ERDOĞAN’IN YANLIŞI


Başbakan Erdoğan’ın İran dönüş yolunda,”İsrail’in nükleer programı konusunda ikna olmaması halinde İran’ı vurmaya kalkarsa ne olur?” sorusuna verdiği yanıt tüyler ürpetiyor. 
“İsrail’in İran’ı vurması felâket olur.Bunu gündeme getirmesi de felâket tellallığıdır.Bunu Obama’ya da söyledim.Böyle bir adım atıldığı anda,bir saldırı durumunda bu bölge tamamen yerle yeksan olur”diyor!

*
Başından itibaren İran’ın nükleer programıyla ilgili uluslararası kamuoyu ile tam işbirliğinin olmayışı bir koz gibi kullanılıyor
Bu suretle ABD/İsrail hem çıkarlarını hem de bu çıkarlara İsrail etrafında güvenlik oluşturan İslam ülkeleri kurgusuyla askeri üstünlüklerini korumak iddiasını sürüklüyor.
İran nükleer tesisleri ve askeri alt yapısı hedeflerinin aynı zamanda ya da kısa bir süre içinde kısıtlı şekilde vurulmasının güçlükleriyse hep biliniyor.

ABD/İsrail’in sonucu felakete yol açacağı belli çok geniş kapsamlı saldırısı olmadığı taktirde her tür saldırının İran’ı nükleer programından ancak geriletebileceği de…
O yüzden ABD/İsrail  Ortadoğu’da küresel olaylarda nerede,ne zaman ve nasıl olursa olsun düşmana karşılık vermek yeteneğiyle yeni nesil savaş konseptini uyguluyor.

*
Önce Tunus,Libya,Mısır gibi ülkeler etnik ve mezhepsel temelde çözülmüş,istikrarsızlığa sevkedilmiş ve iktidarlara Ümmetin Birliği şiarında İslami Cihad’ı misyon olarak yükümlenmiş Müslüman Kardeşler Örgütünün siyasal uzantıları getirilmiştir -bu suretle,o çıkarlara ayak bağı olmalarının önüne geçilmiş bulunuluyor.
Benzer konsept BAAS partisi geleneğinde güçlü devlet kompozisyonunda Suriye’yede uygulanıyor-ki,Suriye’ye de yapılacak bir saldırının genişleyeceği ve bölgeyi tamamen yerle yeksan edeceği biliniyor.


*
Bölgenin “tamamen yerle yeksan olması”muazzam bir dehşettir!
Bu tabloda önemli bölge ülkesi Türkiye’ye düşen rol tarihsel yakınlıklar, komşuluk ve akrabalık ilişkileri adına “Barış” tan yana olmaktır. 
Rağmen ilgili süreçte ve bilhassa Suriye krizinde Başbakan Erdoğan’ın yangına körükle giden performansında,Türkiye’den hareketle bölgesel  hangi yararın olduğu sorgulanmalıdır.
Muhtemel bir savaşın yaratacağı felâketin görmezden gelinmesi -öte yanda Libya,Suriye krizlerinden yansıyan toplam yaklaşık 30 milyar dolarlık zarar bir yana;
Başbakan Erdoğan’ın Suriye krizinde takındığı tavrın Kürt Sorununda Türkiye yararına mı olduğunun anlaşılması gerekiyor…

*

Çünkü Kürtler bir ulus oldukları ve Türkiye,İran,Irak ve Suriye tarafından bölündükleri,bir gün birleşerek mutlaka devletlerini kuracakları iddiasındadır.
Her bölge aynı stratejiden hedefe gitmenin peşindedir;ilkin Kuzey Irak Kürt Bölgesinin bağımsızlığının sağlanması,o esnada bilhassa Türkiye’de ve Suriye’de demokratik özerklikle bağımsızlık hedefine yaklaşmak ve nihayetinde  bu kazanımlarla İran’ı baskılamak ve hak talebinde bulunmak öngörülüyor.

*
Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani sık sık,”Kürt ulusunun gün gelecek birleşeceğini ve kendi kaderini tayin edeceğini” bildiriyor.
“Tarih boyunca Kürtlere karşı büyük zulüm yapılmıştır ve bu halka karşı artık insafa gelinmelidir.Herkes bir müjdeyi bekliyor.Bu müjde her an açıklanabilir”diyor.
Şimdi Washington’dadır ve kimbilir, Başkan Obama ile neler görüşüyor?
Ulusalcı Türkiye’nin üstünlüğüne rağmen Gülen cemaatinin Kuzey Irak Kürt bölgesindeki okullarında yetişen ve bölgede askeri ve sivil bürokrasi ve ekonomik alanı tutan ılımlı islamcı kitlesi ve siyasetinin,Barzani’nin Kürt ulusal hedefinden caydırıcılığına dair sadece islamcı hükümetin kendine menkul zan’nı bulunuyor!

*
Türkiye’de Kürtler Temmuz 2011’den bu yana,”Demokratik Özerk Kürdistan” konseptinde Kürt toplumunun gölge devletinin kurulması yönünde sivil itiatsizlik başlatmıştır.
Başbakan Erdoğan”Güvenlikçi Yaklaşım”ya da “terörle mücadele,siyasetle müzakere” stratejisini benimsiyor.
Federatif anayasa,kimlik,siyaset ve vatan talebinde Kürt siyasetine TBMM’de yol verilirken,hükümet ve cemaat alanda “Din”i toplumsal davranış ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak kurgulamakta,direnen Kürtlerin tasfiyesini gerçekleştirmeden de iktidarın tamamlanmayacağı düşüncesiyle askeri,polisiye,hukukî,ekonomik,kültürel,dini  tahrik ve baskılarla Kürt hareketini pasifize etmeye çalışmaktadır.
Bu suretle tercih ettiği çözümde hükümet ve radikalleşen Kürtlerin talepleri arasındaki ayrım derinleşiyor…
 
*
Suriye’de Demokratik Birlik Partisi(PYD)Abdullah Öcalan ve PKK’nın tezleri doğrultusunda en büyük Kürt hareketidir ve Özerk Kürt Bölgesi talebiyle hem El Esad’ın hem de Türkiye’nin hedefindedir.
PYD Suriye’nin sosyal yapısının ancak çoğulcu demokrasiye elverdiğini-o yüzden,dış müdahalenin değil iç dinamiklerin demokratikleşmeye neden olacağını öngörüyor.
Muhalif cephenin Arap İslamcısı ümmetçi politiğinin Kürtlere bağımsızlığın yolunu açmayacağından hareketle demokratik yeni Suriye’den yana duruyorlar.
PYD en büyük örgüt ve muhalif güçtür- rağmen, Esad rejimini devirme ihtimali bulunmuyor.
*
Başbakan Erdoğan,Suriye krizinin başından itibaren BAAS rejimine karşı çıkarak muhalefete destek verirken inisiyatifi ele geçirmek ve onları biçimlemeyi hedefliyor.
PYD’nin BAAS rejimiyle ittifak içinde olduğu iddiasıyla Kürtlerin muhalifler içinde itibarını ve etkinliğini düşürmeye ve El Esad sonrası Suriye’de Kürtleri masadan uzaklaştırmanın hesabını yapıyor.
Üstelik bu şekilde Kürtleri hem BAAS rejiminin hem de muhalif Müslüman Kardeşler örgütünün önüne atıyor.
Ayrıca Kürt paranoyasıyla şekillendirdiği Suriye politikasında bir dış müdahalede en önde yer almak ve yeni Suriye’nin şekillenmesinde etkin olmayı istiyor.
Pekalâ -ne ki, bu durumda dahi Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’de Kürt sorununu çözmeden Suriye’de Kürtleri ezmeye çalışmasının bir anlamı bulunmuyor.



*
Öte yanda İran -elbette, Kürtler nedeniyle de süreci yakından takip etmektedir.
Tam bu noktada ABD/İsrail için en büyük tehditi oluşturan İran varken,Suriye’de Kürtlere karşı Türkiye’den yana olmanın ve Türkiye’yi İran’a yakınlaştırmanın da bir yararı olmadığı çok açıktır.
*
O nedenle Başbakan Erdoğan,”Yaşasın ABD/İsrail müttefikliğimiz” diyecekken,bir saldırı durumunda tamamen yerle yeksan olacak Ortadoğu halklarına yanlış yapmış-üstelik, bu yanlışa İslam dinini de ortak etmiştir.

1.4.2012

Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir