Türk Dış Politikasındaki “Mitler”…

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, Gazi Üniversitesi Öğretim ÜyesiDoç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi - TA3 1900 2 pp

Öylesine garip bir ülke ve toplumuz ki, çoğu zaman hayatı kendi ellerimizle zindan ederiz kendimize. Örneğin, bomboş yollarda trafiği felç edebilir, en ufak yağışları birer sele, tufana dönüştürebiliriz. Helvadan putlar yapar ama yeri geldiğinde “başkaları” gibi onları yemesini de bilmeyiz. Hatta bir kısmımız bu putlar için ölür, öldürür, yollarına kurban olur ama yine de ona dokunmaz, dokundurtmaz. Ne de olsa o artık bir “kutsal helvadır” bazılarımız için…

Fazlasıyla duygusal, iyimser ve iyi niyetliyizdir. Yalanlara, yalancılara, uydurmalara, palavracılara, masallara, efsanelere karşı her nedense gereğinden çok ilgili, hoşgörülü ve safızdır. Bundan dolayı da çabuk kanar, o kandığımız şeyin de sonuna kadar da müdafii, yılmaz bekçileri oluruz.

Zaman zaman delinin biri bir kuyuya taş atar, kırk akıllı kırk yılda o taşı çıkaramaz, çıkaramadığı gibi o kuyuyu da kapatır. Biz de bunun üzerine o kırk akıllıyı ya tımarhaneye atar ya da başımızın tacı yaparız.

***

Bir çok şeyde ve yerde olduğu gibi, ne yazık ki Türk dış politikasında da bu türden garipliklere, kutsallıklara rastlarız. Bunlar bizim sistemden eyleme doğru başımızı ağrıtan söylemlerin ta kendisidir! Bu noktada bizim keskin hatlarımız, kırmızı çizgilerimiz vardır. Pek tabi, ebedi dost ve düşmanlarımız da…

Devletler arası ilişkileri “güç ve çıkar çatışması” olarak tanımlar, fakat “delikanlılığımızdan” da taviz vermeyiz. Ne de olsa biz kendimizi hep böyle bilmişizdir, bildirmişizdir dost ve düşmana…

“Milli siyaset”, “âli siyaset” deriz ama “devletin bekası” ve “milletin refahı”nı genelde “bazı sabahlar”, radyo ve televizyonlardan halka karşı anons ederiz. Dış politikada olması gereken bu yüksek siyaset, bir kez daha “iç”eride tecelli eder, bir türlü aşamayız şu yarım kalmış Misak-ı Milli sınırlarımızı…

***

Mitler bu noktada bizim kültürel varlığımızın ayrılmaz birer parçasıdır, vazgeçilmezleri arasındadır. Hatta en önde gelenleri arasında yer alırlar desek, abartmış sayılmayız. Ne de olsa biz kendimizi orada bulur, oralarda bir yerlerde tatmin ederiz bütün eksikliklerimizi ve hayallerimizi…

Oysa mitler, yeri geldiğinde gerçeklik ile hayal arasındaki gri tonlar gibidir, bir araftır ikisi arasında.

Öylesine soyut bir kavramdır ki, başlı başına tatmin edici bir tanımı bile yoktur. Çoğu zaman izahta masallara, efsanelere ve folklora başvurulur, onlardan yardım alınır ya da bunlardan birine monte edilir. Aynı şeylermiş gibi göründüklerinden ya da peşinen öyle kabul edildiklerinden çoğu zaman birbirleriyle bile karıştırılırlar. Oysa, çok derinden farklı anlamları vardır her birinin…

***

Haksızlık etmeyelim, bir parça da olsa gerçeklik payı vardır ama fazlasıyla abartılı ve yalanlarla o kadar iç içedir ki, gerçeklik kaybolur gider zaman içinde bir noktadan sonra. Zihni zorlayan noktalarda, gerçeği aramada da bire birdirler. O yüzden hayal gücünün beyin jimnastiği adı altında fazlasıyla mesai yaptırıldığı birer kurtarıcıdır onlar.

Fakat zaman zaman bu kurtarıcılık rollerine o kadar fazla önem atfedilir ki, bir de bakmışsınız karşınıza kutsanmış, kutsallaştırılmış yeni helvalar çıkmış. Dolayısıyla da olumsuz anlamlar, çağrışımlarla yüklüdür onlar.

Nitekim, bazen kendi ellerimizle çektiğimizi birer tel örgü vazifesi görürler, düşüncenin bile sınırlarını çizen. Birer kalkan haline dönüştürülürler ve statükonun ayrılmaz birer parçası hatta meşruiyet kaynağı haline dönüştürülürler. Öyle ki, kimse onları sorgulamaz, sorgulayamaz.

***

Bundan dolayı da değişimlere karşı dururuz, onlar bizi yıkıncaya değin… Oysa, “Tüm ilerlemeler günün geçerli görüşlerine meydan okumakla başlatılır, yürümekte olan kurumların yerini almakla gerçekleştirilir.” Ve yine biliriz ki; “Yaşam bir serüvendir, hazır bir reçete değildir”, Bernard Shaw’ın dediği gibi…

Bundan dolayı da her bir eylemde, her bir adımda önce kendimize karşı bir mücadele, savaş vermemiz bundan dolayıdır. Kendi helvadan putlarımızı yemek için verdiğimiz bu ikna mücadelesi, ne yazık ki bizlere sadece güç ve zaman kaybettirmekte sıkıntı olmaktadır, aynen son dönem Türk dış politikasında olduğu üzere…

O yüzden, özellikle son dönemde bir bir gündeme gelen ya da gelecek olan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”, “Kasr-ı Şirin”, “İki Devlet Tek Millet” ve “Sıfır Sorunlu Komşuluk” üzerinde tekrar düşünmek, konuşmak bizler açısından kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Önümüzdeki yazılarda bunun üzerinde durmaya devam edeceğiz…

 

Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi - TA3 1900 2 pp3

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir