Ermeniler Obama’ya ateş püskürdü!

  • April 24, 2012 6:07 PM

Ermeni diasporası Barrack Obama'ya çok sert tepki gösterdi... - obamancaErmeni diasporası Barrack Obama’ya çok sert tepki gösterdi…

 

Ermeni diasporası, ABD’de yerleşik Ermeni asıllı Amerikalıları çatısı altında toplayan Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA-Armenian Nastional Committee of America) aracılığıyla, bu yıl da ‘soykırım’ sözcüğünü ağzına almaktan kaçınan  Obama’ya ateş püskürdü.

 

ANCA, Obama ‘nın, Ermenilerin 1915 yılı olaylarını anma günü olarak seçtiği 24 Nisan açıklamasında geçen yıl olduğu gibi, büyük felaket’ anlamına gelen “Meds Yeghern” ifadesini kullanmasını, ‘Başkan olmadan önce soykırımı tanıyacağı sözü veren Obama, yine örtülü bir dil kullanarak, ağız jimnastiği yaptı’ diye değerlendirdi.

 

ANCA Baskani Ken Hachikian, dün yaptığı konuşma itibariyle Obama’nın ‘Türkiye’ye teslim olduğunu ileri surdu’ ve ‘Başkan Obama, Amerikan insan hakları politikasını umarsızca görmezden gelip, ABD’de soykırımın tanınmaması için Ankara’nın elini güçlendirmiştir. Kendisi Türkiye’ye teslim olmuştur’ diye konuştu.

=====================================================================

 

ABD BAŞKANI OBAMA’NIN TÜRK ULUSUNA YÖNELİK “ERMENİ KARAÇALMASI”NA YANIT!..

 

İnsanlığa karşı işlenen  suçların en    büyüklerini, hem de hepsini  içeren sömürgeciliği bugün de sürdürmekte olan ABD ve öteki Batı Avrupa devletleri, Türkiye’ye karşı bu cinayetlerini “Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı” karalaması eşliğinde de yürütüyorlar.

 

Onlar bu karalamayı yineledikleri sürece, biz de onlar bıkıncaya değin bıkıp usanmadan yalanlarını yüzlerine vurmayı sürdüreceğiz.

 

Bu amaçla yıllardanberi yayınladığım gerçekleri, ABD Başkanı Obama’ya İngilizce olarak gönderdiğim gibi, bilinç tazelemek üzere Türkçesini      de    yayınlıyorum.

 

SOYKIRIM GİRİŞİMİ: ERMENİLERE KARŞI MI, TÜRKLERE KARŞI MI?

 

Prof. Dr. Özer OZANKAYA

 

Yaklaşık 40 yıldanberi, bir çok Batılı   hükümet, Osmanlı Devletinin son döneminde Doğu ve Güney Anadolu’da özellikle Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika’nın    kışkırttığı Ermeni – Türk kanlı kavgalarından    Türk ulusunu ve Türkiye Cumhuriyeti  Devleti’ni sorumlu tutmak, üstelik bunu    “Ermenilere karşı  soykırım„ gibi sunmak haksızlığını, Türk diplomatlarına yöneltilen ASALA terör cinayetlerini bile görmezlikten gelme ahlaksızlığını  sergileyegelmektedirler. Nesnellik  ve tutarlılık     gereğini gözardı eden  bu ülke yönetimleri,      “Türkler Ermenilere soykırım uygulamışlardır„ diyen  Parlamento kararları almakta, bu savın doğru  olmadığını söylemeyi suç sayan ve cezalandıran yasalar bile çıkarmaktadılar! Ermenistan hükümeti gibi bu Batılı devletler de, Türkiye’nin konuyu bilimsel ortamlarda, nesnel ölçülerle incelemek önerisine kulaklarını tıkamaktadırlar! Demokrasi ve barış ilkelerine taban tabana zıt olan    bu tutumlarını,       Türkiye’nin yüklü tutarda örneğin  Fransız helikopteri, Alman tankı ya da  Amerikan uçağı, Airbuslar  … satınalması ve benzeri ödünler  söz konusu olduğunda,   kimi kez geçici olarak  unutmuş görünmekte,  kimi kez parlamentolarına dek getirmekle birlikte     çoğunluk oyuna ulaşmamasına  çalışacakları sözlerini vermekte, karşılığında Türk hükümetlerinden   ödün üzerine  ödün koparmaya çalışmaktadırlar. 

 

Bunlara ek olarak ülkemiz içinden kimi „üniversite“ adını taşıyan kuruluşlarda, “bilim adamı„  sıfatı taşıyan  kişiler bile yalnızca „Ermenilere soykırım uygulanmıştır“ yalanının söylenebildiği, karşıt görüşe, yani bunun  yalan olduğunu savunanlara söz hakkı   tanımayan sözde „bilimsel“  toplantılar yapabilmektedirler!!!

 

 

Nesnellik   bilimin de,    demokrasinin   de,     uluslararası  barışın  da başta gelen gereğidir. Bu ilke, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş  temelleri arasında yer alır ve Atatürk’ün “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar  önemlidir. Yazan yapana doğrulukla bağlı (sadık) kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtıcı bir nitelik alır.„ uyarısında  anlatımını bulmuştur.    Bir süre önce  Fransa’da önemli sayıda bilim adamının, doğrudan doğruya “Ermeni soykırımı„ savları ile ilgili olarak, “Fransız parlamentosunun tarihsel konularda siyasal görüşlerini yasalara, meclis kararlarına  dönüştürmesinin   yanışlığını„ vurgulayıp, “tarih yazımını bilim dünyasına bırakmanın gereğini„ belirtmeleri bu bakımdan sevindirici olmuştu .  Ne yazık ki Fransa hükümeti ve siyasetçileri,  utanç duymadan sömürgeci tutumlarını sürdürüyorlar. Aynı bilim çevrelerinin daha gür sesle, Fransız ulusunun ve devletinin anlına bu lekenin sürülmesini  önlemeğe çalışmaları zorunludur.  

 

Ben de bir Türk toplumbilimci niteliğimle, bu konuya ilişkin gözlem ve değerlendirmelerimi, eğer eksik ya da yanlışı varsa her isteyenin düzeltmesine çağrıda bulunarak, yani artık meydan okuyarak, sunmak gereğini yerine getirmek istiyorum.

 

I. SOYKIRIM GİRİŞİMİ, AMA TÜRK’E KARŞI!

 

Osmanlı Devleti’nin yıkılış süreci,    doğal kaynaklar ve   pazar arayışında olan  sanayileşmiş Batılı devletlerin  kendi aralarındaki çıkar çekişmeleri yüzünden, Osmanlı uyruğu halkların büyük acılar yaşaması  eşliğinde gerçekleşti. Bu acıların en büyüğünü, Osmanlı Devletinin asıl   yükünü çektiği halde      her türlü gelişmenin dışında tutulan, son ikiyüzelli yıl boyunca, Batının  ardı arkası gelmeyen karşı-saldırısı nedeniyle savaşlarda tüketilen  Türk kesimi yaşadı. Amerikalı Göç Tarihçisi Prof. Justine McCarthy’nin    araştırmalarıyla otaya koyduğu       üzere,  Osmanlı’nın Türk uyrukları, devletin batı eyaletlerindeki   500 yıllık Türk yurdu Rumeli’den (ABD’nin tüm  tarihinin 225 yıldan ibaret olduğu düşünülsün!)    sökülüp sökülüp atıldıkları gibi, doğusunda da yapay olarak bir Ermenistan yaratabilmek uğruna Türk nüfustan arındırılmış bir bölge oluşturulmak istenmiş ve İngiliz, Rus, Fransız kışkırtma ve silahlı desteği ile kurulan Ermeni çeteleri, “yalnızca  Türk olduğu için” ve kadın, yaşlı, çocuk demeden Türkleri kıyımdan geçirmeğe ve bölgeden kaçırmağa kalkışmışlardır. Ermeni nüfus çoğunluğu da binlerce yıllık Türk vatandaşlarına karşı işlenen bu cinayetlere baş kaldırmamış ya da kaldıramamıştır.    Ancak Türklere karşı uygulanan kıyım Osmanlı’nın Batı eyaletlerinde  başarılı olduğu halde Doğu’da başarılı olamamış, Osmanlı Devleti buradaki çoğunluk Türk nüfusu  korumak ve Rusya ile savaşırken   arkadan hançerlenmeyi önlemek   için Ermeni uyruklarını ülkenin güneyindeki bölgelere zorunlu göçe tabi tutmuştur. Bu, sık sık söylendiği gibi, yalnız   Çarlık Rusyasıyla savaşmakta olan  Osmanlı Ordusunun iki ateş arasında kalmaması için başvurulmuş bir önlem değildir.  Türklere karşı girişilen soykırım cinayetlerine   karşı koymayan ya da koyamayan ve saldırılara ortak olan Ermeni nüfusun, bir daha Türk komşularıyla barış  içinde birlikte yaşama şansı da    kalmamıştı. Bunun için de o bölgeden başka yere göçürülmeleri zorunluluk olmuştu. Türk Bağımsızlık Savaşı sırasında da Adana,    Maraş, Gaziantep .. yöresinde Fransız üniforması altında Türklere saldırtılmaları, Dünya Savaşı sırasında zorunlu olarak  göç ettirilen Ermenilerin Cumhuriyetin kurulması üzerine yurtlarına dönmelerini daha da olanaksız duruma getirmiştir.      Görüldüğü gibi Doğu Anadolu’daki Ermeni halk, Batılı devletlerin çıkar hesaplarına araç olmaya hayır demedikleri, diyemedikleri için,  bu bölgedeki binlerce yıllık varlıklarına kendi elleriyle son vermişlerdir!

 

Ama Ermeni siyasetçileri ve onları kışkırtan    Siyaset Batısı,  1970’lerden başlayarak olayları   ters-yüz etmeğe koyulmuştur:   Öldürülen, yurdundan ve ocağından sürülen ve meşru savunma durumunda bırakılan Türkler insan değil de hamam böceği imiş gibi, onlara karşı girişilen bu soykırım saldırısından hiç söz etmeden,        ‘Osmanlı Devleti ve   Türk halkının da,    Almanların,   Rusların,   İspanyolların Yahudilere yaptığı gibi,   Ermenilere karşı   soykırımı uyguladığı’       propagandasını   yapmağa başlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti, dürüstlükle izlediği barışçı politika gereği geçmişin bugünümüzü zehirlememesine özen gösterir  ve   Ermeni çetelerin  ve onlara uyan Ermeni halkın Türklere karşı yaptıkları kıyımları  ve     onları  destekleyen Siyaset Batısı’nın sorumluluğunu gündemden düşürürken,  bu soylu politikası        zayıflık belirtisi sayılmış ve Türkiye’ye karşı    silah olarak kullanılmaya  başlanmıştır.

  

Oysa bir ulusa iftira etmek, soykırım girişiminin tâ kendisidir!

 

II. “ERMENİLERE KARŞI SOYKIRIMI„ SAVI NEDEN BİR KARAÇALMADAN  İBARETTİR?

 

Ermeni propagandalarının doğru olmadığı nerdeyse matematiksel bir kesinlikle birçok kez kanıtlanmıştır, dedim. Bunun yalnızca birkaç  örneğini sunmak isterim. Bu örnekler, kanımca,   doğruya saygılı olan  herkesi inandırmaya yetecek açıklıktadır. Buna karşın sözkonusu propaganda makinesinin neden işletildiği ve Türkiye’nin bunu neden önleyemediği, konunun başka bir yönüdür ve ona ilişkin tahminlerimi daha sonra belirteceğim.

 

Ermeni savlarının bir karaçalma    olduğunu göstermeğe yetecek nitelikteki kanıtların bir bölümü şunlardır :

 

1) Osmanlı Devleti,  Birinci Dünya Savaşına  Almanya’nın güdümündeki Enver Paşa ve benzeri devlet yöneticilerinin çabalarıyla sürüklenmişti. Bütünüyle Osmanlı Ordusu savaş boyunca “Alman Askeri Eğitim Kurulu”nu    oluşturan Alman generallerinin doğrudan doğruya komutası altına sokulmuştu.  Liman von Sanders’ler, Falkenhein’lar bunun canlı kanıtlarıdır.

Eğer Osmanlı Devleti Ermeni uyruklarına karşı bir soykırım uygulamış olsaydı, Alman hükümeti bunu belgeleyecek olanaklara en çok sahip olacak konumda bulunuyordu. Oysa bugüne değin  Alman arşivlerinde böyle bir belge bulunup ortaya çıkarılamamıştır!

 

2) Savaş sonrasında Mondros silah bırakışmasını imzalayan Osmanlı devleti bütün yönetimiyle İngiliz, Fransız ve İtayan işgalcilerine teslim oldu. Savaş suçluları mahkemelere verildi, Malta’ya sürüldü. Ama Osmanlı Devletinin bütün arşivlerine el koymuş olan savaş galibi bu devletler, Ermenilere karşı soykırım uygulandığına ilişkin hiçbir kanıt bulamamış, böyle herhangi bir yargıda da bulunamamışlardır.

 

İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan arşivlerinde bugüne değin böyle herhangi bir kanıt bulunsaydı bin kez dünyaya duyurulmuş olurdu.

 

3) Mondros Silah Bırakışması ve Türk Bağımsızlık Savaşı yıllarında   Amerikan hükümetinin Ermeni savlarını araştırmak üzere görevli gönderdiği General Mosley ve General Harbord,     bir soykırımından değil, “Karşılıklı birbirini öldürme” olayından söz edilebileceğini, bu çatışmalarda Türklerin daha büyük   kayıplara uğradığını  belirtmişlerdir. Öldürmeği kimlerin  başlattığı konusunda ise,  beklenebileceği gibi,   sessiz kalmışlardır. Eğer Türkler başlatmış olsaydı sessiz kalmayacakları açıktır.

 

4) Daha 1877 Osmanlı – Rus Savaşı öncesinde İngiltere,  Rusya’nın   Ermenileri baskıdan koruma bahanesiyle     Osmanlı Devletine saldırmasına,  kendi sömürgeci  çıkarları nedeniyle karşı çıkarken, durumu yerinde gözlemlemesi için bir Kırallık Yüzbaşısını görevlendirmişti. Bütün Anadolu’yu at sırtında gezen Captain Peebody, Five Hundred Miles On Horseback in Asia Minor   adlı raporunda Ermenilerin baskıya uğramak şöyle dursun, toplumun en varlıklı ve  gönençli kesimi olduğunu, olsa olsa Ermenilerin Osmanlı Devletine karşı sadakatlarında bir kusur bulunduğunun söylenebileceğini gözlemleyip yazmıştır.

 

5) Adana-Maraş bölgesinde Fransız üniforması altında Ermenileri Türk komşularına saldırtan   Fransa’nın Başbakanı Clémenceau, Fransız çıkarları açısından gerek gördüğünde,  “Ermeniler, başlarına gelenlerden, kendileri  dışında hiç kimseyi suçlayamazlar.„  demekten çekinmemiştir!

 

6)  Ermenilere karşı  soykırımı savının   Atatürk döneminde neden hiç ağza alınmadığı, tam tersine neden Atatürk Türkiyesi’nin,  böyle bir savdan tek sözcükle   bile söz edilmeksizin,  özel bir çağrıyla   Milletler Cemiyeti  üyeliğine        davet edildiği, sorulmaya değer bir durumdur.

 

6) Türkiye’de   Ermenilere karşı  soykırımı yapılmış olsaydı  Almanların Yahudilere uyguladığı soykırımından kaçan yüzlerce Yahudi ve  Nazilere başkaldıran birçok Alman bilim, sanat ve düşün adamı kuşku yok ki ABD, İsviçre, Kanada vb. yerine       Atatürk Türkiyesine gelmek istemezlerdi;   Türkiye’de tam bir  özgürlük ortamında yaşayabileceklerini düşünemezlerdi.

 

7) Ermenileri yüzyıllarca “devlete en bağlı uyruk” anlamına gelen “Teb’a-i sadıka” diye niteleyen, devletin   en yüksek makamlarında görevlendiren, saray mimarlarını kuşaklar boyunca hep Ermenilerden (örneğin  Balyan ailesinden) seçen   Osmanlı Devletinin,   kültürün her alanında Türklerle en çok   kaynaşmış olan,  Ermeni alfabesiyle Türk dilinde kitaplar basan, evlerinde bile yoğun biçimde Türkçe konuşan uyruklarına     soykırım uygulamasına olanak yoktur. 

 

8)  Bugün bile dünyanın birçok ülkesinde yaşamakta olan Ermeniler, evlerinde ve kendi aralarında sık sık Türkçe konuşmaktadırlar. Binlerce yıllık yurtları olan Anadolu’dan bir soykırım sonucunda göçmek zorunda kalmış olsalardı, herhalde   Türkçe konuşmayı sürdürmeyi akıllarından bile geçirmezlerdi.

 

 

III. SİYASET BATISI   BU GÖZÜPEKLİĞİ NASIL  GÖSTEREBİLİYOR?

 

Bir ulus için izlenecek en doğru strateji, çağdaş bir kültür sahibi olmaktır. Başka deyişle  yönetiminin demokratik,  felsefe, bilim ve sanatının  özgür, ekonomisinin ileri sanayiye ve ileri teknolojiye dayalı, dilinin gelişkin bir yazı  dili  olması, bir ulusu en yüksek güvenlik düzeyinde yaşatır.  

 

II. Dünya Savaşı’nı izleyen Soğuk Savaş döneminde Türk     politikacıları, Türk ulusuna böyle bir çağdaş kültür düzeyine yükselme yollarını açan ve Türk hükümetini      güçlü ve saygın kılan   Atatürk önderliğindeki   aydınlanma devrimlerini sürdürecek yerde, ucuz yoldan iktidarda kalıp bencil çıkarların hizmetinde olmayı yeğlemeleri, bunun için de  nüfusun  % 80’ini oluşturan eğitimsiz  köylü yığınlarını çağın meslek ve sanatlarıyla donanma, böylece insan olarak da ulusal toplum olarak da gelişip güçlenme  yolundan alıkoyup yeniden ortaçağ artığı şeyhlik, ağalık, tarikaçılık, üfürükçülük vb.  kurumların pençesine düşürmeleri olmuştur.

 

Sömürgeciliği hâlâ ayıp saymayan Siyaset Batısı da, hem bu gericiliği destekleyerek, hem de bu güçsüz durumdan    yüreklenerek, biryandan  Atatürk modelinin   İslam dünyasına ve   sömürülen uluslara örnek   olmasını engellemek, bir yandan da   Türkiye gibi geniş bir ülkeyi yeniden sömürge durumuna indirgemek üzere, Türkiye Cumhuriyeti ile Türk ulusuna saldırılarını  yavaş yavaş yenilemeğe ve   bu saldırıların bir bölümünü,  sağcısı ve solcusu ile bağnaz kafalı ve/ya da çıkarcı   yerli-yabancı   yazar-çizerler, sözde-profesörler … aracılığıyla   Türkiye’ye  “yardım”  kılıfı  altında sunmaya koyulmuşlardır.

 

Ermeni soykırımı savları da bu saldırılardan başlıca bir tanesidir. 

 

 

IV. ÇÖZÜM

 

Ermeni iftiralarına kesin bir son vermek ve bunların     helikopter, airbus … alımları  sırasında  açıkça  yapıldığı gibi            bir tür şantaj aracı olarak kullanılmasını önlemek için, Türkiye Cumhuriyeti,  hükümeti ve bütün siyasal partileriyle, üniversiteleri ve meslek odalarıyla, basını ve sendikalarıyla … yukardaki gerçekleri gür sesle bir kez ve son kez olmak üzere dile getirmeli, bunları  görmezlikten gelerek parlamentolarına ve uluslararası ortamlara Ermeni kara-çalmalarını  taşıyan, bu savların yanlış olduğunu söylenmesini bile düşünce özgürlüğünü çiğneyerek ceza yaptırımıyla yasaklayıcı  yasalar çıkaran hükümetlere bu davranışın     “düşmanca eylem” sayılacağı  ve ona göre karşılık göreceği  açık ve kesin bir biçimde bildirmelidirler.

 

Ama bunu yapabilmeleri için önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve onun kurduğu  hükümetlerin  gerçekten demokratik, yani her eyleminin hesabını Türk ulusuna vermek yükümlülüğünün bilincinde,   yani demokratik yapıdaki siyasal partilere dayalı        güçlü melis ve hükümetler olması, içerde ve dışardaki görevlilerin  de partizan ölçülerle değil, gerçekten Türk ulusunun meşru çıkarlarını koruyup kollayacak yeterlikte olanlar arasından       seçilmeleri, sivil toplum kuruluşlarının da hem iç yapı ve işleyişyeriyle demokratik olması, hem de  yabancı kaynaklardan beslenmeyen,  yalnız ulusal kaynaklara dayalı sivil toplum kuruluşları olmaları    zorunludur. Bilim ve yayın dünyamız  da  bilimsel ve demokratik sorumluluk bilinciyle  bu yolda etkin destek verecek nitelikte olmalıdır.

 

Özetle Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatırken izlediği yol, her bakımdan onurlu, yani özgür, bağımsız, barış, güvenlik ve gönenç içinde yaşayabilmemizin tek yoludur: “Ulusal güçler etken ve ulusal istenç egemen kılınmalıdır.„  Ortaçağ artığı, çıkarcı, işbirlikçi ögelerin ulusal güçleri ve ulusal istenci bastırıp saptırmasına olanak verilmemelidir.

 

Bunu gerçekleştiremedikçe ermeni soykırımı iftiralarına pontus, süryani, kürt, rum, … soykırımları iftiralarının ekleneceğini, Kıbrıs’ın Yunan  adasına, Ege’nin Yunan gölüne çevrilmesi, bir Kürt özerk bölgesi kurdurularak Türkü ve Kürdüyle bütün  Türkiye’nin   mahvedilmesi gibi   hain tasarıların uygulanması,   kıyılarımızın ve  onbin yıllık uygarlık kalıtlarının bulunduğu    topraklarımızın yabancı denetimine girmesi … yolundaki baskıların  artarak süreceğini,         kısacası 86 yıl önce yırtıp parçaladığımız yıkıcı   Sevr  tasarımını  yeniden Türk ulusunun karşısına dikme heveslerinin hortlayacağını iyi bilmeliyiz.

 

Aklımızı başımıza toplayalım, Atatürk’ün şu ibret dolu uyarıyı   boş yere yapmadığını anlama olgunluk ve sorumluluğunu gösterelim:

 


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir