İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi Hükümet Liderlik Okulu tarafından düzenlenen Siyaset Okulu Sekizinci Programı kapsamında “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Dönem Başkanlığı ve Fransa ile Gerginleşen İlişkiler Kapsamında Türkiye AB İlişkilerinin Geleceği” konusunda 4 Şubat 2012 tarihinde bir konferans verdim.
Bahçeşehir Üniversitesi Hükümet ve Liderlik Okulu, bu konuda Türkiye’de bir ilki başarmıştır. 15 hafta boyunca Cumartesi günü düzenlenen programın amacı, küreselleşen dünyada siyasetin ve siyasetçinin değişen profiline uyum sağlayabilmek için bugünün ve yarının liderlik adaylarını objektif verilerle donatmaktır.
Bu yılki Siyaset Okulu 7 Ocak’ta başlamıştır. 80 saat sürecek program 14 Nisan 2012’de son bulacaktır.
Programın hedefi; dünden bugüne siyasetçi var etmek değil, Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve diplomatik gerçeklerini gözler önüne sermek, siyasete ilgi duyan katılımcıları bilgilendirerek donanımlarına katkıda bulunmaktır.
Bu kapsamda Türkiye’nin geçmişten günümüze yaşanan önemli gelişmeleri, olayların içinde doğrudan bulunmuş siyasetçiler, akademisyenler, diplomatlar, iktisatçılar, bilim insanları, askerler, iş adamları ve sanatçılar tarafından katılımcılara aktarılmaktadır. Programların hedef kitlesi ise, yönetim alanında söz sahibi olmak isteyen farklı sektörlerden katılımcılardır.
Okul Başkanı Yrd. Doç. Dr. Burak Küntay Siyaset Okulu kitabında şunları yazmıştır:“Siyaset Okulu, her meslek grubundan, her siyasi partiden ve farklı görüşten ayırım yapmaksızın kaydolan öğrencilerine yine bir çok siyasi partinin ve farklı görüşlerin temsilcilerinden eğitim alma olanağı vermiştir. Doğrunun, her zaman farklı bakış açılarından değişik görülebildiğini, şartların her koşulu değiştirebildiğini, insanların uzlaşmak, hizmet etmek ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için yaptıkları siyasette, en önemli şartın analitik düşünce ve önyargısız bir fikir olduğunu ispatlamaya çalışmıştır.”
Benim izlenimim, bu Okul’dan sertifika alan öğrencilerin ileride Türk siyasetinde önemli rol alacakları ve siyasete yön verecekleri yönündedir. Konferans sonrasında bana yöneltilen sorular bunun delilidir.
Konuşmamda, Fransa’da kabul edilen sözde Ermeni soykırımını inkar edenlere ceza getirilmesine yönelik yasa ve bunun Türkiye AB ilişkileri üzerine etkisi üzerinde durdum. Şimdi, öğrencilere aktardığım görüşlerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Öncelikle şunu belirtmeliyim. Soykırımı inkar yasa teklifini hazırlan Valeria Boyer, bir Türk düşmanıdır.
İktidar partisi Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekili Boyer, Ermenilerin Fransa’da en yoğun yaşadığı kent olan Marsilya milletvekilidir. Seçilmeden önce Fransız-Ermeni Dostluk Derneği’nin başkan yardımcılığı görevinde bulunmuştur. Sarkisyan’ın Fransa gezisi sırasında Marsilya’nın Ermeni kökenli Belediye Başkanı Didier Parakian ile birlikte Sarkisyan’ı ziyaret ederek tasarıya son şeklini veren kişidir.
Boyer, Türkiye için “ Türkiye’nin AB’ye girmesine kesinlikle karşıyım. Bu ülke Asya kıtasında bulunuyor ve 20’nci yüzyılın en büyük soykırımını yapmış. Bu yüzden bizim inşa ettiğimiz insan haklarına dayanan Avrupa’da yeri yok” demiştir.
Cahil, peşin yargılı, ırkçı ve hukuk tanımayan kişilerin Batı dünyasında etkili olmaları durumunda, uluslararası ilişkilere ne kadar büyük zarar verecekleri, bu son olayda ortaya çıkmıştır.
Bilindiği gibi Fransız Senatosu, Irkçılıkla Mücadele Edilmesi Konusundaki Avrupa Birliği Hukukunun İç Hukuka Aktarılması gerekçesiyle 23 Ocak 2012 günü iç siyaset hesaplarıyla “Sözde Ermeni Soykırımını iddialarını kabul etmeyenlere para ve hapis cezasını öngören” bir kararı 127 evet ve 86 red oyu ile kabul etmiştir.
Yasa tasarısına oy verenler, yasanın, Fransız Ceza Yasası hükümlerinin ırkçılık ve yabancı düşmanlığının belirli şekilleri ve ifadelerine karşı ceza hukuku yoluyla mücadele hakkındaki 2008/913/JHA sayılı ve 28 Kasım 2008 tarihli ve AB Konsey Çerçeve Kararı’nda tanımlanan yükümlülüklere uyumlaştırmayı amaçladığını ifade etmişlerdir.
Oysa Çerçeve Kararı, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudiler’e karşı işlenen soykırım suçlarına ilişkindir. Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi Madde 6’da tanımlanan suçların cezalandırılmasını hükme bağlar. Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi kararı; soykırım suçlarına, insanlık suçlarına ve savaş suçlarına yöneliktir.
Bir üye devletin ulusal mahkemesinde ve/veya uluslararası bir mahkemede ya da sadece uluslararası bir mahkemede verilen nihai karar ile kabul edilen suçları kapsar. Nürnberg Mahkemesi, yasama organlarınca tanınan soykırımlara atıfta bulunmamaktadır.
Türkiye hakkında sözde Ermeni soykırımı ile ilgili verilmiş bir mahkeme kararı yoktur.
Ayrıca, 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme ile tanımlanan Ermenilere yönelik bir soykırım da söz konusu değildir. Çünkü, Osmanlı Devleti, 1915 yılında ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle Hitlerin Yahudilere yaptığı gibi bir katliam yapmamış, Hitler’in Yahudileri fırınlarda yaktığı gibi Ermenileri yok etmemiş, devlet politikası haline gelmiş eylemlerde bulunmamıştır.
1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 11’nci maddesindeki“düşünce ve ifade özgürlüklerinin en kutsal haklar arasında olduğunu” tüm dünyaya ilan eden ülke Fransa’dır. 223 yıl sonra bu sözde yasa teklifine oy veren Fransız senatörler büyük bir çelişki içindedirler.
Descartes, Voltaire ve Rousseau’nun tepkilerini almak mümkün olsaydı, bu düşünürler bizlerden çok daha fazla sözde tasarıya oy verenleri eleştirirlerdi. Yasama organlarınca tarihin yeniden yazılması mümkün değildir.
Montesquieu’nün, “anlamsız yasalar, önemli yasaları da işe yaramaz hale getirir” ifadesi, Senato’daki oylama sonucunda timsah gözyaşı döken teklif sahibi Valerie Boyer’in girişimlerinin sonucunda Senato tarafından kabul edilen sözde yasa için geçerlidir.
Sözde yasanın Avrupa Birliği Hukuku gerekçe gösterilerek savunulması İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadı ile de çelişmektedir. Fransa, bu yasa ile Türkiye’yi soykırımı kabul etmeye zorlamayı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefinden vazgeçmesini hedeflemektedir.
Fransız Senatosu, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin “Düşüncelerin, fikir ve kanaatlerin başkalarına serbestçe söylenmesi insanın en değerli haklarındandır. Her vatandaş, serbestçe konuşabilir, yazabilir ve yayın yapabilir” ilkesini yok saymıştır.
Türk devlet geleneğinde kültürlerin yaşatılması vardır. Katliam, soykırım, intihal (fikir hırsızlığı) yoktur.
Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki Porselen müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde Ermeni Kin Anıtı dikilmiştir. Bu Anıt’ın kaidesinin (fotoğrafı aşağıdadır) üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1.5 milyon Ermeninin anısına” yazılıdır.
Bu ifade Auschwitz-Birkenau toplama kampının önüne dikilen taşta (fotoğrafı aşağıdadır) vardır. 1.5 milyon Yahudinin Naziler tarafından İkinci Dünya Savaşı’nda burada katledildiği taşta yazılmıştır.
Bu, bir uluslararası intihal olayıdır.
Ermenilerin, 1.5 milyon Ermeninin Türkler tarafından katledildiği yalanını nereden çaldıkları bellidir.
Orhan Pamuk bu hırsızlığı bilseydi Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü” ifadesini acaba kullanır mıydı? Bence Nobel ödülünü almak için bu Ermeni yalanını bilseydi bile kullanırdı.
Justin McCarthy’nin Ölüm ve Sürgün (Death and Exile, İnkilap Kitabevi, 1995) kitabında, 19’ncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarında Balkanlarda, Ortadoğu’da ve Asya’da milyonlarca Müslümanın öldürülmesi ve tehcir edilmesini yazmaktadır. Anadolu’da, Balkanlar’da ve Güney Rusya’da Müslümanların çoğunluğunu oluşturdurduğu bir nüfus vardır. Bu nüfus bölgeye egemen olan Osmanlı devletinin yıkılmasıyla aniden yok olmamıştır.
Bulgarların, Ermenilerin ve Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders kitapları ve tarih kitapları, Türklerin uğradığı aynı tür kıyımları yok saymıştır. Müslümanların uğradığı kayıplara Batılı ders kitaplarında değinilmediğini McCarthy eleştirmektedir.
Fransa’da 77 senatör ve 65 milletvekilinin Senato’da kabul edilen yasaya Anayasa Konseyi’ne itiraz etmesi, büyük bir yanlıştan dönülmesine ve gerginleşen Türkiye Fransa ve AB ilişkilerinin şimdilik yumuşamasına yol açmıştır. Anayasa Konseyi’nin iptal kararı, kopma noktasına gelen ilişkilerin yeniden rayına girmesini sağlayacaktır.
Anayasa Konseyi, bizdeki Anayasa mahkemesine denk bir kurumdur. Üyeleri dokuz yıllığına seçilen üyelerden üçünü Meclis Başkanı, üçünü Senato Başkanı, üçünü Cumhurbaşkanı belirlemektedir. Eski Cumhurbaşkanları Konsey’in üyesidirler.
Anayasa Konseyi Başkanı Jean Louis Debre, bu tür yasalara karşıdır. Debre, Meclis Başkanı olduğu dönemde 2006 yılında Jacques Chirac’ın da talimatıyla yine aynı yönde bir yasa teklifini engellemiştir. Büyük ihtimalle Konsey bu sözde yasayı iptal edecektir.
Nitekim eski Anayasa Konseyi Başkanı, eski Adalet Bakanlarından Robert Badinter, geçen yıl 4 Mayıs’ta Senato Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, senatörleri bu yöndeki bir yasa teklifini kabul etmemeleri konusunda uyarmıştı.
Anayasa Konseyi’nin, kendisine yapılan bir itirazda, söz konusu yasaya dayanak olan diğer yasaları da incelediğini hatırlatan Badinter, reddinin cezalandırılması suç sayılan yasanın anayasaya aykırı bulunması halinde, ilk yasanın da yine anayasa hukukuna göre iptal edilebileceğini söylemişti.
Benim görüşüme göre Anayasa Konseyi bu ayın sonunu beklemeden iptal kararı verecek ve yapılan büyük hatayı giderecektir. Bu karar, parlamentolarından sözde Ermeni soykırımını tanıma kararı almış 20 ülke ile Avrupa Parlamentosu için de bir emsal oluşturacaktır.
Sevgili Okurlar,
Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen Ermeni İsyanı 1894-1920 başlıklı belgeseli mutlaka izlemeli ve de başkalarının da izlemesini sağlamalısınız.
Türkçe için: , İngilizce için: The Armenian Revolt: 1894-1920:
Yazıları posta kutunda oku