Meselenin Bamteli: “Aktör” ya da “Figüran” Olmak…

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı

Annan Planı’nın hayata geçirilmesiyle birlikte hız kesen “Suriye krizi”, bir takım üçüncü sınıf ve fazlasıyla “zorlama” görüntü sunan medya atraksiyonlarına rağmen, Ankara’yı bir kez daha “bir oldu bitti durumu” ile karşı karşıya bırakmış görünüyor.

Bir diğer ifadeyle, tam da zirve noktasında çok farklı senaryoların gündeme geldiği ve savaş tamtamlarının göğe yükseldiği bir ortamda ortaya çıkan bu “son dakika” gelişmesi, açıkçası Türkiye’yi iç ve dış politika bağlamında derin bir çıkmazın içine, hatta  yeni bir yol ayrımına itmiş gibi…

Özellikle de bu “sürpriz” gelişmeyi pek de hesaba katmayan bir takım karar verici mekanizmalar ve “aktörler” boyutu itibarıyla…

***

Gerçi bu gelişme bizler açısından ne bir ilk ne de bu gidişle bir son olacağa benziyor.

Nitekim, son dönem Türk dış politikasında şahit olunan “olağanüstü” gelişmelere bakıldığında (özellikle NATO zirvesindeki “kalkan kararı” ve akabinde Arap Baharı ile hız kazanan yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda), ne demek istediğimiz daha bir netlik kazanacaktır.

Dolayısıyla, keskin iniş ve çıkışlar artık bizleri son dönemde eskisi gibi heyecanlandırmıyor. Çünkü, toplum olarak “söylem-eylem tenakuzu” noktasında fazlasıyla “kaşarlandık”…

***

Bu bağlamda Suriye krizinin ortaya koyduğu bir takım gerçekleri artık göz ardı etmemek gerekiyor.

Burada, düne kadar “oyun kuran ülke” olduğumuzu ilan eden ve bu kapsamda yeni bir heyecan dalgasına yol açan kesimlerden bazılarının, aslında “oyun içinde oyun” kurduklarının ve kuyruklarının başka yerlerden çıktığının deşifre edilmiş olması oldukça önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.

Artık kral çıplak…

***

Yine, söz konusu kriz bir kez daha ortaya koymuştur ki, Suriye meselesi aslında bir küresel güçler sorunudur. “Şark Sorunu”nun 21. yüzyıl versiyonudur…

Dolayısıyla süreçte inisiyatif ne Suriye’nin ne de Türkiye’nin elindedir. Hatta, tüm Ortadoğu bölgesinin ve Arap dünyasının bile elinde olmadığı, bu son gelişme ile birlikte bir kez daha görülmüştür.

Bu yönüyle sorun, aslında tüm İslam dünyası ve bölge adına çok vahim bir gerçeği daha ortaya koymaktadır ki, o da “bölünmüşlük” ve “gaflettir.”

***

Bu kapsamda “Annan Planı”, pazarlık sürecinde zaman kazanmaya yönelik “arka plan taraflarınca” varılan mutabakat sonucunda atılan bir adımdır.

Bir diğer ifadeyle, söz konusu planla birlikte Suriye meselesi üzerinden bölgesel-küresel bazda artan tansiyonun hızını kesmek, krizi geçici süreliğine dondurmak yoluna giden uluslararası irade; esas itibarıyla sorunun kendi içlerinde ciddi bir çatışma ortamına yol açmaya başladığını görmüş ve bunu engellemek istemiştir.

Dolayısıyla Annan Planı, “Büyük Plan”da yeni düzenlemeler için taraflara sadece ve sadece nefes aldırmak için hayata geçirilmiştir. Yoksa, özü itibarıyla Batı ve Doğu cephelerinde değişen bir şey söz konusu değildir.

***

Buna karşılık, sorunun bölgesel anlamda “ana” ve “ara” aktörleri konumunda bulunan ülkelerin çözüm için “mekik diplomasisi” adı altında “komik” bir duruma düşmeleri ise, açıkçası kabul edilebilecek türden bir eylem tarzı değildir.

Bu bağlamda, tarafların sorunu öncelikle kendi aralarında ele almaları gerekirken, çözüm için başka başkentlerin kapılarını aşındırmaları da, aslında krizi daha da derinleştirmekten başka bir anlam ifade etmemektedir.

Bu türden arayışlar, sadece ve sadece başkalarının ekmeğine yağ sürmektedir.

***

Dolayısıyla tarafların içine düştüğü oyunu artık fark etmeleri ve çok geç olmadan bunu bozmaya yönelik olarak samimi, kararlı ve cesur adımlar atmaları gerekmektedir.

Bunun için gerekirse tarafların mutabık kaldığı akil adamlar, kanallar devreye sokulmalı, “Annan Planı”nın sağladığı bu geçici ortam değerlendirilme yoluna gidilmelidir.

Kuşkusuz bunun yolu, birbirinin sınırını gözetlemekten ve sağa sola ateş açmaktan geçmemektedir.

***

Artık gerçekleri görmek ve kabul etmek vakti… Suriye bağlamında yaşanan krizin tüm aktörleri büyük bir açmaz ile karşı karşıya bulunmaktadır ve tüm dünya bu noktada yeni bir yol ayrımına girmek üzeredir.

Bir diğer ifadeyle, “Takke düşmüş, kel görünmüştür.” Birileri; “Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” demeden, kendi yolumuzu çizme vakti…

Aksi takdirde bilinmelidir ki, ikili ve bölgesel ilişkilerde inisiyatifin böylesine kaybedildiği bir ortamda değil “oyun kurucu” olmak, adamı birinci sınıf “figüran” bile yapmazlar.

 

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı - imagesCAD4JXZI

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, USGAM Başkanı - imagesCAD4JXZI

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir