Tarihi geçmişine inerek bakıldığında görülecektir ki; Türk-Arap ilişkilerinde fedakârlık yapan ve taviz veren taraf sürekli Türkler olmuştur. Bu durum dün de böyledir, bugün de. Fransa’nın önderliğinde NATO güçlerinin Libya’yı vurmasından sonra, batılı devletlerin Libya’nın bütün kaynaklarını ele geçirmeye çalışması karşısında Başbakan Erdoğan, bunu tenkit ederek “Biz Libya’ya tamamen kardeşlik hisleriyle bakıyoruz. Batılılar gibi Libya’nın altyapısını ve doğal kaynaklarını sahiplenme azminde değiliz. Libya Libyalılarındır”(1) anlamına gelen laflar etmesi, tam da bu tarihi gerçeğin ifadesidir.
Zaman Gazetesi’nin internet sayfasında 02 Mart 2009 tarihinde yayınlanan ve aynı gün Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde toplanan “Gazze’nin yeniden imarı” konulu uluslar arası toplantıya katılan dönemin Dış İşleri Bakanı Ali Babacan’ın açıklamalarına dayandırılan “Babacan, Gazze’ye yardım konferansını değerlendirdi” başlıklı haberde; “Türkiye’nin Gazze için 2007 yılında 150 milyon dolarlık yardım yaptığı, bu rakama ilave olarak 2009 yılında 50 milyon dolar daha yardım yapacağı” belirtiliyordu. 03 Mart 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi ise Türkiye’nin yapacağı yardım miktarını 93 milyon dolar olarak veriyordu. Aynı gün TDV yetkililerine şahsen sorduğumda yetkililer, Gazze’ye yardım adı altında Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla sadece cami cemaatinden toplanan yardım miktarının 32 milyon TL(yaklaşık 19 milyon dolar) olduğunu söylediler. Adı geçen Vakfın yayın organı olan Haber Bülteni’nde ise bu miktar (yardımın toplandığı 09.01.2009 tarihli döviz kurları itibarıyla) yaklaşık 32.5 milyon TL olarak veriliyordu(2).
02 Mart 2009 tarihli TV haberlerinde konuya ilişkin haberlerin arkasından, ekonomik kriz sebebiyle bunalıma giren emekli polis memuru Tuncer Aydın’ın “Devletim beni açlığa mahkûm etti” diyerek Başbakanlık önünde çifte tabanca ile yapmış olduğu intihar girişimine ilişkin görüntülerle Antalya’da işleri bozulan bir balıkçının ailesine ait 20 oyu satışa çıkardığına ilişkin görüntüler ise, yukarıdaki haber konularıyla tam bir tezat teşkil ediyordu…
Arap kardeşlerimiz, Türklerin ve Türkiye’nin hakkını savunma konusunda dün de çekimser ve korkak davranmışlardır, bugün de öyle yapıyorlar. Örneğin, daha birkaç gün önce Fransız meclisinde sergilenen soytarılık karşısında, hiçbir Arap ülkesinden Türkiye lehine şöyle cesur bir çıkış gelmemiştir. Hatta bu konuda hiçbir destek gelmediği gibi, Fransa’ya Cezayir uyarısı yapan Sayın Erdoğan’a tenkit bile gelmiştir Cezayir Başbakanı’ndan. Başbakan Erdoğan’ın “Cezayir’de Fransızların yaptığı soykırımdı. Sarkozy bu soykırımı bilmiyorsa, gitsin babası Pal Sarkozy’ye sorsun” sözlerine, Cezayir Başbakanı Ahmed Uyahya “Türkiye’deki dostlarımız Cezayir’in kolonileştirilmesinin ticaretini yapmaktan vazgeçsinler… Hiç kimsenin Cezayirlilerin kanından faydalanmaya hakkı yoktur” şeklinde tepki göstermiştir(3).
Irak Başbakanı Nuri El-Maliki, hemen her gün Türkiye’ye yüklenirken İranlı mollaların emrindeki generallerse hemen her Allah’ın günü Türkiye’yi vurmaktan bahsediyorlar. Bu bakımdan Bingazi merkezli Libyalı direnişçilerin Türkiye’ye minnettarlık açıklamalarına hiç güvenmemek gerekir. Bu tür açıklamalar, Türkiye’den bavullarla gönderilen milyon dolarların hatırına yapılmış günübirlik açıklamalardır. Bugün Libya’yı büsbütün ele geçiren direnişçilerin asıl minnettarlıkları Fransa’ya ve diğer batılı güçleredir. Çünkü Arap’ın parayı sevdiği, hatta paraya ve güce taptığı bilinen bir şeydir ve Arap, para ve güç kimde ise ondan yana tavır koyan bir karaktere sahiptir.
2010 yılının sonlarına kadar can ciğer kuzu sarması olduğumuz Suriye ile kanlı-bıçaklı kavganın eşiğine geldiğimiz bugünlerde, Türkiye ile İsrail arasındaki gerginliğin mimarlarından İsrail Dış İşleri Bakanı Diberman’ın “soykırım” konusunda Türkiye’ye destek verir mahiyetteki çıkışı bu bakımdan son derece enteresan olmalıdır. Zira yardımcısı Ayalon vasıtasıyla Türkiye ile İsrail arasında alçak koltuk krizine de imza atan Avigdor Liberman;
“Holokost’tan başka bir soykırımı yasayla tanımayacağız. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi milletinin başına gelenleri Afrika, Asya veya Balkanlarda başka halkların başından geçen olaylarla karşılaştırmayı kesinlikle kabul etmiyoruz. Tarihte yaşanmış tüm trajik olayların, tüm yönleriyle ve detaylı biçimde ortaya çıkartılması gerekir. Fransa dışında hiçbir ülke yasa düzeyinde Ermeni soykırımını tanımıyor. Biz soykırım denilebilecek gelişmeleri Sudan, Darfur ve Orta Afrika’da gözlemledik. Bu vahşi olaylarla ilgili görüşlerimiz ortadır. Fakat konunun tarihi bir olaydan siyasi bir tartışmaya dönüştürülmesine karşıyız. Bu yüzden İsrail’in şu an bu konuya ağırlık vermesinin yersiz olacağını düşünüyorum.”(4)şeklindeki açıklamasıyla, bir yandan “Kargadan başka kuş, Yahudi soykırımından başka soykırım tanımam” derken, öbür yandan aslında Türkiye’ye üstü kapalı da olsa destek vermiş bulunuyor. Anlaşılan İsrail, bu açıklamayla Türkiye’ye bir anlamda zeytin dalı uzatmıştır.
Aynı şeyi, ne yazık ki; dost ve kardeş dediğimiz Arap ülkelerinin hiçbirisi yapmamıştır/yapamamıştır. Çünkü bu ülkelerdeki monarklar, başta Fransa olmak üzere batılı ülkelere gönülden bağlıdırlar. Ne de olsa, onları Osmanlı emperyalizminin boyunduruğundan batılı ülkeler kurtarmışlardır! Batılılar sayesinde iktidarlarını sürdürdüklerinin onlar da farkındadırlar. Siz bakmayın Arap halklarının, Türkiye’ye duymuş olduğu sempatiye ve sevgiye. Arap aydınları ve onların az çok etkisinde kalan Arap yöneticileri, Türklere ve Türkiye’ye karşı farklı duygular taşımaktadırlar. Arap münevverlerinin hepsi böyle düşünmüyorlar elbette. Ancak düşünenler de var. Keşke benim gibileri Arap düşmanlığı yapmakla itham edenler, çoğu Arap aydınına dün ve bugün egemen olan ve Arapların Türkiye’ye karşı izledikleri siyasete de yansıyan Türk, Türkiye, Osmanlı ve Atatürk düşmanlığının boyutlarını anlayabilselerdi. Keşke yakın geçmişte ve bir On Kasım günü Türkiye’yi ziyaret eden ve Devlet Şeref Madalyası taltif edilen Suudi Kralı’nın, Atatürk’ü anma merasimlerine iştirak etmeyerek onun manevi hatırasına hakaret edercesine ülkemizden ayrılmasının sırrını ah bir anlayabilseydik.
Bu tür düşüncelere, bahsetmiş olduğumuz 2010 tarihli yazımızdan istifade ile örnekler verecek olursak:
Iraklı Şair Cemil Sadık Zehavi: “Ey Araplar gözünüzü açın ve bırakın/Leim(alçak) kavim Türklerin dostluğunu/Adalet ricali İngilizlere dost olun/Sözleri ve eylemleri doğruluk üzeredir.”
Mısırlı Tarihçi Muhammed Enis; “Osmanlıların medeniyetten hiçbir nasipleri yoktu. Ki, Mısır’ın fikri hayatına tesir etsinler…”.
Tarihçi Cemil Seyyar; “Ne Osmanlı’nın sükûneti ve istikrarı, ne de karanlığı!”
Tarihçi Hasan Alevi; “Arap kimliğinde ve milliyetçi düşüncede yapılan tahribat işgalcilerin ve keza Türklerin kolayca Bağdat’a girmelerine ve medeniyetteki Arap asırlarını yok etmelerine yol açmıştır. Araplar yönetenden yönetilene, efendilikten tebaaya düşmüşler. Bu büyük kayıptır ve İslam ümmetçiliği üzerine deliller ikame edilmiştir. Araplar ikinci derecede vatandaşlar olarak yaşarken Türkler yönetenler sınıfı olmuşlardır. Araplar ırk ayrımına maruz kalmışlar ve bunun sonucu ezilenler tarafına oturmuşlardır. Nüfusları oranında yönetimde temsil edilmedikleri gibi Arapça dilinde eğitim yapma hakları da ellerinden alınmıştır.”(5).
Prof.Dr. Halid Ziyadeh (Trablusşam Lübnan Üniversitesi Öğretim Üyesi); “Arap bilinci Türkler konusunda iki imaj taşımıştır. Bunlardan birisi Osmanlı devletinin son dönemleriyle alakalıydı. Bununla 4 yüzyıllık Osmanlı tarihi hülasa edilmek isteniyordu. Bu imaj, Türk subaylarının Araplara zulmettiğini ve halkın bir daha dönmedikleri cephelere sevk edildiğini ve Cemal Paşa’nın (Seffah) darağaçlarını, Şam ve Beyrut’ta 6 Mayıs şehidlerini canlandırıyordu. (Sembolize duygu) Buna Cebeli Lübnan’a arız olan kıtlığı ve açlığı da ilave etmemiz gerekir. İkinci imaj da Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarıyla alakalıdır. Atatürk yörüngesinde deveran eden bu imaj, onu İslam ve Arap düşmanı olarak görür. Ancak Türklerin Araplar konusundaki imajı da Araplarınkinden pek iyi değildir. Arap Türkü sert mizaçlı ve ahmak olarak görüyorsa, Türk de Arap’ı hain ve yobaz olarak görüyor… Yakın tarih, günümüzün ve uzak tarihin üzerinde karabasan gibi hâlâ ağırlığını hissettiriyor…
Ayrılma sakin olmadı, bilakis fırtınalı ve kanlı gerçekleşti. Hicaz’da Araplar Türklere isyan hareketi başlattılar ve bu isyan Şam ve Irak’taki Arapçılar tarafından hemencecik desteklendi(s.94-95) Asker kökenlilerce ve tabii ki sivillerce de desteklenen Atatürk liderliğindeki Türk yönetici eliti imparatorluk mirasından vazgeçmişler, aynı anda Araplar da kendilerini Emevi ve Abbasi hilafetlerinin tatlı hatıralarına kaptırmışlardı… İslam’ın siyasi tarihinin sürekliliği anlamına gelen saltanat ilga edilmişti. Sonra Hilafetle temsil edilen İslam’ın sembolik gücü de ardından kaldırılmıştı. Sonraki icraatlar da Arap harfinin kullanımdan kaldırılması ve Türkçe yazımda Latin harflerinin kullanımı ile birlikte İslam kültürel mirasıyla kopukluk empoze edildi…
İskenderun’u zorla ilhak etti ve bununla Arap Türk ilişkileri duvarında yeni bir çatlak daha açtı(s. 96)… Arap milli şuuru, Osmanlı Türklerinin 4 asır boyunca Arap kimliğini gizlediğini ve örttüğünü kabul ediyor. Aynı anlayışa göre, Türk sömürgesi kasvetli bir yönetim, istibdat ve zenginliklerini talan ettikten sonra Arapları gerilik ve fakru zaruret içinde bırakmıştır”(6)
Prof. Dr. Abdulkerim Gurayibeh (Ürdün Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi); “Şüphesiz geleceğimiz günümüzden daha önemlidir. Günümüz de maziden. İstikbalimizin çocukları bugünün çocuklarından daha önemlidir. Mustafa Kemal, hâfızayı kapatarak ve mazi üzerine perde çekerek, Türkleri bugünü ve geleceği inşa etmeye sevkediyordu… Mustafa Kemali’nin mevcut olan her şeye karşı olması çok geçmedi ki tökezlemeye başladı ve genellikle Türkler olarak adlandırdığımız Anadolu halkı maziyi arar oldu”(7).
___________________
1-http://www.islamigundem.com/news_print.php?id=36374 &
2- bkz. TDV. Haber Bülteni, Ocak-Şubat-Mart/2009, sayı, 96, s, 7.
3-
4-https://www.turkishnews.com/tr/content/2012/02/09/israil-disisleri-bakani-lieberman-holokost-disinda-soykirim-tanimam/
5- Alıntılar, Tunus Üniversitesi Tarih Kürsüsü Öğretim Üyesi Prof. Abdulcelil Temimi’nin 15-18 Kasım 1993 tarihlerinde Beyrut’ta düzenlenen “Araplar ve Türkler: Geleceğe Dair Pratik Yaklaşımlar” konulu konferansa sunmuş olduğu bilimsel tebliğden yapılmıştır. Bkz. Arap-Türk İlişkilerinin Geleceği (Milletlerarası Platformda Çözüm Önerileri), s. 41, Terc.ve Red. Ali Çankırılı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1994.
6- Age, s. 94-96, 100.
7-Age, s, 74.
Bir yanıt yazın