Rus ve Türk Dışişleri Bakanları Sergey Lavrov ile Ahmet Davutoğlu başkanlığında Ortak Stratejik Planlama Grubunun ikinci toplantısında kabul edilen ortak bildiri bölgesel, ikili ve uluslararası ilişkilere dair önemli konuları kapsıyor.
İki ülke Suriye ve İran konusunda benzer pozisyonda gibidir -işte,bölgedeki krizlere çözüm arayışlarının güce başvurulmadan uluslararası hukuk çerçevesinde barışçıl yollarla ülkelerin bağımsızlığına,bütünlüğüne,birliğine ve egemenliğine saygı gösterilerek diyalogla yürütülmesinde ortaklaşılınca iyi bir anlaşmanın ortaya çıktığı kabul ediliyor.
Üstelik Davutoğlu’nun ABD’nin İran ile silahlı bir çatışma içine girmesi halinde Türkiye’nin ABD ile işbirliği yapmayacağı açıklamasıyla da anlaşmanın pekiştiği görülüyor.
*
Fakat -mesela,Suriye’deki durumun son derecede zor olduğu kabul edilmekle birlikte tüm tarafların şiddete son vermeye çağrılması,dışarıdan askeri müdahaleye müsaade edilmeyeceği,krizin barışçıl yöntemlerle çözülmesi ve buna katkıda bulunma zorunluluğu ortak irade gibi görünsede,
Bir yanda Suriyeli muhaliflerin Libya’da yapıldığı gibi Suriye üzerinde de uçuşa yasak bölge ilan edilmesi,Türkiye ve Ürdün sınırlarında tampon bölge oluşturularak sınırlardan silah geçirilmesine izin verilmesi ve direnişin güçlenmesi-bu suretle çatışmaların büyümesiyle Türkiye’nin sivilleri korunması için Suriye hava üslerini bombalaması yönünde ısrarı sürüyor
Davutoğlu’nun,”Ancak eğer bir ülkede halk değişiklik talep ediyor,daha iyi yaşamaya yöneliyorsa Türkiye bu talepleri destekler.Oysa Şam verdiği sözleri henüz tutmuyor”ifadesi Suriyeli muhaliflerin ısrarına bindirildiğinde Türkiye ve Rusya’nın Suriye vizyonundaki ayrılığı anlaşılıyor.
*
Öte yanda ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’un,”Amerika Suriye’de halkın ve bölgenin güvenliği açısından barışçı bir geçiş istiyor.Kendi halkına karşı silah kullanması kabul edilemez bir şey.Esad’ın bizim nezdimizdeki inandırıcılığı bitti.Defalarca söz vermesine rağmen tekrar ve tekrar bunları tutmadı.İktidarda kalabilmek için kendi halkının kanının akıtamayacağını görmesi,o nedenle bu rejimin gitmesi lazım” ifadesi ABD’nin Suriyeli muhaliflere desteğini göstermesinin ötesinde Suriye vizyonunda Türkiye’nin bulunduğu aslî noktayı da belirliyor!
O halde Suriyeli muhaliflere yapılacak desteğin neler olabileceğine dair düşünmek gerekiyor.
*
ABD’nin önemli müttefiki Fransa’nın NATO’nun bir müdahale unsuru olarak benimsediği “Koruma Yükümlülüğü” çerçevesinde-üstelik,AKP iktidarıyla birlikte Suriye rejimini devirme işbirliğinden başlanmalıdır.
Birlikte Esad rejimine karşı mücadele eden Ulusal Konseyin Özgür Suriye Ordusuna terör,propaganda,suikast,kundaklama,bombalama ve askeri eğitimler veriliyor.
Bu noktada Fransa’nın,Suriye’nin Türkiye sınırları boyunca oluşturulmasını önerdiği tampon bölgenin ya da insani yardım koridorlarının ne anlama geldiği de anlaşılıyor.
İyi ama sonuçta bu işbirliğinin muhaliflerin elini güçlendirmesi ve başarıya ulaşması için bir vesileye ve oyuncuya ihtiyacı bulunuyor!
*
Fransa’nın 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarının inkârını suç sayan yasayı kabul etmesi oyuncunun bulunmasında vesiledir.
Çünkü Kürt ve Ermeni milliyetçileri Van,Ağrı,Bitlis,Muş,Erzurum illerinin sözde “Büyük Ermenistan” ve “Büyük Kürdistan” hedeflerinde müşterektir ve bu hedefe ulaşmada bir başına Türkiye’ye güç yetiştirememeleri yüzünden zımni bir işbirliğinin kaderi içindedir.
Türkiye’ye karşı herhangi birine verilen destek diğerini kapsıyor ve yükümlülük ortaklaşılıyor
*
Bu sırada AKP iktidarı Kürt tasfiyesini gerçekleştirmeden iktidarının tamamlanmayacağı düşüncesinde,BDP nezdinde başlattığı fakat KCK tanımlamasıyla da manipüle ettiği siyasal ve örgütsel tasfiyeyi, Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit vasıtasıyla ideolojik tasfiye ile bütünleştirmektedir.
Rağmen Türkiye, İran,Suriye ve Irak’ta yerleşik Kürt Hareketi PKK etrafında kapitalist modernite tarafından yok edilmemek için yerleşik konuma oturtmak istediği kimliklerine özgürlük talebini yükseltmektedir!
*
Bir süredir yapılan askeri operasyonlar PKK’nın Kandil’e mahkum bir yapı olmaktan ötesini hedeflemesine ve Suriye’nin bir üs olarak belirlenmesine yol açıyor
Nitekim AKP iktidarının Kürt Siyasetinde lider alternatifi Kemal Burkay,TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonunda İran’dan Suriye’ye 2 bin PKK’lının geçtiğini açıklıyor.
*
Kürtlerin Fransızlarla ilk ilgisi 1920-1946’da Fransa’nın Suriye manda yönetiminin Arap milliyetçiliği gücünü dengelemek için dini azınlıklara özerklik tanıdığı -fakat,Kürt özerklik taleplerini dini bir azınlık olmadıkları ve Ortadoğu rekabetinde İngiltere’nin Kürt desteğiyle Türkiye’yi zayıflattığı gerekçesiyle geri çevirdiği yıllarda başlıyor.
Rağmen Fransızların Kürtlere kazandırdıkları rahatlık unutulmuyor!
Bugün Suriyeli Kürtler 1.5 milyon nufusta ve bunların 300 bini vatansızdır.Devlet kurumlarında çalışamamakta,oy kullanamıyor,gayri menkul alamıyor ve birçok profesyonel mesleği icra edemiyorlar
Hükümet operasyonlar ve istihbarat çalışmalarıyla Kürtlerin etnik ve dini temele dayalı partilerine müsamaha göstermiyor fakat 13 Kürt partisi yasadışı faaliyettedir.
PKK çizgisi Suriyeli Kürtler ve Türkiye’den göç eden vatansız Kürtler arasında geniş taban buluyor.
Üstelik Kürtler, 2006’da Washington’da,”Suriye’de Demokrasi ve Kürt Hakları Konferansı”nda başta Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı olmak üzere tanınmasına yönelik diğer muhalif gruplarla işbirliğinde olunması kararından bu yana Suriye’yi tedirgin etmenin unsuru olarak kullanılıyor…
Suriye Kürtleri rejimin sarsılmasıyla beraber, El Esad’a ve Arapların milliyetçi muhalefetine güvenmeksizin yoğun yaşadıkları Kamışlı’da,Haseke’de siyasi ve sosyal statüleriyle ilgili tutumlarını belirginleştiriyor.
Statülerinin tanınmasına yönelik özerklik ya da bağımsızlık tutumlarında yol göstericiliği Türkiye’de PKK’nın Demokratik Özerklik ilanının gelişimi belirliyor
Verilecek fikri ve eylemsel destek Suriye Kürtleri için yaşamsal önem taşıyor.
*
Kandil’den sonra Suriye’nin yeniden üs olarak belirlenmesi ve 2 bin militanın Suriye’ye geçişi ardından PKK yıllık Meclis toplantısında uluslararası alanda ve bölgede izlenecek politik doğrultu belirleniyor. Şubat’tan itibaren Kürt Hareketinin erişebilen yurti içi-yurtdışı kurum ve tüm platformlarda,her yerde,her yaşta kadın-erkekle şehirlerde-kasabalarda teröre başvurmaksızın AKP hükümetinin kural tanımayan,hukuksuz saydıkları uygulamalarına karşı örgütlü ve demokratik direnişe yöneleceği ve giderek Kürt direnişini ya da Kürt isyanının büyütüleceği anlaşılıyor.
*
Suriye’de ise PKK’li militanların katılımıyla rejime yönelik muhalefetin çok daha güçleneceği ve NATO müttefikleri Fransa ile Türkiye’ye bir müdahale unsuru olarak benimsedikleri “Koruma Yükümlülüğü” çerçevesinde müdahale imkanı oluştuğunu sandıkları vakit;kaos sadece Orta Doğu’da değil Türkiye’yi de kapsayacaktır.
28.1.2012
Bir yanıt yazın