Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Suriye konusunda kafalar oldukça karışık. “Diplomasi-Savaş” arasında gelgitler yaşayan Suriye krizi, bölgesel ve küresel mahiyette daha büyük bir kaosa yol açacağının güçlü sinyallerini veriyor.
Bu noktada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki tıkanma, daha doğru bir ifadeyle “kilitlenme” her ne kadar askeri bir müdahale imkânını meşru zeminde mümkün kılmasa da, “tek taraflı müdahale” ve “iç savaş” seçenekleriyle masadaki yerini korumaya devam ediyor.
Bu kapsamda yürütülen örtülü operasyonlar ve bunun özellikle medya boyutu, Libya’da izlediğimiz filmi bir kez daha gözler önüne getiriyor. Kısmi bir takım farklılıklar olmakla birlikte, “Libya-Kaddafi Modeli”nin bir benzerinin “Suriye-Esad” konusunda uygulandığı konusunda artık hiç bir şüphe yok.
***
Nitekim tüm göstergeler Suriye’de ikinci aşamaya girildiğini gösteriyor. Bunu sadece Suriye içinde ve bölgesel-küresel çapta yaşanan son dakika gelişmelerinden değil, aynı zamanda Türkiye bazında şahit olunan ve medya üzerinden yürütülen iç-dış siyaset bağlamındaki ikna etmeye yönelik “olağanüstü” durumlardan ve adrese teslim bazı “derin vuruşlardan” da rahatlıkla anlayabiliyoruz.
Başta CIA Başkanı Petraeus ile BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi Annan’ın Türkiye ziyaretleri, Suriye’deki kayıp gazeteciler hadisesi, Hatay sonrası Kilis ve Şanlı Urfa’da mülteci akınına karşı hazırlıklar kapsamında kurulmaya başlanan konteyner-çadır kentler, buna karşılık Suriye ordusunun sınıra mayın döşemesi ve ülke içinde devam ettirdiği katliamlar, orduda general seviyesindeki firarlar, bu hususla ilgili “son dakika” gelişmelerinden sadece bazılarını oluşturuyor.
Bu arada siyaset ve bürokrasinin en tepe noktalarından, Türkiye’deki bazı “Sivil Toplum Kuruluşları (STK)” ve strateji (düşünce) merkezlerine kadar uzanan “Wikileaks Derin Posta” ve CIA’nin gölge kuruluşu olarak adlandırılan “Stratfor” merkezli bir takım “TR…” ve “Danışman” kodlu ifşa girişimlerini de göz ardı etmemek gerekiyor.
***
Dolayısıyla, eski CENTCOM Komutanı General Petraeus’un Türkiye ziyaretinin hemen öncesi patlatılan “Wikileaks” ve “Stratfor” bombaları, açıkçası akıllara bölgesel-küresel dizayn sürecinden Türkiye’nin de “nasibini alabileceğini” göstermesi açısından oldukça dikkat çekici idi…
Şekil olarak Başbakan Erdoğan’ın sağlık durumuyla başlayıp ona “ömür biçen” ve AK Parti içindeki “sızıntılara” kadar uzanan medya operasyonu, açıkçası bunun arkasında kimler var, hedefleri ne(ler) sorusu kadar; üzerinde vurgu yapılan hususlar, ön plana çıkartılan adresler, simgesel boyutları ve örtülü mesajları-uyarıları itibarıyla da oldukça önemliydi.
Yeni Anayasa süreci ve Suriye-İran operasyonlarının zirve yaptığı bir dönemde bu operasyon, hiç kuşkusuz, önümüzdeki süreçte Türk dış politikası ve iç siyaseti açısından bir takım yeni gelişmelere gebe olunduğunun mesajlarını veriyor. Öyle olmasa bile bu operasyon elimizin-kolumuzun ne kadar serbest olduğunu ya da birilerinin elleri-kollarının nerelerimize kadar uzandığını göstermesi açısından bile büyük bir ehemmiyet taşıyor. Özellikle de “kulağa fısıldayanlar” ve bunun sistem içindeki hiyerarşik boyutu-konuşlanması itibarıyla…
***
Muhtemelen bu operasyonu çekenler, “Önemli olan koltukta kimin oturduğu değil, onun kulağına kimin fısıldadığıdır” sözünü çok iyi biliyorlar. Ve aynı şekilde Türkiye’de son dönemde gerçekleştirilen yeniden inşa ve “tasfiye” sürecinin genetik kodları ile birlikte önde gelen aktörlerini de…
Nitekim, Türk dış politikasının “enteletüel aklı” olarak kabul edilen isimler ile birlikte, ilgili bazı kurumlar ve güvenlik yapılanmalarının sıklıkla gündeme getirilmeye başlanması, bunun önemli bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla, Türkiye’deki iç siyaset ve bürokrasi ile birlikte, STK’lar ve şahısları hedef alan bu nokta atışlar, açıkçası hiç de iç açıcı bir tablo sunmuyor. Her ne kadar söz konusu iddialar-ithamlara yönelik olarak bir takım “düzeltici” ve “izah edici” çıkışlar olmuş olsa da…
***
Peki, bu operasyonu kim(ler) çekmiş olabilir?
Açıkçası böylesine gri bir ortamda doğrudan “şudur”, “budur” ya da “onlardır”, “bunlardır” demek eskisi kadar kolay değil. Özellikle de Türk dış politikasında yaşanan güven eksenli sorun bağlamında dost-düşman algısının iyice birbirine karıştığı bir ortamda.
Zaten önemli olan da gerçekte bu mu? Sistemin çok boyutlu inşa sürecinde bir takım tedbirler almak yerine, neden işin kolayına kaçılıyor, açıkçası bunu anlamak hiç de kolay değil. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti devleti aynı zamanda bir gelenekler devletidir. Varsa içeride bir “sızıntı” ve “sıkıntı” gereğini yapar. Aksi takdirde, ne CIA Başkanı’nın Türkiye ziyaretine tam bir izah getirilebilir ne de Suriye ve bölgesel bazlı diğer krizlere yönelik olarak atılacak bazı “radikal” adımlara…