Bedri Baykam
Ben 12 Eylül etrafında yaratılan yalanlarla yüklü bulutun 2. yazısını yazamadan, gündem bu sefer 28 Şubat davasına kilitlendi. Aslında ikisinde de sistem farklı değil. Hep, birilerinin önyargılı ve hışım dolu tavırlarıyla “geçmiş” masaya yatırılıyor ve “yüzleşiyoruz” masalıyla belirli bir hedef doğrultusunda dava hemen şekillendiriliyor: Daha başlamadan filmin sonu belli! Hemen medya özel jürileri kuruluyor ve kamuoyu fazla itiraz edemeden mahkeme genel gidişatına şartlanıyor. Gerisi, her konuda bilinen tiyatroların devreye sokulması. Ergenekon, Balyoz, OdaTv, 12 Eylül, 28 Şubat… Ya da yarın şizofreni daha da tavan yaparsa 27 Mayıs veya… 1923! Hepsi aslında aynı torbaya hizmet ediyor: Cumhuriyet tarihinde ister 90 yıl ya da üç saat önce yaşanmış her şeyi, “laik” Türkiye’de İslamcıların görmek istediği gibi yeniden yorumlamak ve bunun sonucu olarak Cumhuriyet tarihinde yaşanan neredeyse her hükümeti “suçlu” ve “demokrasi haini” ilan etmek. Tabii “mağdur” Menderes, Özal, Erbakan ve AKP hükümetleri hariç! Sonuçta Ordu da, CHP de, İnönü de, hatta sağda Demirel de, Mesut Yılmaz da, aynı suçtan (!) muzdarip. “Laik Cumhuriyeti korumak için önlemler almış (ya da aslında alamamış (!)) olmak” Hemen ardından hükümetin yaratıcı suçlamalarıyla “nasıl din düşmanlığı yapıldığı, demokrasiye ihanet edildiği” birbiri ardına sıralanıyor. Sonuçta bugün gücü eline geçiren grup, ülkeyi istediği gibi yönetmekle kalmıyor, geçmişimizde yaşanan her şeyi inkar yoluyla kendine malzeme üretmek için eski günlerin seçmenlerini suçluyor!
Geçen hafta söylediğim gibi, tarih bu iktidar kadar, bir ülkeyi salt geçmişte yaşatarak şizofrenik travma eşliğinde altını üstüne getiren başka bir toprak görmedi. 15-30-60 yıl önceki şartlarda yaşananları, yapılmış yorumları geriye dönük şeytani cadı avı suçlamalarına dönüştürme performansını, bugüne kadar en sağ faşistler veya en uç solcular bile becerememişti! Fransa’ya demokrasi ve düşünce özgürlüğü dersi veren hükümetimiz, iki kuşak önce yaşanmış olaylara getirilen ve dönemlerinde genel kabul görmüş yorumları “suç”a dönüştürerek, dünya kamuoyunun alay konusu ve “anakronizm” şampiyonu olmaya hazırlanıyor…
12 Eylül’e dönersek… ne demiştik? Nedenlerini ve yaptıklarını ayırmak şart! Bugün 12 Eylül’ü analiz ettiğini iddia edenler nasıl ABD’yi ve ünlü “Yeşil Kuşak” teorisini yargılayamıyorlarsa, o günlerde ülkenin neler yaşadığını da tamamen günümüz rüzgarlarına göre uydurarak yazmaktan öteye gidemiyorlar. Özellikle 1976-1980 arası günde 40’a varan sağ-sol cinayetlerin halkta yarattığı yıkımı görmezden geliyorlar. TSK’nın darbeden aylarca önce yaptığı son uyarıyı yok sayılıyor. Ecevit ve Demirel’in “sıfır” diyalogla bir terör yasası çıkaramadıklarını ve bir Cumhurbaşkanı’nın 115 turda seçilemediğini unutturmak istiyorlar. Parlamento bu felci geçirirken ise, ailelerin otobüs duraklarından biricik çocuklarının cesetlerini topluyor olmasını saklıyorlar. Ne deniyor? “Efendim terör 13 Eylül’de durduğuna göre birileri zemin hazırlıyordu”. İnsaf ya! TSK 10 yıl boyunca askerlerini sağcı ve solcu öğrenci kılığına sokup binlerce kişiyi de provokasyon diye öldürecek ve bunun kokusu bizim ülkede çıkmayacak, öyle mi? Ya da on yıl bu senaryoyu oynayan TSK, iki yıl sonra iktidarı bırakıp gidecek? O zaman neden ülkeyi 40 yıl yönetmediler? Ordu geldiğinde medya ve halkın çoğu mutluydu. Siz deyin ki “perde arkasını” anlayamıyorlardı! Ama onlar 13 Eylül’de nefes alabildiler ve bu hayatiydi! Bunları gizlemenin anlamı yok. Ardından, 12 Eylül’ün karanlığı, ülkeye çökmeye başladı. Parti kapatmalar, işkenceler, yakılan kitaplar, yüzbinlerce tutuklu ve aranan insan, yok edilen bir demokratik altyapı, girişilen bir aydın avı… Ötesi de vardı tabii: “Yeşil Kuşak” teorisinin emrettiği şekilde ülkeyi “gomonistlerden” kurtaracak imanlı kuşaklar yetiştirmek! Nedir bugünkü sahte yakınmaları?
Nasıl eskiden tüm ortada kalmış suçlar, sahipsiz, uydurulmuş garibanlara yüklenirdi ise, kimi mağdur ailelerin bu furyada “vurun kahpeye” emri doğrultusunda, öldürülen babalarının katilini de Ordu içinde aramaya kalkmaları, bu ülkede artık tarih-mantık-bellek üçgeninin buhar olup uçtuğunu fazlasıyla kanıtladı. İnsaf! Bu kadar mı kolektif histeri, linçe ve kuklacılığa hazırsınız? Toplumsal hafızayı yok edip, tarihi baştan yazanlar, anlaşılan hedeflerine ulaşmışlar… Allah kabul etsin!
Bir yanıt yazın