Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Bir an için Türkiye’nin Afganistan’dan çekilme kararı aldığını düşünelim. Ne de olsa şu anki psikolojik atmosfer buna fazlasıyla uygun.
Peki, böylesi bir karar gerçekte başta Türkiye olmak üzere, Türk-İslam dünyasının ne kadar menfaatine olacak? Acaba, “Türkiye Afganistan’dan bir an önce çekilmeli!” diyenler bunu biraz olsun hiç düşündüler mi?
Örneğin, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi sonrası nasıl bir tablo ortaya çıkacak? Bölgede nasıl bir yeni denge oluşacak? Afganistan ve çevresi bağlamında yaşanan gelişmeler ile Irak merkezli yaşanan gelişmeler arasındaki paralelliğin ne kadar farkındalar?
Peki, bu zat-ı muhteremler “Üçüncü İsrail” devletinin kuruluş aşamasından ne kadar haberdarlar? Ya Çin’in bölgede artan etkinliğinden ve Pakistan’ın bölünme durumundan? İran’a ne demeli? Türkiye’nin yakın çevresinde kuşatma politikası uygulayan ülkelere karşı Ankara “nal mı toplayacak?”…
***
İşte, tam da bu noktada Türkiye’nin Afganistan’daki varlığına yönelik olarak başlatılan kampanya çerçevesinde ciddi anlamda kuşku ve soru işaretleri ön plana çıkmaya başlıyor.
Ne de olsa, Türkiye’yi kendi içine hapsetmek isteyen çok sayıda “dost” ve düşmanımız var; “çok başarılı” bir şekilde yürütülen “sıfır sorunlu komşuluk politikası”na rağmen…
Dolayısıyla, Afganistan’ın Türkiye açısından taşıdığı anlam ve önemin halen anlaşılabildiği kanaatinde değilim. Özellikle de Türkiye’deki mevcut şartlar altında…
Birazcık hafızlarını zorlayanlar, günümüzdekine benzer tartışmaların aslında çok daha öncesinde, ABD’nin Afganistan’a giriş hazırlıkları yaptığı bir dönemde yine Türkiye gündemini epey meşgul ettiğini hatırlayacaklardır.
***
Nitekim, başlangıçta Afganistan krizine ilk tepkisini “pasiflik” ve “duygusal” bir yaklaşım içerisinde veren Türkiye, âdeta bir “politikasızlık politikası” içerisinde bir görünüm vermişti.
Ankara’nın içerisinde bulunduğu bu ruh hâli mevcut durum analizlerini etkilemiş ve Ankara mümkün olduğunca “olayların dışında kalma” isteği ile hareket etmişti.
Hatta, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, yeni yasama yılı nedeniyle TBMM Başkanı Ömer İzgi’nin verdiği resepsiyonda Afganistan’la ilgili olarak şu dört somut mesajı vermekteydi: Türkiye’nin menfaatleri her şeyden üstündür; Türkiye Afganistan’a asker göndermeyecektir; NATO Sözleşmesi’nin 5. maddesinin işletilebilmesi için saldırının dışarıdan geldiği kanıtlanmalıdır; ve Türkiye tarihten gelen misyonuyla Afganistan’daki gelişmelere kayıtsız kalamaz.
Peki, sonrasında ne oldu?
***
Ne olacak, aradan fazla bir süre geçmeden MGK’nın 2001 yılı Ekim ayı olağan toplantısı, liderler zirvesi ve Dışişlerinde gerçekleştirilen üç toplantının sonucunda alınan kararlarda “Türkiye’nin Afganistan’ın geleceği konusundaki rolü artırılacak, Afganistan muhalefetinin Ankara toplantısına destek verilecek, ülkede geniş tabanlı bir hükümetin kurulabilmesi için İran ve Pakistan ile işbirliği yapılacak” şeklinde bir ortak görüş-duruş ortaya konuldu.
Böylece, Türkiye biraz geç de olsa Afganistan konusunda daha aktif bir politika izlemesi gerektiğinin farkına vardı.
Bu kararda, hiç kuşkusuz, 11 Eylül sonrası ortaya çıkan yeni küresel, askeri ve siyasi güvenlik yapılanmasının Türkiye’nin güvenlik sistemi üzerinde yarattığı etki göz ardı edilemedi. Çünkü Türkiye, dış ve güvenlik politikaları bağlamında ya büyük bir değişim-açılım süreci içine girecekti ya da içine kapanacaktı.
Kuşkusuz, çıkarların ve bu noktada dost-düşmanın, tehdit, risk ve fırsatların yeniden tanımı, Türk dış politikasında çok boyutlu ve yönlü yeni bir anlayışın ortaya çıkması açısından kaçınmazdı ve öyle de oldu.
***
Nitekim, günümüzde gelinen aşama bir kez daha Türkiye’deki ortak “rasyonel aklı” haklı çıkarmış durumda.
Dolayısıyla, kim ne derse desin, Afganistan bir kez daha Türk dış politikası açısından bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkmış bulunuyor.
Değişen uluslararası konjonktür, Ankara’yı başta komşu ülkelerle ilişkilerinde ve bölgesel gelişmelerde daha atak bir pozisyona itmiş durumda. Batılı “müttefikleri”, tarihsel ve bölgesel komşularıyla ilişkilerinde manevra alanını genişletmek-derinleştirmek suretiyle elini güçlendirmiş bulunan Türkiye, bugün Afganistan üzerinden Orta Asya, Güney Asya ve Ortadoğu politikalarında önemli bir inisiyatif alanı yakalamış vaziyette…
Öyle ki, bugün Türkiye bölgede Pakistan’ın bütünlüğünün sigortası-garantörü ülke konumundadır. Türkiye’ye rağmen, bölgede Orta Asya cumhuriyetlerine yönelik bir oldu bitti, eskisi kadar kolay değildir. Özellikle de Afganistan’ın kuzeyinde yer alan Türk kökenli halklara karşı…
***
Türkiye bunu, hiç kuşkusuz silahlı kuvvetlerin ISAF bünyesinde sağladığı Afganistan’a “giriş vizesi” ile gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Aksi takdirde, Irak örneğinde de görüldüğü üzere, Türkiye’nin bölgede oyuncu olması pek de öyle kolay olamazdı.
Bundan dolayıdır ki Türkiye bugün kendisini çevrelemeye çalışan ülkelere karşı dışarıdan bir kuşatma politikası izleyebilmekte ve gerektiğinde kendisine karşı kurulan oyunları buradan bozabilmektedir. Hatta, varlığını hedef alan girişimlere yönelik karşı-örtülü operasyonlar bile yapabilmektedir.
Neticede, sınırlarının ötesinde bir güvenlik anlayışı-uygulaması geliştiremeyen ülkelerin içine düştükleri durum ortadadır. Bu hususta çok uzaklara gitmenin bir anlamı yok, düne kadar bizim “Kuzey Irak” ağırlıklı içine düştüğümüz durumu hepimiz biliyoruz.
Dolayısıyla, jeopolitik rasyonaliteyi hedef alan, onu sabote etmeye çalışan her tülü girişime karşı daha uyanık ve dikkatli olmakta fayda var. Özellikle de Türk-İslam Dünyası’nın geleceği adına son bir umut olarak önümüzde duran “Büyük Türkiye Vizyonu” açısından. Çünkü jeopolitik, tarih ve konjonktür buna bizi zorunlu kılıyor. O yüzden, ne olur, yeniden kazandığımız vizyonu ve tarihsel misyon duygusunu jeopolitik körlüğe ve sığ siyasete kurban etmeyelim!
Bir yanıt yazın