Rum Ortodoks Kilisesi Başı II. Hrisostomos’un ve Sen Sinod Meclisinin KKTC’yi tanımamak ve KKTC diye bir devlet yokmuş gibi davranma alışkanlığı var.
Hem Başpiskopos hem de Sen Sinod Meclisi, ruhani yönetim bölgeleri yani Diyakozluğu içinde olmasa da Karpaz yarımadasına göz dikmiş durumda.
Sen Sinod Meclisi tarafından 9 Eylül 2010’da kabul edilen son kilise tüzüğüyle, Karpaz Burnunun en ucundaki Apostolos Andreas Manastırı’nın (Havari Andrew Manastırı) Rum Ortodoks Kilise’sinin tam yetkisine ve Karpaz Bölge Piskoposluğu’nun himayesi altına girmesinin prensip kararı alınmıştı.
Arkasından Karpaz yarım adasını olduğu gibi Metropol, yani dini bölge ilan edildi ve Karpaz Bölge Piskoposu olarak da Piskopos Hristoforu atandı.
Bu atama tabi ki sadece kağıt üstünde.
Kendi kendilerine gelin güvey olan Rumlar Karpaz yarımadası KKTC egemenliği/hükümranlığı altında olmasına rağmen KKTC hükümetine sormadan ve danışmadan yaptılar tüm bu işlemleri. KKTC Din İşleri Dairesi ise muhatap bile alınmadı.
İster alsınlar, ister almasınlar, bu kendi bilecekleri bir iş ancak iş fiiliyata gelince KKTC’yi ve KKTC’nin Din İşleri Dairesini kaale almak zorunda kalacaklarını düşünmeleri gerekirdi.
Sanıyorlar ki adanın tümü kendi hükümranlıkları altında ve istedikleri kararı alıp uygulayabilirler.
Rumların yaptıkları hiçbir politik, siyasi ve devletçi teamüllere uymuyor. Ha Lübnan’daki bir kiliseye Lübnan Hükümetine danışmadan papaz atamışlar, ha KKTC Hükümetine ve yetkili dairesine sormadan ve izin almadan Karpaz Bölge Piskoposu olarak Piskopos Hristoforu’yu atamışlar. Bu iki işlemin arasında hiçbir fark yok.
12 Nisan günü Karpaz Bölge Piskoposu Hristoforu, “Karpaz’a gitmek üzere KKTC’ye yönelik geçişinin Türk makamlarınca engellendiği” iddiasıyla, sabah saat 06.30-08.00 saatleri arasında Metehan (Ay. Demet) sınır kapısında eylem yaptı. İkişer araçla gidiş ve geliş yollarını bloke etmekti Piskopos’un eylemi.
Sözde Karpaz Başpiskoposu Hristoforu, burada yaptığı açıklamada da Kıbrıs Türk makamlarının, “bir aydan beridir kendisine Kuzey’e geçiş izni vermediğini” iddia etti.
Eğri oturup eğri konuşmak yerine, doğru oturup doğru konuşmak gerekiyor.
Eğer Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi ve Sen Sinod Meclisi, KKTC hükümetini tanıyıp Din İşleri dairesini muhatap alsalardı bu tür yasaklamalarla karşı karşıya gelmezlerdi hiçbir zaman.
Tanımayanı tanımazlar, takmayanı da takmazlar. Bu insan doğasının kuralıdır.
KKTC de ‘sorma gir hanı’ değildir.
KKTC hükümetine ve KKTC Din İşleri Dairesine sormadan atadıkları ne sözde Karpaz Piskoposu olarak kendisine, ne de sözde “Omorfo Metropoliti”ne KKTC’ye geçişine izin verilmeyeceği kesin.
İster uluslararası olarak tanınmış bir devlet olsun, ister olmasın, Kıbrıs adasının kuzeyinde egemen ve hükümran bir yönetim varsa, Rum Ortodoks Kilisesi bu devletle ve bu devletin ilgili birimleri ile muhatap olmak ve onları kaale almak zorundadır.
Üstelik her olayı kendine yontan Rum Ortodoks Kilisesinin, Kıbrıs adasının güneyinde yaşayan Müslümanları ziyaret etmek ve kutsal mekanımız olan Hala Sultan Tekkesinde ibadet etmek için Din İşleri Dairesi Müdürüne, eski ismiyle de “Müftü”müze Güney Kıbrıs’a geçişine izin verilmediği zaman niye sesini yükseltip Kıbrıs Rum Yönetimini protesto etmediğini de anlamak güç.
Eğer Rum Ortodoks Kilisesi, KKTC hükümetinden varlığına saygı duyulmasını istiyorsa, önce kendi evinde “karşılıklı saygı”yı tesis etmeli ve KKTC Din İşleri Başkanı ile tüm personelinin güney Kıbrıs’a geçişini kendi hükümetine kabul ettirmelidir.
Sonrasında bu sözde “Omorfo Metropoliti” ile “sözde “Karpaz Piskoposu”nun dini ayin yönetmek üzere KKTC’ye geçişleri için gerekli olan izinleri KKTC Din İşleri dairesi deruhte eder.
Her şey karşılıklıdır. Buna siyasette, politikada ve devletler arasındaki ilişkilerde “Mütekabiliyet” denmekte.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
25 Nisan 2012
Bir yanıt yazın