KIBRIS PAZARI YAZILARI (YASEMİNLER KIBRIS MI KOKAR?)
HÜSEYİN MÜMTAZ
Her sene; kuş cıvıltıları, portakal çiçeği kokuları, ancak sabahları esen hafif rüyâ gibi bir rüzgâr, arabanın içine girer girmez kendini hissettirmeye başlayan sıcak bunaltıcı bir hava ve göz alabildiğine uzanan canlı yeşil hülyalarla gelir Kıbrıs’a bahar.
Vakit varken kuş cıvıltılarının keyfini çıkarmaya bakın. Nisan başından itibaren böcek azmanı binlerce zırzıro’nun dayanılmaz konseri sizi perişan edecektir.
Sıcak ile zırzıro’ların temposu arasında garip bir bağ var.. Havanın sıcaklığı arttıkça onların sesi de daha gür çıkıyor. Meselâ öğleden hemen sonra denizde iken başınızı suya bile soksanız, onların sesinden kaçıp kurtulabilmek mümkün olmuyor. Ve yine hayrettir o zırzırolar, deniz kenarlarını tercih eden, keyif bilir yaratıklardır. Meselâ Girne-Güzelyurt arasında Geçitköy’den hemen sonra bıçak gibi kesilir sesleri.
Ada küçüktür, İngiliz sömürge idaresi zamanında yapılan ve hâlâ kullanılmakta olan ama artık ihtiyaca kâfi gelmeyen yollar dar ve küçüktür fakat zırzırolar gibi küçük canlılar büyüktür. Meselâ saksı çiçeği olarak tanıdığımız kauçuk burada ev boyunu aşan kocaman bir ağaçtır. Yahut araba kullanırken ilerde yolun üzerinde kafasını yukarı kaldırıp gözlerini size diken, iri bir fare büyüklüğünde kertenkeleler görmeniz de gayet tabiîdir.
Ada sıcaktır. Yerliler günlük çarşı Pazar ihtiyaçlarını, Ocak-Şubat hariç, sabah 7.30-9.30 arası karşılayıp hemen eski taş evlerin loş serinliğine atarlar kendilerini. Yeni inşa edilen ev veya apartmanlarda ise mutlaka bir “air-condition” cihazına ihtiyaç vardır.
Akşamları ancak 10’dan sonra dışarı çıkılabilir. Girne – Güzelyurt ve Magosa’da o yapış yapış ağır ve nemli hava, gece yarısında bile nefes almanıza mâni olur. Sadece Lefkoşa’da akşam üstleri hafif bir esinti “oh” dedirtir, palmiyelerin yaprak ve dalları yükseklerde şöyle bir kıpırdanır.
Eski, loş ve taş evler eski zamanları hatırlatır ve ekserî yeniye tercih edilir. Yeni evler ise ekserî Rum’dan kalan evlerdir ve ruhsuzdurlar. Evin herhangi bir köşesi ile ilgili hayalleriniz en fazla 1974’e gider. Ondan öncesi esrarlı bir buluttur. Bazen, Marulla’lar veya Miltiadu’ların kokuları hâlâ var mıdır diye şüpheye düşersiniz eski dolap diplerinde, döner döner siler ve çekmeceleri akşama kadar havalandırmaya bırakırsınız.
Yeni Rum evleri aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak 1974 öncesi oturduğunuz ve şimdi Rum tarafında kalmış olan Yayla, Aydoğan veya Mormenekşe’deki eski evinizi hatırlatacaktır. Aklınızdan birden, sanki o zamanlar daha mutlu olduğunuzu geçireceksiniz. Ama hemen akabinde asıl özlediğinizin; o tarih öncesi devirde kalmış olan Aydoğan’daki arkadaşlık, komşuluk, birlik ve beraberlik hissi olduğunu anlayacaksınız. O insanlarla bütün bir ömrü beraber geçirmiştiniz.. İyi günlerde beraber sevinmiş, Rum’a karşı birlikte mukavemet etmiştiniz. Komşunuzun çocuğunun okula başladığı sonra evlendiği günü hatırlıyorsunuz. Babasının öldüğü günü de… Hâlbuki şimdiki komşularınızla ortak pek bir yanınız yok. Kimi Lârnaka’dan gelmiştir, kimi Trabzon’un yaylalarından. Üstelik insanlar şimdi daha maddîdir. Akşam karanlık basınca evlerine çekilip, TV yahut video seyretmektedirler. Müşterek eğlenme – dertlenme alışkanlığı kaybolmaya yüz tutmuştur. Sanki büyümüştür Kıbrıs. O büyüklük ve yabancı kalabalık arasında kendinizi iyice yalnız hissedersiniz.
En şanslı olan Lefkoşa’lılardır. Onlar hâlâ küçükken düşüp bacaklarını kırdıkları incir ağacının bulunduğu evde yaşarlar. Evlenip çoluk çocuğa karışmışlardır. O incirin serinliğinde kahvelerini içerler, öğle yemeğinden sonra sineklenir ve kestirirler birceğiz saat. Akşam aynı ağacın altında kurulur çilingir sofrası. Kış pazarları, üşenildiği için uzağa gidilmemişse, yine o ağacın altında yakılır mangal ve biraz ötede de hırsız kebabı yapılan küp-fırın durmaktadır.
Kebap yapılacak et, Lefkoşa’da Macila’dan; Gemikonağı’nda Barış Gücü kampının hemen yanındaki köprü dibinde bulunan kasaptan, Güzelyurt’ta Arap’tan alınır. Hattâ taa Girne’den bile et almak için Arab’a gidilir. Arabın dükkânı sinek doludur. Arab’a zorla sinek öldürücü sprey alması için baskı yapılır. O da her seferinde söylene söylene alır.
Kıbrıs’ta kasapların hepsi eti bütün parça halinde satarlar. Et; evde keyif ehlinin zevkine göre ehli keyif tarafından şiş veya pirzola haline getirilir. Bu yüzden etle pek haşır neşir olmak istemeyen amatör kebapçılar önce kendini beğenmiş kasapların tepeden burun kıvırmalarıyla karşılaşır, bir süre sonra da mecburen dost ve haşır neşir olurlar.
Kebabın yanında rakıya meze olacak mevsim yeşillikleri en bol, ucuz ve taze olarak Güzelyurt bandabulya’sından alınır. Bir âlemdir Güzelyurt çarşısı. Emekli polisler sabah ezanı ile önce fırlayarak kalkar, bahçede havlamaya başlayan köpeği susturur sonra ve herkesten önce çarşıya gider, bütün meyve, sebze ve yeşillikleri tek, tek seçerek fileye doldururlar.
Sonra oturur akşam vakti, o kebap ve yeşilliklerin yanında neredeyse kovayla içtiğiniz rakının, nasıl olup da sizi sarhoş etmediğine şaşar, kalırsınız.
Balık mı? Ada olduğu halde Kıbrıs’ta “balık kültürü” gelişmemiştir. Bu konuda, bilhassa Karadeniz’lilerle evlenen, Güzelyurt’ta mûkim genç kızlardan çok şeyler beklenir.
***
Lefkoşa’nın surları içinde kalan bölümü, Magosa ile beraber, Ada’nın en Osmanlı yeridir. Daracık sokaklar, küçük ve üst üste evler, yazın sıcaktan nefes bile alamayacağınız avlular… Bu evlerin sokağa bakan demirli pencerelerinin önüne veya avlunun bir köşesine konmuş tahta kerevet’e yaz aylarında iki yastık atılarak öğlenleri veya geceleri sabaha karşı, ancak uyunur. O evler ve avlularda içki içilmez. Kallavî Osmanlı fincanlarında Yemen kahvesi içilir. Hem günde altı kere… O pencere ve kerevetlerde, çok yaşlı nineler veya çok genç gelinlik kızlar akşamüstü altı sıralarında, ince bir ipliğe birkaç sıra yasemin dizerler. Çok yaşlı nineler altmış sene önceki ilk aşklarını, çok genç gelinler altmış sene sonraki son aşklarını düşlerler…
Yasemin dizileri ya hülyalı saçlara iliştirilir veya evin bir köşesine içi su dolu bir kâseye konur.
Yaz geceleri bütün Kıbrıs, Tırnova’daki mürdüm eriklerine inat yasemin tüter…
KIYI, Nisan 1992, Sayı: 73
Bir yanıt yazın