LEFKOŞA “ESKİYOR”
HÜSEYİN MÜMTAZ
Eski Lefkoşa’yı pek severim.
Dar sokaklar, herkese ve herşeye daima tepeden bakan hurmalar, onların gölgesindeki; mimarı ve eski sahipleri meçhul sarı taş binalar hep ilgimi çeker.
Kuytularda, tenhalarda gizli kıvrımlar, kıvrımların köşelerinde eski dönemlerin izlerini ararım.
Sabah kahvemi, kahve saatinde Suriçi’nde içmeye özen gösteririm.
Selimiye ile Bedesten’in arasından sessizce geçerseniz, âniden bir vahada bulursunuz kendinizi. Yüksek ağaçların altında serin örtülü masalar, hasır sandalyeler.
Dünyadan öylesine uzak, öylesine ayrı ve farklı..
Ama Bedesten’i öyle hemen geçmeyin. Geçmeyin de Hanyayı-Konyayı; Lefkoşa’nın nasıl eskidiğini, eskitildiğini anlayın.
Bedesten malûm, XIV.yy’a tarihlenen Gotik nizamda inşa edilmiş bir kilise yapısı. Venedik döneminde St.Nicholas Kilisesi adı altında Ortodokslar tarafından Metropolit binası, Osmanlı döneminde ise bazı değişiklikler yapılarak kapalı çarşı ve hububat deposu olarak kullanılmıştır. Bedesten ismini de zaten bu dönemde (1573) almıştır.
Şimdi ise durumu biraz “karışık”..
“Restore” edilmiş Bedesten’e girip de AB/UNDP imzalı bir broşür aldığınızda yapılanın aslında bir restorasyon olmadığını öğreniyorsunuz.
Meğer “eserin restorasyonu ve korunması ‘Eski Lefkoşa’nın İyileştirilmesi’ genel çerçevesindeki bir dizi girişimden biriymiş ve şehrin çeşitli tarihi dönemlerindeki çok kültürlü hayatı yansıtmak amacıyla bütçesi AB tarafından karşılanmış, UNDP ‘Gelecek İçin Ortaklık’ tarafından yönetilmiş”miş.
Meğer Bedesten “Günümüzde Lefkoşa’daki en yeni ve en umut verici iki toplumlu kültür merkezlerinden biri”ymiş.
Ve Bedesten’in “restorasyonu ve yeniden kullanımı projesi” her paragrafta tekrarlanmasından bıkılmayan ifadeyle; “AB ödenekli ve UNDP-PFF yönetiminde” imiş. (PFF=Partnership For Future=Barış İçin Ortaklık)
Hangi barış? 1974’DEN BU YANA Kıbrıs’ta savaş mı var?
Şimdi öğrendiklerimizi sırayla tekrarlayalım.
1.”Eski Lefkoşa’nın İyileştirilmesi”ne UNDP-AB burnunu sokmuş.
2.Bedesten’in restorasyonu ve yeniden kullanımı projesi “bir dizi girişimden biri”ymiş.
3.Amaç; “şehrin çeşitli tarihi dönemlerindeki çok kültürlü hayatı yansıtmak”mış.
4.Ve dilin altındaki bakla da “Günümüz Lefkoşa’sında en yeni ve en umut verici iki toplumlu kültür merkezi”ni hayata geçirmekmiş.
Zurnanın zart dediği yer tam da burasıdır kıymetli okuyucu ve gözümüzün içine baka baka tezgâhlanan oyun da budur.
Önce Selimiye elimizden alındı. Cenaze namazlarına kapatıldı. Turistler rahatsız oluyormuş.. Sonra Bedesten..
“Eski Lefkoşa’yı iyileştireceğiz” diye “çok kültürlü hayatı” yansıtır hale getirip “iki toplumlu hâle” getirecekler.
Biz de bakacağız.
Seyredeceğiz.
Bakıyoruz ve seyrediyoruz.
Üstelik bu “Bedesten” tezgâhı “bir dizi girişimden biri” imiş.
Sırada neresi var?
Neyimiz kaldı?
Lefkoşa sokaklarındaki “zibil” dağlarını, pis/kötü kokularını, kaldırımsız/asfaltsız yahut delik-deşik asfaltlı ve bol çukurlu yollarını, özensizliği, vurdumduymazlığı saymıyorum.
Ama Lefkoşa “gidiyor”..
Lefkoşa eskiyor, eskitiliyor.
Lefkoşa’dan vazgeçiliyor.
“Selimiye Camii” bile “Saint Sophia Cathedral” oluyor.
Camii girişinde “böyle” asılı bu tabelâyı okuyunca artık vereceğiniz isim meşrebinize, kültürünüze, tarihinize, müktesebatınıza ve geçmişinize bağlı oluyor..
Ya Camii diyeceksiniz, yahut Katedral..
Size kalmış.
Peki ama bir mekân, bir mabet aynı anda hem Camii, hem Katedral olabilir mi?
Demek AB/UNDP gözetiminde ve PFF organizasyonunda ve bizim dillere destan bigâneliğimizle pekâlâ olabiliyormuş..
Lefkoşa işte böyle “eskitiliyor”.
Biz “tarihimizi” işte böyle ; Fetihten itibaren, müstemleke dönemi dahil 2004 Annan Plânı dönemine kadar “kılıç hakkı” olarak Camii diye kullandığımız Selimiye ve civarını çeşitli bahane/mazeretlerle AB/UNDP’ye teslim ederken….
Rum ne yapıyor?
Rum bizim tam tersimize “bulunduğu mevzii” teslim etmek bir yana eskiye göz dikiyor, el atıyor.
Rumların, AB Dönem Başkanlığı’nı devralması münasebetiyle düzenlenecek açılış töreni için, Ağrotur’daki İngiliz üs bölgesinin içinde kalan Kurio Antik Tiyatrosu’nu seçen Hristofyas, kendisini eleştirenlere “Kıbrıs’ın, güneyi de, kuzeyi de, üs bölgeleri de hepsi bizimdir” demiş.
Fileleftheros’a göre “Kurio Antik Tiyatrosu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprağıdır” diyen Rum lideri, bu alanların yabancılara bırakılmayacağını söylemiş. Hristofyas, İngiliz üslerinin geleceğiyle ilgili düşüncelerini açıklarken “önceliğimiz işgal altındaki bölgelerin serbest bırakılması ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tam egemenliğinin iyileştirilmesidir, ama bir sonraki aşamada doğal olarak İngiliz üslerine bakacak ve burada ne çevirdiklerini soracağız” demiş.
Bu konudaki düşüncelerini İngiltere eski Başbakanı Gordon Brown’a de anlattığını belirten Hristofyas, tören yeri için Kurio Antik Tiyatrosu’nu seçmelerinin sadece kültürel değil, aynı zamanda siyasi mesaj içerdiğini de kaydetmiş.
Kurio (Kourion) ilk Ortaçağ’dan kalma kalıntıların bulunduğu Kıbrıs’ın eski kentlerinden biriymiş. Kourion, adanın güney kıyısından Lycus (su an Kouris olarak bilinen) nehrin yakınlarında bulunuyormuş ve halen Agrotur İngiliz Egemen Üs Bölges’nin sınırları içinde kalıyormuş. Bölgede, Greko-Roman amfi tiyatroları, hamamlar, roman mozaikleri ve ilk Hıristiyan bazilikalarından biri bulunuyormuş.
Ne diyor Hristofiyas; “tören yeri için Kurio Antik Tiyatrosu’nu seçmekle sadece kültürel değil, aynı zamanda siyasi mesaj veriyoruz”.
Bedesten olayıyla kültürden zaten vazgeçmiş olduğumuzu ifade ettik de, siyasi mesajımızın ne olduğunu bileniniz var mı?
Neymiş bizim siyasi mesajımız?
1983’den bu yana tam 29 yıldır küvözde beklettiğimiz KKTC’miz mi?
Ne zaman tanınanacağız, tanıtacağız, dünya milletler camiasına akredite olacağız?
“İyi saatte olsunlar”dan işaret mi beklyoruz?
O zamana kadar elimizde ne kalacak acaba?
Bir şey kalacak mı?
Daha nerelerimizi “iki toplumlu” ve “iki kültürlü” yapacağız?
Kulağımızın arkasını mı? 10 Mayıs 2012
57′NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57′İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ