ciddi bir koşullu yükümlülük yaratıyoruz. Her ne kadar burada devlet, ilgili bakanlıktan ve bir bedel karşılığında işlem yapılacağından söz ediliyor olsa da burada ciddi bir açıklığın olduğu açıktır ve dolayısıyla bir koşullu yükümlülüğü yaratmış olduğumuz son derece açıktır ve bu uygulamayı kabul etmemiz mümkün değildir.
En sonuncusu 16’ncı madde. 16’ncı maddede aynen şöyle bir hüküm var: “Zorunlu deprem sigortası kapsamındaki binalar için, bu tasarıdan ve ilgili diğer mevzuattan doğan devletin konut kredisi açma ve bina yaptırma yükümlülükleri, zorunlu deprem sigortası yaptırılmamış olmasının tespit edilmesiyle birlikte ortadan kalkar.”
Bakınız, bu, aslında sosyal devlet ilkesine çok açık bir aykırılık teşkil etmektedir. Hiçbir koşul ve hiçbir durum altında devletin vatandaşın hele ki acil durumlarda barınma ihtiyaçlarını karşılamaması gibi bir durum söz konusu olamaz. Dolayısıyla, devletin bu yükümlülükten kendini azade kılması, kendini bu yükümlülüğün dışında tutması söz konusu olamaz. Zorunlu deprem sigortasını yaptırmamış olmak, vatandaşın Anayasa’da güvence altına alınan sosyal haklardan mahrum bırakılmasına cevaz veremez. Burada, çok açık bir biçimde bir sosyal devlet ilkesi aykırılığı söz konusudur ve dolayısıyla, biz hiçbir biçimde hangi şart ve koşul altında olursa olsun böyle bir maddeyi kabul edemeyiz, kabul etmemiz söz konusu değildir.
Sonuç olarak, her ne kadar bu kadar ciddi ve önemli bir alan kanun hükmünde kararname yerine bir yasayla bir yasal güvenceye kavuşturulmak isteniyorsa da ve bunu olumlu gördüğümüzü söylüyorsak da ve her ne kadar muhalefetin düşünceleri Plan ve Bütçe Komisyonunun ana komisyonu ve alt komisyonda yasanın içine aktarılmış olmakla beraber, yasanın ruhuna giydirilmiş olmakla beraber, bu maddelerin üzerinde yeniden düşünmenin ve bu maddelerle ilgili bir tartışma açmanın doğru olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, bu maddelerde ciddi anlamda bir revizyona ihtiyaç vardır.
Genel olarak da Türk sigortacılık sektörünün bulunmuş olduğu durumun yetersizliği ve istikrarlı ve yüksek bir büyüme sağlayabilmek için ihtiyaç duyulan yatırımların doğru kaynaklarla ve yeni bir finansal kırılganlık yaratmamak üzere yurt içi tasarruflarla finanse edilmesi açısından yurt içi tasarrufların önemini bir kez daha vurguluyorum ve doğru kanunlarla, doğru teşviklerle bu alanın ciddi şekilde doldurulabileceğini, burada önemli bir potansiyel olduğunu, özellikle Sayın Hükûmet Partisi milletvekillerine ve Sayın Hükûmetin dikkatlerine sunmak istiyorum.
Bütün bu değerlendirmelerden sonra bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sarı.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Mardin Milletvekili Erol Dora.
Buyurunuz Sayın Dora.
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 224 sıra sayılı Afet Sigortaları Kanunu Hakkında Tasarı üzerinde BDP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tasarıya geçmeden önce, Türkiye’nin afetler açısından kritik durumuna ve afet yönetimi konularında Türkiye’nin durumuna bir kez daha dikkatinizi çekmekte fayda görüyorum.
Türkiye, jeolojik özellikleri ve bununla birlikte iklim, topografya ve coğrafi yapısıyla doğal afetlerin oldukça sık rastlandığı ülkelerden bir tanesidir. Afetlerden en sık görüleni, bildiğiniz üzere depremlerdir. Bunu farklı coğrafyalarda iklim farklılıklarına göre heyelan, su baskınları, yangınlar, fırtına ve çığ gibi diğer afetler takip etmektedir. Bu doğal afetler sonucu ne yazık ki, oldukça fazlalaşan mal kayıpları verilmektedir ve bu kayıplardan en önemlisi, elbette ki, can kayıplarıdır. Ancak, hayatta kalanlar için yitirdiklerinden sonra yaşamına devam etmek de oldukça zordur. Zira çoğunlukla geriye büyük bir maddi ve psikolojik enkaz kalmaktadır.
Bu noktada devlet yaklaşımının hayatta kalanların yaşamlarına devam etmeleri bakımından önemi paha biçilemez. Nitekim, sorumlu ve sosyal devlet olmanın gereğini yerine getiren bir devlet anlayışının, geride kalanların yaşama tekrar sarılmaları için hızlı ve yeterli bir müdahalede bulunması, bütün imkânlarını seferber etmesi; dolayısıyla gerekli olan her türlü koşulu yerine getirmesi geride kalanların yaşadıkları travmatik süreçleri kısa sürede atlatmalarını sağlayacak ve onların bu sayede yeniden gerçek anlamıyla hayata tutunmalarını sağlayacaktır.
Bu bağlamda, Türkiye’de devletin ve bugün onu yöneten AK PARTİ Hükûmetinin afetlerle ilgili eksikliklerine ve temelde neler yapması gerektiği hususuna birazdan detaylı bir şekilde değineceğim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yapılan araştırmalar ve istatistikler Türkiye’deki doğal afetler arasında en fazla can ve mal kaybının depremler sonucu ortaya çıktığını göstermektedir. Bunu, zaten çıplak gözle son üç yıl içinde, 1999 Marmara ve 23 Ekim, 9 Kasım 2011 Van Erciş depremleriyle görmek mümkündür. Türkiye’de deprem bölgesi haritasına bakıldığında, ortaya çıkan tablo da bu anlamda ürkütücüdür. Zira, Türkiye topraklarının yüzde 96’sının çeşitli derecelerde deprem riski altında olduğu ve nüfusun yüzde 98’inin bu alanlarda yaşadığı görülmektedir. Ancak bundan daha vahimi, elimdeki deprem haritasında kırmızı ve pembe ile boyanmış yerlerde yani birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde nüfusun yüzde 70’inin yaşadığı gerçekliğidir. Buna, depremin Türkiye toplumu açısından ne derece riskli olduğunu bir kez daha göstermek adına bir kez daha altını çizerek değinmek istedim. Tabii, depremler ve diğer afetler, -daha evvel ve belirttiğim üzere- can kaybı haricinde geride kalanlar ve ülkenin tamamı açısından negatif bir biçimde psikolojik bir eşik ve ciddi mali yükümlülükler yaratmaktadır. Afet sonrası afetten etkilenen yurttaşlar haricinde ülkenin tamamı bu şekilde afetin yarattığı olumsuzluklardan etkilenmektedir, tabii, bunda ekonomik etkenler ağır basmaktadır. Zira, ortaya çıkacak tabloya hazırlıklı olmayan ve bunu yurttaşa yükleyen bir devlet anlayışının, geçmişte ve en son Van depreminde gördüğümüz üzere, ne denli sıkıntılar yaşattığını söylemek sanırım yerinde bir tespit olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki tasarı, 1999 Marmara depremi sonrasında çıkarılan 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin kapsamını genişletmekte ve binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanmasında yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile birlikte diğer afetler sonrasında ortaya çıkabilecek maddi zararların karşılanması amacıyla sunulacak sigorta ve reasürans teminatlarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Yani sözün kısası, tasarı ile 587 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’de yer alan zorunlu deprem sigortasının kapsamı genişletilmektedir. Buna göre, depremin binalarda bizatihi kendisinin yarattığı zararlar dışında deprem sonrası ortaya çıkabilecek yangın, infilak, tsunami ve yer kayması gibi bazı felaketlerin de sebep olduğu maddi zararların karşılanması planlanmıştır. Tasarı bu hâliyle görünürde olumlu bir amacı temsil ediyor gibi görünse de tasarının önemli eksiklikleri göze çarpmaktadır.
Tasarıyla ilgili eksikliklere gelince: Tasarıdaki düzenlemeler ile DASK’ın kapsamı genişlemekte ve bu kurumun mali anlamda oldukça büyük bir havuzunun oluşacağı görülmektedir. Bu mali havuzun olmasına itirazımız yok elbette bu kaynaklar afet hasarları için kullanıldığı sürece tabii. Ancak bu kaynakların afet için kullanıldığını nereden bilebiliriz? Zira, AK PARTİ, asli görevlerinden en önemlisi denetim olan Türkiye Büyük Millet Meclisini bile DASK’ı denetleme görevinden mahrum bırakıyor. Bu düzenleme ile sadece Meclis mi denetleme görevinden mahrum bırakılıyor? Elbette, hayır.
Tasarının 3’üncü maddesinin 3’üncü fıkrasını aynen okuyorum: “Kurum ile bu Kanun kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi değildir.”
Düzenlemede DASK’ın yıllık hesaplarının sadece müsteşar tarafından denetlenmesi düşünülmüştür. Görüldüğü gibi tasarıda zorunlu deprem sigortasının kapsamını genişleten ve bu sayede daha geniş bir sorumluluğa ve mali anlamda büyük bir havuza sahip olması çok muhtemel olan DASK’ın faaliyetleri, yürüttüğü iş ve işlemlerin Meclis dâhil birçok denetim mekanizmasından muaf tutulduğu gerçekliğidir. Dolaysıyla tasarının yasalaşması hâlinde elde edilecek bu kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda büyük soru işaretleri doğacak ve asli görevi yapıların sigortalattırılmasını sağlamak olan DASK’ın farklı tartışmaların içine dâhil edilmesi mümkün kılınacak ve bu anlamda DASK’ın meşruiyetinin sorgulanmasına neden olunacaktır.
Tasarıdaki diğer eksiklik “Bu kanun içinde sigortalanması mümkün olmayan” olarak tanımlanmış yapıların varlığıdır. Düzenlemede kamu hizmetinde kullanılan binaların, bağımsız bölümlerin, köy nüfusuna kayıtlı binalar ile köyde daimi kullanılan yerleşik binaların ve bu köylerin civarında ve mezra alanlarında inşa edilmiş binalar ile kat mülkiyeti olsa dâhi ikamet dışı kullanılan binaların bu kanun kapsamında sigortalatılması mümkün kılınmamaktadır. Bu durum, köyde yaşayıp afetlerden en az kentli kadar zarar gören köylü yurttaşların zararlarını tamamen kişisel olarak yüklenmeleri ve deprem haricinde bir de devletin ayırımcı tutumuna maruz kalacakları anlamına gelmektedir.
Ayrıca, bu durum, afet sonrası kamusal kaynakların önemli bir kısmının afet bölgesine aktarılacağı düşünüldüğünde, kamu binalarının sigortalatılmasının mümkün olmaması nedeniyle devletin ilk olarak bu kaynakları kendi binalarını onarmaya ayırmasına ve bu anlamda yurttaşların ihtiyaçlarını karşılamakta gecikme yaşanmasına neden olabilecek bir sürece dönüşebilir. Bu nedenle tasarı ile kapsam dışında tutulan kamu yapıları ve köy yerleşimlerindeki bina ve meskenlerin de zorunlu sigorta kapsamına alınması bu kanunun amacına hizmet etmesi bakımından daha makul olacaktır.
Tasarıda değinilmesi gereken bir diğer konu, DASK’ın, oluşacak geniş mali kaynaklarını sadece afet sonrası sigorta yaptıran yurttaşlara yapılacak ödemelerde kullanacak olmasının yanlışlığıdır. Oysaki bu düzenleme, afet yaşanmadan önce de biriken bu kaynakların afeti önleme açısından kullanılabilmesinin önünü açan bir düzenleme olmalıydı. Yani DASK’ta oluşacak kaynakların, bu kanunda yer alacak bir düzenleme ile afet öncesinde, sistematik bir biçimde işleyecek bir mekanizmayla, taşınmazların güçlendirilmesinde veya iyileştirilmesinde kullanılması afet sonrası oluşabilecek zararların önüne geçebilecekken gelişmiş ülkelerin aksine sadece afet sonrasına dönük bir uygulamayı kapsamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıyla ilgili grubumuzun düşüncelerini belirttikten sonra dikkatlerinizi bugüne kadarki algının aksine, afet sonrası yapılacaklara değil de öncesine çekmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere Türkiye’deki afet algısı sadece afet sonrası çadır, battaniye temini ve diğer temel ihtiyaçların karşılanması üzerine kuruludur dolayısıyla afet algısı sadece afet sonrasındaki müdahaleleri kapsamakta ve afet öncesine dair çalışmalar önemsenmemektedir. Oysaki dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde doğal afetlerin engellenemez olması üzerinden geliştirilen algıyla doğal afetlerin varlığını kabul etme ve afet sonrası oluşabilecek sorunları önceden tespit edip bunları minimalize etme stratejisi geliştirilmiştir. Bu anlamda yakın gelecekte ortaya çıkması muhtemel problemlerle ilgili karar alma ve bu kararları uygulayarak olumsuz sonuçları azaltmaya dönük adımlar atma anlamına gelen “risk yönetimi”, “risk azaltımı” gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Ancak bu kavramları ve dünyadaki gelişmeleri takip eden bir Türkiye ve bir yönetim ile karşı karşıya değiliz.
Dünyadaki değişimleri başka bir yerinden anlamak sanırım sadece AKP’ye has bir tutumdur. AKP, risk yönetimi ve azaltımını afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkındaki kanun tasarısı ile gücü merkezîleştirerek yerel otoriteleri devre dışı bırakma, her birinin ayrı ayrı can ve malını korumakla yükümlü olduğu yurttaşlarını kentsel dönüşümü dayatarak sokağa atma veya önümüzdeki bu tasarı ile büyük bir mali güce dönüşecek olan DASK’ı denetlememe ve bu kaynakları afet öncesindeki riski azaltmak için kullanmama gibi tam tersinden anlamış.
Küreselleşmiş ve gittikçe birbirini etkileyen dünya düzeninde risk toplumu olduğunun devlet olarak bilincine varmamak, hâlen geçmişteki kriz algısıyla hareket etmek, çözümü çadır-battaniyeci yaklaşımda bulmak ve toptancı bir yaklaşımla yurttaşların barınma hakkını gasbederek ve onları borçlandırarak, sözüm ona kaliteli beton yığınları inşa ederek afet risklerini ortadan kaldırmayı düşünmek ya dünyadan bihaber olmak ya da bilinçli olarak gerçeklere gözlerini kapamaktır. Biz, AK PARTİ’nin bu konuda dünyadan bihaber olmadığını iyi biliyoruz. Dolayısıyla AK PARTİ’nin afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun tasarısı ya da önümüzdeki bu afet sigortaları kanun tasarısı gibi düzenlemelerle kendi egemenliğini ve gücünü artırmayı amaçladığını ancak vatandaşa sanki afetler ve sonrasında ortaya çıkacak zararları engellemeye dönük çalışmalar yapıyormuş gibi yansıttıklarını çok açık bir şekilde biliyoruz. Bu anlamda, AK PARTİ temsilcilerinin afetlerle ilgili burada yapacakları konuşmaların samimiyetine inanmak grubumuz açısından oldukça zordur.
Sonuç itibarıyla, AK PARTİ’nin bu düzenlemeyle neyi hedeflediği konusunda netlik yoktur. AK PARTİ’nin geçmişteki bütün iyi niyetli denebilecek adımlarının arka planında nasıl başka bir amaç taşıdığı tarafımızdan görülmüştür. Dolayısıyla bu düzenlemenin hedefinde gerçekten afet sonrası yurttaşların ve kamunun hasarlarını gidermeye dönük bir anlayış mı var? Eğer böyleyse, neden DASK’ın kaynaklarının afet öncesinde de yapıların onarımı ve güçlendirilmesi için kullanılması öngörülmemekte? Yoksa AK PARTİ DASK’ı, kuruluş amacının aksine, yoksul vatandaşların barınma ihtiyaçlarını karşılamanın aksine, barındıkları yerleri gasbedip onları ömür boyu borçlandıran ve yoksul yurttaşlardan ziyade üst gelir grubunun taleplerine dönük konutlar üreterek kâr marjı gütmeye başlayan, yaptığı yasal düzenlemelerle ekonomik krizlerde kendisine bir alan açabilecek, ülkenin en büyük malî gücü haline getirdiği TOKİ gibi mi yapmaya çalışıyor?
Bunu bir düşünün diyerek konuşmamı tamamlamak isterim değerli arkadaşlar. Bu vesileyle hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dora.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kalaycı.
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı’nın geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemiz afetlerle hep iç içe olmuş bir ülkedir, başta depremler olmak üzere sel, heyelan, çığ, yangın gibi afetlere sık sık maruz kalmıştır ve kalmaya da devam etmektedir. Ülkemizde yaşanan tüm afetler içindeki can ve mal kaybı olarak yüzde 90 gibi bir oranla depremler başı çekmektedir. Hâlen yürürlükte olan deprem bölgesi haritası esas alındığında ülkemiz topraklarının yüzde 92’si deprem bölgesi olup nüfusumuzun da yüzde 95’i bu bölgede yaşamaktadır. Topraklarımızın yüzde 44’ü ise birinci derece deprem bölgesi olup nüfusumuzun ise yüzde 55’i birinci derece deprem bölgesinde bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti özellikle 1939 yılında yaşanan Erzincan depreminden sonra başta deprem olmak üzere doğal afetlerle mücadele etmek için bir dizi düzenlemeye gitmiş, yeni kurumsal yapılar oluşturmuştur. 1959 yılında ise afetlerle ilgili olarak bir yasa çıkarılmış, bu yasayla bir fon oluşturulmuş ve afetle ilgili her türlü harcama bu fondan yapılmıştır.
1999 yılında yaşanan Marmara ve Düzce depremlerinden sonra 25/11/1999 tarihli ve 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile zorunlu deprem sigortası uygulamasına geçilmiştir. Bugün, birçok ülkenin örnek aldığı zorunlu deprem sigortası sistemi 57’nci Hükûmet döneminde yapılan önemli düzenlemelerden biridir. Bu sistemin oluşturulmasından bu yana meydana gelen depremler ve ödenen hasarlara bakıldığında önemli tutarlarda hasar ödemesinde bulunulduğu görülmektedir. Zorunlu deprem sigortasında belirli bir mesafe katedilmesine rağmen, binaların sigortalılık oranı hâlâ düşük ve istenilen seviyede değildir. Deprem sigortası yaptırmak, diğer zorunlu sigortalarda olduğu gibi zorunluluğun gerektirdiği cezaya katlanmamak için değil, gerçek manada önleyici tedbir olarak algılanmalı ve mutlaka yaptırılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı ile binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanmasını teminen yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile sigorta şirketlerinde teminat verilemeyen veya teminat verilmesinde güçlükler bulunan çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana gelebilecek maddi ve bedenî zararların karşılanabilmesini teminen sunulacak sigorta ve reasürans teminatlarına ilişkin usul ve esaslar belirlenmekte ve 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname yürürlükten kaldırılmaktadır.
Tasarıya göre, sadece 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler ile doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya sağlanan kredi ile yapılan meskenlere zorunlu deprem sigortası zorunluluğu getirilmektedir.
Sigorta şirketlerince teminat verilemeyen çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana gelebilecek zararların karşılanabilmesi için DASK’ın kolaylaştırıcı olarak devreye girmesi öngörülmesine rağmen kamu yararı açısından büyük önem arz eden ve tamamı iş yeri olan binalar, köy yerleşme alanlarında yer alan, kanun ve yönetmelikler ile mühendislik kural ve kaidelerine göre yapılan meskenler ile kamu binalarının kapsam dışında tutulması, tasarının sigortalanmayı kolaylaştırıcılığıyla ters düşmektedir.
Diğer yapı, bina ve bağımsız bölümler ile köy nüfusuna kayıtlı ve köy yerleşik alanları ve civarında yapılan binalar ile tamamı ikamet dışı kullanılan binaların, bilim ve fenne uygun olarak inşa edilmiş ya da kanun ve yönetmeliklere göre güçlendirilerek uygun hâle getirilmiş dahi olsa zorunlu afet sigortası kapsamı dışında tutulması, bina, yapı ve bağımsız bölümler arasında ayrıma gidilmesi, kanunun amacıyla çelişir bir uygulama niteliği taşımaktadır.
Ayrıca, sigorta kapsamına alınan binalar için “sigortalanma esnasında tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş olmaları” şartının aranması, zamanında mesken olarak yapılan ve zamanla tamamı iş yeri hâlini alan binalar ile iş yeri olarak yapılan binaların kapsam dışı tutulması doğru değildir.
Tasarı ile 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 29’uncu maddesine bir fıkra eklenerek, zorunlu deprem sigortası kapsamındaki binalar için zorunlu deprem sigortası yaptırılmamış olmasının tespit edilmesiyle, devletin konut kredisi açma ve bina yaptırma yükümlülüklerinin ortadan kalkması öngörülmektedir. Dolayısıyla, bir taraftan zorunlu deprem sigortası kapsamı dar tutularak devletin üstlendiği risk artırılırken, diğer taraftan, bu kapsamda olup zorunlu deprem sigortası yaptırılmamış olanlara karşı devletin yükümlülüğü ortadan kaldırılmaktadır. Bu uygulama sosyal devlet ve eşitlik ilkelerine uygun değildir. Tüm binaların kapsama alınması ve sigortalılık oranının belli seviyeye gelmesinden sonra devletin yükümlülüklerinin kalkması söz konusu olmalıdır.
Tasarıda kurum tarafından üstlenilen riskler için ulusal ve uluslararası piyasalardan uygun koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde Bakanlar Kurulunca belirlenecek kısmının uygun bir bedel karşılığında devlet tarafından taahhüt edilebilmesi öngörülmektedir. Devletçe böyle bir riskin üstlenilmesi DASK’ın varlığını tartışmalı hâle getirecektir.
Tasarıda kurumun ilgili mevzuata ve projeye aykırı olarak inşa edilen binaları sigortalamama hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. İlgili mevzuata ya da projeye aykırı olarak inşa edilen binalara sigorta yapılabilmesinin kurumun keyfiyetine bırakılması uygun görülmemektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye son yıllarda gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması, denetimsizlik, sevk ve idaredeki yetersizlikler yüzünden yüzlerce can ve mal kaybının yaşandığı bir ülke hâline gelmiştir. 1999 depremi sonrasında ciddi kurumsal tedbirler alınmış iken bunlar yeterli etkinlikte devam ettirilememiş, bu konuda hızlı bir dönüşüm programı uygulamaya konulamamıştır.
Afet konusunda toplumsal ve kurumsal bilinç yeterli ölçüde tesis edilememiştir. Bugün hâlâ yerleşimler afete duyarsız hâlde olup, mevcut yapıların yüzde 65’e yakını riskli yapı grubundadır. Özellikle büyük şehirlerimizde ve ülkemizin diğer yerlerinde insanlarımız afete karşı âdeta kaderlerine terk edilmiş durumdadır.
Afetlerde meydana gelen kayıplar ve hasarların en önemli sebebi planlama ve yapılaşma sürecindeki sorunlar olup, bu sorunların sebebi de, yerleşim planlarının hiçe sayılması, keyfî uygulamalara ve istismara fırsatlar verilmesi, yani kentleri rant alanlarına dönüştüren ve yandaşlara peşkeş çeken anlayıştır.
Yolsuzluk, denetimsizlik ve siyasi kaygılarla oluşan bu plansız doku, şehirleri sağlıklı yaşama alanları olmaktan çıkarmış, ekolojik dengeleri bozarak âdeta afetlere davetiye çıkaran yapılar hâline getirmiştir.
Değerli milletvekilleri, tasarıya göre sigorta şirketlerine teminat verilmemesi durumunda, deprem, sel, yer kayması, fırtına, dolu, don, çığ düşmesi ve benzeri doğal afetler için kurum tarafından sigorta veya reasürans teminatı verilebilecektir, böylelikle DASK’ın görev alanı genişletilmektedir.
Aslında, 2005 yılında çıkarılan 5363 Sayılı Tarım Sigortası Kanunu ile de, üreticilerin, dolu, fırtına hortum, yangın, heyelan, deprem, sel, don ve su baskını riskleri nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini teminen tarım sigortaları uygulamasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.
Öte yandan, yangın, yer sarsıntısı, yer kayması, fırtına, taşkın, sel, don, dolu, kuraklık, haşere ve hastalık gibi nedenlerle zarar gören çiftçilere devletçe yapılacak yardımlara ilişkin usul ve esasları belirleyen 2090 Sayılı Tabii Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun da yürürlükte bulunmaktadır. Ancak, Tarım Sigortası Kanunu’na göre belirlenen riskler için tarım sigortası yaptırmayan üreticiler, 2090 sayılı Kanun’dan yararlanamamaktadır. Tarım sigortası kapsamında olmayan risklerde de yardım yapılabilmesi için çiftçilerin ürünlerinin, canlı cansız üretim araçlarının ve tesislerinin değeri itibarıyla en az yüzde 40 oranında zarar görmesi, ayrıca bu zararı karşılayacak geliri bulunmaması ve borç alma imkânı olmaması gerekmektedir. Yüzde 40’tan az hasar görmesi hâlinde ise, tarımsal faaliyetlerini devam ettiremeyecek ve geçimini sağlayamayacak duruma düşmesi gerekmektedir.
Ülkemizde tarım sigortaları, sigorta priminin yüzde 50’si oranında prim desteği verilmesine rağmen yıllara göre çok az gelişme gösterebilmiştir. Bugün tarım sigortası yaptıran çiftçilerin önemli bir kısmını sözleşmeli üretim yapanlar oluşturmaktadır. Sektörün prim üretme gücünün zayıf olması, tarım sigortaları konusunda eğitim ve araştırmaların yetersizliği gibi nedenlerin yanı sıra işletmelerde tarım tekniğinin yeterince geliştirilmemiş olması, tarımsal işletme arazilerimizin küçük ve çok sayıda parselden oluşan bir yapıya sahip olmaları tarımsal sigorta sektörünün geliştirilebilmesi açısından önemli engeller oluşturmaktadır.
Sonuç itibarıyla, tabii afete maruz kalan çiftçilerin kayıpları genel olarak karşılanamamaktadır. Nitekim, seçim bölgem olan Konya’da son yıllarda yaşanan afetler nedeniyle zarara uğrayan çiftçilerimiz mağdur olmuş, kayıpları telafi edilmemiştir.
Geçen yıl, Ereğli ilçesinin Gaybi ve Yıldızlı köylerinde yağan dolu sebebiyle meyvelerde ve ekili alanda büyük hasar oluşmuş, çiftçinin mağduriyeti giderilmemiştir. Beyşehir, Seydişehir, Derebucak, Bozkır, Ahırlı, Yalıhüyük ilçelerinde sel ve su basması nedeniyle çiftçilerin ekili alanlarında oluşan hasarlar hâlâ karşılanmamıştır.
Geçen ay yaşanan şiddetli rüzgâr ve kum fırtınası nedeniyle özellikle Karatay, Cihanbeyli, Altınekin, Kulu ilçelerinde olmak üzere Konya’da ekili alanlarda büyük hasar oluşmuş, tarladaki pancar, arpa ve buğdayın neredeyse tamamını söküp atmıştır. Yaşanan afetle ilgili hasar tespitleri yapılmakla birlikte tarım sigortası yaptıran çiftçilerin hasarlarının karşılanabileceği ifade edilmektedir. Bu durumda, zaten zor durumda faaliyetini sürdürmeye çalışan çiftçilerimizin büyük çoğunluğunun mağduriyetinin giderilemeyeceği görülmektedir. Tarım sigortasının henüz geçiş sürecinde olduğu da dikkate alınarak tabii afetler nedeniyle çiftçi ve köylünün yaşadığı mağduriyeti hiç olmazsa kısmen giderecek bir düzenleme mutlaka yapılmalıdır.
Yine Konya’nın Hadim, Taşkent ve Bozkır ilçeleri ile Karaman’ın Sarıselviler, Sarıveliler, Başyayla ve Ermenek ilçelerinde 2012 kış aylarında meydana gelen yoğun kar yağışı sonucu kar ağırlığı nedeniyle özellikle kiraz ve ceviz olmak üzere meyve ağaçlarının dalları kırılmış olup yapılan hasar tespitlerine göre yüzde 60’ın üzerinde kayıp söz konusudur. Hâlâ kar nedeniyle ulaşılamayan ve hasar tespiti yapılamayan bahçeler bulunmaktadır. Bu afete neden olan kar basması riski tarım sigortası kapsamına girmemektedir. Dolayısıyla 2090 sayılı Tabii Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun çerçevesinde gerekli yardımlar bir an önce yapılmalı, Konya ve Karaman’daki kiraz ve ceviz üreticilerinin kayıpları giderilmelidir. Ayrıca yardımların yapılabilmesi için aranan, ürünlerin, canlı cansız üretim araçlarının ve tesislerin değeri itibarıyla en az yüzde 40 oranında zarar görmesi şartının mutlaka hafifletilmesi gerekmektedir. Bu konuda gerekli yasal düzenleme mutlaka yapılmalıdır.
Çiftçimiz gerçekten zor günler yaşamaktadır. Ağır girdi maliyetleri altında ezilen çiftçinin prim ödeyecek gücü dahi kalmamıştır. Mazot, gübre, ilaç, tohum, enerji başta olmak üzere tarımsal girdi fiyatlarındaki yüksek artışlar çiftçilerin üretim yapmasını güçleştirmiştir. Çiftçinin sadece bankalara olan kredi borçları her yıl katlanarak artmakta olup 2011 sonu itibarıyla 31 milyar liraya kadar yükselmiştir. Çiftçi, borcunu ödeyebilmek için traktörünü satmak zorunda kalmaktadır ancak çiftçinin bu durumu AKP Hükûmetinin umurunda bile değildir.
Değerli milletvekilleri, son olarak DASK’la ilgili birkaç konuya değineceğim. Doğal Afet Sigortaları Kurumu ne bir özel kuruluşa ne de bir kamu kuruluşuna benzemektedir. Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu bakanlık nezdinde kurulmuş ve kamu tüzel kişiliğini haiz olan Doğal Afet Sigortaları Kurumu ile bu düzenleme kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimine tabi değildir, Sayıştayın denetimine tabi değildir, kamu harcırah sistemine tabi değildir, kamu mali yönetim ve kontrol sistemine tabi değildir, kamu ihale sistemine tabi değildir kurum ve gelirleri her türlü vergi, resim ve harçtan muaf tutulmaktadır. Kurumun varlıkları ile diğer hak, gelir ve alacakları haczedilememektedir. Kurum iflas yoluyla takip edilememektedir. Kurumun alacakları ise Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmektedir. Görüldüğü üzere kamu tüzel kişisi olan ve kamu gücü ve yetkisini kullanan kurum tümüyle kamu hukukun dışında tutulmuş, saydamlık, hesap verebilirlik, kaynakların verimli kullanılması, kamuoyu denetim gibi hususlarda sorumsuz kılınmıştır. Hem kamu kurumu olup hem de kamu mali yönetim sistemi, kamu ihale sistemi, kamu denetim sistemi dışına çıkılmasının hiçbir gerekçesi olamaz. Hele ki Türkiye Büyük Millet Meclisi denetiminden kaçınılması asla kabul edilemez. Kamu tüzel kişisi olan ve kamusal imkânları kullanan kurumların mutlaka Meclise hesap vermesi gerekmektedir. Parlamentoların millet adına egemenliğini kullanma araçlarından birisi kurumların ve yöneticilerin her türlü eylem ve işlemlerini denetleyebilme yetkisine sahip olmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim Sayıştay tarafından yapılmaktadır. Geçen dönem yeni Sayıştay Kanunu çıkarılmış ve denetlenmeyen hiçbir kamu kaynağı ve kurumun olmadığı sıkça ifade edilmiştir. Ancak tekrar denetim dışına kaçışlar başlamıştır. AKP Hükûmetine soruyorum: Kamu adına, millet adına yapılacak denetimden niye kaçıyorsunuz? Denetimden korkunuz nedir, gocunduğunuz bir şey var mı?
Ben teşekkür ediyor, tasarının hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Saygılar sunuyorum.(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kalaycı.
Şahsı adına Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kuşoğlu.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve zorunlu deprem sigortasıyla ilgili şahsım adına görüşlerimi açıklamak üzere huzurunuza geldim.
Öncelikle şunu belirteyim: Türkiye’nin yüzde 96’sı -gerekçede de yazdığı gibi- alan olarak deprem riski taşıyor. Bu yüzde 96 içerisinde de yüzde 98 nüfusumuz yaşıyor. Yani Türkiye’nin hemen hemen tümü deprem alanları içerisinde deprem riski taşıyor. Muhakkak böyle bir kanunun, deprem sigortası kanununun çıkması gerekiyor.
Nitekim, 17 Ağustos 99 depreminden sonra, hemen sonra, aralık ayı içerisinde bir kanun hükmünde kararname o zamanın hükûmeti tarafından çıkarımlı, bu Doğal Afet Sigortaları Kurumu oluşturulmuş ve faaliyetine başlamış, 2000 yılının Eylül ayında. 2000 yılının Eylül ayından beri faaliyette olan bu kurum yalnız yeterli prim toplayamamış, çok büyük bir başarı elde edememiş. Şimdi bu kanunla bunun yenilenmesi gerekiyordu, gayet güzel bir iş yapılıyor. Biz de Plan ve Bütçe Komisyonunda mümkün olduğunca destek verdik, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak mümkün olduğunca destekledik ve bu kanun hükmünde kararnamenin daha dört dörtlük, daha düzgün bir kanun olarak çıkması için elimizden gelen bütün çalışmayı, gayreti gösterdik.
Hâlen, dediğim gibi, bu kanun hükmünde kararnameyle, 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle deprem sigortası zorunlu ama zorunlu olmasına rağmen her 4 konuttan 3’ü sigortasız ancak 1 tanesinde sigorta yaptırılıyor. Hâlbuki zorunlu bu. Biliyorsunuz trafik sigortası da zorunlu. Trafik sigortasında zorunluluk aynı şekilde uygulanmıyor tabii, daha farklı denetim usulleri var. 10 araçtan 9’u sigortalı. Neden böyle bir farklılık var? O da bir müeyyidenin olmamasından, denetim olmamasından.
Türkiye’de 16 milyon 375 bin 840 konut olduğunu DASK ilgilileri bildiriyorlar. Bu konutların 3 milyon 803 bini ancak sigortalı. Yani, biraz önce dediğim gibi ancak dörtte 1’i sigortalı. On iki yılda, aşağı yukarı on iki yıl içerisinde bu bir başarısızlık olarak karşımıza çıkmış. Bu kanun yeniden düzenlenirken de ana gerekçesi, zorunlu deprem sigortası kapsamındaki bütün binaları ödenebilir primler karşılığında sigorta güvencesine almak olarak belirlenmiş.
Şimdi, bunlar konuya baktığımızda çok haklı konular. Siyaseten arındırdığımızda, biraz önce söylediğim gibi, muhakkak desteklenmesi gereken konular ve biz de destekledik, destekliyoruz. Olumlu da oy vereceğiz ama muhakkak bilinmesi, sizlerin muhakkak bilmesi gereken bazı konular var. Bunların mümkün olduğunca düzeltilmesi gerekiyor. Biraz önce söylediğim gibi, on iki yılda ancak dörtte 1’i zorunlu olmasına rağmen konutların sigortalanmış. Bunun ana sebebi, bir müeyyidenin olmaması, denetimin olmaması.
Şimdi, bizim getirdiğimiz düzenlemede de bu müeyyide yok. Gerçi diyeceksiniz ki: Var, işte tapu sicil müdürlükleri işlem yaparken bunu denetleyecek. Tapu sicil müdürlüklerinin işlem yaparken bunu denetlemesi zaten var, kanun hükmünde kararnamede de var, bunlarla olmuyor ya da elektrik ve su abonelik işlemlerinde bunların yapılması yine aynı şekilde çok şeyi değiştirmeyecek. Yine, zorunlu olmasına rağmen konutların çoğu sigortasız kalacak, bunun denetimi için bir mekanizma getirilmesi şart yani bir zorunluluk, bir müeyyide getirmemiz lazım. Bu bakımdan çok önemli bir eksiklik var.
Yine, çok önemli bir husus, arkadaşlarım da bütün arkadaşlar belirtti bütün konuşmacılar ama hakikaten çok önemli bir husus. Şimdi, bu bir kamu kurumu, kamu kurumu olarak prim topluyor, kamu kurumu olarak işlev görüyor, bir görev veriyoruz bu kuruma ama bu kurum İhale Kanunu’ndan, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetiminden, Sayıştay denetiminden muaf tutuluyor, bu da çok büyük bir yanlışlık. Öbür taraftan kamu kurumu olarak 6183 sayılı Amme Alacakları Kanunu’na tabi alacaklarıyla ilgili olarak kamu kuruluşu sayılıyor ama denetim sırasında “Bu denetlensin, buradaki işlemler denetlensin.” dediğimizde kamu kuruluşu saymıyoruz, bu da çok büyük bir yanlışlık. Yani bu tür şeyler biz yapıyorsak ileriye yönelik şöyle bir durum ortaya çıkacak: Kamu kurumları denetlenmeyecek, İhale Kanunu’na tabi olmayacak, Meclis tarafından dahi denetlenemeyecek ama kamu kurumları işine geldiği zaman alacağını almadı, 6183’ü uygulayacak yani zorunlu olarak, kamu alacağı olarak tahsil edebilecek bunları, bu çok büyük bir yanlışlık.
Ama bizim bu dönemde özellikle yaptığımız buna benzer düzenlemelerde sadece ve sadece -bakıyorum- güvenlik ve temizlik ihaleleriyle ilgili İhale Kanunu’nu çalıştırıyoruz. Onun haricinde hemen hemen hiçbir kanunda İhale Kanunu’nu devreye sokmuyoruz. Şimdiye kadar çıkardığımız bu millî eğitimle ilgili olan kanunda, yap-işlet-devret, yap-işlet-kirala gibi kanunların hiçbirisinde Devlet İhale Kanunu’nu devreye sokmadık, hepsinde muaf tuttuk, denetimi devre dışı bıraktık. Bu devletin çalışması açısından, devletin işlerliği açısından çok büyük bir yanlışlık, ileride çok büyük bir sıkıntı doğuracak konudur. Bunu bilmemiz lazım. Burada da biliyoruz, düzeltmeyeceksiniz, düzeltilmeyecek ama bu ileride büyük bir sıkıntıya sebep olacaktır, bunun özellikle kayıtlara geçmesini arzu ediyoruz.
Şimdi, bir diğer konu da bu tasarının finansal mimarisiyle ilgili olarak da bir eksiklik var, bazı yanlışlıklar var. Yani bu sadece bir deprem sigortası kanunu olarak düşünülmemeli. Burada çok büyük meblağlar topluyoruz. Bakın, ortalama olarak yılda -16 milyon konuttan bahsettim- en az 500 milyon lira toplanması gerekiyor, on yıl içerisinde en azından 5 milyar dolarlık bir tasarruf yapılacak. Ekonomi açısından düşünüldüğünde -Türkiye’nin çok ihtiyacı var- bu bir tasarruf aracı aynı zamanda ekonomik yönden, bu tasarrufların değerlendirilmesi açısından da konuya bakmak lazım, bu tasarrufların nasıl değerlendirileceği, yurt dışına reasüre edildiğinde sonuçlarının ne olacağına da bakılması lazım.
Eğer yurt dışında çok düşük -yurt dışında biliyorsunuz şu anda finansal bir kriz yaşanıyor- gereken şekilde değerlenemezse sıkıntılar olacağı çok aşikâr. Bununla ilgili olarak bazı düzenlemeler yapmak lazımdı. Nitekim, düzenlemenin 7 ve 8’inci maddelerinde bazı şeyler zikredilmiş ama bir bütünlüğü yok bütün bunların, özellikle bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
“Ulusal ve uluslararası piyasalardan uygun koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde -8’inci maddede var- bakanın teklifi ile Bakanlar Kurulunca belirlenecek kısmının uygun bir bedel karşılığında devlet tarafından taahhüt edilmesine karar verilebilir.” O zaman, madem Türkiye’nin tasarrufa da ihtiyacı var, tümü Türkiye’de değerlendirilsin, fonlar oluşturulsun bunun karşılığında, yeni bir finansal mimari oluşsun, bir yapı oluşsun. Bunun da tartışılması gerekirdi -bunu Sayın Bakan da söyleyecektir- buna da çok ihtiyaç vardı, bu tarafıyla ilgili olarak da gerekenleri yapmadık, gereken düzenlemeler bu açıdan da eksik kaldı. Hâlbuki, sermaye piyasası daha da genişleyebilirdi, yeni bir fon oluşturulabilirdi. Yurt dışında genellikle bankalar sigorta şirketlerine bağlıdır, bizdeki gibi değil. Bu tür konuların fırsat bilinerek bu tür düzenlemelerin yapılması ülke ekonomisi açısından çok faydalı olurdu, bu bir başlangıç teşkil edebilirdi.
Çok değerli arkadaşlarım, bu saatte herkesin dikkatinin farklı noktalarda olduğunu biliyorum, ben de çok daha fazla vaktinizi almayayım ama bunların kayıtlara geçmesini istedim.
Düzenlemenin hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kuşoğlu.
Şahsı adına Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan.
Buyurunuz Sayın Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kanunun genel gerekçesini dikkatlice okudum. Genel gerekçede can ve mal kayıplarına yol açan afetlerin ülkemizde sıkça görüldüğü, altmış yılda afetlerin üçte 2’sinin deprem olduğu, ülkenin yüzde 96’sının deprem bölgesinde bulunduğu, ülke nüfusunun yüzde 98’inin bu bölgelerde yaşadığı, bu sonuçların deprem ülkesi olduğumuzu açıkça gösterdiği ifade ediliyor.
Gerçekten, depremler tüm ülkeyi etkiliyor, hasarların ekonomik sonucu ise büyük bir yük teşkil ediyor. Bunların örneği 17 Ağustos, 12 Kasım; bu depremlerin sonuçlarında oluşan hasarlar ekonomik ve mali açıdan gerçekten büyük.
Deprem sigortaları 99 öncesi toplamı ancak toplam binaların yüzde nesiydi? 5’ civarındaydı.
587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameyle Doğal Afetler Sigortaları Kurumu (DASK) kuruldu. Bunu kim yaptı? Milliyetçi Hareket Partisinin içinde bulunduğu Hükûmet yaptı. Bu, gerçekten önemli bir gelişmeydi. Bu sistemde kamu kaynağı kullanılmadı. Kısa zamanda başarılı bir uygulama oldu. Uluslararası reasürans piyasalarında önemli bir kredibilite sağladı ve pek çok ülkede benzerleri kopya edilmeye başlandı.
Sayın Bakan, burada ifade etmek istediğim şey, DASK’ın, sizin gerekçede ifade ettiğiniz gibi, uluslararası platformda çok olumlu karşılandığı ve bunun diğer ülkeler tarafından da kopya edilme arzusunun ortaya çıktığı. O “kötü” dediğiniz, beğenmediğiniz 2002 döneminde kurulan bir organizasyonun uluslararası alanda ne kadar başarılı olduğu ortaya çıkıyor. Fakat sizin komisyonlarda, çok önemli olarak uluslararası kuruluşların beklediği “Onlar da bunu örnek almak istedi.” dediğiniz mali kural hâlâ ortada yok. Orada sizin adınıza iktidar tarafından o kanun tasarısını savunan arkadaşlar gerçekten sizin adınıza zor durumda kaldılar. Siz zaten ses çıkarmıyorsunuz, o arkadaşlarımız da ses çıkarmıyor.
Şimdiye kadar söylediklerimi, bu söylediklerimi kim söylüyor? Devlet kayıpları olmadan maddi kayıpların telafi edilmesi, ülke çapında risklerin paylaşılması, deprem nedeniyle oluşabilecek yüklerin azalması, ek vergilerin konulmaktan kurtulması; bunların kim söylüyor? Sayın Başbakan söylüyor. Gerekçenin, kanun tasarısı ekindeki gerekçenin üst yazısında bütün bunlar var.
Bir kere şu 2002 olayından gerçekten kurtulmaya başladınız. Bu sizde takıntı olmaktan çıkmaya başladı; bu, gerçekten memnuniyet verici.
Zorunlu Deprem Sigortası 2,7 milyon konuta yapılmış ama konut sayısı 19 milyon. Tasarıda “Yüzde 20’si” deniliyor; ancak on senedir meydana gelen gelişme de ortada.
Şimdi, hazır sizleri bulmuşken, ekonomiden sorumlu bakanlar da buradayken, enflasyonda problemin devam ettiğini, sizin koyduğunuz hedeflerin hakikaten tarumar olduğunu görüyoruz. Yurt içi hasılanın sizin koyduğunuz hedeflerin çok gerisinde kalacağını görüyoruz. Sanayi üretimindeki artışın beklenenin de altında gerçekleştiğini görüyoruz. Zamları yapıyorsunuz, vatandaşı perişan ediyorsunuz. İthalden alınan vergilerin bu büyümedeki daralma sonucunda bütçeyi problemli hâle getireceğini biz bütçe görüşmeleri sırasında açık ve net bir şekilde söyledik, o zaman belki inanmak istemediniz, belki de kamuoyuna aktarmak istemediniz, kamuoyunun böyle bir algıda olmamasını istediniz. Ama ne oldu? Gerçekten sıkıntı ortaya çıktı.
Bakın, biz, tasarruflar konusunda yıllardır sizleri ikaz ediyoruz, toplumu bu kürsülerden bilgilendiriyoruz. Siz tasarrufla ilgili bu sene ne yapmaya başladınız? Yavaş yavaş harekete geçmeye başladınız ama ortada bir şey yok. Tasarruf olmadığı zaman da işte bu cari açık falan ortaya çıkıyor, bunu da bütün millet biliyor. İşi nereye attınız? Açık tekken, cari işlemler açığıyken, dış ticaret açığıyken, o tarafta problem devam ederken şimdi bütçede de bizim size daha önce “Bunu da yaşarsınız.” dediğimiz gibi iki açık ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla uluslararası platformda Türkiye’nin sadece cari açık ve dış ticaret açığıyla eleştirilmekten öte, bütçe açığıyla da eleştirilmeye başlandığını yavaş yavaş görüyoruz. Gerçekten, Sayın Bakanım, Standard and Poor’s’un yaptığı açıklamadan ben korkunç üzüntü duydum. Ama biz dış ticaretteki, cari işlemler dengesindeki açıkların olduğunu, onların söylediğini yıllardır söylüyoruz. Fakat hakkınızı teslim etmem gereken bir şey var Sayın Bakan, AKP’nin içinde bu Standard and Poor’s’un açıklamalarına en mülayim karşılığı siz verdiniz yani bunların problem olabileceğini gerçekten kabullenmiş vaziyettesiniz, biraz önce teyiden İnternet’e tekrar baktım.
Diğer taraftan, Maliye Bakanlığına gelince, artık sınırlarda maktu vergileri katır üzerinden kim alıyor? PKK alır hâle gelmiş, devlet orada ortada yok. Katır üzerinden alınan maktu vergiler çay için, petrol için, mazot için, her şeyde farklı farklı ve bu 400 milyon dolar civarında ihracat ne? Kaçak ihracat, ihracat kaçakçılığı. Bir de üzerinde bunun ne alıyorlar? Vergi alıyorlar, vergi alıyorlar. Böyle bir durum olabilir mi? Hiç bunun üzerinde durmuyorsunuz.
Bakın, Sayın Maliye Bakanına burada ifade etmek istiyorum: Bir iş adamı Türkiye’nin yarısının vergi vermediğini, diğer yarısının ise bütün vergileri ödediğini söyleyerek, “Bu durum haksız rekabet oluşturuyor.” diyor. Sayın Şimşek de “Vatandaşımız vergi veriyor; 65 milyon cep telefonu, otomobil sahibi vergi veriyor. Bizim asıl vergiyi az aldığımız alan iş alemi, kira ve faiz geliri olanlar ve kayıt dışıdır.” diyor. Kayıt dışından vergi almadığınızı söylüyorsunuz, faizciden, tefeciden vergi almadığınızı söylüyorsunuz; bütçe bir taraftan açık vermeye başladı, o sıkıntı da devam ediyor.
Hazır Enerji Bakanı buradayken Sayın Bakana da söyleyeyim: Şimdi AKP Hükûmeti gerçekten umut vermiyor. Sayın Bakan, gelen yoğun tepkiler üzerine nisan ayında elektrik faturalarında kayıp kaçak bölümlerinin boş bırakıldığı, ancak kayıp kaçak bedelinin fatura içinde olduğu ifade ediliyor. Bu halkı aldatmak değil midir, bu halkı kandırmak değil midir? Bu bir Hükûmete, Hükûmetin yönettiği idarelere ayıp değil midir? Gerçekten sıkıntılı bir dönem. Kaçak elektrik kullanmayanların niye kayıp kaçak parası ödediği itirazlarına Enerji Bakanı ne diyor: “Etnik ayrımcılık propagandası için kullanacaklara malzeme vermek istemiyorum.” Neden bir tarafta elektriğin kayıp kaçağını benim Denizlili sanayicim sıfır elektrik kayıp kaçağıyla ödemek zorunda kalıyor? Gasbediyorsunuz haklarını, onları sıkıntıya sokuyorsunuz.
Aslında bugün hepinizi burada bulmuşken çok tenkit edilecek husus var ama Sayın Grup Başkan Vekili benim bu konuşmam için o imkânı sağladı, onun için fazla da yüklenmek istemiyorum ama hepinizi de bir arada bulmak mümkün olmuyor. Gerçekten Sayın Bakanım, siz artık dış gezilerden sorumlu bir bakan oldunuz, ekonomiden falan sorumlu olmadınız.
Sayın Maliye Bakanımıza soruyorum buradan: Bu kürsüden Dışişleri Bakanımız ne dedi? Orta Doğu politikasıyla ilgili bir şeyler söyledi. “Eğer savaş açacaksanız, bir şey yapacaksanız bütçeye bunun ödeneğini koydunuz mu? Tasarı hazırlıyor musunuz? Bu imkânlar var mı?”
Gerçi, o Sayın Bakan burada konuşurken mutat metni okuduğunda onda bir bürokrasi dili de vardı ama metin konuşma süresinden erken bitti, o kelimeler de onun ağzından çıktı, gitti. Gerçekten görüntüleri izlerseniz bunu görürsünüz.
Gerçekten böyle bir politikaya yön verecekseniz buraya gelirsiniz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden izin alırsınız, ondan sonra da bunların ödeneğini koyarsınız, bu millete de anlatırsınız, yaparsınız ama bakıyorum, genel anlamıyla şunu söylemek çok net mümkün: Hükûmet ekonomiyi artık Merkez Bankasının üstüne yıktı. Orası da gerçekten sıkıntı içinde. Hükûmetten kimse ekonomiden konuşmak istemiyor çünkü ekonomiden sorumlu her bakanın kendi alanı problemli hâle geldi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Dolayısıyla ben şimdilik bu kadar arz etmek istedim.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Saygılar sunuyorum yüce heyete. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ayhan.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Soru-cevap bölümümüz yirmi dakikadır.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, doğal afet sigortasının konuşulduğu bir günde doğal afetlerde sigortasız kalmış bir ilin ilçesinden bahsedeceğim. Kütahya ili Simav ilçesi İnlice köyünde bugün saat 20.49’da 4,5 şiddetinde bir deprem daha olmuştur. Aynı saatlerde ve şu anda ilçede şiddetli bir yağmur söz konusudur. Vatandaşlar çadırsız ve battaniyesiz sokaklardadır. Bu Mecliste Hükûmetin dışında herkes bu konudan haberdar ama Hükûmeti bir türlü bu konuya çekemedik.
Sayın Bakanım, şu anda orada bir felaket var. Lütfen bu hassasiyeti gösteriniz, hiç olmazsa orada yaşayan vatandaşların çadır ve battaniye ihtiyacını karşılayınız. Yoksa bu vebalden sizler ve bu Yüce Meclis kurtulamayacaktır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
1) Tasarının 5’inci maddesinin (1)’inci fıkrasında yer alan (b) bendinde “Tazminat ödemelerine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi ile tazminat ödemelerinin en kısa sürede yapılmasını sağlamak.” diyor. Burada “en kısa süre”de amacınız nedir? Bir hafta mıdır, on gün müdür, üç ay mıdır, bir yıl mıdır? Bunu öğrenmek isterim.
2) Madde 4’te Yönetim Kurulu üyelerini sayarken önce “Müsteşarlık” sonra “Bakanlığı” saymışsınız. Aynı şekilde 5’inci maddenin (f) bendinde önce “Bakan” sonra “Müsteşar”ı saymışsınız. Yani böyle bir düzensizlik, özensizlik nedir? Bunu ya önce “Bakan” sonra “Müsteşarlık” yazın ya önce “Müsteşarlık” sonra “Bakan” yazın. Bu konudaki çelişkiyi nasıl gidereceksiniz?
3) 6’ncı maddenin (3)’üncü fıkrasında kurumun çalışması usul ve esasları Müsteşara bırakılmıştır. Burada yönetmeliği Bakanlığın düzenlemesi gerekirken neden Müsteşarlığa bırakıldı? Bazı maddelerde “Bakanlık” deniliyor. Bu çelişkileri izah eder misiniz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Sayın Halaman…
ALİ HALAMAN (Adana) – Başkanım, teşekkür ediyorum.
Afet sigorta kanunu özellikle küresel sigorta firmalarına uygun şartlar oluşturmak için yapılıyor. Şimdi, her şeyden de muaf bu kanun. Bu işlerden herkes para kazanacak. Kazanmanın bir riski olabilir. Bu riski devlet niye üstleniyor? Sigortacılık bir sosyal faaliyet mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Halaman.
Sayın Oğan…
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, Iğdır’da deprem riskinin yanı sıra Iğdır’ın 16 kilometre uzağında başka bir ülke sınırları içerisinde bulunan Ermenistan içerisindeki Metsamor Nükleer Santrali’nin de riski var. Acaba bu sigorta bunu da kapsıyor mu? Tabii sadece bunu kapsaması yetmez, ayrıca Hükûmetin sınırımızın hemen yanı başındaki çok eski ve çok riskli bu santral için herhangi bir tedbiri olacak mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Oğan.
BAŞKAN – Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Efendim,
1) Bugüne kadar zorunlu deprem sigortasında toplanan paralar deprem zararı dışında başka bir amaç için kullanılmış mıdır?
2) Bugüne kadar yine zorunlu deprem sigortasıyla ilgili Van ve Kütahya Simav için ne kadar para gönderilmiştir?
3) Zorunlu deprem sigortasından dolayı toplanan bu paraların faizleri ne kadardır? Faizler hangi amaç için kullanıldı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Kütahya Simav’da meydana gelen depremle ilgili, ilgili bakan arkadaşlarımıza sanırım haber ulaşmıştır ama biz de buradan tekrar teyit edelim çünkü biliyorsunuz, AFAD’dan, yeni kurmuş olduğumuz kurumdan sorumlu Başbakan Yardımcımız bu tür gelişmelerde bizzat ilgileniyor ve yeni kurumsal yapıyla da derhâl gerekeni yapmaya çalışıyorlar, biz de kendilerine bu konuyu ileteceğiz. Muhtemelen zaten haberdardırlar ama biz de kendilerine hatırlatacağız.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakanım, bir aydır devam ediyor bu feryat, bir aydır duymadı bu Hükûmet! Lütfen! Şu anda yağmur yağıyor ve insanlar dışarıda. İsterseniz sorun, bunu teyit edin. Bu çok feci bir durum. Lütfen.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Bu kadar mı zor Sayın Bakanım bu ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Önce “Müsteşarlık” sonra “Bakanlık” ya da önce “Bakanlık” sonra “Müsteşarlık…” Bu konunun doğrusu neyse, herhâlde bir redaksiyonla düzeltilebilir diye tahmin ediyorum çünkü kanun metnindeki…
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Sayın Vekil yalan söylemiyor canım!
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) –… kurumların sıralamasının değişmesinin çok büyük etkisi yok, daha doğrusu hiçbir etkisi yok. O redaksiyon yetkisini eğer uygun görürse yüce Meclisimiz, düzeltilebilir.
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Protokol açısından da yanlış Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Evet. Bir de Başbakanlığın kurumu olduğu için “Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı” diye… Ona baksın arkadaşlar, doğrusu neyse o şekilde maddeler düzeltilebilir redaksiyon yetkisiyle diye düşünüyorum.
En kısa zamanda, kasıt… Şimdi fiilî duruma baktığımız zaman, şu ana kadar ödemeler en geç otuz gün içerisinde yapılmakta ve bu da Hazine Müsteşarlığımızın Sigortacılık Genel Müdürlüğü tarafından zaten yakından izlenmekte ve denetlenmekte.
“Bu DASK’ta risk kimde? Nasıl yürüyor?” diye sorulduğunda… Tabii, biliyorsunuz, ev sahipleri, konut sahipleri sisteme yılda bir defa bir pirim ödüyorlar ve bu prim bölge bölge değişiyor, konuttan konuta değişiyor ama ortalamasına baktığımızda, 100 metrekarelik bir konutun yaklaşık yıllık 100 lira gibi primi var. Bu primler toplandıktan sonra bunların atıl bir kısmı uluslararası reasürans sisteminde reasüre ediliyor ancak bizim bu kanuna yazdığımız maddede de bazen açık, hani bunun yeterli olmadığı durumlarda da yine Hazine Müsteşarlığıyla bu risklerin bir kısmının paylaşılması da söz konusu olabiliyor.
“Bu deprem sigortası Ermenistan’daki nükleer santrali de içeriyor mu?” diye bir soru vardı. Böyle bir şey söz konusu değil. Bu tamamen Türkiye’deki konutlarla ilgili bir sigorta sistemi.
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Efendim, Sayın Bakan sorumu yanlış anladı, müsaade ederseniz düzelteyim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Van’la ilgili bir soru vardı. Van depreminde DASK kapsamında 80 milyon Türk lirası ödendi. Bu 80 milyon lira şöyle bir rakam: Van, maalesef, seksen bir ilimiz içerisinde deprem sigortası oranının en düşük olduğu ildir. Onun için, böyle bir rakam fakat depremden sonra Van’da sigortalı sayısı ikiye katlamış durumda. Yani vatandaşlarımız deprem öncesine göre 2 misli deprem sigortasını yaptırmış durumda. Bu sadece DASK’ın ödediği rakam. Diğer sigorta şirketleri üzerinden yapılan sigortaları da düşündüğümüzde toplam yaklaşık 150 milyon liralık bir hasar tazminatı Van’da sigorta şirketleri tarafından ödenmiş durumda. Simav’da da ödenen rakam DASK tarafından 9 milyon TL’ye ulaşmış durumda.
Toplanan fonlar şu ana kadar depremden başka hiçbir amaç için kullanılmamış durumda. Toplam 1,7 milyar TL’lik bir fon söz konusu. Bunların içerisine faiz rakamları da dâhil, 1,7 milyarın içerisinde.
Sanırım, bütün sorulara cevap vermiş durumdayım.
Bir de bu hani Bakanlık tarafından ya da Müsteşarlık tarafından yapılan ikincil düzenlemelerle ilgili bir soru vardı galiba. Şimdi arkadaşlarımız hatırlatıyor, yani yönetmelik her ne kadar Müsteşarlık tarafından düzenlense de yine de Bakanlık makamının onayından sonra Resmî Gazete’de yayınlandığı için orada da bir tutarsızlık söz konusu değil.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Oğan…
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Çok teşekkür ederim.
Sayın Bakan, yanlış anladınız galiba. Ben “Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Santrali yıkılırsa oraya da bir ödeme yapacak mısınız?” diye sormadım. Metsamor’daki nükleer santral, depremden kaynaklanan bir sıkıntı yaşadığı takdirde Iğdır’daki vatandaşlarımızı da doğrudan etkileyecektir. Iğdır’da sigorta yaptırdığınız binaları da doğrudan etkileyecektir, Iğdır’daki insanları da doğrudan etkileyecektir. Benim sorum, Iğdır’daki insanlarımız bu tehditten kaynaklanan zararını DASK’tan karşılayabilecekler midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Oğan.
Sayın Tanal…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkan.
Şimdi efendim, son günlerde, gerek Bakan gerek Bakanlar Kurulu tarafından teklif edilen yasaların tamamında Kamu İhale Kanunu dışına çıkarılıyor. Yani bu kadar biz uğraşmaktansa acaba Hükûmet olarak toptan olarak Kamu İhale Kanunu iptal etmeyi düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tanal.
Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Aslında ben soruyu doğru anladım fakat belki cevap verirken yeterince açık cevap vermedim. Böyle bir durum meydana geldiğinde kapsam içinde değil yani ancak Iğdır’da bir deprem meydana geldiğinde ve Iğdır’daki binalar yıkıldığında bu deprem sigortası devreye giriyor. Yoksa, oradaki nükleer santralden bizim doğudaki illerimiz etkilendiği zaman öyle bir şey söz konusu değil. O ayrıca sigortalanabiliyor mu, o ayrı bakılması gereken bir konu yani bu yasa tasarısının kapsamı dışında.
Kamu İhale Kurumuyla ilgili konuya gelince, bu kuruluş kamu kaynakları kullanmayan bir kuruluş olduğu için, bu kanunun kapsamının dışında tutulması, tasarı hazırlanırken uygun görüldü. Bir de işin yapısı gereği yani 50 reasürans firmasıyla çalışıldığı için yani işin tabiatı gereği de yine Kamu İhale Kurumunun formatına çok uyan bir çalışma tarzı yok bu kurumun. Dışında tutulmasının sebebi bu.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 9’uncu maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan konuşacaktır.
Buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, lütfen, biraz sessiz olursanız…
CHP GRUBU ADINA HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, dünyada doğal tehlikeler artıyor mu, azalıyor mu; bu tartışılabilir ama tartışılmayan bir gerçek var, tartışılamayacak bir gerçek var; o da dünyada büyük kentlerin ve doğal tehlikelerin, endüstriyel tehlikelerin olduğu bölgelerde muazzam bir nüfus artışı var. Dünya nüfusu artıyor ve bazı yerlerde de yığılmalar var. Dolayısıyla, doğal ve endüstriyel tehlikelerin kayıpları da bu kentleşme sürecine koşut olarak artıyor gözüküyor.
1970’lerde dünyada doğal felaketlere dayalı sigortaların yıllık maliyet ortalaması 5 milyar dolarken, bu rakam 2010’da 40 milyar doları geçti.
Dünya genelinde sigortacılık sektörüne yönelik öngörülen risklerin öncelik sıralamasında doğal afetler 5’inci sırada iken, bugün Türkiye’de öngörülen risklerde doğal afetler 1’inci sırada.
Saat 20.49’da İnlice, Simav’da 4,5 büyüklüğünde bir deprem oldu. 3 kez gittim Simav’a. Gerçekten deprem açısından şanssız bir jeolojik ortam. Türkiye’de bu anlamda depremden kaçmak olanaksız ancak riskleri azaltmak bizim elimizde. Bunun yolu ise, bilime ve akla dayalı yerleşme stratejisi, plan ve denetimdir. Sigorta da bu riskleri azaltma ve karşılama yönünde bir enstrüman.
1950’den sonra izlenen plansız sanayileşme politikaları hızlı göç sürecini başlattı biliyorsunuz. Geçim derdine düşmüş, yerleşme derdine düşmüş düşük ücretli emekçi için, nerede oturursa otursun, nasıl yerleşirse yerleşsin, hem ben ucuz çalıştırayım hem de oyunu alayım yaklaşımıyla gelinen durum bugün intihar havuzlarına dönüşen bina stokudur.
Ülkemiz, doğal afetlerin yanı sıra yanlış sanayileşme politikaları yüzünden günümüzde endüstriyel afet risklerinin de arttığı bir konuma geldi maalesef. Plansız ve denetimsiz nüfus ve yatırım yoğunlaşmaları, deprem faylarıyla döşenmiş bu ülkede afetler yıllık yüzde 1’den fazla gayrisafi millî hasılada kayba neden olurken, büyük depremler için ülkemizde gayrisafi millî hasılanın yüzde 10’u kaybedilmektedir ve büyük ölçekli ölümlere de neden olmaktadır.
UNDP’ye göre büyüklüğü 5,5’tan büyük depremler ülkemizde 1 milyon kişide 16 kişinin ölümüne neden olurken, bu oran Japonya’da 2, İtalya’da 4’tür.
1959 tarihli Afet Yasası’yla oluşturulan Afetler Fonu, vatandaşça aslında uzun yıllar bir devlet güvencesi olarak görülmüştür, ancak bu bir anlamda doğal afetlerle ilgili risklerin devlet taahhüdünde vergi mükellefleri arasında bölüştürülmesidir. Ancak devlet yara sarma türü afet risklerini azaltma anlayışından kurtulamadığı için Afet Fonu sorunu çözmez, yetmez ve deprem riskleri azaltılamaz duruma gelmiştir. İşte bu koşullarda zorunlu deprem sigortası 99 depremlerinden sonra o zamanki hükûmetin ve bürokratların aldığı en önemli kararlardan biridir. Ancak, 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, birçok raporda, deprem şurasında belirtilmesine rağmen kanun hâline getirilememiştir. Meclis Plan Bütçe Komisyonuna gelen ise 2008’deki hâlidir. Dolayısıyla güncellenmesi gerekmektedir ve buna çalışılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi de elinden geleni bu konuda yapmıştır.
Depreme karşı sigorta sisteminin kullanımının ülke çapında yaygınlaştırılması, ülkenin gelir düzeyinin yükselmesi, enflasyonla mücadelenin sonuç vermesi, mali piyasaların derinleşmesi, eğitim düzeyinin yükselmesi ve sigortacılık sektörünün kendi iç dinamiklerini harekete geçirerek atılımda bulunması gibi uzun vade programlarıyla olanaklıdır.
Devlet bütçesinden bağımsız tutularak, Doğal Afet Sigortaları Kurumunun deprem sigortası havuzuna yapılan katkıların toplumun her kesimi tarafından yaygın ölçeklerde ve zamanında yapılmasını sağlayacak yeni yöntemler ve yollar bulunması gerekmektedir. Taşınmaz sahiplerinin öz katkı ve tasarruflarıyla oluşturulan ve yıldan yıla büyümesi beklenen zorunlu deprem sigortası kaynaklarının bir bölümünün düzenli olarak iyileştirme amaçlı -risklerin azaltılmasına yönelik- kullanılması gerekiyor ama bu kanun, maalesef bunu sağlayamamaktadır.
Hane halkının ancak büyük bir bölümünün sigorta yaptırması durumunda birikimler etkili bir ölçeğe ulaşabilir ve bir depremin açtığı zararlar karşılanabilir, riskler azaltılabilir. Sigorta sisteminde yaygınlaştırma hedefi, katılımın genişletilebilmesini ve dolayısıyla kaynağın depremlerden etkilenmeyecek büyüklüklere kavuşmasını; etkinleştirme hedefi ise, deprem öncesinde risklerin azaltılması için yapılacak yatırımlarla deprem sonrası tazminat ödemelerinin küçültülmesini sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, diğer bir konu ise, sigorta yaptıranların kendilerini güvende hissedip, risk azaltıcı önlemler almaktan uzaklaşma olasılığıdır. Bir büyük afet sonrasında sigorta kurumlarını finansal açıdan çözümsüz bırakabilecek ve istenmeyecek bir durum ortaya çıkabilir. Depremlerden dolayı ölümle yaralanmaların bir bölümü de -maalesef ülkemizde çok sık rastlanıyor- yapısal olmayan hasarlardır ancak kanun bu olguyu görmezden gelmektedir. Bu konu en kısa zamanda ele alınmalıdır. Sigortaya katılan yapı sahibinin sayısı artırılabilirse Türkiye’de daha büyük ölçeklerde bir havuz kaynak sağlanabilir. Bu durum giderek ruhsatsız yapıların da sisteme katılmak üzere tasfiyesini özendirecektir. Ne var ki henüz bilimsel açıdan yeterli bir risk değerlendirmesine dayalı olmayan ve vergi gibi prim ödeme programları gerektiren bu sigorta yeterli bir prim farklılaşması yaratmamakta, sigortanın önemli bir üstünlüğünden yararlanmamakta, yurttaşları güvenli yapılarda ve kentsel çevrelerde oturmaya yönlendirecek yeterli bir güç oluşturmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, sigorta kaynakları, yalnızca deprem sonrası zararları tazmin etme ödevi üstlenmiştir yani buradaki uygulamada. Sigorta bu durumuyla can kayıplarını ve bu kayıplara yol açan güvenliksiz ve niteliksiz çevre ve yapılaşmanın iyileştirilmesi gereklerini göz ardı etmektedir. Sigorta kaynakları, bu edilgen tutumla pasif bir birikim ve yalnızca tazminat parasını güvenceye alan bir sistem oluşturmaktadır. Oysa yasa taslağının ilgili maddelerine bir hüküm eklemekle yıllık sigorta gelirlerinin belirli bir oranının deprem zararlarını, deprem risklerini azaltmak üzere yapı ve çevre güvenliği, proje ve yatırımların ayrılması sağlanabilir. Önemli olan, bu kanunun yasada bağlayıcı bir biçimde düzenlenmesi ve bu işleyişin kurumsallaştırılmasıdır.
Özellikle sigorta yükümlülerinin katkıları oranlarında sigorta kaynaklarından yararlandırılması, buna karşılık bu kaynakların yalnızca deprem güvenliğini artırmak üzere çevre ve yapı sağlamlaştırma proje ve yatırımlarına ayrılacağı gibi bir hükme yer verilebilir. Buna başka kurumsal bir kimlik kazandırılabilir.
Değerli milletvekilleri, bu yasada gördüğümüz diğer bazı eksiklikler şunlardır: Deprem dışında afet türlerine karşı korunma getirilmesi işleyişi olumsuz etkileyebilir. DASK, öncelikle deprem sigortasıdır. Aksi takdirde bu riski uluslararası reasürans piyasasında plase etmek çok zor hatta olanaksız olabilir. Yasa taslağıyla getirilen değişimin çerçevesi belirsizdir. Hâlen kanun hükmünde kararnameyle yürütülen hizmet bu sefer pek az tadilatla kanun altına alınmış ise de yaptırımlar konusu yeterli değildir.
Diğer önemli bir husus: Bu kanun -Yapı Denetim Kanunu- halihazırda yürürlükte olan ve değiştirilmesi de gündeme gelecek olan Yapı Denetimi Kanunu’ndan bağımsız bir metin olarak hazırlanmıştır. İlgili maddeler Yapı Denetim Kanunu’na uyumlu hâle getirilmelidir.
Gelir düzeyi düşük bölgelerde devlet katkısının mutlaka sağlanması çok önemlidir. Aksi hâlde devlet şu anda olduğu gibi ilk afette yasayı mutlaka yine delecek, DASK’ın cazibesi kalmayacaktır.
Deprem sigortası yönetimi yalnızca bir dizi finansal işlemler ailesinden ibaret olmamalıdır. Bu, kurumsallaşma deprem sigortası…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
HALUK EYİDOĞAN (Devamla) – …anlayışını içselleştiren çok yönlü sosyal ve ekonomik düzenlemeleri amaçlayan bir uğraş olarak algılanmalıdır.
Yüce Meclise saygılarımı sunarım.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Eyidoğan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Durmuş Ali Torlak. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Torlak.
MHP GRUBU ADINA D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz yapısı ve iklim özellikleri nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan doğal afetlerle sık sık karşılaşan ülkelerin başında gelmektedir. Ülkemizin yüzde 96’sının farklı oranlarda tehlikeye sahip deprem bölgeleri içerisinde olduğu hepimizin malumlarıdır. Bu bölgelerde yaşayan nüfusumuzun oranı ise yüzde 98 civarındadır. Birinci ve ikinci deprem bölgelerinde yaşayan nüfusumuzun oranı ise yüzde 70 civarındadır. Bu oranlar ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini apaçık ortaya koymaktadır. Bu nedenle son elli, altmış yıl içerisinde meydana gelen doğal afetlerin yol açtığı yapısal hasar grafikleri dikkate alındığında, bu tür hasarların üçte 2’sinin depremler nedeniyle meydana geldiği görülmektedir. Depremler, başta meydana geldiği bölgeler olmak üzere tüm ülkeyi etkilemekte ve dolayısıyla ülkemizde yaşayan vatandaşlarımızın geneli depremin sonuçlarından belli ölçüde etkilenmektedir. Ortaya çıkan maddi zararların telafi edilmesi, deprem bölgesinde normal hayata dönülebilmesi, acil yardıma ihtiyaç duyan kimselerin bu ihtiyaçlarının giderilmesi gibi buna benzer yapılan harcamalar, ülke ekonomisine ve devlete büyük bir mali yük getirmektedir.
Bu mali yükün en önemli örneğini oluşturan ve son yüzyılın felaketi olarak adlandırılan 17 Ağustos 1999 Marmara depremi, ekonomik ve sosyal boyutları ile ülkemiz için büyük bir yıkım olmuştur. Bu büyük felaketin ardından hazırlanan ve 25 Kasım 1999 tarihinde, 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle yürürlüğe giren zorunlu deprem sigortası, devletin yükleneceği maddi riskin minimize edilmesini sağlamıştır. O tarihten günümüze kadar yürürlükte olan kanun hükmünde kararname, zamanla ihtiyaç duyulan eksikliklerin ve uygulama zorluklarının giderilmesi için görüşmekte olduğumuz Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı Meclis gündemine getirilmiştir.
Bu tasarıyla, binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanması için yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile sigorta şirketlerince teminat verilmeyen veya teminat verilmesinde güçlükler bulunan çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana gelebilecek maddi ve bedenî zararların karşılanabilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca, sunulacak sigorta teminatlarına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi öngörülmektedir. Ancak bu usul ve esaslar belirlenirken Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı’nın özünü oluşturan maddelerde getirilmek istenen hükümler ile binalarda deprem nedeniyle meydana gelebilecek hasarların zorunlu afet sigortaları kapsamı içerisine alınacak olanlar, sadece 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, mesken olarak inşa edilmiş binalar ve doğal afet nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya sağlanan krediyle yapılan meskenlere zorunlu deprem sigortası zorunluluğu getirilmektedir. Diğer yapılar ile köy nüfusuna kayıtlı binalar bilim ve fenne uygun olarak inşa edilmiş ya da kanun yönetmeliklerine göre güçlendirilerek uygun hâle getirilmiş dahi olsa, zorunlu afet sigortası kapsamı dışında tutularak yapılar arasında ayrıma gidilmesi kanunun amacıyla çelişir bir uygulama niteliği taşımaktadır.
Tasarıda DASK’ın kolaylaştırıcı olarak devreye girmesi öngörülmesine rağmen, bu hususa kanun maddelerinde riayet edilmediği görülmektedir. Dolayısıyla kamu yararı açısından büyük önem arz eden ve tamamı iş yeri olan binaların köy yerleşim alanlarında yer alan kanun ve yönetmeliklerle mühendislik kural ve kaidelerine göre meskenlerin kapsamı dışında tutulması anlaşılır bir durum değildir.
Diğer taraftan ilgili mevzuata aykırı olarak inşa edilen ve taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek şekilde tadil edilen binaların zorunlu deprem sigortası kapsamı dışında tutulması gerekirken bu kanun tasarısında sigortalanması tamamen keyfiyete bırakılmıştır. Ayrıca, sigorta kapsamına alınan binalar için sigortalanma esnasında tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş olmaları şartının aranması, iş yeri olarak binaların kapsam dışı tutulması yanlış bir uygulama olacaktır. İş yeri olarak inşa edilmiş dahi olsa, deprem sonrasında bu binalarda maddi hasarlı can kaybının yaşanması muhtemeldir. Bir tarafta zorunluluk getirilirken diğer tarafı bu uygulamanın dışında tutarak tasarı gerekçesinde de yer alan, devletin doğal afetlerden kaynaklanan muhtemel mali yükünü azaltacağı gerekçesiyle ters düşen bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda, eskiden olduğu gibi yine her deprem sonrası meydana gelen maddi kayıplar, devlet tarafından üstlenilme durumunda olacak, bu nedenle de devletin üstlenmiş olduğu risk, bütçe üzerinde taşınamaz boyutlara ulaşan mali külfetlere neden olacaktır.
Diğer taraftan güvenli yapıların teşviki kapsamında yapı kullanım izni belgesi ve yapı denetim sertifikası olmayan binaların kesinlikle sigorta kapsamı içerisine alınmaması gerekirken bu durum, tasarı metninde net olarak açıklanmayarak muğlak ibarelerle “yapılabileceği” belirtilmektedir. Tasarıda yer alan bu hükme göre, yüklenici veya mal sahibi yapı denetim şirketleri ve kamu adına ilgili idare teknik heyeti yapıya aykırılık veya tehlike arz eder kaygısıyla iskân belgesi vermediği durumlarda dahi sigortalanmasının önü açılmaktadır. Yapı kullanım izin belgesi almamış yerlere zorunlu deprem sigortası yaptırılması hem mühendisliğe hem tekniğe hem de hukuka aykırı bir uygulama olacaktır. Ancak hukuka, tekniğe ve mühendisliğe uygunluğu da sağlanarak bu gibi yapıların yapı denetim şirketlerinden can ve mal güvenliğini tehdit etmeyeceğine dair alınacak bir teknik rapor sonucu yapı sahibinin ilgili kurumdan alacağı izin belgesine müteakip sigortalanabileceği hükmünün getirilmesi daha yerinde olacaktır. Aksi takdirde uygulama safahatında keyfîliğin yaşamasına neden olacak birçok iş ve işlemlere sebep olunacaktır.
Değerli milletvekilleri, malumlarınız olduğu üzere 7-8 arası büyüklüğünde bir depremin Marmara Denizi merkezli olacağı genel olarak kabul edilmiş durumdadır. Deprem sonrası İstanbul’da tahminlere göre 50 bin ila 100 bin arası ölüm, 1 milyonun üzerinde yaralının olacağı, 1milyon 500 bin kişinin açıkta kalacağı ve 3,5 milyon çadırın gerekeceği ifade edilmektedir. Bilim adamlarının ifadelerine ve istatistiklere göre de depremin yakın bir tarihte olacağı dile getirilmektedir. Ancak AKP Hükûmeti on yıldır bilim adamları ve uzmanlar tarafından sürekli hatırlatılan ve deprem risklerinin azaltılması amacıyla yapılması gereken yasal ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirememiştir. Dolayısıyla doğal afetler sonrası oluşacak maddi külfetin karşılanması için burada bir düzenleme yapılırken olası bir İstanbul depreminin etkisini azaltıcı tedbirlerin bir an evvel alınmasının Hükûmetin aklına bile gelmemesi şaşırtıcıdır. Son on yılda İstanbul ve Marmara’da 6,5’tan daha büyük bir depremin olmaması da milletimiz için büyük bir şans olmuştur ancak Hükûmet olmak, devlet yönetmek işi şansa bırakmak değildir. Umarız AKP Hükûmeti önümüzdeki süreyi iyi değerlendirir, umarız toplumsal bir yıkıma dönüşebilecek olası bir İstanbul deprem tehlikesi içinde en az kayıpla atlatılır. Bunun için gerekli önlemleri almak, bilimin ve aklın yol göstericiliğinde daha fazla zaman kaybına fırsat vermeden değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenle, yetki makamında bulunanların ciddi bir çalışma içine girmesi, iyi bir koordinasyonla olası bir İstanbul depremine karşı ciddi bir hazırlık yapması gerekmektedir, ancak ne var ki yönetim kademesinde bulunanlar için hukuki ve vicdani bir yükümlülük olmadıkça, her afeti kader olarak görüp büyük hataların meşrulaştırılması yolu seçilmektedir.
Bu kapsamda, Türkiye’nin depreme hazırlık çalışmalarının hamasi söylemlerden öteye geçerek, artık uygulama safhasının topyekûn başlaması gerektiği açıktır. Bu uygulama safhası başlatılırken de vatandaşlarımızın mülkiyet haklarına müdahale edilmeden, rantsal dönüşüm uygulamalarının olmadığı, kentsel dönüşüm çalışmalarının bir an evvel İstanbul’un ve Türkiye’nin tamamında başlatılması büyük önem arz etmektedir.
Bu bağlamda daha güvenli bir Türkiye için bu kanun tasarısının büyük Türk milletine hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Torlak.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
On beş dakikadır.
Buyurunuz Sayın Oğan.
SİNAN OĞAN (Iğdır) – Çok teşekkür ederim.
Efendim, biraz önceki sorduğum soruyu yeniden sormak istiyorum. Ermenistan’da bir deprem olduğu takdirde, Iğdırlı vatandaşlarımız bir zarar gördüklerinde DASK bunu karşılayacak mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – İsterseniz şöyle yapalım mı? Bu üçüncü soruşunuz, biz buna yazılı, güzel bir cevap hazırlayalım, size gönderelim.
BAŞKAN – Peki.
Soru-cevap bölümü bitmiştir.
Böylece birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Karar yeter sayısı istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı bakacağım.
Şimdi birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım, ama şimdi daha oylamaya geçmediğim için ilk oylamada bu isteğinizi yerine getireceğim.
1’inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 224 Sıra Sayılı “Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı” nın 1. Maddesinin “1’inci” fıkrasındaki “çeşitli afetler ve riskler” ibaresinin “çeşitli afetler” şeklinde düzeltilmesini ve “ve bedeni” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Prof. Dr. Haluk Eyidoğan Ferit Mevlüt Aslanoğlu Musa Çam
İstanbul İstanbul İzmir
Kazım Kurt Müslim Sarı
Eskişehir İstanbul
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılamıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?..
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Kanunun adı “Afet Sigortaları Kanunu” olmasına rağmen madde metninden afet dışında teminat verilmesinde güçlükler bulunan çeşitli riskler için de sigorta ve reasürans teminatı verilebileceği anlaşılmaktadır.
Konutlarda deprem sonucu oluşacak maddi zararların karşılanması amacıyla oluşturulmuş bir sigorta havuzunun teminat kapsamının genişletilip afetler için teminat sağlaması kabul edilmekle birlikte afet dışında çeşitli riskler ve bedenî zararlar için de teminat sağlar hâle gelmesinin nedeni anlaşılamamaktadır. Deprem riskini temin etmek için kurulmuş olan bir kurumun, deprem riski için aldığı primlerden oluşturduğu fonlarını diğer riskler sonucu oluşacak hasarların karşılanmasında kullanması sigortacılık tekniği açısından da doğru bir uygulama değildir. Ayrıca, zaman içinde piyasada kabul edilmeyen bütün kötü riskler DASK tarafından karşılanır hâle gelecektir. Maddedeki hüküm değiştirilmediği takdirde DASK’ın faaliyet alanı dışında ihtiyari işlere girmesi, sektörde faaliyet gösteren şirketlerin üretimini, dolayısıyla sektörü olumsuz etkileyecektir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının madde metninden çıkarılmasını ve beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı D.Ali Torlak Emin Haluk Ayhan
Konya İstanbul Denizli
Cemalettin Şimşek Alim Işık
Samsun Kütahya
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Işık, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 224 sıra sayılı Afet Sigortaları Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesinde vermiş olduğumuz önerge için söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu önergemiz, söz konusu maddenin üçüncü fıkrasında Doğal Afet Sigortaları Kurumunu devlet denetimi dışına alan hükmün kaldırılması ve bu kurumun hesap, iş ve işlemlerinin, harcamalarının müsteşarlık tarafından denetlenmesi yerine Sayıştay tarafından denetlenmesi öngören bir önergedir.
Sayın Bakan biraz önce bir değerli milletvekilinin sormuş olduğu soruya verdiği cevapta, kurumun kamu kaynağı kullanmadığı gerekçesiyle Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutulduğunu söyledi.
Değerli milletvekilleri, bu kurulda, bu kurumda hiç devlet memuru çalışmıyor mu? “Kamu kaynağı kullanmıyor.” demek nasıl bir ibare gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Sonra, denetimden kaçmanın anlamını anlamakta zorluk çekiyorum. Dolayısıyla bu önergenin yerinde bir önerge olduğunu düşünüyor ve yüce Genel Kurulun değerli üyelerinin buna destek vereceğini ümit ediyorum.
Değerli milletvekilleri, biraz önce, Sayın Bakana sordum. Bugün meydana gelen depremden dolayı şu anda Kütahya ili Simav ilçesindeki vatandaşların sokakta yağmur altında kaldığını, çamur ve diğer sıkıntıların içinde yaşadıklarını, buna karşılık acil çadır ve battaniye ihtiyacının derhâl karşılanması gerektiğini bir kez daha sizlerin huzurunda kendisine söyledim. O süreden bu yana yaklaşık kırk beş dakika geçti, Sayın Bakanın gerçekten nasıl sonuç aldığını merak ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu ülkenin bir bölgesinde bir felaket yaşanıyor, 19 Mayıs 2011 tarihinden bu yana aralıksız, devam eden bu sarsıntının bu Hükûmet döneminde merak edilip de yerinde incelendiğine şahit olmadık. Bir yıldır söylüyorum: “Bu ülkenin en değerli bilim adamları kimse bu devletin kaynaklarından görevlendirelim. O bölgedeki depremin özelliği nedir, fay hattında mıdır, değil midir? Son kurduğunuz TOKİ binaları dahi fay hattında olduğu iddia edilen bir bölgede, neden duyarsızsınız?” diye ısrarla bu konuyu gündeme getirmeme rağmen, maalesef bugüne kadar Hükûmetin hiçbir kabine üyesinin bu konuya duyarlı yaklaşmadığını gördüm.
Değerli milletvekilleri, kaymakam ve ilin valisi korkusundan “Bu memlekette felaket var.” diyemiyor, dediği zaman milletvekili kafasına vuruyor; bunları, bunları yaşayan bir milletvekili olarak söylüyorum. Eğer bir ilin valisi, bir ilçenin kaymakamı vatandaştan gelen çadır talebini onu azarlayarak geri gönderiyor, “Kardeşim, başımıza iş açmayın.” diyorsa vay bu memleketin hâline. Bu insanların tamamının ölmesi mi lazım Sayın Bakanım?
Şu anda bir milletvekilim, ilimin milletvekili, geçen hafta ilçeye yaptığı bir ziyarette, kendi ilçe başkanlığında yaptığı bir toplantıda aynen şu ifadeleri kullanıyor: “O adamı getirin, belediye başkanı AKP’ye geçsin veya bu belediyeyi mutlaka AK PARTİLİ almalı, yoksa camileriniz yapılmaz.” diyebiliyor.
Değerli milletvekilleri, bu ilin milletvekili o ilçede kendi yöneticilerine var olan belediye başkanının bir başka muhalefet partisinde olmasından dolayı “Simav’ın dosyalarına bakmıyorum.” diyebiliyorsa size ve kamuoyunun vicdanına bu düşünceyi havale ediyorum. Şimdi, anlıyorum ki bir yıldır feryadımızın duyulmamasının sebebi o ilçenin belediye başkanının AKP’li olmamasıymış. Bu milletvekilini buraya gelip sizlere hesap vermeye davet ediyorum, bu sözünü bu kürsüden yüce milletimizin önünde geri almaya davet ediyorum. Özür dilemelidir Kütahyalılardan. Milletvekili olabilirsiniz, sizin dışınızdaki bir parti o belediyeyi almış olabilir ama orada yaşayan insanlar belediye başkanlığında başka partiye, milletvekilliğinde size oy vermiş olabilirler. Şimdi, kendisine oy veren insanlara hakaret eden bir anlayışı sizlerin vicdanına sunuyorum.
Bu ilçenin ve bu ilin feryadına, lütfen Sayın Bakanım, son kez bir kez daha söylüyorum, lütfen kulak veriniz. Orada insanlar perişan, orada insanlar can kaygısında.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİM IŞIK (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.
4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul edilmiştir.
5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir.
6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.
7’nci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarının 7 nci maddesinin ikinci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı Emin Haluk Ayhan Alim Işık
Konya Denizli Kütahya
D.Ali Torlak Cemalettin Şimşek
İstanbul Samsun
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılmıyoruz Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanmasını teminen zorunlu deprem sigortası üzerine oluşturulmuş sistemin devam ettirilmesi, diğer afetlerle ilgili sigortacılık uygulamaları olması nedeniyle DASK’ın bu alanlara girmemesi öngörülmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 7’nci madde kabul edilmiştir.
8’inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 8 inci maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı Emin Haluk Ayhan Alim Işık
Konya Denizli Kütahya
D. Ali Torlak Cemalettin Şimşek
İstanbul Samsun
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kurum tarafından üstlenilen riskler için ulusal ve uluslararası piyasalardan uygun koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde, Bakanlar Kurulunca belirlenecek kısmının uygun bir bedel karşılığında Devlet tarafından taahhüt edilebilmesi DASK’ın varlığını tartışmalı hale getireceğinden maddenin çıkarılması öngörülmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
8’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 8’inci madde kabul edilmiştir.
9’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 9’uncu madde kabul edilmiştir.
Böylece, birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci bölüm geçici 1 ve geçici 2’nci maddeler dâhil 10 ila 18’inci maddeleri kapsamaktadır.
İkinci bölüm üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Kurt. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KAZIM KURT (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın milletvekilleri, 224 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biliyorum acele ediyoruz ama biraz sabırla bu işi değerlendirirsek aceleye gerek olmadığını düşünüyorum çünkü bu tasarı 29/8/2008 tarihinde 3724 sayılıyla Meclise sunulmuş ve zaten o tarihten beri bekliyor dolayısıyla bir on dakikanın, yirmi dakikanın çok önemi olmadığını düşünüyorum.
Ancak burada şöyle bir eksiklik var: 2008’den sonra hiçbir değişiklik yapılmadan tekrar aynı tasarıyı 2012’de sunuyoruz. Oysa, o tarihten sonra Türkiye’de çok daha farklı bazı felaketler oluştu, doğal afetler oluştu. Özellikle Alim Bey’in ısrarla üstünde durduğu Kütahya ve ondan sonraki dönemde Van depremleri bu işte ciddi anlamda eksiklikler olduğunu ortaya koydu. Bir kere kanun hükmünde kararnameyle 1999 depreminden sonra bir düzenleme yapılmış olması ve bu kadar yıl geçtikten sonra kanun hükmünde kararnamenin yasa hâline dönüştürülmesi öncelikle bir olumlu adım ama 99’dan bu yana yapılan işlere baktığımız zaman çok başarılı olunmadığı ortaya çıktı.
Şunu çok net olarak ortaya koymamız lazım: Zorunlu olmasına rağmen şu zamana kadar başarı oranımız yüzde 23 yani deprem sigortası, zorunlu deprem sigortası yapılması gereken binaların ancak yüzde 23’ünü sigortalayabilmişiz. Şimdi yasa hâline getirdiğimiz takdirde ne kadarını sigortalayabileceğiz, bunun yasayla ya da uygulamayla çok alakalı olmadığını düşünüyorum; bu ciddi anlamda bir eğitim, bir kültür işi. Eğer bu eğitim ve kültür işini gerçekleştiremezsek zorunlu sigorta uygulamasından olumlu bir sonuç çıkmayacağını düşünüyorum. Daha önceki dönemlerde eğer bu sigorta gerçekten zorunlu ve düzgün uygulanmış olsaydı Van’da deprem sonrası uygulamadan 800 milyon Türk lirası tazminat ödememiz gerekecek idi ama Van’da bu uygulama olumsuz yapıldığı için ancak 68 milyon lira tazminat ödeyebilmişiz. Demek ki başarı oranımız çok düşük bir alan. Bunun bakış açısıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Eğer depremi önleyecek ya da doğal afeti önleyecek önlemleri almıyor isek bu konuda ciddi anlamda bir görev yapmıyor isek depremden sonra tazminat ödeme konusunda devletin sorumluluklarını başka taraflara yıkmaya çalışmanın çok doğru bir mantık olmadığı ortadadır.
Bu tasarının özellikle 16’ncı maddesi aynen bu söylediğim bakış açısını yansıtmaktadır. Bu maddede diyor ki: “Devlet, zorunlu olarak sigorta yaptırmayanlara kendi görevlerini yapmaz.” Şimdi, böyle bir şey olmaz. Devlet sosyal bir devlet ise devlet vatandaşlarının başına gelen her türlü felakette üstüne düşen görevi yapmak zorundadır. Siz, şimdi “Zorunlu deprem sigortasını yaptırmadınız, o hâlde ben sizin zararınızı gidermem.” mantığıyla yaklaşan bir devlet olamazsınız. Çağdaş ve gelişmiş ülkelerde vatandaşın tüm zararının sorumluluğu doğrudan devlete aittir ancak bu madde, devletin bu sorumluluğunu başka tarafa yıkmak için, başka tarafa ciro etmek için uygulanan bir yöntemdir. Belki de bu işin en yanlış tarafı budur. Yıllardan beri kanun hükmünde kararnameyi yasa hâline getirmemekten dolayı ortadaki demokrasi ayıbını kaldıralım diye bu işe destek vermeye çalıştık hem Komisyonda hem şu anda Mecliste ama bu bakış açısını mutlaka değiştirmek durumundayız çünkü Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devleti olduğunu kabul etmiş ve sosyal devletin zorunlu görevlerini yerine getirmekten kaçınamaz ancak kanunun gerekçelerine baktığımız zaman da devletin ya da Hükûmetin bu olaya bakışının tamamen, ekonomik anlamda “Bir al gülüm, ver gülüm.” işi, mantığı içerisinde olduğu ortaya çıkmakta. Kırsal kesimde, yani nispeten kente göre daha az denetlenen, daha az kontrol edilen binaların olduğu bölgelerde deprem sigortası zorunlu değil oysa Van’da ve Kütahya’da gördük ki kırsal kesimde tehlike daha büyük, risk daha büyük ve can kaybı daha büyük ama biz şimdi, oraya sigortayı zorunlu olmaktan çıkarıyoruz, keyfî bir uygulama hâline getiriyoruz ve onu getirdiğimiz zaman da şu gerekçeyle getiriyoruz ki, esas yanlış buradadır, esas olaylara bakış açısındaki tehlike buradadır. 15’inci sayfada 10’uncu maddenin gerekçesi: Köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca köy yerleşik alanları ve civarında yapılan binalarda, belediye denetiminin olmaması, buralarda yaşayanların genel olarak gelir düzeylerinin düşük olması ve bu alanlarda sigorta sunumunun zorluğu gibi nedenlerle bunları zorunlu deprem sigortasından beri kılıyoruz oysa esas risk, esas tehlike, esas sorumluluk alınması gereken alanlar belki de buralar. Ticari alanlarda, sınai alanlarda belki başka türlü bu risklerin ortadan kaldırılması mümkün ama kırsal kesimde hem devletin sorumluluğu hem zorunlu deprem sigortasının zorunluluğunu sağlayacak bir formülü bulmak durumundaydık, bulmak zorundaydık ancak bunu gerçekleştirmekte maalesef geç kaldık. Buna rağmen, sigortanın yararlarını eğitimle ve öğretimle anlatarak belki bu işi gerçekleştirebiliriz, çok daha başarılı bir sonuca ulaşabiliriz ve Türkiye’de keşke Parlamentoyu ve yasamayı ciddiye alan mantıkla işe yaklaşsak farklı bir yasa yapabilirdik.
Şu anda yapmakta olduğumuz yasanın eski kanun hükmündeki kararnameden çok büyük bir farkı yok. Hangi alanda, hangi konuda farklı bir nokta olduğu konusunda hiçbir arkadaşımın da somut olarak söyleyebileceği bir şey olmadığını sanıyorum ve yine de 1999’dan 2012’ye doğru ancak kanun hükmünde kararnameyi yasa hâline getirmenizden dolayı teşekkür ediyorum.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Bitir bitir, hepsini bitir!
KAZIM KURT (Devamla) – Bitiriyorum.
Bu kadar acele etmenizden dolayı da tekrar size teşekkür ediyorum ve saygılar sunuyorum. İyi akşamlar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kurt.
Söz talebi? Yok.
Soru-cevap yok.
İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
10’uncu madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve ikinci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı D. Ali Torlak Emin Haluk Ayhan
Konya İstanbul Denizli
Cemalettin Şimşek Alim Işık
Samsun Kütahya
(1) 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tâbi taşınmazlar üzerinde inşa edilmiş binalar, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler, kamu binaları, köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda yapılan binalar ile doğal afetler nedeniyle Devlet tarafından yaptırılan veya sağlanan kredi ile yapılan meskenler zorunlu deprem sigortasına tâbidir.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kamu yararı açısından büyük önem arz eden ve tamamı iş yeri olan binalar, köy yerleşim alanlarında yer alan kanun ve yönetmelikler ile mühendislik kural ve kaidelerine göre yapılan meskenler ile kamu binalarının kapsam dışında tutulması, tasarının sigortalanmayı kolaylaştırıcılığıyla ters düşmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 10’uncu madde kabul edilmiştir.
11’inci madde üzerinde bir redaksiyon talebi vardır.
Buyurunuz.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Sayın Başkanım, 6083 sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’la, tapu sicil müdürlüğü tapu müdürlüğü olarak değiştirildiğinden, görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 11’inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “tapu sicil müdürlükleri” ibaresinin “tapu müdürlükleri” olarak redaksiyona tabi tutulmak suretiyle değiştirilmesini takdirlerinize sunuyorum.
BAŞKAN – Bu redaksiyon talebiyle birlikte 11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
13’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
15’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
16’ncı madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 224 sıra sayılı Kanun Tasarısının 16’ncı maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı Emin Haluk Ayhan Alim Işık
Konya Denizli Kütahya
D. Ali Torlak Cemalettin Şimşek
İstanbul Samsun
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN (Ankara) – Hayır, katılmıyoruz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Zorunlu deprem sigortası kapsamındaki binalar için, Devletin konut kredisi açma ve bina yaptırma yükümlülüklerinin, zorunlu deprem sigortası yaptırılmamış olmasının tespit edilmesiyle birlikte ortadan kalkması sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
16’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
17’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
18’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Böylece ikinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı ve Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname açık oylama sonucu:
“Kullanılan Oy Sayısı | : |
237
|
Kabul | : |
220
|
Ret |
16
|
|
Çekimser |
1 |
(x)
Kâtip Üye Muhammet Bilal Macit İstanbul |
Kâtip Üye Fatih Şahin Ankara” |
Tasarı, böylece kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 10 Mayıs 2012 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 23.22
(x) 201 S. Sayılı Basmayazı 8/5/2012 tarihli 103’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(x) Bu düzeltmeye ilişkin ifadeler bu birleşim tutanak dergisinin ……… sayfasında yer almaktadır.
(X) 224 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
Bir yanıt yazın