Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Dünyanın efendileri” arasında en büyüğünü belirlemeye yönelik olarak devam eden Avrasya bazlı küresel güç mücadelesinde ibre “Arap Baharı” ile birlikte bir kez daha Büyük Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasına kaymış vaziyette.
Dolayısıyla Türk-İslam dünyasının merkez ülkesi konumunda bulunan Türkiye, “Şark Meselesi”nin bir numaralı hedef ülkesi durumunda. Ve pek tabi ki, aynı zamanda istihbarat örgütlerinin de…
Her ne kadar mevcut gelişmeler görünürde “şeklen” Suriye, İran ve Rusya’yı işaret ediyor olsa da…
***
Türkiye ve yakın çevresi ağırlıklı olarak devam eden bu “örtülü” – “açık” küresel güç mücadelesinin ön plana çıkmayan, başarıyla kamufle edilen, gözden kaçırılan bir boyutu var ki, o da istihbarat örgütleri ve aralarındaki “kirli savaş”. Dikkatinizi çekerse, genelde satır aralarında geçiyorlar…
Oysa, kazın ayağı o kadar basit ve “sığ” değil…
Nitekim, hedef ülke Türkiye ve yakın çevresi, aynı zamanda istihbarat örgütlerinin düne göre çok daha fazlasıyla cirit attığı, operasyonlar gerçekleştirdiği bir coğrafya olarak da karşımıza çıkıyor. Özellikle Türkiye bu hususta, amiyane tabirle, adeta “yol geçen hanı” gibi, aynen son yüz-yüz elli yıl öncesinde olduğu gibi…
***
Tarihte kısa bir yolculuk ve bunla ilgili bir kaç okuma bile, aslında bu hususta insana epeyce bir bilgi-fikir veriyor; özellikle de tarihten ders çıkarmaya, süreci anlamaya yönelik milli duruş ve ruhlar açısından…
Bu hususta yazılmış, klasik niteliğinde bir kaç kitap var. Bir tanesi Kayzer II. Wilhelm’in “Doğu birini bekliyor” sözüyle başlayan ve Alman yayılmacılığının ileri gelen savunucularından biri olarak ön plana çıkan Dr. Paul Rohrbach’ın “Almanya’nın geleceği nerededir? Doğu’dadır… Türkiye’de… Mezopotamya’da… Suriye’de…” sözleriyle devam eden Peter Hopkirk’in “İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun” başlıklı çalışması…
Çalışmanın hemen başlangıç kısmında, “Sağlam Bir Yer” başlıklı birinci bölümde Prusyalı bir subay olarak dikkatlere sunduğu Helmuth von Moltke ismi her ne kadar ön plana çıkartılsa da, aslında ondan daha önemli olan bir tarih var; o da 1838. Türkiye ve “Şark Meselesi” açısından bir dönüm noktası oluşturmasına rağmen, bir antlaşma adı ile “sıradanlaştırılan” bir tarih…
***
Bir diğeri ise, Ortadoğu’nun birçok ülkesinde gizli diplomatik görevler yürüten, mesleği gereği sık sık “kimsenin yeniden çağırmayacağı bir misafir olan” CIA ajanı Miles Copeland’in anılarını kaleme aldığı “Devletler Oyunu” başlıklı kitap.
Kitap, içeriği kadar bölüm başlarında birer “spot” gibi duran özlü ifadeleri ile de dikkat çekiyor, özellikle ilk üç bölümde… “Bir oyunu kazanmanın ilk şartı, oyunu oynadığınızı bilmenizdir.”, “Oyunu değiştiremezseniz, oyuncuları değiştirin.”, “Ama gerçek bir oyuncu, bir kukla değil.” şeklinde karşımıza çıkan bu ifadeler, aslında ciltler dolusu çalışmaya bedel.
Dolayısıyla söz konusu çalışmayı bu kadar önemli kılan husus, gerçek bir istihbaratçının genetik kodlarına kadar bir bölgeye, meseleye vakıf olma noktasında ortaya koyduğu gayret ve özveri kadar, bu hususta istihbaratçılık anlayışına getirdiği yeni yaklaşımlardır.
***
Ve, Türkiye boyutunda atlanılmaması gereken çok önemli bir çalışma: “Saray’daki Casus”. Prof. Dr. Mim Kemal Öke tarafından kaleme alınan ve Abdülhamid Dönemi’nde faaliyet gösteren Yahudi asıllı İngiliz casus Vambrey’in faaliyetlerini belgelerle ortaya koyan, oldukça akıcı bir çalışma…
Söz konusu çalışmayı yukarıdaki iki çalışma ile birlikte okuduğunuzda Türkiye ve yakın çevresinde son dönemde yaşanan olayları anlamak daha kolaylaşacaktır. Ne türden gelişmeler mi?
Dışarıdan içeriye doğru: “Medvedev’in FSB ile yaptığı toplantı ve Kafkasya bölgesinde terör eylemlerinde artış olabileceğine dair yaptığı uyarılar; İran’da MOSSAD tarafından havaya uçurulan nükleer fizikçiler; Uludere olayı; ASELSAN’daki faili meçhuller vb.”
***
Bu hadiseleri bile alt alta koyduğunuzda, olayın basit bir 007 James Bondculuk oyunu olmadığını hemen fark edebiliyorsunuz. Dolayısıyla, sözün özü; “Yeni Büyük Oyun” aynı zamanda tarihin en büyük istihbarat savaşlarından birine belki de en büyüğüne şahitlik ediyor.
Bu kapsamda “Devletler Oyunu”nun hem derinliklerini hem de aysbergin görünen yüzünü oluşturan bu “gizemli” örgütler, bir kez daha dünyayı şekillendirme yolunda kollarını sıvamış vaziyetteler. İşleri bu sefer eskisine kıyasla hem kolay hem de zor. Ama ikisinden biri üzerinde karar kılmak gerekirse, sanki geçmişe göre daha kolay. En azından artık sahada daha rahat hareket edebiliyorlar, özellikle de “İstanbul ve doğusunda”.
Peki, bu arada biz ne yapıyoruz? “Bizimkiler” ne durumda?…
Bir yanıt yazın