ERDOĞAN QUO VADİS


Yeni CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında,”Sen ağzınla kuş tutsan ben sana onurlu başbakan demeyeceğim”diye yeri göğü inletiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin 50.yıl töreninde daha önce”Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz”sözleriyle gündeme oturan  Başkan Haşim Kılıç siyasete  bu kez de,yaşam tarzına saygı,özgürlükler ve kullanılan dil konusunda yeni mesajlar veriyor,”Gücü elinde tutanlar,sevgi ve merhamet duygularını içinde barındıran ‘ana yürekli’olmaya herkesten daha çok zorunludur”diyor.
Fethullah Gülen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı üzerinden yayımladığı önceki tebliğinde,”Geniş kitleleri etkileyebilen Hizmet Hareketinin(cemaat) partilere siyasetleri bazında destek vermesi ve gerekirse bunu geri çekmesi toplumsal sigorta mekanizması gibi düşünülmelidir”ifadesiyle Türkiye’nin yeni gücü olarak AKP,yeniCHP ve diğerleri üzerinden siyasetin de  belirleyeni oldukları vurgusunu yapıyor.
Ardından son tebliğinde Hizmet Hareketinin temel prensiplerinden birinin çatışma yerine aktif sabrın tercih edilmesi anlamında çatışmacı olmayan ya da katılımcı direnç
olarak adlandırılan müspet hareket tarzı olduğuna işaret ediyor.

*
Bu açıklamaların bileşeninde Başbakan Erdoğan’ın hali,İncil/Yuhanna 16:5 te,”At nunc vado ad eum,qui me misit,et nemo ex vobis interrogit me:Quo vadis?/Şimdi beni gönderenin yanına gidiyorum.Ne ki içinizden hiçbiri bana,’Nereye gidiyorsun?”diye sormuyor”tümcesini çağrıştırıyor.

“Erdoğan,quo vadis?-Erdoğan,nereye gidiyorsun?”sorusunun ancak üç yanıtı bulunuyor! 

*

Mustafa Kemal’in dünyaya nesnel bakışı güncelleştiren,bilim ve aklı yaşamın tek rehberi yapan lâik Türkiye Cumhuriyetinin başlıca iki akımın tehditinde olduğu biliniyor.
Biri Atatürkçü ideolojinin merkezci,seçkinci ve otoriter zihniyette olduğu ve kurumlarıyla toplum üzerindeki kontrolü ve tahakkümüyle demokrasi üzerinde vesayet oluşturduğu iddiasında Gülen’in Hizmet Hareketidir-ki,temel argümanını  insanın yaratılış eksikleri nedeniyle peygamberlerin zuhur ettiği noktasında insan fıtratı oluşturuyor.
İnsanın bu fıtratı peygamberden başlatılıyor ardından cemaat lideri tebliğ göreviyle kafasındaki Allah,Kuran ve Sünnet’le o fıtrattaki insanlığı iman ve ahlak ile zenginleştiriyor,
hayatta takip edilecek yolda nasıl hareket edileceğini öğretiyor,öğretinin genişlemesiyle  ümmetin birliği amaçlanıyor.
Diğeri devletin ulus bağlantısını kopartarak toplum dinamiklerinde devletçi ve milliyetçi duruşun yokedimi ardından bireyin kollektif özgürlüğünü savunan Kürt Hareketidir.

*

Türkiye’nin ayrıştırılan bu düzleminde demokratikleşme ile,toplumun uyum kabiliyeti bir yana büyük ölçüde devletin reflekslerinden kaynaklanan zor bir sürecin geride kaldığı  anlaşılıyor.
Çünkü Gülen’in,”Çatışma yerine aktif sabrı tercihle,çatışmaksızın,hak belledikleri yolda çalışan ve faaliyetlerinin yoğunlaştığı alanlarda barışın inşasına,sivil toplumun gelişmesine ve demokratikleşmeye orta ve uzun vadede katkı yapmıştır”ifadesiyle tanımladığı Hizmet Hareketinin,
Askere karşı tavır ve davranışlarını,”Aralarında olan vicdanlı ve demokrat kişiler hatırına darbe dönemlerinde bile hiç bir kuruma düşmanca yaklaşılmadığı ve toptancı bir şekilde yıkıcı eleştirilerde bulunulmadığı,bu tavrının darbeleri desteklediği anlamına gelmediğinden” bahisle,kötü ihtimallere tarihin dersi ve sosyopolitik realitelerin ışığı ile bakıldığı -nitekim, Ergenekon davalarının demokrasi yanlısı subay çoğunluğu olmasa açılamayacağı ve devam edemeyeceği örneğiyle veriliyor.
Dindarlara devlet gücünü de kullanarak yapıldığı iddia edilen pek çok eziyete karşılık dindar kesimin demokratikleşme talebi önünde bir merkezden yönetilen, siyaset ve yönetimde toplumsal çatışma potansiyeliyle başarısız olan asker,içine sızdırılan Hizmet Hareketi mensuplarınca  sürece uyumları sağlanmıştır-işte,kendi gelişmelerini devam ettirme ve bundan emin olmak üzere ağır tahribata neden olan 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin yargılanmalarıyla askerin kurtarıcılık görevi de sona erdirilmiş bulunuyor!

*
O nedenle -artık,Türkiye’de hiç kimsenin kazançlı çıkmayacağı bir çatışma ortamından çıkılmasına ve  barışın inşasına ya da ileri demokrasinin sürmesine ihtiyaç bulunuyor.
Bilhassa hükümetin ve muhalefetin -şimdi,tam bir hukuk devleti olmasını isteyen toplumun desteğini alması ve  temizliği,şeffaflığında siyasetin yükselmesi için yanlış,hatalı ve hak ihlal edici tutum ve davranışlardan kaçınılması gerekiyor… 

*
Bu noktada Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın bir süre önce,yargının AKP’lileştirildiği savlarını tekzip etme gayretiyle,Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz”çıkışı ardından bu kez siyasete;yaşam tarzına saygı,özgürlükler ve kullanılan dil konusunda,”Gücü elinde tutanlar sevgi ve merhamet duygularını içinde barındıran ana yürekli olmaya herkesten daha çok zorunludur” mesajı dikkat çekicidir!
Bu çıkışın demokratikleşme sürecinin sorunlarından aşırı derecede yıpranarak çıkan  Başbakan Erdoğan’ı gösterdiğine dair inanış bulunuyor…

*
Erdoğan kendisine darbe yapmaya kalkışan askerleri ağırlaştırılmış müebbedle yargılatıyor,28 Şubatçıları hüküm kesinleşmemiş olmasına rağmen hapse attırıyor,Kürt Hareketine karşı infialinde sınır tanımıyor-bu durumuyla,şikayet edilen ve altedilen Atatürkçü ideolojinin toplum üzerindeki kontrolü ve tahakkümüyle demokrasi üzerinde vesayetinin yerine kendisinin geçtiği düşüncesi giderek yoğunlaşıyor. 
Üstelik bu vesayetin AKP çoğunluğuyla birlikte  cemaat’in gücünden yansıdığı öngörüsü -belli ki,Hizmet Hareketinin toplumsal sigorta mekanizması olmasına da zarar verecek yönde gelişiyor…

*
Öyleyse dikkatler,CHP’nin Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuruya yöneliyor…
Cumhurbaşkanlığı süreci 5 yıl mı,7 yıl mı sorusu önem kazanmıştır; Erdoğan Cumhurbaşkanı seçiminin 2014’te,muhalefet partileri 2012’de yapılmasına ağırlık veriyor.
Anayasa Mahkemesi 11.Cumhurbaşkanının görev süresinin 7 yıl olduğunu belirten ve anayasa değiştirilmeden önceki hükümlere tabi olduğu hatırlatılarak ikinci defa aday olunmayacağının altının çizildiği maddeyi iptal ederse,bu yılın Ağustos’unda Cumhurbaşkanlığı seçimine gitmek gerekiyor -ki,bu Erdoğan’ın  önünün kesilmesi anlamına geliyor.

*
Bu algıda Erdoğan’ın AKP’de milletvekilleri için üç dönem sınırlamasının istikrarı bozacağı endişesini taşıyanlara verdiği,”Biz partiyi kurarken bunu enine boyuna konuştuk.Artık Türkiye fanilerle değil,ilkelerle yürümeyi bilmeli.Tayyip Erdoğan fani,öldü.Öldüğü zaman milletim ne yapacaksa şimdi onu yapsın” söylemini hayata geçirmesini gerektiriyor.
Bu taktirde Türkiye’de siyasetin normalleşmesinin yolu mu açılıyor?
*
Ya “Erdoğan,quo vadis- Erdoğan,nereye gidiyorsun?” sorusunun ikinci yanıtı?
ABD, Rusya ve Çin’e karşı liderlik rekabetinde Ortadoğu’da,İran’ı nükleer teknolojisinden vazgeçirmek için BM ekonomik ve siyasi yaptırımlarından daha etkilisini,yaptırımların ancak bölge ülkeleri ve komşular işbirliğiyle etkili olacağı öngörüsünü de yürütüyor.
Bir yanda bölge ülkelerinin siyasi rejimlerine müdahale yolu açılmıştır,yıllarca yasaklı islamcı sivil toplum örgütleri ülkelerinin rejimlerini orduları,polis güçleri desteğiyle islami liberalizme dönüştürürken,ülkeler etnik ve mezhepsel temelde çözülüyor ve istikrarsızlığa sevkediliyor.
Bu suretle  ekonomi,kalkınma ve teknoloji ihtiyaçları sorumluluklarıyla  siyasi,ekonomik,askeri kontrole alınıyor,küresel piyasaların gelişmesine entegre ediliyor,hem de  İran’ın tecriti  sürdürülüyor.
Bu çerçevede ABD’nin Erdoğan’ın bizzat şahsında yükümlediği din destekli otokratik gücü sonucu oluşan istikrarsız Türkiye’den beklentisinin ne olacağı sorunun ikinci yanıtını oluşturuyor.

*
Üçüncü yanıtı Erdoğan için bir mücbir sebeb oluşturuyor- o herşeyi yapar,uluslararası camiaya sunulacak ABD emperyalizmine dair atom bombası etkinliğinde bilinenler-ki, Vallahi destur,Hz.Hızır’ın öldürülmesini andırır!
27.Nisan.2012
Yeni CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında,"Sen ağzınla kuş tutsan ben sana onurlu başbakan demeyeceğim"diye yeri göğü inletiyor.
Anayasa Mahkemesi'nin 50.yıl töreninde daha önce"Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz"sözleriyle gündeme oturan  Başkan Haşim Kılıç siyasete  bu kez de,yaşam tarzına saygı,özgürlükler ve kullanılan dil konusunda yeni mesajlar veriyor,"Gücü elinde tutanlar,sevgi ve merhamet duygularını içinde barındıran 'ana yürekli'olmaya herkesten daha çok zorunludur"diyor.
Fethullah Gülen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı üzerinden yayımladığı önceki tebliğinde,"Geniş kitleleri etkileyebilen Hizmet Hareketinin(cemaat) partilere siyasetleri bazında destek vermesi ve gerekirse bunu geri çekmesi toplumsal sigorta mekanizması gibi düşünülmelidir"ifadesiyle Türkiye'nin yeni gücü olarak AKP,yeniCHP ve diğerleri üzerinden siyasetin de  belirleyeni oldukları vurgusunu yapıyor.
Ardından son tebliğinde Hizmet Hareketinin temel prensiplerinden birinin çatışma yerine aktif sabrın tercih edilmesi anlamında çatışmacı olmayan ya da katılımcı direnç
olarak adlandırılan müspet hareket tarzı olduğuna işaret ediyor. <p>*
Bu açıklamaların bileşeninde Başbakan Erdoğan'ın hali,İncil/Yuhanna 16:5 te,"At nunc vado ad eum,qui me misit,et nemo ex vobis interrogit me:Quo vadis?/Şimdi beni gönderenin yanına gidiyorum.Ne ki içinizden hiçbiri bana,'Nereye gidiyorsun?"diye sormuyor"tümcesini çağrıştırıyor.</p>
"Erdoğan,quo vadis?-Erdoğan,nereye gidiyorsun?"sorusunun ancak üç yanıtı bulunuyor!  *</p>
Mustafa Kemal'in dünyaya nesnel bakışı güncelleştiren,bilim ve aklı yaşamın tek rehberi yapan lâik Türkiye Cumhuriyetinin başlıca iki akımın tehditinde olduğu biliniyor.
Biri Atatürkçü ideolojinin merkezci,seçkinci ve otoriter zihniyette olduğu ve kurumlarıyla toplum üzerindeki kontrolü ve tahakkümüyle demokrasi üzerinde vesayet oluşturduğu iddiasında Gülen'in Hizmet Hareketidir-ki,temel argümanını  insanın yaratılış eksikleri nedeniyle peygamberlerin zuhur ettiği noktasında insan fıtratı oluşturuyor.
İnsanın bu fıtratı peygamberden başlatılıyor ardından cemaat lideri tebliğ göreviyle kafasındaki Allah,Kuran ve Sünnet'le o fıtrattaki insanlığı iman ve ahlak ile zenginleştiriyor,
hayatta takip edilecek yolda nasıl hareket edileceğini öğretiyor,öğretinin genişlemesiyle  ümmetin birliği amaçlanıyor. Diğeri devletin ulus bağlantısını kopartarak toplum dinamiklerinde devletçi ve milliyetçi duruşun yokedimi ardından bireyin kollektif özgürlüğünü savunan Kürt Hareketidir. <p>*
Türkiye'nin ayrıştırılan bu düzleminde demokratikleşme ile,toplumun uyum kabiliyeti bir yana büyük ölçüde devletin reflekslerinden kaynaklanan zor bir sürecin geride kaldığı  anlaşılıyor.
Çünkü Gülen'in,"Çatışma yerine aktif sabrı tercihle,çatışmaksızın,hak belledikleri yolda çalışan ve faaliyetlerinin yoğunlaştığı alanlarda barışın inşasına,sivil toplumun gelişmesine ve demokratikleşmeye orta ve uzun vadede katkı yapmıştır"ifadesiyle tanımladığı Hizmet Hareketinin, Askere karşı tavır ve davranışlarını,"Aralarında olan vicdanlı ve demokrat kişiler hatırına darbe dönemlerinde bile hiç bir kuruma düşmanca yaklaşılmadığı ve toptancı bir şekilde yıkıcı eleştirilerde bulunulmadığı,bu tavrının darbeleri desteklediği anlamına gelmediğinden" bahisle,kötü ihtimallere tarihin dersi ve sosyopolitik realitelerin ışığı ile bakıldığı -nitekim, Ergenekon davalarının demokrasi yanlısı subay çoğunluğu olmasa açılamayacağı ve devam edemeyeceği örneğiyle veriliyor.
Dindarlara devlet gücünü de kullanarak yapıldığı iddia edilen pek çok eziyete karşılık dindar kesimin demokratikleşme talebi önünde bir merkezden yönetilen, siyaset ve yönetimde toplumsal çatışma potansiyeliyle başarısız olan asker,içine sızdırılan Hizmet Hareketi mensuplarınca  sürece uyumları sağlanmıştır-işte,kendi gelişmelerini devam ettirme ve bundan emin olmak üzere ağır tahribata neden olan 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin yargılanmalarıyla askerin kurtarıcılık görevi de sona erdirilmiş bulunuyor! *
O nedenle -artık,Türkiye'de hiç kimsenin kazançlı çıkmayacağı bir çatışma ortamından çıkılmasına ve  barışın inşasına ya da ileri demokrasinin sürmesine ihtiyaç bulunuyor.
Bilhassa hükümetin ve muhalefetin -şimdi,tam bir hukuk devleti olmasını isteyen toplumun desteğini alması ve  temizliği,şeffaflığında siyasetin yükselmesi için yanlış,hatalı ve hak ihlal edici tutum ve davranışlardan kaçınılması gerekiyor...  *
Bu noktada Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın bir süre önce,yargının AKP'lileştirildiği savlarını tekzip etme gayretiyle,"Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz"çıkışı ardından bu kez siyasete;yaşam tarzına saygı,özgürlükler ve kullanılan dil konusunda,"Gücü elinde tutanlar sevgi ve merhamet duygularını içinde barındıran ana yürekli olmaya herkesten daha çok zorunludur" mesajı dikkat çekicidir!
Bu çıkışın demokratikleşme sürecinin sorunlarından aşırı derecede yıpranarak çıkan  Başbakan Erdoğan'ı gösterdiğine dair inanış bulunuyor... *
Erdoğan kendisine darbe yapmaya kalkışan askerleri ağırlaştırılmış müebbedle yargılatıyor,28 Şubatçıları hüküm kesinleşmemiş olmasına rağmen hapse attırıyor,Kürt Hareketine karşı infialinde sınır tanımıyor-bu durumuyla,şikayet edilen ve altedilen Atatürkçü ideolojinin toplum üzerindeki kontrolü ve tahakkümüyle demokrasi üzerinde vesayetinin yerine kendisinin geçtiği düşüncesi giderek yoğunlaşıyor. 
Üstelik bu vesayetin AKP çoğunluğuyla birlikte  cemaat'in gücünden yansıdığı öngörüsü -belli ki,Hizmet Hareketinin toplumsal sigorta mekanizması olmasına da zarar verecek yönde gelişiyor... *
Öyleyse dikkatler,CHP'nin Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu'nun bazı maddelerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuruya yöneliyor...
Cumhurbaşkanlığı süreci 5 yıl mı,7 yıl mı sorusu önem kazanmıştır; Erdoğan Cumhurbaşkanı seçiminin 2014'te,muhalefet partileri 2012'de yapılmasına ağırlık veriyor.
Anayasa Mahkemesi 11.Cumhurbaşkanının görev süresinin 7 yıl olduğunu belirten ve anayasa değiştirilmeden önceki hükümlere tabi olduğu hatırlatılarak ikinci defa aday olunmayacağının altının çizildiği maddeyi iptal ederse,bu yılın Ağustos'unda Cumhurbaşkanlığı seçimine gitmek gerekiyor -ki,bu Erdoğan'ın  önünün kesilmesi anlamına geliyor. *
Bu algıda Erdoğan'ın AKP'de milletvekilleri için üç dönem sınırlamasının istikrarı bozacağı endişesini taşıyanlara verdiği,"Biz partiyi kurarken bunu enine boyuna konuştuk.Artık Türkiye fanilerle değil,ilkelerle yürümeyi bilmeli.Tayyip Erdoğan fani,öldü.Öldüğü zaman milletim ne yapacaksa şimdi onu yapsın" söylemini hayata geçirmesini gerektiriyor.
Bu taktirde Türkiye'de siyasetin normalleşmesinin yolu mu açılıyor? *
Ya "Erdoğan,quo vadis- Erdoğan,nereye gidiyorsun?" sorusunun ikinci yanıtı?
ABD, Rusya ve Çin'e karşı liderlik rekabetinde Ortadoğu'da,İran'ı nükleer teknolojisinden vazgeçirmek için BM ekonomik ve siyasi yaptırımlarından daha etkilisini,yaptırımların ancak bölge ülkeleri ve komşular işbirliğiyle etkili olacağı öngörüsünü de yürütüyor.
Bir yanda bölge ülkelerinin siyasi rejimlerine müdahale yolu açılmıştır,yıllarca yasaklı islamcı sivil toplum örgütleri ülkelerinin rejimlerini orduları,polis güçleri desteğiyle islami liberalizme dönüştürürken,ülkeler etnik ve mezhepsel temelde çözülüyor ve istikrarsızlığa sevkediliyor.
Bu suretle  ekonomi,kalkınma ve teknoloji ihtiyaçları sorumluluklarıyla  siyasi,ekonomik,askeri kontrole alınıyor,küresel piyasaların gelişmesine entegre ediliyor,hem de  İran'ın tecriti  sürdürülüyor.
Bu çerçevede ABD'nin Erdoğan'ın bizzat şahsında yükümlediği din destekli otokratik gücü sonucu oluşan istikrarsız Türkiye'den beklentisinin ne olacağı sorunun ikinci yanıtını oluşturuyor. *
Üçüncü yanıtı Erdoğan için bir mücbir sebeb oluşturuyor- o herşeyi yapar,uluslararası camiaya sunulacak ABD emperyalizmine dair atom bombası etkinliğinde bilinenler-ki, Vallahi destur,Hz.Hızır'ın öldürülmesini andırır! 27.Nisan.2012 - cumhurbaskani erdoga 97a665602c16938dc855

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir